Bu makale, Transnational Institute kitapları arasında Ekim 2023’te Pluto Press’ten çıkan Hamza Hamouchene ve Katie Sandwell’in derlediği Dismantling Green Colonialism: Energy and Climate Justice in the Arab Region kitabında yer almıştır. Daha sonra 16 Kasım 2023’te Transnational Institute internet sitesinde yayınlanmıştır.
Makale, Filistin ve Cevlan’daki eko-normalleşmeyi inceliyor, bunun Filistin’in sömürgecilik karşıtı mücadelesi, adil tarım ve enerji dönüşümü üzerindeki etkisini sorguluyor ve İsrail’in yeşil yıkamasına direniş olarak ‘eko-sumud’2 kavramını ortaya atıyor.
Manal Shqair1
Çeviri: Müge Ertürk
İsrail, 1948 öncesi Filistin’i bomboş, kavruk kurak bir çöl olarak tasvir etmiş ve İsrail Devleti kurulduktan sonra bu kurak çölün çiçek açan bir vahaya dönüştüğünü öne sürmüştür.i İsrail ve destekçileri için bu vaha ilkellik ve geri kalmışlığa batmış, korkutucu, bozulmuş ve çorak bir Ortadoğu ile çevrilidir.ii Vahşi ve demokratik olmayan bir Ortadoğu’ya tamamen zıt bir konumda duran İsrail’in yeşil imajı, yerleşimci sömürgecilik ve apartheid yapısını “yeşil” gösterme çabalarının merkezinde yer almaktadır. İsrail, tarım işletmeleri, ağaçlandırma, su çözümleri ve yenilenebilir enerji teknolojileri konusundaki uzmanlığını, “yeşile boyama” çabalarının ve anlatısının temel unsurları olarak küresel çapta kullanmaktadır.iii
Ortadoğu’nun (ve Kuzey Afrika’nın) geri kalanına göre İsrail’in çevresel üstünlüğü iddiası, İsrail’in 2020 yılında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Fas ve Sudan ile Abraham Anlaşmaları’nı imzalamasıyla daha da güçlenmiştir. Abraham Anlaşmaları, ABD’nin aracılık ettiği bir normalleşme anlaşması olup, resmi olarak anlaşmaya dahil olmayan diğer Arap ülkeleriyle (zaten var olan) ilişkileri normalleştirmeyi ve güçlendirmeyi amaçlamaktadır. İsrail ile uzun süredir devam eden ilişkilerini henüz resmileştirmeyen Suudi Arabistan ve Umman gibi ya da Mısır ve Ürdün gibi bu ilişkilerini resmileştirmiş ülkeler de bu kapsamdadır. Abraham Anlaşması şemsiyesi altında kurulan bu Arap devletleri koalisyonu, güvenlik, ekonomi, sağlık, kültür ve çevre gibi konularda İsrail ile işbirliğini artırmaya söz vermiştir.iv Anlaşma kapsamında son iki yılda İsrail ve bu normalleşen Arap devletleri, yenilenebilir enerji, tarımsal ticaret ve su ile ilgili çevre projelerini birlikte uygulamak için bir dizi mutabakat zaptı imzalamıştır.v
Filistin zulmüne karşı uluslararası işbirliğini sonlandırmayı amaçlayan Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Hareketi Filistin Ulusal Komitesi (BNC), normalleşmeyi “Filistinlileri (ve/veya Arapları) ve İsraillileri (bireyleri ve kurumları) aynı platformda bir araya getiren yerel veya uluslararası herhangi bir proje, girişim veya faaliyete katılım” olarak tanımlıyor.vi BNC, normalleşme alanlarının, Filistin Ulusal Komitesi’nin öngördüğü Filistin’in kendi kaderini tayin etme hakkı, İsrail’in üç katmanlı baskı sisteminin (yerleşimci sömürgecilik, apartheid ve askeri işgal) tasfiyesi ve Birleşmiş Milletler 194 sayılı kararında yer aldığı üzere Filistinli mültecilerin evlerine dönme hakkı ile ilgili koşulları karşılamadığını detaylandırır.vii İsrail, normalleşmeyi apartheid yerleşimci sömürgeciliğini doğal hale getirmek için kullanır. Bu bağlamda, Filistin düşünce kuruluşu Al-Shabaka, İsrail ile Arap devletleri arasındaki sözde çevre dostu ortak projelerin bir eko-normalleşme şekli olduğunu gözlemliyor.viii Bu makalede eko-normalleşme, İsrail zulmünün ve bunun Arap bölgesi ve ötesinde yol açtığı çevresel adaletsizliklerin “çevrecilik” kılıfı altında yeşile boyanması ve normalleştirilmesi olarak sunulmaktadır.
Bu makale, hem Filistin’de hem de Cevlan’daki (işgal altındaki Suriye Golan Tepeleri) eko-normalleşmeyi inceliyorix ve iki sorunun cevabını arıyor: 1) Yeşile boyama aracı olarak eko-normalleşme, Filistin’in anti-sömürgeci mücadelesini nasıl baltalıyor? 2) Eko-normalleşme, Filistin’in kendi kaderini tayin etme mücadelesine ayrılmaz şekilde bağlı olan adil bir tarım ve enerji dönüşümünü nasıl engelliyor? Makale ayrıca, İsrail baskısına karşı eko-sumud (ekolojik direnç) kavramını ve eko-normalleşmenin yeşil yıkama işlevine karşı koymadaki rolünü inceleyecektir.
Eko-normalleşme projeleri
8 Kasım 2022’de Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde düzenlenen 27. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda (COP27)x Ürdün ve İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri’nin aracılık ettiği bir mutabakat zaptı imzaladılar. Bu anlaşma, Refah Projesi’ni (Project Prosperity) oluşturan Refah Mavisi ve Refah Yeşili olarak adlandırılan iki birbirine bağlı projenin fizibilite çalışmasının devam ettirilmesini öngörüyor. Anlaşmanın şartlarına göre Ürdün, Akdeniz kıyısına kurulacak bir İsrail deniz suyu arıtma tesisinden (Refah Mavisi) yıllık 200 milyon metreküp su satın alacak. Deniz suyu arıtma tesisi, 2023 yılında Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki devlet şirketi Masdar tarafından Ürdün’de inşa edilecek olan 600 MW’lık güneş enerjisi santralinden (Refah Yeşili) üretilen elektrik ile çalışacak. Anlaşmaya taraf olan ülkeler, projelerin uygulanmasına ilişkin daha somut planları 2023 yılında Birleşik Arap Emirlikleri’nde gerçekleştirilecek olan COP28’de sunmayı planlıyorlardı.xi
Refah Projesi fikri ilk olarak, İsrail, Ürdün ve Filistin arasındaki çevresel normalleşmeyi teşvik eden bir İsrail-Ürdün-Filistin sivil toplum kuruluşu olan Eco-Peace Middle East tarafından, bu 3 ülkedeki su ve enerji sorunlarını ele almayı hedefleyen “Ortadoğu için Yeşil-Mavi Anlaşması” girişimi çerçevesinde ortaya atıldı. Filistin bu anlaşmada taraf olmasına rağmen Refah Projesi’nde şu an hiçbir rolü bulunmuyor.xii
COP27’den birkaç ay önce Ağustos 2022’de Ürdün, yenilenebilir enerji projeleri yürütmek üzere iki İsrail enerji şirketi ile bir mutabakat zaptı imzalayarak Fas, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve Umman’a katıldı. Bu devasa enerji projesinde yer alan ENLT (Enlight Green Energy) ve NewMed Energy (bundan böyle ENLT-NewMed) isimli iki İsrail şirketi, Arap topraklarında yenilenebilir enerji santralleri başlatmak, finanse etmek, inşa etmek, geliştirmek ve işletmek için faaliyete geçecek. Bu “yeşil” enerji projeleri rüzgar ve güneş enerjisi üretimi ile enerji depolama teknolojilerini içerecek. ENLT yenilenebilir enerji projelerinde uzmanlaşmışken, NewMed ise bir doğal gaz ve petrol şirketi. Ve her iki şirketin, özellikle de NewMed’in, hem fosil yakıt temelli hem de yeşil enerji anlaşmaları yoluyla Arap devletleriyle normalleşme bağlarını güçlendirmede önemli bir rol oynadığı görülmektedir.xiii
