Büyük başarısızlıklara sahne olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) yirmi beşinci taraflar toplantısı (COP25) ardından, aklıma yine aynı soru takıldı: Paris Anlaşması iklim adaleti açısından iyi bir anlaşma mı? Bu soru Paris Anlaşması COP21’de ilk kabul edildiği anda da aklıma gelmişti,[1] daha sonra da hep kurcalamaya devam etti. COP21 üzerinden bunca zaman geçtikten sonra artık bu soruya kendimden emin bir cevap verebilirim. Kısaca “hayır”, Paris Anlaşması iklim adaletini tesis edemez. Bu yazıda önce kısaca “neden edemez?” sorusuna yanıt vermeye çalışacağım. Ardından da bence asıl önemli soru olan “iklim adaletinin sağlanması için nasıl bir küresel yönetişim rejimi gerekiyor?” meselesini tartışmaya açmak istiyorum.
Öncelikle, aslında sadece Paris Anlaşması değil, genel olarak halihazırda var olan küresel iklim ve çevre yönetişimi rejiminin ne iklim ne de daha genel anlamda çevre adaletinin sağlanması için yeterli olduklarını düşünmüyorum. Ülkeler arasındaki ekonomik ve politik güç asimetrilerini yok sayan ve sanki her ülke gerçekten de müzakere masasında eşit güce sahipmiş gibi yapılan görüşmelerden ve taraflar toplantılarından, tüm paydaşların uzlaşmasının gerekli olduğu ve haliyle ekonomik ve siyasi güçlerini paylaşmak istemeyen geçmişin kolonyalist, günümüzün “gelişmiş” devletlerinin “adil bir paylaşım” söz konusu olduğunda hemen veto güçlerini kullandıkları bir yönetişim sistemi ile adil bir sonuç çıkamaz. Bu nedenle bu tür toplantıları gerçekten bir sorunu çözmekten ziyade halihazırdaki eşitsiz ekonomik paylaşım düzenine meşruiyet kazandırmaya çalışan zirve tiyatroları olarak adlandırmak daha doğru olabilir.[2]
Meseleye iklim krizi özelinde bakacak olursak, E. Wesley ve F. Peterson’un 1999[3] yılında sordukları aşağıdaki beş soruya vereceğimiz cevapların, akademik ve siyasi tartışmalarda geldiğimiz noktayı iyi bir şekilde özetleyeceğini düşünüyorum:
- İklim gerçekten değişiyor mu?
- İklim değişiyorsa, sorumlusu insanlar mı?
- İklim değişiyorsa, dünyadaki yaşam için ne gibi sonuçlar doğuracak?
- Bu sonuçları engellemek için neler yapılabilir ve alternatif politikaların sosyal, siyasi ve ekonomik sonuçları nelerdir?
- İklim değişikliğine karşı küresel ve kolektif bir eyleme ihtiyaç varsa ve bu da külfetli ise, bu külfetler nasıl paylaşılmalıdır?
İlk dört sorunun cevabını bilim artık tartışmaya yer vermeyecek bir şekilde veriyor: i) İklim değişiyor, ii) sorumlusu insanlar, iii) dünya için yıkıcı sonuçları olacak ve iv) bu sonuçları engellemek için acil bir şekilde fosil yakıtlardan vazgeçilmeli ve özellikle kırılganlığı yüksek yoksul ülkelere acil bir şekilde destek verilmeli. Her ne kadar bu cevaplar bilim insanları tarafından kabul edilmiş olsalar da, başını Trump ve Bolsonaro gibi yeni dünya düzeninin sağcı devlet adamlarının ve Suudi Arabistan, Avustralya gibi petrol ve kömür üreticisi devletlerin çektiği bir grup hâlâ bu soruları tartışmaya açmakta beis görmüyorlar ve iklim adaleti için en önemli olan beşinci soruya tatmin edici bir cevap verilmesini geciktiriyorlar. BMİDÇS’nin metninin kabul edildiği 1992 yılından beri 27 yıldır gelişmiş ülkeler kendilerine düşen sorumlulukları yerine getirmemek için çeşitli oyalama taktikleri kullanıyorlar ve sonuç olarak da inanılmaz bir şekilde yavaş ilerleyen ve henüz elle tutulur hiçbir sonucu olmayan bir müzakere tiyatrosunu bize izletiyorlar. Bu sırada da sanki çok inanılmaz işler başarılmış gibi, ilk örneğini Paris’teki COP21 sonrasında gördüğümüz, yine geçen sene Katowice, Polonya’da düzenlenen COP24’te şahit olduğumuz aşırı kutlama ve alkışlama sahneleri sergileniyor (bkz: Fotoğraf 1 ve 2). Hatta COP21 sonrası kutlamalara uluslararası sivil toplumun da katıldığı ve yüksek perdeden alkış tuttuğunu da biliyoruz.
Fotoğraf 1: COP21’de Paris Anlaşması’nın kabulü sonrası zafer fotoğrafı.
