Cumhuriyet Halk Partisi, 3 Aralık’ta (2022) “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlığıyla ekonomi kurmaylarıyla birlikte müstakbel iktidarlarında uygulayacakları ekonomi politikalarını açıkladı. Her biri ekonominin farklı görünümleri üzerine yapılan sunumlarda her bir konuşmacının belki de en sık tekrarladığı kavramlar –teknoloji ile birlikte- “Temiz enerji, temiz üretim, temiz fonlar, temiz para, temiz yönetim, temiz toplum” oldu. Bütün bu kavramlarla “ikinci yüzyılda” “halkın kalıcı zenginlik”e erişmesi için öngörülen “dönüşüm modeli” betimlenmeye çalışıldı. Bu dönüşümün adını ise CHP’nin “Endüstriyel Dönüşüm Başdanışmanı” Jeremy Rifkin, “finans kapitalden ekolojik kapitale geçiş” olarak koydu.
CHP tarafından açıklanan bu “Vizyon”, küresel/ulusal sermaye çevreleri ve onların sözcüsü “yeşil” “sarı” “kırmızı” vb. partiler, “sivil toplum kuruluşları” (STK), sayısız burjuva iktisatçı ve akademisyeni tarafından da savunulan “hegemonik iklim siyaseti” olan “yeşil yeni düzen” anlayışını yansıtıyor. “Yeşil Yeni Düzen” anlayışını daha önce değerli hocamız Aykut Çoban’ın İklim Krizi Nasıl Çözülür – Kapitalist ve Ekososyalist Çözüm Stratejileri kitabında, sitemizde de yayımlanan “Yeşil Yeni Düzen – Vaatler ve Gerçekler” ile “Adil Geçiş: Emek ve Ekoloji Mücadeleleri İçin Mayın Tarlası” başlıklı yazılarında, Max Ajl’ın Halkın Yeşil Yeni Düzeni kitabında etraflıca ele aldılar. Bu yazımızda, bir kez daha, “yeşil yeni düzen” vazeden “Vizyon”un “vaatlerini ve gerçekleri” ele alacağız.
Vaatler: “Üretimin yeşil dönüşümü”
CHP’nin “Endüstriyel Dönüşüm Başdanışmanı” Jeremy Rifkin , konuşmasını neredeyse tamamen iklim krizinin yarattığı büyük soruna ayırarak “Vizyon”un da paradigmasını oluşturmaya çalıştı. Altıncı Yokoluş döneminde olduğumuzu ifade eden Rifkin, Akdeniz’in dünyanın geri kalanından yüzde 20 daha hızla ısındığını, Türkiye’nin de bu değişimden dolayı epeyce önemli bir kısmı yerleşilemez hâle geleceğini savundu. Tarihte büyük ekonomik paradigmaların değişimleri hepsinin ortak bir paydası olarak “Her birinde önündeki süreci yeniden tanımlayan teknolojiler ortaya çıkmış ve toplumun iletişim tarzında güç ilişkilerini yeniden tanımlamış; ekonomik hayatı, sosyal hayatı ve hükümet ilişkilerini değiştirmiş” olduğunu ileri süren Rifkin, küresel ısınmanın da ekonomi paradigmasını değiştirmeyi zorunlu kılığını savunarak, bu dönüşümün “yeşil teknolojiler”, “yenilenebilir enerji” temelinde olacağını savundu. Rifkin, güneş ve rüzgar enerjisi, internet ve iletişim alanındaki gelişmeleri, “sürücüsüz ulaşım” gibi teknolojilerin “üçüncü sanayi devrimi”nin “daha demokratik ve güvenli bir dünyada yaşamak anlamına” geldiğini ileri sürdü.