Refah Mavisi: İsrail kavrulan Ürdün’ün ateşini alıyor
On yıllardır Ürdün’de devam eden su krizi, son yıllarda daha da derinleşti. Anaakım medya, bunun nedeninin Ürdün’ün ev sahipliği yaptığı Suriyeli ve Iraklı mülteci sayısının artması ve iklim krizi olduğunu öne sürüyor. Gerçekten de ülkelerine yönelik yürütülen emperyalist savaşlardan kaçan mültecilerin akını, Ürdün’ün artan su ihtiyacını karşılamasını zorlaştırıyor.xiv Ancak, su sıkıntısının kötüleşmesinden yalnızca Suriyeli ve Iraklı mültecileri sorumlu tutmak, bu kıtlığın asıl nedeni olan İsrail’in Ürdün’ün su kaynaklarını gasp etmesini vurgulamadan, ırkçılık ve yabancı düşmanlığından ibaret kalır. Aynı zamanda, İsrail’in Ürdün’ü kurak bir ülke haline getirmedeki rolünden de dikkatleri kaçırır. İsrail on yıllardır, bölgede ekonomik ve siyasi kazanımlar elde etmek için Ürdün’ün su kaynaklarını tüketmektedir. İsrailli ve Batılı medya kuruluşlarındaki “Refah Mavisi”nin yeşil yıkamaya uygun çerçevelenişi Ürdün’ün su krizindeki İsrail sorumluluğunu kaldırmakta ve İsrail’i aklamaktadır.xv
2022’de Refah Mavisi mutabakat zaptı imzalandıktan sonra Times of Israel şu yorumu yaptı: “Ürdün, dünyanın en çok su sıkıntısı yaşayan ülkelerinden biridir. Nüfusu arttıkça ve sıcaklıklar yükseldikçe ülke korkunç bir susuzluk tehlikesiyle karşı karşıyadır. İsrail de sıcak ve kurak bir ülke, ancak gelişmiş deniz suyu arıtma teknolojisi, tatlı su satışı için fırsatlar yaratmıştır.“xvi Bu açıklama, İsrail’in çevreci iyilikseverlik ve iyi yönetim anlatısının özünü yansıtıyor.xvii İsrail, kendisini her zaman kurak fakat Arap komşularının aksine, kıt su kaynaklarını etkin bir şekilde yönetmek ve iklim krizini hafifletmek için gereken teknolojiyi geliştirmiş bir ülke olarak tasvir etmiştir. İsrail, son yirmi yılda gelişmiş su teknolojisini yüceltmekte ve deniz suyu arıtma başarısını öne çıkarmaktadır.xviii Bu anlatıya göre, “çevreci bir hayırsever” olarak İsrail, iki ülke arasındaki gerginlik dönemlerinde bile teknolojisini kurak komşusu Ürdün’ün hizmetine sunmaya çalışır. Bu görüş, 2021’de The Hill’de Prosperity Blue ile ilgili olarak yayınlanan bir yorumda da yer almaktadır: “İsrail ve Ürdün’ün su konusunda uzun bir işbirliği geçmişi vardır, hatta siyasi gerilimler ortasında bile. 1994 İsrail-Ürdün Barış Anlaşması’ndan bu yana İsrail, Ürdün’ün Ürdün Nehri tahsisatlarından bir kısmını Galile Denizi’nde depolayıp ihtiyacına göre salmaktadır.“xix Bu doğru değil. İsrail, krallığın “tahsisatlarından” bir kısmını Galile Denizi’nde “depolamamıştır”. Aksine, geçmişte de olduğu gibi (hatta özellikle de geçmişte böyleydi), Ürdün’ün, açıkça ifade edilen iradesine karşın, Ürdün ve Yarmuk nehirlerinden gelen su payını yağmalamıştır. İsrail ayrıca tahsis edilen suyu ihtiyaç doğrultusunda salmamıştır; aksine, gasp ettiği Ürdün suyunu kullanmayı sürdürmektedir.xx
Tarihsel olarak Ürdün Nehri, Ürdün’ün ana su kaynaklarından biriydi ve aynı zamanda Bilad al-Sham (Levant bölgesi), yani Filistin, Suriye ve Lübnan’a da su sağlıyordu. 1948’de İsrail’in kuruluşundan sonra bu durum dramatik bir şekilde değişti. 1950’lerde, İsrailli bir yarı devlet kuruluşu olan Yahudi Ulusal Fonu (JNF), tarihi Filistin’in (günümüz İsrail ve işgal altındaki Filistin toprakları) kuzeyindeki Hula Gölü’nü ve çevresindeki bataklıkları kuruttu.xxi İsrail hükümeti, bunun yeni kurulan devletin “çölleri çiçeklendirme” çabalarının bir parçası olarak tarım arazisini arttırmak için gerekli olduğunu iddia etti. Proje, Avrupa’dan yeni gelen Yahudi yerleşimciler için “verimli” tarım arazisini genişletmekte başarısız olmakla kalmadı, aynı zamanda çok sayıda hayvan ve bitki türünün doğal habitatlarını yok ederek önemli çevresel hasara neden oldu.xxii Ayrıca, ülkenin en büyük tatlı su kaynaklarından biri olan Galilee Denizi’ne (Taberiye Gölü) akan suyun kalitesini ciddi şekilde etkiledi. Üstelik, Galilee Denizi’ndeki kötüleşen su kalitesi, Ürdün Nehri’ndeki su akışını bozdu.xxiii
Aynı dönemde, İsrail’in ulusal su şirketi Mekorot, İsrail’in ulusal su taşıyıcısı inşaatına başladı. Bu taşıyıcı, Batı Şeria ve Ürdün’den Ürdün Nehri suyunu, sahil boyunca İsrailli yerleşimcilere ve Negev Çölü’ndeki Yahudi yerleşmelerine hizmet etmek üzere yönlendirmek için inşa edildi.xxiv İsrail’in 1967’de Filistin’in geri kalanını (Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi’ni de içeren Batı Şeria – birlikte işgal altındaki Filistin toprakları) işgal etmesinden sonra, Ürdün’den çalınan suyun yoğunluğu arttı. Ürdün Nehri ve özellikle alt kısmı, artık toprak ve kanalizasyon suyuyla dolu bir dereye dönüştü.xxv
Aşağı Ürdün Nehri, İsrail uygulamalarından özellikle etkileniyor; çünkü Galilee Denizi’nin çıkışından ve Yarmuk Nehri’nden besleniyor. Yarmuk Nehri de yine İsrail’in Filistin ve Arap su kaynaklarını yağmalamasından aynı şekilde olumsuz etkileniyor. Kaynağı Suriye’de bulunan Yarmuk Nehri, Ürdün Nehri’nin en büyük koludur. Bu nehrin sularından Suriye en büyük payı alırken, Ürdün ve İsrail kalan suyu paylaşmaktadır. İşgal altındaki Filistin ise İsrail tarafından Yarmuk’a erişimden tamamen mahrum bırakılmıştır. 1967’den önce İsrail’in nehre sınırlı erişimi vardı ancak o yıl Cevlan’ın işgalinden sonra nehrin iki mil daha fazla kısmını doğrudan kontrolü altına aldı ve daha fazla suyunu kullanmaya başladı. 1994’te imzalanan İsrail-Ürdün barış anlaşması, Ürdün’ün nehirden yararlanabileceği su miktarı üzerindeki İsrail hakimiyetini sürdürdü. İsrail, Ürdün’ü Yarmuk’un taşan sularının İsrail tarafından tutulmasını sağlayan altyapının inşasını kabul etmeye zorladı.xxvi
Suriye’nin (İsrail’in Ürdün Nehri’ndeki payını tamamen reddettiği bir ülke) inşa ettiği baraj ve kuyuların altyapısı, Yarmuk Nehri’nin çoğunluğunun Suriye tarafından kullanılmasını sağlar. Suriye, bu altyapının özellikle İsrail Cevlan‘dan çekilmeyi reddettiği için İsrail’in Yarmuk’u sömürmesini sınırlamak amacıyla inşa edildiğini iddia ediyor. Bu durum, İsrail’in Yarmuk’u sömürmesine, Ürdün’ün adaletsiz bir anlaşmayı kabul etmesine ve sayısız bürokratik soruna eklenerek, Ürdün’ün Yarmuk’tan erişebileceği su miktarını azaltmıştır. Yağışlardaki azalma nedeniyle nehir akışının bozulması, önümüzdeki yıllarda Ürdün’ün payını daha da azaltacaktır.xxvii
Refah Mavisi’nin arkasındaki masum ve yardımsever söylem, İsrail’in Filistin ve Arap suyunu yağmalamasındaki rolünü gizlemektedir. Suyu ticari metaya dönüştürmek ve Ürdün’e satmak yerine, İsrail, depolamayı sürdürdüğü gasp edilmiş suyu Ürdün’e geri vermelidir. Refah Mavisi sayesinde İsrail, Ürdün’deki su kıtlığına dair sahip olduğu sorumluluğu reddetmekte ve kendini bir çevreci ve bölgesel bir su gücü olarak göstererek bir çözüm sunuyormuş gibi davranmaktadır.