Fotoğraf 2: Dönemin Polonya Enerji Bakan yardımcısı Kurtyka’nın, eksik de olsa büyük bir kısmı karara bağlanan kurallar kitabı kabulü sonrası sevincini masadan atlayarak göstermesi
Bu abartılı kutlama görüntülerine rağmen Paris Anlaşması’nın hâlâ içinin olması gerektiğinden oldukça boş olduğunu (her ne kadar başlarda çok yüksek sesle olmasa da) çok sayıda akademisyen, sivil toplum kuruluşu ve aktivist dile getirdiler aslında. Fakat içi boş bir anlaşmanın hiç anlaşma olmamasından iyi olduğunu (2009’da Kopenhag’da yaşananları tekrar yaşamamak için ve kötü de olsa elimizdeki tek alternatif olduğu için) ve zamanla anlaşmanın içeriğinin güçleneceğini düşünerek daha umutlu açıklamalar yapıldı. (Kabul etmeliyim ki, bu umutlu insanlar içinde ben de vardım. Küçük de olsa bir ihtimal olduğunu düşünüyordum). Fakat geldiğimiz noktada, özellikle COP25’te de tanık olduğumuz emisyon azaltım hedeflerindeki iddiasızlık ve önemli konu başlıklarında ilerleme sağlanamaması başarısızlıklarının ardından artık Paris Anlaşması’nın iklim krizine gerektiği gibi hızlı bir şekilde cevap veremeyeceği aşikâr.
Halihazırdaki baskın paradigma içinde müzakerelerin küçük, marjinal adımlarla ilerlemesi ve piyasa odaklı küçük değişikliklerin iklim krizini çözeceğine inanılması iklim adaletine ulaşılmasını ne yazık ki imkansız kılıyor.[4] Jen Iris Allan’ın da öne sürdüğü üzere[5] Paris Anlaşması aslında temiz kalkınma mekanizması gibi tartışmalı ve daha önce işe yaramadığı açıkça ortaya konan piyasa temelli birçok mekanizmayı makyajlayıp, küçük iyileştirmeler ekleyip, ismini değiştirip ve tekrar paketleyip yeniden önümüze sürüyor. Daha da kötüsü, Anlaşma’nın bu kadar geniş kitlelerce alkışlanması ve meşru kılınması, herkesçe sıkı sıkıya sahiplenilmesi de, zaten aslında kötü olan ve iklim krizinin aciliyetine yeterince hızlı cevap veremeyecek olan bu anlaşmayı, insanları sanki bir çözüm bulunmuş rahatlığına iterek iklim için daha da tehlikeli bir hale getiriyor.
Peki iklim adaletinin sağlanması için nasıl bir küresel yönetişim gerekiyor? Öncelikle eşitlik (equality) ve hakkaniyet (equity) kavramlarının birbirinden ayrılması ve sanki herkes eşitmiş gibi yapılan ama güç dengesizliklerinin açıkça ortada olduğu müzakere tiyatrolarına son verilmesi gerekiyor. Bu da ancak iklim krizinden en çok etkilenecek olan yoksul ve kırılgan ülkelere müzakerelerde daha çok söz hakkı tanınması ve bu işin sorumlularının elinden veto haklarının alınması ile mümkün. Bunun yanında piyasa mekanizmalarına dayanan çözümlerin temel emisyon azaltım mekanizmalrı olarak kullanılmasından acilen vazgeçilmesi, daha radikal ve fosil yakıtların yerin dibinde kalmasını ilk şart olarak koşacak çözümlerin ana odak noktasına konulması gerekiyor.
Bunların gerçekleşebilmesi için de Patrick Bond’un[6] öne sürdüğü gibi, yeni bir aktivizme ihtiyaç var. Bond’a göre BMİDÇS’nin jargona boğulmuş metinlerinden ve her şeyin inanılmaz yavaş işlediği iç bürokrasisinden uzakta olan ve enerjisini buraya vermeyen; büyük ve hantal anaakım uluslararası sivil toplum kuruluşlarından farklı olarak küçük ve hızlı işleyen yapılara sahip olan; ve elit konferanslarda, yoksullar için hiçbir sonuç vermeyeceği aşikâr olan toplantılarda zaman öldürmeyen bir aktivizm gerekli. Buradan kendi adıma şunu anlıyorum: eğer iklim adaletinin sağlanmasını istiyorsak gelecek sene Glasgow’da düzenlenecek COP26’ya kadar bir nevi uykuda durup, sonra COP26 tarihi geldiğinde aniden hareketlenen ve sadece müzakereleri gündeme alan bir aktivizmle bu iş olmaz. Mücadelenin sürekli hale gelmesi ve konunun sürekli gündemde tutulması önemli. Ümitler sadece COP26’ya bağlanırsa, bu işte gelecek sene de anlamlı bir gelişme olmayacağını şimdiden öngörmek zor değil.
[1] Bakınız: Aydın, C.İ, 2015. Biri Bana Anlatsın, iklimadaleti.org, https://iklimadaleti.org/2016/01/07/biri-bana-anlatsin/
[2] Bu konuda bakınız: Death, C. (2011). Summit theatre: Exemplary governmentality and environmental diplomacy in Johannesburg and Copenhagen. Environmental Politics, 20(1), 1–19. https://doi.org/10.1080/09644016.2011.538161
[3] Wesley, E., & Peterson, F. (1999). The Ethics of Burden-Sharing in the Global Greenhouse. Journal of Agricultural and Environmental Ethics, 11, 167–196.
[4] Bond, P. (2018). Social Movements for Climate Justice during the Decline of Global Governance From International NGOs to Local Communities. In S. Lele, E. S. Brondizio, J. Byrne, G. M. Mace, & J. Martinez-Alier (Eds.), Rethinking Environmentalism: Linking Justice, Sustainability, and Diversity (Vol. 23, pp. 153–182). Cambridge: MIT Press.
[5] Allan, J. I. (2019). Dangerous Incrementalism of the Paris Agreement. Global Environmental Politics, 19(1), 4–11.
[6] Bond, P. (2018). Social Movements for Climate Justice during the Decline of Global Governance