CHP Parti Sözcüsü Faik Öztarak ise, “Karbonsuzlaşma Stratejisini ve Yeşil Mutabakatı, ekolojik krizin tüm muhatapları ile beraber, toplumsal uzlaşı yoluyla” (abç.) oluşturacaklarını savundu. “Döngüsel ekonominin imkânlarından sonuna kadar yararlanacağız. Çevreci ürünler ve sürdürülebilir üretime yönelik özel finansman yöntemleri geliştireceğiz. tekno, Yeşil Türkiye’de; bu konuda OECD ile aramızdaki makası kapatacağız. Yeni nesil kalkınma stratejimizle Türkiye’nin geleceğine, potansiyeline güvenen ucuz ve tertemiz fonlar ülkemize akacak. Kalkınmanın finansmanı ucuzlayıp, rahatlayacak. Türkiye hızla büyüyen yeşil fonlardan, sürdürülebilirlik fonlarından hak ettiği payı alacak” diye müjde veren Öztrak, Cumhuriyet’in “İkinci Yüzyılında ülkemizi Dördüncü Endüstri Devrimi’nin takipçisi ve tüketicisi değil, geliştiricisi ve üreticisi yapmaya kararlıyız. Temiz enerjiyle, temiz üretimle, temiz fonlarla, temiz toplumla, tertemiz bir gelecek inşa edeceğiz” vaadinde bulundu.
CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke ise, vergi adaletsizliği, işsizlik, çalışanların büyük çoğunluğunun asgari ücret düzeyinde olması gibi “Bugünün rantçı zihniyeti”nin “doğayı katlederek, iklim krizinin en ağır koşullarıyla halkı baş başa bırak”tığını belirterek, üretimde yapılacak “yeşil ve mavi dönüşümle, yani temiz üretimle” bütün bu sorunları aşacağını ileri sürdü. Böke, üretimi dönüştürürken 3 temel hedefinin “güvenceli ve kaliteli işler yaratmak”, “teknolojik dönüşümü sağlamak” ve “üretimi yeşil yapmak” olarak açıkladı.
Ve üretimin “yeşil dönüşümü”;
-Türkiye Güneş ve Rüzgâr Enerjisi Teknoloji Ofisi kurulacak. Yenilenebilir enerji için gereken tüm teknoloji ve ekipmanların yurtiçinde üretilmesi sağlanacak,
– Başta apartmanlar olmak üzere tüm binaların çatılarına ve yüzeylerine güneş enerjisi panelleri kuracak,
– Tüm OSB’ler ve sanayinin yenilenebilir enerji üretmesi ve kullanabilmesi için teşvik verilecek. “Sanayicinin içinde üretim yaptığı binadan, içinde var olduğu OSB’den, kullandığı girdilerden, makinadan, teçhizattan, ürettiği ürünü tüketiciye ulaştırmak için kullandığı taşıma yollarından; hepsinden yeşil ekonomiyle uyumlu bir tercih kullanması için gereken destekleri ve teşvikleri biz veriyor olacağız.”
Vizyon”daki “yenilenebilir enerji” vurgusunun belki de en dikkat çeken noktası 2030’a kadar (sonra ne olacağı belirtilmemiş) “7 yıl içerisinde güneş enerjisi yatırımlarıyla üreteceğimiz enerjinin üçte birini, ücretsiz olarak çiftçimize ulaştıracağız ve aynı zamanda yenilenebilir enerji kullanan tarım makinaları üretimini de destekleyeceğiz” vaadidir. İlk ve tek kez “ücretsiz enerji”den bahsedildiği için burası çok önemlidir.
Böke, bu “dönüşüm” için finansal kaynak için ise G20 ülkelerin “yeşil fonları”nı adres olarak gösterdi, yani “temiz fonlar”ı. “[İ]şte bu temiz fonlar, ülkemize gelecekler. Böylece temiz parayla ülkemizde yüksek gelirli, güvenceli ve nitelikli istihdam sağlayacak yeni yatırımların da önünü biz açmış olacağız.”
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise ekonomi danışmalarının çerçeve içinde yapacakları yatırım vaatlerini sıraladı. “Tüm Türkiye’yi kapsayacak bir üretim-ticaret-finans ağı kuracağız. 50 ili kapsayan 8 bölgede, özel ekonomi bölgeleri oluşturacağız. Esnek, kendine özel mevzuata tabii, inovasyon odaklı özel ekonomi bölgeleri olacak. Türkiye genelinde bir üretim ve ihracat hareketi başlatacağız. Bahsettiğim modelde limanlar, tersaneler, tarım bölgeleri ve dijital yatırım bölgeleri var.” “Türkiye’yi enerji depolama, işletme ve dağıtım merkezi haline getirmek.”