(Arap) Kalplerindeki karanlığı yenmek: Bir İsrail yeşile boyama kıssası
Refah Yeşili (Prosperity Green) ve ENLT-NewMed olmak üzere eko-normalleşme gündemindeki iki yenilenebilir enerji projesi, İsrail’in yaratıcı yenilenebilir enerji teknolojileri merkezi olarak imajını güçlendiriyor. Ana akım anlatı İsrail’i bu bağlamda överek, enerji sektöründeki yeniliklerinin Filistin ve Cevlan’daki (yeşil) enerji sömürgeciliğine dayandığını gözden uzaklaştırıyor. Enerji sömürgeciliği, yabancı şirketlerin ve ülkelerin, kendi kullanım ve menfaatleri için enerji üretmek amacıyla küresel Güney’deki ülke ve toplulukların kaynaklarını ve topraklarını yağmalayıp sömürmesini ifade eder. Kuzey/Güney ayrımını sürdüren enerji sömürgeciliği, Güney’deki yerel halkların sosyoekonomik hayatlarını ve çevrelerini de tahrip ediyor. Yeşil enerji sömürgeciliği, yeşil enerji kaynaklarının gasp edilmesini ve yağmalanmasını kapsarken, aynı zamanda Kuzey ile Güney arasındaki güç asimetrisinin siyasi, ekonomik ve sosyal yapılarını da korur. Enerji sömürgeciliği, sömürgeci kapitalist güç, sömürü, insanlık dışılaştırma ve ötekileştirme paradigmasına kökten bağlıdır ve dünyanın birçok yeri post-kolonyal döneme girmiş olmasına rağmen devam etmektedir.xxviii Filistin ve Cevlan’da, yeşil enerji kaynakları da dahil olmak üzere enerji sömürgeciliği, İsrail yerleşimci sömürgeciliğinin bir yüzüdür. İsrail bunu, Filistinlileri ve Cevlanlıları (şu anda İsrail işgali altındaki Cevlan’da yaşayan 26 bin Suriyeli) gittikçe küçülen yerlerde mülksüzleştirmek ve gettolaştırmak ve topraklarında İsrailli-Yahudi üstünlüğünü genişletmek için araçlardan biri olarak kullanmaktadır. Refah Yeşili ve ENLT-NewMed projeleri de İsrail’in yerleşimci sömürgecilik projesini ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki jeopolitik gücünü sürdürmesini sağlayan, yeşil aklama anlatımı altında gizlenen sömürgeci enerji projeleri olarak görülebilir.
Refah Yeşili
Refah Yeşili anlaşmasının şartlarına göre, Ürdün topraklarına inşa edilecek güneş enerjisi santralinden üretilen tüm elektrik yıllık 180 milyon dolara İsrail’e satılacak. Kazanç, Ürdün hükümeti ile güneş enerjisi santralini inşa edecek olan Emir şirketi Masdar arasında bölüştürülecek. Bu anlaşmanın mantığı, İsrail’in yıllık 200 milyon metreküp su temin edecek olan desalinasyon tesisini işletmek için kendi enerjisini kullanmasına gerek kalmamasıdır. Bu, İsrail’in hem enerji hem de su arıtma sektörlerini güçlendirme hedefinin bir parçası. İsrail’in 2030 yılına kadar ana su kaynağı olarak güvenmeye çalıştığı deniz suyu arıtma işlemi, enerji yoğun bir işlem ve enerji tüketiminin %3,4’ünü oluşturmaktadır.xxix Dolayısıyla İsrail, alternatif enerji kaynaklarına erişimini artırmaya çalışıyor ve Refah Yeşili bu kaynaklardan biri olarak önüne çıkıyor.xxx
Anlaşma, enerji kaynaklarının %75’i fosil gaz ithalatından gelen Ürdün’ün projeden enerji almasına ve kendi enerji sektörünü güçlendirmesine izin vermiyor.xxxi Dolayısıyla, ülkenin güneş enerjisi devre dışı bırakılırken, ithal fosil gazına olan ağır bağımlılığı devam edecek. Ürdün, 2020 yılında iki ülke arasında imzalanan kötü şöhretli gaz anlaşmasından bu yana, fosil gazının önemli bir ihracatçısı haline gelen İsrail’den gaz almaya devam edecek. 10 milyar dolarlık anlaşmaya göre, İsrail’in kontrolü altındaki Akdeniz’deki doğal gaz sahası Leviathan, 15 yıl boyunca Ürdün’e 60 milyar metreküp gaz tedarik edecek.xxxii Dolayısıyla Ürdün, kendi yeşil enerjisini ihraç ederek İsrail’den arıtılmış su almak için doğal gaz ithalatına (özellikle İsrail’den) bağımlı kalmaya devam edecek!xxxiii
Refah Yeşili’nin tasarlandığı biçimi, İsrail’in yenilenebilir enerji sektörünü güçlendirirken Ürdün’ün İsrail fosil yakıtlarına olan bağımlılığını sürdürmesini sağladığından, bu anlaşma bir enerji sömürgeciliği veya daha spesifik olarak yeşil sömürgecilik biçimidir. Bunun en açık göstergesi, güneş enerjisi santralinin İsrail’de değil Ürdün’de inşa edilecek olmasıdır. 2021 yılında Amerikan haber sitesi Axios’tan şu alıntıyı dikkat edin: “Mantık şuydu: İsrail’in yenilenebilir enerjiye ihtiyacı vardı; ancak devasa güneş enerjisi santralleri için araziye sahip değildi, Ürdün ise sahipti.“xxxiv Bu durum, daha önce İsrail enerji bakanı olan Karine Elharrar tarafından da dile getirildi: “Bol miktarda açık alan ve güneş ışığına sahip Ürdün, İsrail Devleti’nin yeşil enerjiye geçişini ve belirlediğimiz iddialı hedeflere ulaşmasını destekleyecek ve mükemmel arıtma teknolojisine sahip İsrail ise Ürdün’ün su kıtlığını gidermeye yardımcı olacak.“xxxv Bu çorak arazinin ekili/yeşil araziye göre aşağı görüldüğü hiyerarşik arazi sınıflandırması, yüzlerce yıkılmış Filistin köyünün kalıntıları üzerinde İsrail’in kuruluşunu toprak kurtarma olarak gören Siyonist söylemden beslenmektedir.xxxvi Bu tür söylemler, İsrail’in eylemlerini meşrulaştırmayı ve ahlaki hale getirmeyi amaçlar: İsrail’i ahlaksız bir yerleşimci sömürgeci ve apartheid rejimi yerine, arazi verimliliği konusunda ahlaki ve ilerici bir sorumlu olarak tasvir eder.
Yeşil aklama ve toprak kurtarma söylemi doğrultusunda, güneş enerjisi santralinin inşası Ürdün’e bir iyilik olarak görülüyor: “Hayırlı” Abraham Anlaşmaları kapsamında, Ürdün’deki çorak, “verimsiz” topraklar, İsrail’in çevresel gelişimi ve iyilikseverliği sayesinde verimli hale gelecek. Aslında, Refah Yeşili, yeşil arazi gasbını ve yeşil sömürgeciliği kınanması değil övünülmesi gereken ilerici adımlar olarak meşrulaştırıp, yeşile boyamaya çalışıyor.
ENLT-NewMed
ENLT-NewMed, Ürdün dahil olmak üzere Arap komşularına karşı İsrail’in çevresel ve ahlaki üstünlüğünü gösteren bir biçimde de tasvir ediliyor. Ürdün, Fas, BAE, Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve Umman ile enerji projeleri geliştirme anlaşmasına vardıktan sonra, ENLT projenin “enerji alanında iki İsrail şirketinin engin deneyim ve uzmanlığını ortaya çıkaracağını” belirtti.xxxvii İsrail’in “deneyim” ve “uzmanlığını” vurgulamak, Filistinlilerin ve Cevlanlıların İsrail’in enerji sömürgeciliğine karşı mücadelelerini karanlıkta bırakıyor. ENLT-NewMed kendisini yedi Arap ülkesinin enerji ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olma girişimi olarak sunsa da, bu da esasen iki ana nedenden dolayı bir enerji sömürgeciliği eylemi olarak anlaşılmalıdır. İlk olarak, ENLT-NewMed, İsrail’i Arap bölgesinin ekonomi ve enerji alanlarında daha fazla entegre etmeyi ve baskın bir konuma getirmeyi amaçlıyor. Bu sayede, enerji erişimi ve kontrolü yoluyla yeni bağımlılıklar yaratarak normalleşme gündemini ilerletiyor ve İsrail’i vazgeçilmez bir ortak olarak konumlandırıyor. İkinci olarak, bu durum, işgal altındaki Filistin ve Cevlan’daki sömürgeci faaliyetlerini normalleştirmelerine ve finanse etmelerine olanak sağlayacak. ENLT, İsrail hükümetinin desteğiyle Emek Habacha, Ruach Beresheet ve Emek Haruchot dahil olmak üzere Cevlan’da çeşitli yenilenebilir enerji projeleri işletiyor. ENLT, Birleşmiş Milletler’in Batı Şeria’daki yasadışı İsrail yerleşimlerine ortaklık eden işletmeler ve şirketler veritabanında listelenen Hapoalim Bankası liderliğindeki bir konsorsiyum tarafından finanse edilen bu projelerin sırasıyla yüzde 41 ve yüzde 60 hissesine sahip.xxxviii ENLT ayrıca yasadışı Batı Şeria yerleşimlerindeki yenilenebilir enerji projelerinde de yer alıyor.xxxix Naqab Çölü’nün ve Batı Şeria’nın bazı bölgelerinin bulunduğu Yatır Ormanı’nda 42 MW’lık bir rüzgar türbini projesi geliştiriyor (bu projede yüzde 50,15 hisseye sahip).xl
