COP 25’teki Temel İklim Adaleti Sorunu: Paris Anlaşması Hedeflerine Ulaşmakta Karbon Piyasalarının Rolü Ne Olmalı?

Çeviri: Hazal Doğan

0
882

Çevre adaleti savunucuları ve yerli halklar, emisyon ticaretinin yoksulları iklim krizinin yükünü taşımakla karşı karşıya bıraktığını iddia ediyorlar

Geçen hafta BM iklim zirvesinde iklim adaleti savunucuları küresel iklim eylemsizliği konusundaki hayal kırıklıklarını son derece teknik bir tartışmaya odaklıyordu: Paris iklim anlaşması vaadinin yerine getirilmesinde karbon piyasalarının rolü ne olmalıdır?

Karbon piyasaları, kirletenlere daha fazla esneklik sunmanın bir yolu olarak ülkelerin emisyon azaltma hedeflerini karşılamaya çalışmak ve teoride maliyetleri düşürmek için kuruldu. Ancak geçmiş uluslararası emisyon ticareti sistemleri, emisyonları önemli ölçüde azaltmakta başarısız oldu. Dahası kırılgan topluluklar ve yerli halkların temsilcileri, kirletici şirketlerin emisyon azaltımlarını en kolay ve en ucuz olduğu yerlerde yapmaya çalışmalarından ötürü kirliliğin yükünü kendi topluluklarının sırtına yüklenmesiyle sonuçlandığını iddia ediyor.

Paris Anlaşması’nın taahhütlerini yerine getirmek için gelecekteki karbon piyasası mekanizmalarına ilişkin kuralların yazılması, 13 Aralık’a kadar İspanya’da süren 25. Taraflar Konferansında (COP25) toplanan yaklaşık 200 devletin delegelerinin gündeminin başında geliyordu. Ancak bu görev o kadar zor oldu ki, bu konu Paris Anlaşması Kural Kitabı’nın çözülmemiş meselesi olarak kaldı.

Paris Anlaşması’nın 6. maddesi olarak bilinen kısımla ilgili tartışma, ülkelerin 1992 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni kabul etmesinden bu yana iklim çözümünün bir parçası olarak gördükleri karbon piyasaları hakkındaki uzun uluslararası tartışmaların tarihi göz önüne alındığında daha da çarpıcıdır. Ancak, buna muhalif olan çevre adaleti hareketi ve yerli halk toplulukları temsilcilerine göre, bu uzun deneyim güvensizliğe yol açtı.

San Francisco’daki PODER adlı örgütte çevre adaleti kampanyacısı olarak çalışan Tere Almaguer, “Tekrar tekrar, karbon piyasalarının emisyonları azaltmada etkili olmadıklarını kanıtlanmış oldu,” diyor. PODER, Kaliforniya’da rafinerilerin yakınında yaşayan ve fosil yakıt emisyonlarından kaynaklanan kötü hava kalitesinden en şiddetli şekilde etkilendiğini düşünen Latino toplulukları kapsayarak örgütlenmeye odaklanıyor.

Almaguer, devletlerin “sınırla-pazarla” (cap-and-trade) karbon emisyon ticaret sisteminin, petrol şirketlerinin kendi emisyonları kesmek yerine çok uzaktaki karbon azaltma projelerine yatırım yapmalarını teşvik ederek yerli halkları da bunun sonuçlarıyla karşı karşıya bıraktığını belirtti. Emisyon azaltım kredisi kazanmak adına gelişmekte olan ülkelerdeki orman koruma projelerine yapılan sanayi yatırımlarına atıfla konuşan Almaguer, “Memleketimizin ormanlarını özelleştiriyorsunuz, böylece topluluklarımızı daha fazla kirletebileceksiniz,” diyor.

PODER, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’daki yaklaşık 200 yerli halk ve taban örgütünün “It Takes Roots” ittifakının bir parçası olarak, görüşmelerde Perşembe gününü “Karbon Piyasalarına Hayır Günü” olarak belirleyerek, delegeleri emisyon ticaretinden kurtulmaya teşvik etmek için bir dizi protesto ve panel düzenledi.