“Vizyon” vizörü
Küresel iklim değişikliğinin yarattığı büyük risklerin (Altıncı Yokoluş) yarattığı koşulları “fırsat”a çevirip “ekonomide yeşil dönüşümü” gerçekleştirip “üçüncü sanayi devrimi”ni yakalayarak “yeşil büyüme” vaadinde bulunan “yeşil yeni düzen” ya da “yeşil mutabakat” paradigmaları, 1) gerçekten ekolojik yıkıma ve dolayısıyla iklim krizine çözüm olabilir mi ve 2) gerçekten Vizyon’da belirtildiği “halkın kalıcı zenginliği”ni sağlayabilir mi?
Vizyon konuşmalarında “yenilenebilir enerjiye geçiş” güçlü bir şekilde vurgulanması, hegemonik iklim siyasetinin temel argümanı olması nedeniyle oldukça sempati yaratması işten bile değil. Tüm dünyada ama özellikle emperyalist kapitalist ülkeler “yeşil partiler” başta olmak üzere bütün partiler ve STK’lar, iklim krizinin nedenini karbon salımına neden olan fosil yakıtlar olduğunu ileri sürerler ve yenilenebilir enerjiye geçişi iklim krizinin çözümü olarak savunurlar. Evlerin çatılarına güneş panelleri konulması, bisiklet kullanımının teşviki, duş ve diş fırçalarken su israfına dikkat etmek, gibi yöntemler bu “hegemonik iklim siyaseti”nin en revaçtaki önerileridir.
Bu vizörden bakınca, 1) ekolojik yıkımın ve onun bir fenomeni olan iklim krizinin nedeninin bilimsel olarak açıklanması, 2) bu yıkımda sorumluluk sahibi olanların yani faillerin kimliği, 3) bu yıkımdan –sorumluluk sahibi olmadıkları halde- kimlerin etkilendikleri yani mağdurların kimliği, 4) bu yıkıma adaptasyonun ve durdurmanın nasıl yapılacağı, 5) bu adaptasyon ve durdurmanın kimler tarafından yapılacağı konuları tamamen karanlıkta kalmaktadır.
Bu beş maddeyi kısaca açıklamaya çalışalım.
Ekolojik yıkım kapitalizmin “doğa”sıdır
Ekolojik yıkımın ve iklim krizinin nedeni fosil yakıtlar ve karbon değildir. Hiçbir doğal madde doğada “kriz” yaratmaz. Atmosferde karbon miktarının artması sera etkisi yaratarak küresel ısınmaya neden olur. Atmosferdeki karbon miktarı, 16. yüzyıldan itibaren gelişen kapitalist üretim ve ticaret ilişkilerinin 19. Yüzyılın başından itibaren küreselleşmesini sağlayacak teknik atılımlarla önce kömürü sonra da petrolü enerji kaynağı ve üretim hammaddesi olarak kullanmasıyla birlikte artış göstermiştir. Karbon emisyonlarının ve küresel ısınmanın artış grafiği arasındaki paralellik bunu gösterir.
Fakat bu bağlantı da tek başına gerçekliği açıklamaya yetmez. Asıl kavranması gereken nokta, son iki yüzyıla damgasını vuran kapitalist üretim ilişkilerinin karakteridir. Buna göre, sadece ve sadece sermayenin birikmesi ilkesine göre hareket eden sermayenin karakteri gereği toplumsal ihtiyaçlar için değil, bireysel üreticiler (girişimciler yani rasyonel homo economicus’lar) tarafından plansız olarak üretim faaliyetinin gerçekleştirilmesidir. Bu üretim faaliyetinde başlangıçtakinden daha büyük bir bedene/miktara ulaşmak isteyen sermaye, bir taraftan üretim araçlarını sürekli ve hızla yeniler, geliştirirken diğer taraftan da bu üretim için gerekli emek-gücü ve hammaddeleri de (ikisi bir arada doğa) en düşük fiyata elde etmeye çalışır. Sanayi 1.0, 2.0, 3.0 ve şimdi yaşadığımız ifade edilen 4.0 Devrimleri olarak selamlanan sermaye birikim sisteminin özeti budur. Bu “devrimler” sermaye sınıfı yani burjuvazi için birer “devrim”dir. Emekçiler ve doğa için ise birer “karşı-devrim” yani yıkımdır. Nitekim bütün “devrimler” sonucunda emekçilerin ve doğanın daha derin ve yaygın sömürüsü (yani burjuvaların deyimiyle verimlilik) sağlanmıştır.