Cevlan’daki ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki bazı bölgelerdeki rüzgar türbini projeleri, İsrail’in yenilenebilir enerji kaynaklarını artırma planlarının bir parçasıdır. Cevlanlılar, yıllarca toprakları ve kaynakları üzerindeki egemenliklerini savunmak için protestolar düzenlediler ve bu projeleri, arazilerini ele geçirmek için İsrail’in kullandığı bir başka araç olarak görüyorlar.xli İsrail zaten Cevlan’ın %95’ini kontrol ediyor ve bu bölgede bulunan 35 yerleşim yerinde yaşayan yaklaşık 29 bin yasadışı İsrailli yerleşimci lehine yönetiyor.xlii Rüzgar türbinleri, “yeşil” bir sömürge projesi olarak, Cevlan halkı ile toprakları arasındaki sürdürülebilir ilişkiyi daha da bozuyor. İnşaat çalışmaları başladığından beri, İsrail yetkilileri Cevlanlıların tarım arazilerine erişimini kısıtladı. Projeler, Cevlanlılara ait 3.600 dönüm (890 akre) elma, üzüm ve kiraz bahçelerini etkileyecek. Cevlanlıların bu rüzgar türbinlerine karşı mücadelesi, yerleşimci sömürgeciliğinin zorla göç ettirmesine, kaynak yağmasına ve toprakla ilgili yerli egemenliğinin ve kimliğinin reddine karşı on yıllara yayılan direncin bir parçasıdır.xliii
Doğu Akdeniz’de doğalgaz çıkarma konusunda uzmanlaşmış NewMed Energy şirketi, tıpkı ENLT gibi İsrail apartheid’ını ve yerleşimci sömürgeciliğini güçlendirmekten sorumludur. Daha önce Delek Drilling olarak bilinen şirket, özellikle Ürdün, BAE ve Mısır olmak üzere Arap ülkelerindeki faaliyetlerinin artması nedeniyle 2022’de isim değişikliğine gitti.xliv NewMed Energy, Doğu Akdeniz’deki İsrail doğalgaz sektörünün öncülüğünü yapmış olup, son 30 yılda Akdeniz’deki İsrail’in gaz keşiflerinin çoğunda yer almıştır. Bunlardan biri ve en dikkat çekeni ise 2010 yılında keşfedilen Leviathan sahasıdır. Bu saha, Doğu Akdeniz’in en büyük doğalgaz rezervuarı olup, NewMed Energy bu sahada %45,3 oranında işletme hissesine sahiptir.xlv Bir yıl önce, 2009’da şirket, yine Akdeniz’de Chevron ile birlikte Tamar doğalgaz rezervuarını keşfetmiştir.xlvi Bu iki gaz rezervuarı birlikte tahmini 26 trilyon metreküp doğalgaz barındırmakta ve İsrail’in bölgesel ve küresel enerji piyasasındaki statüsünü yükselterek onu bölgede ve ötesinde jeopolitik ve ekonomik güç kaynağı haline getirmiştir.xlvii Bu rezervuarların, İsrail’in elektrik ihtiyacını 30 yıl boyunca karşılaması ve İsrail’i bölgesel bir gaz ihracatçısı (özellikle Avrupa Birliği’ne – özellikle de şu an, Ukrayna’daki savaş bağlamında) konumuna getirmesi beklenmektedir. Nitekim yukarıda bahsedildiği gibi hem Mısır hem de Ürdün şu anda Leviathan ve Tamar sahalarından İsrail gazı ithal etmektedir.xlviii
Yıllardır İsrail, Leviathan gaz rezervuarının bir kısmının Lübnan’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde (MEB) yer aldığı yönündeki Lübnan beyanını reddetmektedir.xlix Aynı şekilde 2013 yılında NewMed Energy tarafından keşfedilen başka bir gaz sahası olan Karish’te de Lübnan’ın hakkını reddediyor.l İki taraf 2022’de ABD’nin arabuluculuğunda yapılan ve adil olmayan bir anlaşmaya vardı.li Bu anlaşmaya göre İsrail, Karish sahasına tam erişim hakkını korurken, Lübnan ise Akdeniz’de bulunan ve yaklaşık 100 milyar metreküp doğalgaz rezervine sahip olabilecek diğer bir tartışmalı alan olan Qana sahasını, İsrail’e belirli bir miktar telif ücreti ödeyerek işletme hakkına sahip olabilecek. Anlaşma, Lübnan ile İsrail ve güçlü destekçisi ABD arasındaki asimetrik güç ilişkilerini yansıtıyor.lii Bu arada Lübnan’ın iddialarına karşılık İsrail, Akdeniz’deki savaş gemilerinin sayısını artırarak bölgeyi giderek daha fazla askerileştiriyor.liii NewMed Energy, bu gaz sahalarıyla ilgili ihtilafları körükleyerek ve hem bölgesel hem de küresel çapta yüksek derecede militarize edilmiş bir yerleşimci sömürgeci gücün konumunu güçlendirirken, yine de yeşil enerji kaynakları geliştirme konusundaki taahhüdünün altını çizmektedir.liv
Qana sahasındaki İsrail ile hisse paylaşımı konusunda ana işletici ve müzakereci konumunda olan şirket, sahada %35 hisseye sahip Fransız şirketi Total Enerji‘dir. Total Enerji, İtalyan ENİ’yi ve ayrıca projeye %30 hisse ile ortak olan devlet şirketi Katar Enerji’yi (Katar Enerji, Rusya’nın Ukrayna işgalini takiben uygulanan yaptırımlar nedeniyle projeden çıkarılan Rus şirketi Novatek’in yerini aldı) de içeren Qana işletme konsorsiyumu içerisinde yer almaktadır.lv Katar Enerji’nin Qana sahasının geliştirilmesindeki rolü İsrail hükümeti tarafından onaylandılvi ve bu durum Katar’ı enerji alanında İsrail ile normalleşmeye ortak etmektedir. 1990’lardan bu yana gizli normalleşme faaliyetlerinde bulunan Katar’ın bu açık normalleşmesi Filistinlilerin aleyhine bir durumdurlvii ve diğer Arap ülkelerinde de görülen bir örneği yansıtmaktadır: Mısır, Fas, Ürdün ve BAE’nin çeşitli enerji projelerinde (yeşil enerji projeleri de dahil) İsrail veya İsrail şirketleriyle yer alması, normalleşmiş ilişkilerin artık Arap liderler için skandal sayılmadığını göstermektedir.
Mısır’a ilişkin olarak bir diğer önemli nokta, Mısır hükümeti tarafından satın alınan İsrail Leviathan gazının, Filistin’in MEB’i üzerindeki şiddet içeren yasadışı İsrail kontrolü yoluyla çıkarılıp transfer edilmesi gerçeğidir.lviii Bu durum, İsrail donanması tarafından Filistinli balıkçılara yönelik sistematik saldırılarda kendini göstermektedir.lix
Doğalgaz konusunda Mısır’ın İsrail ile ilişkileri, Mısır’daki evlerin elektriklendirilmesinin ötesine geçmektedir. Mısır, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan, şu anda AB’nin Rus gazına olan bağımlılığını sona erdirme çabaları kapsamında Avrupa’ya Akdeniz gazını tedarik etmeyi hedefleyen bir konsorsiyuma dahildir. Konsorsiyumun amacı, İsrail ve Kıbrıs’tan gazı, Mısır’daki sıvılaştırma tesislerine taşıyacak ve ardından tankerlerle Avrupa’ya nakledecek yeni bir boru hattı sistemi inşa etmektir. Proje ayrıca Kıbrıs’ın doğu kıyısına bir sıvılaştırma tesisi inşa etmeyi ve “Leviathan sahasının genişletilmesinin bir parçası olarak yüzen bir sıvılaştırma tesisi” kurmayı içermektedir.lx Önerilen boru hattı ve sıvılaştırma sisteminin, Doğu Akdeniz (EastMed) Boru Hattı’nın planlanan inşaatının yerini alıp almayacağı henüz netlik kazanmadı ancak uygulanabilirliği sorgulanan EastMed’e bir alternatif olarak değerlendirildiği anlaşılıyor.lxi
Akdeniz’deki enerji projelerine dair ne olursa olsun akılda tutulması gereken iki önemli gerçek var. Birincisi, kuşatma altında yaşayan Gazze Şeridi’ndeki Filistinli balıkçıların ve halkın maruz kaldığı travmatik şiddet ve insanlık dışı muamele deneyimleri, İsrail’in Akdeniz’de kontrol ettiği yüksek derecede militarize edilmiş gaz rezervlerinden ve bunlarla bağlantılı projelerden ayrı tutulamaz. İkincisi, AB bir kez daha iki yüzlülüğünü gösteriyor: Rusya’yı Ukrayna işgalinden sorumlu tutma çabalarının bir parçası olarak İsrail gazı ithal ederek, Filistin ve Cevlan haklarını Ukraynalılardan daha az insan olarak görüyor. Mısır ve diğer normalleşen Arap devletlerine gelince, Akdeniz’de kirli enerji anlaşmalarına girerek, artık hem İsrail’in hem de AB’nin Filistinliler ve Suriyelilere yönelik sistematik insanlık dışı muamelesine açıkça ortak oluyorlar. Sömürgeleştirilenlerin aşağılanması ve Arap devletlerinin bu konudaki ortaklığı, AB ve İsrail tarafından daha yeşil bir geleceğe ve düşük karbonlu ekonomiye geçiş olarak gösterilen işbirliğinde yeşil yıkama ile örtbas ediliyor. Bu bağlamda, fosil gazını temiz bir geçiş enerji kaynağı olarak göstermek en hafif tabirle yanıltıcıdır.lxii
Eko-normalleşme: Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkına vahşi saldırı
Eko-normalleşme, İsrail’e hem enerji hem de su sektörlerinde bölgesel ve küresel olarak konumlanma imkanı tanıyarak, bölgedeki ve dünya çapındaki siyasi ve diplomatik gücünü pekiştirmesine olanak sağlar. Hava koşullarının kötüleşmesi ve enerji krizlerinin derinleşmesiyle birlikte, İsrail’in (teknolojisinin yanı sıra) enerjisine ve suyuna bağımlı ülkeler, Filistin mücadelesini kendi su ve enerji güvenliğinden daha az önemli görmeye başlayabilir. Bu durum, eko-normalleşmenin, İsrail’in yeşil yıkama faaliyetlerini bir para kazanma makinesi olarak güçlendirmesine ve Filistin’deki adil tarım ve enerji dönüşümünün önünü kesmesine yol açar. Bu dönüşüm, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme mücadelesiyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.