Bankalar ve petrol şirketlerinin de dahil olduğu büyük bir şirketler koalisyonu ise, iklim eylemi maliyetinin emisyon ticareti sayesinde yarı yarıya azaltılabileceğini savunuyor. Küresel ısınmayı sanayi devrimi öncesi seviyenin 2°C üzerinde sınırlandırma hedefine ulaşmak istiyorlarsa, bu mekanizmanın ülkelerin daha iddialı emisyon azaltım hedefleri belirlemelerine yardımcı olabileceğini söylüyorlar. Üyeleri BP, Chevron ve Shell gibi şirketlerden oluşan Uluslararası Emisyon Ticareti Birliği (IETA), bu sonbaharda, karbon piyasalarının Paris Anlaşması’nı uygulama maliyetini 2030 yılına kadar, yılda yaklaşık 250 milyar dolar düşürme potansiyeline sahip olduğunu tahmin eden bir rapor yayınladı. Hükümetlerin Paris Anlaşması kapsamındaki taahhütlerinin yaklaşık yarısı karbon piyasası mekanizmalarının kullanımına ilgi duyuyor.

Karbon Ticaretinde Yanlış Olan Neydi?

Teoride, emisyon ticareti ülkelere emisyonları azaltmaları için finansal bir teşvik sağlar çünkü (yenilenebilir enerji projeleri, orman koruma ve benzeri projelerdeki) çabaları için emisyon hedeflerini yerine getirmekte güçlük çeken diğer ülkelere satabilecekleri krediler kazanabileceklerdir. Fakat gerçekte, 1997 Kyoto anlaşmasıyla kurulan uluslararası karbon piyasaları yanlış yönetim ve düpedüz yolsuzluklarla sarsıldı.

2005 yılında dünyanın ilk ve en büyük karbon piyasası olan AB Emisyon Ticaret Sistemi kurulduğu zaman Avrupa Birliği ülkeleri, sanayi şirketlerine çok fazla miktarda ücretsiz karbon kredisi sağladı. Sonuç olarak, karbon fiyatı sera gazı emisyonlarında çarpıcı bir düşüş sağlamak için çok düşük hale geldi. Bu başarısızlık, 1997 Kyoto Protokolü çerçevesinde kurulan gelişmekte olan ülkelerde 138 milyar doları 8000 projeye yönlendiren diğer büyük karbon piyasası, Temiz Kalkınma Mekanizmasında (TKM) daha da belirgindi.

Bu yatırımlar karbon emisyonlarını azaltmayı amaçlıyordu, ancak bir araştırma projelerin yüzde 85’inin Temiz Kalkınma Mekanizması olsun olmasın gerçekleşebileceğini tahmin ediyordu. Bu da en iyimser görüşle bile sistemin değerinin sorgulanabileceği anlamına geliyor. Kötü olarak bilinen ve dava konusu da olduğu için ayrıntıları kamuoyuyla paylaşılmış olan bir vakada Brezilya’nın elektrik devi Eletrobrás yatırımcıları çekmek için TKM İcra Kurulu’na Amazon’daki mega hidro-elektrik baraj projelerinin TKM kredisine ihtiyaç duyduğunu söylerken, yatırımcılarına ise barajların finansal olarak tamamen kendi ayakları üzerinde durabilecek bir durumda olduğunu söylüyordu.

AB Emisyon Ticaret Sistemi, Brezilya, Çin ve Hindistan’daki TKM projelerinden kredi kabul etmeyi durdurdu, Kalifornia’nın karbon piyasası ise hiç bir biçimde TKM kredilerini kabul etmiyor. Dolayısıyla, Dünya Bankası’nın dünya karbon piyasalarının durumu hakkındaki son raporuna göre, 2008 yılında ton başına yaklaşık 23 dolar/ton’a yükselerek zirve yapan TKM kredilerinin değeri şimdi yaklaşık 30 sent/ton’a düştü.

Dünya Bankası’nın bu raporu, küresel olarak 2019 yılında inşa aşamasında olan 57 karbon vergisi veya emisyon ticareti sistemi olduğunu ve bunun da çoğunlukla Kanada’nın yeni karbon fiyatlandırma politikası nedeniyle geçen yıla göre yaklaşık yüzde 10 artış gösterdiğini belirtti. Ancak, küresel sera gazı emisyonlarının yalnızca yüzde 20’si karbon fiyatlandırmasına dahil ve yine Dünya Bankası’na göre şu anda bunların yalnız yüzde 5’ten azı “Paris anlaşmasının sıcaklık hedeflerine ulaşma hedefi ile uyumlu” seviyelerde fiyatlandırılıyor.