Sanayi 1.0 ve 2.0 en başta Avrupa’nın ormanlarının yokedilmesi, Afrika’nın ve Güney Amerika’nın açlık, sefalet, hastalık dahil olmak üzere kırımdan geçirilmesi ile sonuçlanmıştır. Sömürgeleştirme savaşları ve en sonunda da birinci ve ikinci emperyalist dünya savaşları kapitalist üretimin ihtiyaç duyduğu hammaddeler, enerji kaynakları ve emek-gücünü elde etmek için verilmiştir. Sanayi 3.0 “Devrimi” ise 1970’lerden itibaren gelişen neoliberal politikaların “küreselleşme” ideolojisi birlikte tüm dünyada ama özellikle sömürge ve yeni sömürge ülkelerde askeri darbeler eşliğinde hayata geçirildiği, bugün yine tüm dünyada isyanlara neden olan olağanüstü sömürü ve yıkıma neden olan dönemdir.
Emperyalist kapitalist ülkelerin mali, askeri ve siyasi oligarşisi altında üretimlerin emek-gücünün ve doğanın “ucuz” olduğu ülkelere, bölgelere kaydırılması ve sermayeye küresel olarak kuralsız/sınırsız dolaşmasının sağlanmasına dayanan bu süreç üretimde devasa artışlara neden olduğu gibi işçi cinayetleri, meslek hastalıkları, intiharlar, pandemiler, küresel karbon salımının hızlı artışı, biyoçeşitlilikte yokoluş hızının artışı, okyanuslarda kirlenme, Amazonlar başta olmak üzere orman kaybının artışı gibi küresel ekolojik koşullar açısından belirlenen eşiklerin hemen hepsinde kritik noktanın aşılması ya da aşılmasına ramak kaldığı bir durum yaratmıştır.
Sorunu yaratanlar sorunu çözemezler
19. yüzyılın sonunda itibaren ormanların yok edilmesinin ve fosil yakıt kullanımın iklim değişikliği üzerindeki olumsuz etkisi bilinmektedir. Buna karşın 1970’lerden itibaren ancak kapitalist egemenler ekolojik yıkımı ve iklim krizini kapitalist üretim ve yeniden üretim üzerindeki etkilerini ele almaya başlamışlardır. Aradan geçen 50 yıla rağmen, 27’si yapılan BM İklim Zirvesinde bile fosil yakıtlar tanımlanmamıştır. Sadece fosil enerji sektöründeki hepi topu 20 şirketin karbon emisyonunun %71’den sorumlu olmasından hareketle sadece bu şirketlerin hedefe konması bile, bu şirketlerin parçası olduğu küresel üretim ve yeniden üretim ağlarıyla bir bütün olarak kapitalizmin rasyonalitesinin, rekabet ve kâr için üretimci gerçekliğinin yok sayılmasıdır. Bütün bu şirketler belli ülke/devlet menşeili şirketlerdir. Çokuluslu/ulusüstü şirket tanımlamalarına rağmen, küresel rekabette bütün bu şirketler belli devletlerin siyasi ve askeri gücüne yaslanarak hareket ederler. Dolayısıyla bütün bu yıkımın faili aranırken sadece sektörler, şirketler değil, onların kolektif çıkarlarını koruma, kollamakla yükümlü olan devletlere, bütün sisteme bakılmalıdır.
BM çatısı altında sürdürülen “iklim zirveleri” ve Paris İklim Anlaşması ise tam olarak küresel iklim değişikliğinin yarattığı ekolojik, ekonomik ve toplumsal yıkımı sermaye için kârlı bir yatırım alanına çevirmek, şirketler ve kapitalist ülkeler arasındaki rekabette yeni üstünlükler yakalamak, Kuzey’in Güney ülkelerine yeni mali, teknolojik, askeri vb. bağımlılık ilişkileri geliştirmek için yapılan çalışmalardır. Bunun en somut örneğini AB ve ABD’nin Rusya ve Çin’e karşı koydukları gümrük vergileri ve yaptırımlardır. AB ve ABD kendi ülkelerinde fosil yakıt yatırımlarına devam ederken, Rusya, Çin ve Güney ülkelerine gümrüklerinde “karbon vergisi” keseceğini ilan ediyor. Hakeza AB, şirketlerin dünya genelinde ormansızlaşmayla bağlantılı kahve, sığır eti, soya ve diğer emtiaları kendi pazarına satmasını önleyecek yeni bir yasa üzerinde anlaşmaya vardı. Bu tür uygulamalarla “yeşil dönüşüme” mecbur bırakılan şirketler, ülkeler dönüşüm için de AB ve ABD’den “yeşil fon” almak zorunda bırakılıyor.