Önemli bir İsrail deniz suyu arıtma şirketi olan Mekorot, kısmen İsrail’in yeşile boyama anlatısı sayesinde, küresel ölçekte deniz suyu arıtma ve çözümlerinde lider olarak konumlanabilmiştir. Örneğin, Mekorot, Kıbrıs’ın deniz suyu arıtmasının yüzde 40’ından sorumludur.lxiii Şirketin teknolojisi ve “uzmanlığı”, özellikle küresel Güney’de dünya çapında geliştirilen su projelerinden milyonlarca dolar gelir sağlamaktadır.lxiv Bu para, Mekorot’un ve İsrail hükümetinin Filistin halkına uyguladığı su apartheid’ını finanse etmektedir. Mekorot, Filistin su kaynaklarının çoğunu Batı Şeria’da kontrol altına alarak ve yasadışı İsrail yerleşimlerine aktararak (Ürdün Nehri’ni gasp etme rolüne ek olarak) İsrail su apartheid’ı altyapısının inşasında önemli bir rol oynamaktadır.lxv Şirketin kuyu ve bypass boru hattı altyapısı, Batı Şeria’nın C Bölgesi’nde yaşayan Filistinlilerin suya erişiminin olmamasını sağlamak amacıyla inşa edilmiştir.lxvi Aynı zamanda, İsrail ordusunun, Filistinlilerin su borularına ve C Bölgesi’nde suya erişim için sahip oldukları diğer alternatif yollara el koymasına yardımcı olmaktadır.lxvii Mekorot, su apartheid’ını uygulayarak, Filistinlileri topraklarından zorla çıkarmayı ve yasadışı İsrail yerleşimlerini genişletmeyi amaçlayan zorlayıcı bir ortam yaratır. Mekorot’un İsrail’in su apartheid’I politikalarını aktif uygulamalarıyla yürütmesi, Filistinlilerin yaşamlarını ve kimliklerini sürdürebilecekleri bir geçim kaynağı olarak toprağın işlevini bozar. Bu durum, adil bir tarım dönüşümünün temel unsurları olan Filistinli tarım sektörünü ve gıda egemenliğini tehdit eder. Örneğin, Ürdün Vadisi’ndeki Filistinli çiftçi toplulukları, İsrail’in Filistinlilerin suya ve araziye erişimini kısıtlaması nedeniyle artık geçimlerini tarıma dayandıramaz hale gelmiştir.lxviii Gazze Şeridi’nde de yıllardır İsrail’in tarım sektörünü yok ettiği aynı hikaye yaşanıyor. 2007’den beri Gazze’deki abluka, Filistinli çiftçilerin tarım arazilerine erişimini kısıtlamakta ve bölgedeki ciddi su krizini daha da kötüleştirmektedir.lxix
İsrail enerji sömürgeciliğinin ve apartheid’ının yerleşmesi, Refah Yeşili ve ENLT-NewMed şirketlerinin yeşil yıkama işlevlerinde de kendini göstermektedir. İsrail, sömürgeleştirilmiş Filistin ve Cevlan halklarının enerji kaynakları üzerindeki egemenliğini reddetmekte ve onları kendi enerji pazarına bağımlı hale getirerek esaretlerini sürdürmektedir. Filistin ve Cevlan enerji kaynakları üzerindeki İsrail kontrolü, yerleşimci sömürgeci gasbı ve baskısının etkili bir aracıdır. Aynı zamanda, Leviathan ve Tamar gaz sahalarına yakın konumda bulunan Gazze Şeridi, İsrail’in Gazze’ye elektriğe tam erişim imkanı vermemesi nedeniyle yıllardır karanlıkta yaşamaktadır. Gazze Şeridi’ndeki elektrik krizi, düzenli İsrail saldırıları ve katliamları sırasında daha da kötüleşmektedir.lxx Elektrik, su, şiddet ve sayısız diğer araç, İsrail’in belirlenmiş gettolardaki Filistinlileri “yönetmek” ve kontrol etmek için kullandığı yerleşimci sömürgeci mekanizmalarının bir parçasıdır. Enerji projelerini eko-normalleştirmek ve yeşil yolla aklamak, İsrail’e Gazze Şeridi’ndeki ve diğer bölgelerdeki milyonlarca Filistinliye yönelik gettolaştırma politikalarını pekiştirmek için gereken mali yardımı sağlamaktadır.
Filistin’in genel enerji alanı İsrail tarafından kontrol altında tutuluyor. İşgal altındaki Batı Şeria’nın C Bölgesi’nde yaşayan Filistinliler, Filistin’in İsrail’e enerji bağımlılığının yükünü en ağır şekilde taşıyanlar. Bölgede bulunan ve yasadışı İsrail yerleşimlerine hizmet vermek için İsrail tarafından geliştirilen elektrik şebekesine Filistinlilerin erişimi engelleniyor. Aynı zamanda İsrail, Filistinlilere alternatif enerji kaynağı olabilecek güneş panelleri kurmak için izin vermiyor. Böylece Filistinliler, genellikle STÖ’ler ve AB tarafından finanse edilen güneş panellerini İsrail izinleri olmadan kurmak zorunda kalıyor, ardından bu paneller İsrail tarafından el konuluyor ve yıkılıyor.lxxi 2001 ile 2016 yılları arasında İsrail’in C Bölgesi’ndeki uygulamaları, Filistinlilere, güneş paneli kurulumları da dahil olmak üzere AB fonlu desteğin yaklaşık 65 milyon euroluk bir kaybına yol açtı.lxxii C Bölgesi’ndeki güneş enerjisi sektörü, bölgedeki toplulukların direncini güçlendirmek için Filistin sivil toplumu tarafından kuruldu ve İsrail, bu sektörü geliştirmemeyi zorla yerinden etme taktiği olarak kullanıyor.lxxiii
Tüm bunlar yaşanırken, Batı Şeria’da yasadışı yerleşimler ve güneş enerjisi çiftlikleri genişledikçe, İsrail’in güneş enerjisi sektörü gelişmeye devam ediyor. 2016 yılında, hem Batı Şeria’da hem de İsrail içinde bulunan güneş enerjisi santrallerinden elde edilen elektrikten İsrail’in geliri 1,6 milyar Şekel’e (yaklaşık 445 milyon ABD doları) ulaştı. 2017 yılı itibariyle İsrail, Batı Şeria’da dört adet büyük ölçekli güneş enerjisi sahası işletiyordu. Bunların tümü, yasadışı Batı Şeria yerleşimlerindeki ve İsrail içindeki İsrail hanelerine elektrik sağlayan İsrail ulusal şebekesine bağlı.lxxiv
Öte yandan, İsrail’in güçlü güneş enerjisi sektörünün, Negev Çölü’ndeki 35 “resmi olarak tanınmayan” köyde yaşayan on binlerce Filistinli (ikinci sınıf) İsrail vatandaşının elektriğe (veya suya, sağlık hizmetlerine ve eğitime) erişimi olmamasıyla tezat oluşturması ironiktir. Bu durum, Filistin halkını topraklarından zorla çıkarmak ve köylerini yalnızca Yahudilerin yaşadığı ve JNF tarafından dikilen çam ağaçlarının olduğu yerleşkelere dönüştürmek için tasarlanan ayrımcı İsrail politikalarının bir parçasıdır.lxxv
Eko-sumud: Filistin’de adil geçiş için bir vizyon
Sumud (azim, direnç) kelimesi farklı anlamlar taşısa da, bu bölümde İsrail’in yerleşimci sömürgeciliği altındaki günlük hayatta yaşanan zorluklara karşı direnme ve uyum sağlamayı ifade eden günlük pratikler bütünü olarak tanımlanmaktadır.lxxvi Sumud aynı zamanda Filistin halkının topraklarında kalma, Filistin kimliğini ve kültürünü koruma mücadelesini de sembolize eder. Bu, İsrail’in Filistinlileri topraklarından sürme ve bölgeyi sadece Yahudi yerleşimcilerin haklı sahibi olarak gösterme çabalarına karşı bir direnme hareketidir.lxxvii Bu bölümde ortaya atılan yeni bir kavram olan eko-sumud, Filistinlilerin günlük direnme pratiklerini çevre dostu yöntemlerle birleştirerek Filistin topraklarına güçlü bir bağlılık sürdürmelerini ifade eder. Eko-sumud, Filistinlilerin İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğinin sürdürülebilir toprak ilişkilerini bozmasına karşı mücadele etmek için kullandıkları yerel bilgi birikimini, kültürel değerleri, yöntemleri ve araçları kapsar. Eko-sumud kavramı, ekolojik ve iklim krizlerine ancak Filistin halkının adil tarım ve enerji dönüşümü arayışını destekleyen çözümlerin kalıcı olacağı anlayışına dayanmaktadır.