Yerli Halklar Çevre Ağı’ndan Tom Goldtooth’un Madrid’te verdiği röportajda, “Yıllardır seragazı azaltımı ve uyum üzerinde yapılan çalışmalara ön saflarda yer alarak destek veriyoruz ve UNFCCC’nin bu koridorlarından çıkan tüm çözümlerini araştırdık” diyor. Goldtooth “İlk başlarda, karbon piyasalarının gerçek bir çözüm olup olmadığı konusunda endişeliydik ama sanırım herkes bunu görmeyi bekliyordu. Şimdi ise emisyonları azaltmadıklarını biliyoruz” diye ekliyor. “Karbon piyasaları azaltımla ilgili değil. Bunlar birer ticaret anlaşması. Dünya’yı kurtaracak bir çözüme yatırım yapıyoruz ve eldeki kanıt piyasaların bunu sağlamadığı yönünde.”

Şeffaflık ve ‘Çifte Sayım’

Öte yandan karbon piyasalarında bazı başarılar da yaşandı. Kaliforniya’nın sınırla-pazarla emisyon fiyatlandırma sistemindeki fiyatlar, eleştirilere rağmen, 2020 temiz enerji hedefinin önüne geçmiş durumda. Kaliforniya’nın sera gazı emisyonlarını takip etmeye başlamasından bu yana eyaletin elektrik şebekesi ilk kez fosil yakıt kaynaklardan daha fazla güneş ve rüzgar enerjisi gibi sıfır emisyon kaynaklarından sağlanmış elektrik iletti. ABD’nin kuzeydoğusunda, Bölgesel Sera Gazı Girişimi’ne (RGGI) dahil olan eyaletler, temiz enerji alanında kar amacı gütmeyen bir kurum olan  Acadia Center tarafından yapılan bir araştırmaya göre, elektrik üretiminden kaynaklanan karbon emisyonlarını, ülkenin geri kalanından yüzde 90 daha hızlı olarak, yüzde 47 oranında azalttı.

Bu sebeple kimi çevreciler 6. maddenin, şayet sistemin tasarımı doğru ise, Paris Anlaşması için önemli bir emisyon azaltma motoru olabileceğini savunuyorlar. Önemli konulardan bazıları ise şeffaflık ve “çifte sayımı” (yani birden fazla ülkenin aynı emisyon azaltım projesi için karbon kredisi alması gibi) önleyecek kurallar.

Brezilya, çifte sayım kısıtlamalarına çok sınırlayıcı oldukları gerekçesiyle karşı çıkıyor. Ek olarak, Brezilya Çevre Bakanı Ricardo Salles geçen hafta yaptığı açıklamada, Paris Anlaşması’nın uygulanmasında ileri sürülecek olan eski TKM sistemindeki kredilerin ülkesi için  çok önemli olduğunu belirtti, “geçmişte yapılan çabaları göz ardı edemeyiz. Bu güvenilirlik için çok önemli bir şey”.

Bu konuda bir anlaşmaya varılması için taraflarca yapılan baskı çok büyük, özellikle de ülkelerin iklim krizinin korkunç etkilerini önleyecek taahhütlerinin yetersiz olduğu mevcut durumda. Şili bilim ve teknoloji bakanı Andres Couve da 6.maddenin çözüme kavuşturulmasının COP25’in esas amacı olduğunu dile getirdi. Şili’deki toplumsal çalkantı nedeniyle iklim zirvesinin İspanya’ya taşınmasına rağmen ülkesi konferans başkanlığını temsil eden Couve varılacak bir anlaşmanın konferans için “büyük bir zafer” olacağını belirtiyordu.

Ancak, Environmental Defense Fund’ın uluslararası iklim müzakerelerinden sorumlu başkan yardımcısı Kelley Kizzier, karbon piyasalarıyla ile ilgili hiçbir anlaşmaya varılmamasının kötü bir anlaşmadan çok daha iyi olduğunu belirtiyor. Görüşmeler arifesinde yazdığı bir blog yazısında, “Ülkeler 6. maddenin kurallarını sırf yapmış olmak için yapmış olmanın çekimine kapılmamalı” diyor ve ekliyordu “Paris Anlaşması’nın ve ülkelerin iklim taahhütlerinin sağlamlığı tehlikede görünüyor.”