Eğer sorunun kaynağını doğru tanımlamazsanız doğru ve gerçekçi çözüm de geliştiremezsiniz. Vizyon konuşmalarında iklim krizine vurgu yapılmış ama nedenleri üzerine durulmadığı gibi sorunun çözümü de üretim ilişkilerine, maddi üretimin nasıl gerçekleştirileceği, toplumsal ihtiyaçların belirlenmesi ve buna göre üretimin de planlanması gibi faktörlere hiçbir şekilde değinilmeyerek sadece yenilenebilir enerji kullanımına geçiş olarak sunulmuştur.
Kaldı ki, yenilenebilir enerjinin üretilmesi de yine de piyasa ilişkileri ve yine bireysel üreticiler (girişimciler) tarafından her defasında daha fazla kâr elde etmek için yapılacağından diğer teknolojik “devrimler”de olduğu gibi emek-gücünün ve doğanın daha derin ve yaygın sömürüsünü gerektirecektir. Mevcut küresel üretim ve yeniden üretimi sürdürmek için gereken enerji miktarının tamamının ya da belli bir kısmının yenilenebilir enerji alanından karşılanabilmesi için, dünyanın birçok yerinde çoktan kurulmuş olan devasa güneş tarlaları gerekecektir. Ve bu güneş tarlalarının kurulabilmesi, tarım ve orman alanlarının buna ayrılması, bu güneş tarlalarındaki panellerin yapımı için fabrikaların yapılması, panellerde ve enerjinin depolanmasında kullanılan hammaddelerin üretimi için de derin okyanus madenciliğinden uzay madenciliğine kadar varan “nadir elementler madenciliği”nin yapılması gerekir. Bütün bunlar dünyanın daha derinden kazılması, yıkıma uğratılması demektir.
“Adil Dönüşüm” ne adildir ne de dönüşüm
Nitekim “Vizyon” belgesinde de yoksulluğun, işsizliğin nedeni inşaat sektörü ve bu sektördeki yandaş şirketler, adrese teslim ihale sistemi olarak gösterilerek yenilenebilir enerjiye geçişle, “üretimde yeşil dönüşüm”le “Tüm Türkiye’yi kapsayacak bir üretim-ticaret-finans ağı kuracağız. 50 ili kapsayan 8 bölgede, özel ekonomi bölgeleri oluşturacağız. Esnek, kendine özel mevzuata tabii, inovasyon odaklı özel ekonomi bölgeleri olacak. Türkiye genelinde bir üretim ve ihracat hareketi başlatacağız. Bahsettiğim modelde limanlar, tersaneler, tarım bölgeleri ve dijital yatırım bölgeleri var” denilerek sermaye için yeni kârlı yatırım alanları yaratılacağı, bu alanlara yatırım yapan sermayedarlar için “yeşil fonlar”dan kaynak sağlanacağı ifade edilmektedir. “Türkiye’yi enerji depolama, işletme ve dağıtım merkezi haline getirmek” hedefi ise zaten AKP’nin gerçekleştirmeye çalıştığı hedeftir.
Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi kuşkusuz yeni istihdamın ve GSMH’nın büyümesini sağlayacaktır. Nitekim AKP’li yıllarda da belli dönemlerde Türkiye, DTÖ, IMF ve DB tarafından “model ülke” olarak büyük övgüler düzülecek kadar büyüme rakamları yakalamıştır. Bu “büyüme” sonucunda işçi sınıfı ortalama ücreti insanlık dışı “asgari ücret” düzeyinde bir ücrete mahkum yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik koşullarına mecbur bırakılmıştır. Her yıl yaklaşık 2 bin işçinin işçi cinayetinden, en az 20 bin işçinin de “yavaş ölüm” denilen meslek hastalıklarından öldüğü bir büyümedir bu. Emekçi köylülük her türlü kamu desteğinden yoksun bırakılırken tarlalarının, meralarının gıda, maden, enerji, turizm şirketlerine “acele kamulaştırma”larla devredildiği mülksüzleştirilerek her ilde kurulan OSB, ÖSB’lerde, madenlerde işçileştirme, ucuz emek-gücü haline getirme saldırısına maruz kalmışlardır. Köylüler nöbetlerde, mahkeme önlerinde jandarma, polis ve mafya örgütlerinin baskısı altında teslim alınmaya çalışıldığı bir büyümedir bu.