Eko-sumud kavramının somut ve ampirik açıdan ne anlama geldiğini anlayabilmek için bir örnek olarak, Batı Şeria’nın orta kesiminde yer alan Dayr Ballut köyünde Filistinlilerin uyguladığı yağmurla beslenen tarım uygulamalarını inceleyebiliriz.lxxviii 3 binden fazla kişinin yaşadığı Dayr Ballut köyünün toplam alanı yaklaşık 11,898 dönüm olup bunun 5.985 dönümü ekilebilir arazidir. Köyün arazisinin sadece %5,2’si karmaşık Filistin ve İsrail kontrolündeki B Bölgesi olarak sınıflandırılırken geriye kalan %94,8’i ise tamamen İsrail güvenlik ve sivil kontrolünde olan C Bölgesi içerisinde yer almaktadır. Dayr Ballut, köylüleri topraklarından uzaklaştırmayı amaçlayan sayısız yerleşimci sömürgecilik politikaları ve uygulamaları ile karşı karşıyadır. Bunlar arasında İsrail ana yolları, yasadışı yerleşim birimleri ve Apartheid Duvarı inşa etmek için köy arazilerine el konulması sayılabilir. İsrail, köyün girişine bir askeri kontrol noktası kurmuştur. Bu kontrol noktasında Dayr Ballut ve çevre köylerden gelen Filistinliler taciz edilmekte ve aşağılanmaktadır. Kontrol noktası ayrıca Batı Şeria pazarlarına giden Dayr Ballut’tan gelen malların ve tarım ürünlerinin hareketini kısıtlamaktadır.lxxix
C Bölgesi’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi, Dayr Ballut’taki Filistinliler ihtiyaç duydukları su ve elektriğe sahip değildir. İsrail yetkilileri köydeki bir su kuyusunu kontrol etmektedir.lxxx Devam eden İsrail su apartheid’ına ve toprak gasbı uygulamalarına rağmen, Dayr Ballut’taki Filistinliler tarım arazilerini korumaya devam etmektedir. Bu, öncelikle yağmurla beslenen tarım uygulamalarına bağlı kalarak mümkün olmuştur.lxxxi Filistin’de yağmurla beslenen tarım (Arapça’da Ba’li olarak bilinir), “sulama yapılmadan toprak nemini kullanarak mahsul yetiştirmeye yönelik bir dizi ekim, toprak işleme ve bitki koruma stratejisi” olarak tanımlanır. Ba’li tarımı, Filistinlilerin yağmur mevsimi boyunca su toplamak için kullandıkları bilgi ve teknikleri de içerir. Toplanan su, kurak mevsim boyunca tarım toplulukları tarafından mahsulleri sulamak için kullanılır. Ba’li tarımının manevi bir boyutu vardır; Ba’li kelimesi, Filistin halkının Canaanite atalarının tapındığı bereket ve yağmur tanrısı Baal’dan türetilmiştir. Toprak, su, sınırlar, hareket hakkı ve pazarlar üzerindeki devam eden İsrail kontrolüne rağmen, Ba’li tarımı Batı Şeria’daki tarım arazilerinin çoğunda ana tarım şekli olarak varlığını sürdürmektedir.
Dayr Ballut’taki yağmurla beslenen tarımı Batı Şeria’nın geri kalanından farklı kılan şey, çiftçilerin bir asırlık sömürgecilik döneminde değişen siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel koşullara uyum sağlama konusundaki esnekliğidir. Dayr Ballut’ta yağmurla beslenen tarımın dinamizmini karakterize eden iki temel özellik vardır: Karşılaştıkları zorluklara cevap vermek için ürün çeşitlendirmeleri ve kadınların çiftçilikteki merkezi rolü. Eko-sumud lensinden bakıldığında, Dayr Ballut’ta ekim sistemini ve işgücü yapısını değiştirmek, köylülerin toprakla ilişkilerini sürdürmek için uyguladıkları taktiklerin, tekniklerin ve bilgilerin bir parçasıdır.
1967’de İsrail’in Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs’ü işgalinden sonra, on binlerce Filistinli erkeğe açılan İsrail işçi pazarı, Filistin toplumunun işgücü yapısını dönüştürdü. Bu dönüşüm, kadınların tarım sektöründe daha fazla yer almasıyla da kendini gösterdi.lxxxii Dayr Ballut’ta, Batı Şeria’nın diğer bölgelerine kıyasla kadınların tarımda daha önemli bir rol üstlendiği görüldü. 1967’den bu yana kadınlar, yerel dilde “marj” olarak bilinen Dayr Ballut ovasının ve tepelik alanlarının ana tarım işçileri haline geldi. Bu durum, farklı zorluklara uyum sağlamak için ekim sisteminde bir değişiklikle birlikte yaşandı. 1948 yılına kadar Dayr Ballut ovası ve tepelerinde yerel buğday, arpa, susam, tütün, sorgum ve zeytin yetiştiriliyordu. 1948’de İsrail’in kurulmasıyla birlikte, yakındaki kıyı kasabalarından yerinden edilen mültecilerin gelişiyle birlikte köye Ba’li tarımına uygun yeni ürünler ekilmeye başlandı. Bu mülteciler beraberlerinde farklı tohumlar ve bu yeni ürünleri ekme konusunda uzmanlıklarını yerli köy halkıyla paylaştılar. Yeni ürünler arasında sarımsak, bamya, domates, soğan, karpuz ve kavun yer aldı. Bu sayede köylüler ektikleri ürünlerin çeşitliliğini artırarak geçimlerini sağlayabildiler. 1970’lerde Dayr Ballut’lu kadınlar, köyün tepelik bölgelerinde buğday ve diğer küçük tahılların yerini zeytin ağaçlarıyla doldurdu. Zeytin ağaçlarının sürekli olarak bir çiftçi tarafından bakımı gerekmemesi bu değişimin avantajlarından biridir. Hatta, İsraillilerin topraklarına erişimde engellerle karşılaşan Filistinli çiftçiler, varlıklarını sürdürebilmek ve arazilerini korumak için zeytin ağaçlarını bir savunma aracı olarak kullanırlar. Ayrıca zeytin ağaçları, diğer ürünlere kıyasla iklim değişikliklerine karşı daha dayanıklı ve uyum sağlayabilmektedir. Kadınlar, zeytin ağacı dikerek, erkeklerin yokluğunda kendileri üzerindeki tarım yükünü azaltabilmiş ve özellikle İsrail yerleşim genişlemesi nedeniyle zeytinlik alanlarının azalmasından dolayı artan zeytinyağı talebi sayesinde gelirlerini korumaya devam etmişlerdir.
Filistinli kadınlar değişen koşullara ayak uydurmak için vadiye yeni ürünler sokmaya devam ediyor. Bunlardan biri de kârlı olan “faqqous” (Ermeni salatalığı) yetiştiriciliği. Her yıl Mayıs ayında, Batı Şeria genelinden Filistinliler, İsrail’in dayattığı mekânsal parçalanmayı aşarak Dayr Ballut ovasında faqqous hasat festivalini kutlamak üzere bir araya gelir. İsrail, Filistin ekonomisinin kendisine bağımlılığının bir parçası olarak kendi tarım ürünlerini Filistin pazarına bol miktarda sürse de, Dayr Ballut’ta yetiştirilen ürünler Filistin pazarında oldukça rekabetçi durumdadır. Sentetik gübrelere ağır bir şekilde bağımlı olan İsrail tarımının aksine, Dayr Ballut’taki Ba’li tarımı kimyasalsızdır. Bu sayede köyün ürünleri daha üstün bir tada ve kaliteye sahiptir.
1967’den beri toprağı ekip biçen Dayr Ballut kadınları, yağmurla beslenen tarıma uygun yaratıcı ürün çeşitlendirmeleri sayesinde topraklarını İsrail tarafından el konulmasına, sürdürülemez İsrail tarım ve arazi yönetimine karşı koruyabilmektedir. Dayr Ballut böylece, Filistin’deki (enerji sektörü de dahil olmak üzere) daha geniş bir dekolonizasyon vizyonunu bilgilendirmesi gereken bir eko-sumud modeli olarak temsil edilmektedir. Filistin’de adil bir dönüşümün bu modeli, beş temel unsur üzerine inşa edilmiştir. Birinci olarak, sömürgecilik karşıtı dönüşümün ön koşulu olan, Filistinlilerin bilgi ve kültür açısından sömürgecilerine göre sistematik olarak inşa edilmiş aşağılık duygusunun reddi. Dayr Ballut’lu kadınlar, atalarının topraklarının gerçek koruyucuları ve bakıcıları olarak kendilerini gören Filistinlilerin tipik bir örneğidir. Bu anlamda, eko-sumud, yukarıda belirtildiği gibi İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğinin yol açtığı toprak kaybını ve şiddeti meşrulaştırmayı ve doğal göstermeyi amaçlayan İsrail’in “yeşile boyama” söylemine karşı bir karşı anlatı olarak önemlidir. İkinci olarak, arazi ve doğal kaynaklarla olan ilişki karşılıklılık ve bağımlılığa dayanmalıdır. Üçüncüsü, arazi, su ve bilgi, tekelcilik altına alınarak ve birçoğu için bir lüks haline getirilmektense, kolektif olarak paylaşılmalıdır. Dördüncü olarak, kadınlar sömürge karşıtı mücadelede egemenlik ve kendi kaderini tayin etme mücadelesinde ikincil değil, birincil aktörlerdir. Son olarak, eko-sumud pratikleri, İsrail’in yerleşimci sömürgeciliğini yenme olasılığına ve sömürgeleştirilenlerin kendi kaderlerini tayin etme konusundaki yakıcı arzusunun yenilmezliğine olan inanca dayanmaktadır.lxxxiii
Sonuç
İsrail’in eko-normalleşme yöntemleriyle pekiştirilen “yeşile boyama” faaliyeti ile Filistin ve Cevlan’da apartheid ve yerleşimci sömürgeciliğinin güçlenmesi arasında kalıcı bir bağlantı vardır. Yukarıda gösterildiği gibi, enerji demokrasisini ve gıda güvenliğini engelleyerek adil bir enerji ve tarım dönüşümüne yönelik herhangi bir girişimi engellediği için eko-normalleşme sosyal ve çevresel olarak adaletsiz ve sürdürülemezdir. İşgal altındaki Filistin topraklarında İsrail’in şiddeti ve yerleşimci sömürgecilik girişimleri arttıkça, Filistinlilerin anti-sömürgeci mücadelesi kritik bir yol ayrımına gelmektedir. Filistinlilerin İsrail baskısı altındaki hayatı gittikçe kararan bir tüneldir. Fakat, tünelin ucunu aydınlatan bir ışık huzmesi görülmektedir: Bu ışık, tecrit edilmeyi, aşağılanmayı ve yok edilmeyi reddeden Filistin halkının giderek büyüyen direnişidir. İsrail’in baskıcı rejimini yıkma mücadelesi, aynı zamanda dünyadaki diğer halkların kendi kaderlerini tayin etme ve özgürleşme mücadelesinin de bir parçasıdır. Filistin’i Arap dünyasının geri kalanından gittikçe daha fazla tecrit etmeye yönelik sömürgeci girişimler, ancak Arapların ve diğer halkların kolektif gücüyle engellenebilir. Bu amaçla, Arap bölgesi ve ötesindeki sosyal hareketler, çevre grupları, sendikalar, öğrenci dernekleri ve sivil toplum örgütleri, hükümetleri İsrail ile normalleşmeyi sona erdirinceye kadar protestolarını yoğunlaştırmalıdır. Alternatif medya kuruluşları, Filistin’i görünmez ve Arap (ve Arap olmayan) halkların mücadelesi için önemsiz kılan ana akım medyaya meydan okumalıdır. Kişiler ve kurumlar, özellikle Arap bölgesinde, kültürel, akademik, sosyal ve çevresel projeler ve girişimler konusunda daha dikkatli olmalıdır: Bunlarla işbirliği yapmadan önce, fon kaynaklarını, katılımcıları ve gündemlerini araştırmalıldır. Çevre hareketleri, iklim krizine çözüm bulmak ve bu krizi azaltmak için stratejiler geliştirmek için değerli olabilecek yerli bir bilgi biçimi olan eko-sumudu merkeze alarak ve değerlendirerek Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme mücadelesini de destekleyebilir. Son olarak, uluslararası halk hareketleri, İsrail’e boykot, yatırımların geri çekilmesi ve yaptırım çağrılarını artırmalıdır.
Notlar ve Kaynakça
1Manal Shqair, Filistinli bir iklim aktivisti, araştırmacıdır. Manal şu anda İskoçya’daki Queen Margaret Üniversitesi’nde sosyoloji alanında doktora yapmakta, feminist ve sömürgecilikten arındırma sosyolojisi üzerine lisans dersleri vermektedir. Araştırmasında, işgal altındaki Batı Şeria’da Mesafer Yatta’daki Filistinli yarı göçebe kadınların İsrail yerleşimci sömürgeciliğinin mülksüzleştirme saldırılarına karşı direnişteki rolünü incelemektedir.
2Sumud, “kararlılık”, “direnç” veya “sarsılmaz azim” anlamına gelen; “düzenlemek, süslemek, yerleştirmek, kurtarmak” anlamlarına gelen ṣamada fiilinden türetilen, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın ardından Filistin halkının maruz kaldığı baskı ve bunun yol açtığı direnişin bir sonucu olarak ortaya çıkan Filistinli bir kültürel değer, ideolojik tema ve siyasi stratejidir.
iYoav Galai, “Narratives of Redemption: The International Meaning of Afforestation in the Israeli Negev,” International Political Sociology 11, No. 3 (2017), pp. 273-91. https://doi.org/10.1093/ips/olx008.
ii1948’de Filistin şehir ve köylerinin yıkıntıları üzerinde İsrail’in kurulması, 19. yüzyılda başlayan Siyonist çabaların doruk noktasını temsil etmektedir. Siyonizm, 19. yüzyılda Avrupa’da, Avrupa’nın dünyanın diğer bölgelerini fethettiği bir dönemde ortaya çıkan ırkçı (yerleşimci) bir sömürge hareketidir. Yerli Filistinlileri etnik olarak temizleyerek Filistin’de bir Yahudi devleti kurma yönündeki Siyonist vizyon, İngiltere ve ardından ABD gibi sömürgeci güçler tarafından desteklenmiştir. Siyonist hareket hakkında daha fazla bilgi için bkz. Edward Said, The Question of Palestine (Vintage, New York, 1979).
iiiSara Salazar Hughes, Stepha Velednitsk and Amelia Arden Green, “Greenwashing in Palestine/Israel: Settler Colonialism and Environmental Injustice in the Age of Climate Catastrophe,” Political Geography 1, No. 6 (May 2022), pp. 1-19, https://doi.org/10.1177/25148486211069898.
iv“The Abraham Accords Declaration,” Bureau of Near Eastern Affairs, US Department of State, www.state.gov/the-abraham-accords.
vAge.
viPalestinian BDS National Committee, “The BDS Movement’s Anti-Normaliza- tion Guidelines Explained,” October 30, 2022, https://tinyurl.com/yeykd4bu.
viiAge.
viiiAl-Shabaka: The Palestinian Policy Network, “Environmental Normalization in Palestine with Inès Abdel Razek,” Podcast, 24:40, July 28, 2022, accessed Sep- tember 30, 2022, https://tinyurl.com/54enhcat.
ixBölüm boyunca, İsrail tarafından işgal edilen Suriye topraklarının Arapça adı olan Cevlan, bölgenin İbranice adı olan Golan yerine kullanılmıştır.
xIsraeli Ministry of Energy and Infrastructure, “Jordan, Israel, and the UAE Sign MoU to Advance Project Prosperity, Targeting COP28 for Implementation Plan Development,” Press release, November 8, 2022, https://tinyurl.com/7pk9j2da.
xiBruce Riedel and Natan Sachs, “Israel, Jordan, and the UAE’s Energy Deal is Good News,” Brookings (blog), November 23, 2021, https://tinyurl.com/ yc779h5s.
xiiGidon Bromberg, Nada Majdalani and Yana Abu Taleb, A Green Blue Deal for the Middle East, Eco-Peace Middle East, 2020, https://tinyurl.com/2y7my29w.
xiiiSara Zouiten, “Two Israeli Companies to Launch Renewable Energy Projects in Morocco,” Morocco World News, August 15, 2022, https://tinyurl.com/de9b8tad.
xivKaren Zraick, “Jordan Is Running Out of Water, a Grim Glimpse of the Future,” the New York Times, November 9, 2022, https://tinyurl.com/3fmmzm97.
xvMark Zeitoun and Muna Dajani, “Israel is Hoarding the Jordan River – it’s Time to Share it,” The Conversation, December 19, 2019, https://tinyurl. com/53dad4tk.
xviSue Surkes, “Israel, Jordan UAE, Sign New MoU on Deal to Swap Solar Energy for Desalinated Water,” Times of Israel, November 8, 2022, https://tinyurl.com/ yc5wpj6u.
xviiSara Salazar Hughes, Stepha Velednitsky and Amelia Arden Green, “Green- washing in Palestine/Israel: Settler Colonialism and Environmental Injustice in the Age Of Climate Catastrophe,” Environment and Planning E: Nature and Space 1, (2023), pp. 495-513, https://doi.org/10.1177/25148486211069898.
xviiiHadas Gold, “Lakes are Drying Up Everywhere. Israel will Pump Water from the Med as a Solution,” CNN, August 19, 2022, https://cnn.it/3kBT5AA.