“Ekonomide yeşil dönüşüm” adı altında yapılacak “50 ili kapsayan 8 bölgede, özel ekonomi bölgeleri” ve “esnek, kendine özel mevzuata tabii, inovasyon odaklı özel ekonomi bölgeleri”nin ve diğer öngörülen dönüşümlerin sermaye gruplarına yeni kâr alanları yaratmanın, bu kârlı alanlara yatırım yaparken yine kamu kaynaklarının sömürülmesini öngörüyor. Bütün bu dönüşümün özneleri şirketlerdir. Şirketler yine piyasa koşullarına bağlı olarak daha fazla kâr elde etmek için maliyetleri en aza indirmeye çalışacak, bunu da emeği ve doğayı daha da ucuz bir meta haline getirerek yapacaktır. Dolayısıyla sonuçta yine şirketler kârlı bilançolar açıklar, hükümet sözcüleri GSMH ve Kişi Başına Düşen Gelir’in ne kadar büyüdüğünü açıklarken yeni işsizler, yeni mülksüzleştirilen köylüler, kent yoksulları artmaya devam edecektir.
Bunun böyle olacağını görmek için allame cihan olmaya gerek yok. Sanayi 4.0’ı yaratan emperyalist kapitalist ülkeler, örneğin ABD, Almanya ya da binlerce yazılımcıya sahip, uzay teknolojisinde ve nükleer silah sektöründe adı geçen Hindistan’daki sınıfların durumuna bakmak yeterlidir. ABD, dünyanın en fazla yoksul, evsiz ve “suçlu” nüfusuna sahip ülkedir. Covid 19 pandemisinde 100 milyonu aşkın vaka ve 1 milyonu aşkın da ölüm yaşandı. Amerikan Nüfus İdaresi tarafından yayınlanan rapora göre, yoksulluk sınırı altında yaşayan Amerikan vatandaşlarının 32 milyon 900 bine ulaşmış durumda. Almanya yıllarca Avrupa Birliği hinterlandını malı gibi kullanarak, Yunanistan gibi Balkan ve Orta Avrupa ülkelerini derin borç bataklıklarına sürükleyerek ekonomisini yüzdürmüştür. Türkiye ile aynı ülkeler kategorisinde olan Hindistan’da ise milyonlarca insan en ağır yoksulluk koşullarında yaşamaktadır. Covid-19 krizi yukarıda incelenen olguları önemli ölçüde arttırmıştır. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), 2020 yılına kadar 260 milyon kişinin yeniden yoksulluğa düşeceğini tahmin ediyordu. Bu 260 milyon kişi, yoksul olarak kabul edilen %28’in hemen üzerinde yer alan Hintlilerin yaklaşık %20’sini oluşturmaktadır Ulusal Suç Kayıtları Bürosu (NCRB) ise, pandemi nedeniyle ekonomide yavaşlamanın belirginleştiği 2019 yılında Hindistan’da her gün 381 intihar vakası kaydedildiğini ve bu rakamın yıl boyunca toplam 139.123 ölüme ulaştığını bildirdi.
Hacer Foggo, CHP vizyonunun sosyal devlet politikalarını açıkladı. Buna göre, Aile Destekleri Sigortası Kurumu kurulacak ve sosyal yardımlar tek elden yapılacak, “hiçbir vatandaşın geride kalmadığı bir sistem” getirilecek. Selin Sayek Böke de “dijitalleşme ve yeşil enerji dönüşümü” üzerinde duruyor. Benzer biçimde, “kimseyi geride bırakmayan adil bir dönüşüm için geliyoruz” diyor. Her iki konuşmada, yoksulluk koşullarıyla ekolojik yıkımdan ve iklim değişikliğinden etkilenen aynı yoksul, emekçi, işsiz, ev içi emekçi kesimlerin koşulları arasında sosyo-ekolojik ilişki kurulmamış. Biliyoruz ki, sömürülen ve ezilen emekçi toplum kesimleri, şirketlerin ve devletlerin yarattığı iklim değişikliği sorunundan en çok etkilenen kesimler. Önümüzdeki yirmi, otuz yılda yenilenebilir enerjiye geçileceği vaadiyle bu kesimlerin şu anda yaşadıkları değişen iklimden etkilenme sorunlarını çözmüş olmuyorsunuz. CHP bu kesimler için ne gibi iyileştirici önlemler ve denkleştirici adalet politikaları öngörüyor? Örneğin, küresel ısınma ve değişen iklime bağlı olarak işyerinde işçi sağlığını bozan etmenler, köylünün ürün kayıpları, kentlerde içme suyu sıkıntısı, tarımda sulama güçlükleri, kuraklık, orman yangınlarından etkilenme, sıcak ve soğuk hava dalgalarına maruz kalma ve benzeri koşullar için emekçi kesimlere yönelik iklim politikası araçları nelerdir, bilmiyoruz. İkincisi de CHP vizyonu adaletten, hakkaniyetten, adil düzenden söz ediyor ama iklim sorununu yaratan sermayeyi iklim bakımından kısıtlayan ve cezalandıran politikalar da sunmuyor. Adil bir iklim ve enerji politikasının ilk yapacağı iş, soruna neden olan sermaye sınıflarını, kömür, petrol, çimento, inşaat, fosil enerji şirketlerini engelleyecek önlemler almaktır. Türkiye’de üretim, tüketim ve yatırımları dikkate alındığında sermaye sınıflarına mensup olanlar emekçi yoksul kesimlere mensup olanlardan yüzlerce kat daha çok karbon salımlarına yol açıyorlar. CHP’nin vizyonunda, yüzlerce katlık farkı azaltmak üzere, sermaye sınıflarının iklimi değiştiren üretim ve tüketimlerini sınırlandıracak, vergilendirecek, engelleyecek, cezalandıracak, yasaklayacak politika önlemleri görmüyoruz. Kısacası, iklim ve enerji politikası bakımından sorunun sorumlusu sermayeden alıp etkilenen emekçileri destekleyerek bu kesimlerin iklim yükü hafifletilmediği için adil bir sistem öngörülmediğini görüyoruz.
“Yeşil Kapitalizm” bir aldatmacadır: İklim mücadelesi bir sınıf mücadelesidir
Sonuç olarak, ABD ve AB’de tedavüle giren Yeşil Yeni Düzen ve Yeşil Mutabakat programlarında olduğu gibi CHP tarafından açıklanan “ekonominin yeşil dönüşümü” vizyonu da, şirketlerin vizöründen bakarak, sermayeye yeni kârlı, küresel piyasalarda rekabet edebileceği uygun koşullar yaratmayı amaçlarken bu amaçlarını gerçekleştirmek için halihazırda birçok sömürge ve yeni sömürge ülkede milyonlarca insanın seller, aşırı sıcak hava dalgaları, tayfunlar, kuraklıklar, su krizi yüzünden öldüğü, bir o kadarının da göçmen olarak ölüm yolculuklarına çıkmak zorunda kaldığı, canlı türlerin yokoluşunun hızlanmasına neden olan ekolojik yıkımın yarattığı tehlikeyi kendisine ekolojik ideolojik kamuflaj yapmaktadır.
Bu tam bir ideolojik manipülasyondur ve küresel olarak süreduran bir sınıf savaşının bir kertesidir. Sermaye, şirketler, bir bütün olarak kapitalist sistem temize çekilerek, dünyanın dört bir tarafında dalga dalga yükselen isyan hareketleri ve bunlardan biri olan ekoloji hareketi sisteme yeniden entegre edilmeye çalışılmaktadır. Bu o kadar büyük bir sınıf savaşıdır ki, siyasal alanda olduğu kadar dilsel, söylemsel, bilimsel alanlarda yaşanmaktadır. Üniversiteler, medya, partiler, STK’lar, BM, DTÖ, DB ve bunların dünyanın en ücra köşelerine kadar uzanan kılcal örgütlerine kadar kapitalizmin hegemonyası için çalışan bir ağla sarılı durumdayız. Bütün bu savaş, her tarafından kan ve irin akan sermayeyi aklamak, temizlemek ve mevcut sömürü çarklarının işlemeye devam etmesini sağlamaktır.