xixSharon Udasin, “Israel, Jordan, UAE Sign Pivotal Deal to Swap Solar Energy, Desalinated Water,” The Hill, November 23, 2021, https://tinyurl.com/484vutxs.
xxZeitoun and Dajani, “Israel is hoarding”.
xxi“Rehabilitation of the Hula Valley,” KKL-JNF, https://tinyurl.com/wz38yf7t.
xxiiAge.
xxiiiZeitoun and Dajani, “Israel is hoarding”.
xxivThe Grassroots Palestinian Anti-Apartheid Wall Campaign, Israel’s Water Company Mekorot Nurturing Water Apartheid in Palestine, https://tinyurl. com/285fzc3f.
xxvAmnesty International, “The Occupation of Water,” November 29, 2017, https:// tinyurl.com/3yedrnnd.
xxviZeitoun, Dajani, et al., “The Yarmouk Tributary to the Jordan River II: Infra- structure Impeding the Transformation of Equitable Transboundary Water Arrangements,” Water Alternatives 12, No. 3 (2019), pp. 1095-1122, https:// tinyurl.com/29p2p3am.
xxviiAge.
xxviiiFarhana Sultana, “The unbearable Heaviness of Climate Coloniality,” Politi- cal Geography, (March 2022), pp. 1-14, https://doi.org/10.1016/j.polgeo.2022. 102638.
xxixIsraeli Ministry of Finance, “Background – Seawater Desalination in Israel,” 2021, https://tinyurl.com/3wmrdane.
xxxAge.
xxxiTom Ready, “Jordan’s Renewable Sector: Keeping Up the Momentum,” The London School of Economics and Political Science, November 12, 2020, https://tinyurl.com/ydkahzwj.
xxxiiSuleiman Al-Khalidi, “Jordan gets First Natural Gas Supplies from Israel,” Reuters, January 1, 2020, https://reut.rs/3kxb1fs.
xxxiiiBarak Ravid, “Scoop: Israel, Jordan and UAE to Sign Deal for Huge Solar Farm,” Axios, November 17, 2021, https://tinyurl.com/ym84amxz.
xxxivAge.
xxxvUdasin, “Israel, Jordan, UAE”.
xxxviThe Zionist discourse of land redemption is evident in the narrative constructed around the afforestation project led by the JNF to conceal the remnants of 86 destroyed Palestinian villages after 1948. See : Galai, “Narratives of Redemption.”
xxxviiZouiten, “Two Israeli Companies”.
xxxviii“Enlight Renewable Energy,” Who Profits, https://tinyurl.com/2p8bxuty.
xxxix“Named: 112 Companies Linked to Illegal Israeli Settlements by the UN,” Middle East Eye, February 12, 2020, https://tinyurl.com/yc6u24jy.
xl“Enlight Renewable Energy,” Who Profits.
xliDajani, “Danger, Turbines: A Jawlani Cry against Green Energy Colonialism in the Occupied Syrian Golan Heights,” The London School of Economics and Polit- ical Science, 2020, https://tinyurl.com/5fy396cj.
xlii“Illegal settlements,” Al-Marsad, https://tinyurl.com/47cxt2xk.
xliii“Syrians in Occupied Golan Heights Protest over Israel Wind Farm Project,” Middle East Eye, December 7, 2020, https://tinyurl.com/36ynn4ea.
xlivRicky Ben-David, “Israeli companies Tout Big Plans to Develop Renewable Energy Projects in MENA,” The Times of Israel, August 17, 2022, https://tinyurl. com/4byh5jvn.
xlvage.
xlviYuri Zhukov, “Border Disputes and Gas Fields in the Eastern Mediterranean,” Foreign Affairs, https://fam.ag/3kz5Uvs.
xlviiAge.
xlviiiAidan Lewis and Ari Rabinovitch, “Israel Starts Exporting Natural Gas to Egypt under Landmark Deal,” Reuters, January 15, 2020, https://reut.rs/402M0Zi.
xlixPaul Khalifeh, “Karish Gas Field: Are Lebanon and Israel Preparing for War?,” Middle East Eye, September 2, 2022, https://tinyurl.com/2s4273ny.
lAge.
li“Israel Signs Agreement on Gas Field Shared with Lebanon,” Al Jazeera, November 15, 2022, https://aje.io/ehf3c4.
liiDanny Zaken, “Sidon-Qana Gas Field could Contain 100 BCM,” Globes, October 28, 2022, https://tinyurl.com/yey8rzza.
liiiZhukov, “Border Disputes”.
livBen-David, “Israeli Companies”.
lv“Qatar Replaces Novatek in Lebanon’s Qana Gas Field Project,” The Maritime Executive, January 30, 2023, https://tinyurl.com/4uu95p6a.
lviLazar Berman, “Qatar to Join Consortium Pumping Gas from Offshore Field Straddling Lebanon, Israel,” Times of Israel, November 23, 2022, https://tinyurl. com/48tx9pu4.
lviiGerald Michael Feierstein, and Yoel Guzansky, “Two Years On, What’s the State of the Abraham Accords?,” Middle East Institute, September 14, 2022, https://tinyurl.com/4n7ehmx4.
lviii“Siemens and Chevron: Stop Fueling Apartheid and Climate Disaster,” Global Campaigns, BDS Movement, https://tinyurl.com/4phxdfes.
lixMohammed al-Hajjar, “Three Palestinian Fishermen Wounded by Israeli Navy off Gaza’s Coast,” Middle East Eye, June 16, 2022, https://tinyurl.com/3nkcy6r4.
lxZaken, “Israel Intensifies Efforts to Increase Gas Exports,” Globes, February 8, 2023, https://tinyurl.com/4889kmz4.
lxiAge.
lxiiBDS, “Siemens and Chevron”.
lxiii“Water resource management,” What we do, Mekorot, https://www.mekorot-int. com/water-resources/.
lxiv“Israel’s Mekorot Targets World Water Market,” Reuters, June 7, 2012, https:// tinyurl.com/nhwdaswd.
lxvPENGON/FOEI, EU funding for Mekorot: Aiding and Abetting the Israeli Settle- ment Project, https://tinyurl.com/4r2fx97r.
lxviİsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşmaları uyarınca Batı Şeria üç bölgeye ayrılmıştır: Batı Şeria’nın yüzde 18’ini oluşturan A Bölgesi, Filistin Yönetimi’nin sivil ve güvenlik kontrolü altındadır. Yüzde 21’ini oluşturan B Bölgesi ise İsrail ve Filistinlilerin karma kontrolü altındadır. Çoğu verimli tarım arazisi olmak üzere Batı Şeria topraklarının yüzde 61’ini oluşturan C Bölgesi ise tamamen İsrail’in kontrolü altındadır.
lxviiPENGON/FOEI, EU funding for Mekorot.
lxviiiLina Isma’il and Dr. Muna Dajani, “Agriculture in Palestine,” Heinrich Boll Stiftung, August 19, 2021, https://tinyurl.com/y4baccwe.
lxixage.
lxxHadeel Al Gherbawi, “Power Outage adds to “Unbearable” Hardships for Pales- tinians in Gaza,” Al-Monitor, August 12, 2022, https://tinyurl.com/2yufrnhb.
lxxi“COP 26: Destruction of Solar Panels in Area C of the West Bank, an Attempt to Undermine Palestinian Development of Sustainable Energy,” Al-Haq, November 4, 2021, https://www.alhaq.org/advocacy/19157.html.
lxxiiAge.
lxxiiiAge.
lxxivInfographics in “Israeli Solar Fields in the West Bank,” Who Profits, January 2017, https://tinyurl.com/mv5t45e7.
lxxvAmnesty International, “Israel/OPT: Scrap Plans for Forced Transfer of Palestinian Bedouin Village Ras Jrabah in the Negev/Naqab,” May 22, 2022, https://tinyurl.com/ymwydy9c.
lxxviAnna Johansson and Stellan Vinthagen, Conceptualizing Everyday Resistance: A Transdisciplinary Approach (Routledge, New York, 2020), pp. 149-52.
lxxviiage.
lxxviiiOmar Tesdell, Yusra Othman and Saher Alkhoury, “Rainfed Agroecosystem Resilience in the Palestinian West Bank,” Agroecology and Sustainable Food Systems 43, Vol. 1 (2019), pp. 21-39, https://doi.org/10.1080/21683565.2018.1537324.
lxxixApplied Research Center – Jerusalem, Deir Ballut Town Profile, (2013), pp. 1-23, https://tinyurl.com/yckrdntt.
lxxxage.
lxxxiTesdell et al., “Rainfed agroecosystem”.
lxxxiiSalim Tamari, “Building Other People’s Homes: The Palestinian Peasant’s Household And Work in Israel,” Journal of Palestine Studies 11, No. 1 (1981), pp. 31-66.
lxxxiiiDayr Ballut, doğduğum ve bir fallahi (köylü) ailesinin içinde büyüdüğüm Al-Zawya köyü yakınlarındadır. Dayr Ballut, yağmurla beslenen tarım, Faqqous festivali ve İsrail askeri kontrol noktası hakkında verilen bazı bilgiler, köydeki ilk elden deneyime dayanan kendi gözlemlerimdir.