Hele bir AKP’den kurtulalım” anlayışı, CHP’nin eleştirilmesine karşı bir savunma kalkanına dönüşmüş durumda. Kuşkusuz, halkın çoğunluğunun AKP’den kurtulma beklentisini karşılamak çok önemli, ama bunu sağlamak için de emekten yana ve gerçekten alternatif politikaların halkın önüne konulması gerekir. Oysa tam tersine, CHP suyu çıkmış önerileri, kurtuluş politikası olarak seçmene sunmaktan vazgeçmiyor. CHP’nin sunduğu teknoloji atılımı ve “Sanayi 4.0” yaklaşımı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın politika belgelerinde çoktan sakız gibi çiğnendi. CHP’nin “küryerelleşme” (glocalisation) anlayışı 2000’lerin başından bu yana dünya gündeminde, şimdiye kadar işe yaramadığına göre artık yama tutmaz. CHP’nin yeşil fonlardan yararlanma önerisi, AKP’li Cumhurbaşkanının Türkiye Paris İklim Anlaşması’nı onaylarken kullandığı gerekçe. Nitekim Erdoğan Yönetimi, onay sonrası, 2021 yılı sonunda üç milyar dolarlık bir kaynağın Türkiye’nin kullanımına verildiğini açıkladı. Kaldı ki yeşil fonlar, büyük oranda kredi olarak verilen borçlardır, bu nedenle dış borç yükü artar, o borçları ödemek için ülkenin emekçileri ve doğa varlıkları üzerindeki sömürü, baskı ve yıkım da artar. Fonlar ve dış finansman, sanıldığı gibi doğanın ve emekçi halkın kurtarıcısı değildir. CHP’nin temiz enerji dönüşümü önerisi, AKP’li enerji bakanları tarafından yıllardır gururla savunuluyor. O enerji bakanları, Türkiye’nin çeşitli illerinde halkın başına JES’leri, RES’leri, BES’leri bela ettikleri için köylüler yıllardır direniyorlar. “CHP Enerji Politikaları” başlıklı metin, CHP’nin de Jeotermal (JES) ve biokütle (BES) kaynaklardan elektrik üretimini “çok önemsediğini” vurguluyor. CHP’nin, yenilenebilir enerji üretimi için şirketlere kamu kaynaklarından teşvik verilmesi önerisi, AKP hükümetleri tarafından yıllardır sürdürülüyor. Teşvikler o denli yaygın ki, atık lastik yakıp enerji üretene bile yenilenebilir enerji teşviki veriliyor! “CHP Enerji Politikaları” başlıklı metinde, herkes için elektrikli otomobil vaat ediliyor. AKP, onun fabrikasını açtı! CHP’nin vizyonuna göre çeşitli fon yönetimleri de kurulacak. Fon yönetimi anlayışını, neoliberal politikalar mimarı Özal’ın ANAP’ı getirmişti ülkeye. Tüm bu önerileriyle AKP’den pek de farkı olmayan bir CHP vizyonuna, AKP’den kurtulmak isteyen seçmen ne diye oy versin?
“Yeşil Kapitalizm” bir aldatmacadır. Kapitalizm sürdüğü müddetçe ekolojik yıkım durdurulamaz, ikim krizine ne kısa ne de uzun vadede bir çözüm geliştirilemez. Covid 19 pandemisine aşı geliştirilerek iki üç şirketin devasa kârlar elde etmesinde olduğu gibi de iklim krizine ve ekolojik yıkıma “çözüm” geliştirilemez. Nitekim Paris İklim Anlaşması’nın 2030 hedeflerinin tutturulamayacağı kabul edildi. Ve bu NATO 2030 Savaş Konseptinin açıkça bir Dünya Savaşı planı olması gerçeği hesaba katıldığında 2050 hedefinin de tutturulamayacağı rahatlıkla söylenebilir.
Bu yüzden iklim mücadelesi bir sınıf mücadelesidir. Sermayenin iklim krizine çözümü yeni sektörlerin, teknolojilerin gelişimi yoluyla kâra çevirmektir. İşçi sınıfı açısından ise her geçen gün fiziksel varlığını bile sağlıklı sürdüremez hale geldiği, zehirli gıdalarla, zehirli bir havayı soluyarak, beton hücrelerde yaşamı geçen bir şey olmaktan kurtulma sorunudur. Ekolojik yıkımın mağduru olan bütün canlılar arasında işçi sınıfı, bütün insanlıkla birlikte bütün canlıları bu yıkımdan kurtaracak olan da öznedir. Ancak onun vizöründen dünyaya bakılırsa ekolojik, özgür bir toplum görülebilir.
POLEN EKOLOJİ KOLEKTİFİ