22 Nisan 2020
Bir fizikçi olmaya karar verdiğimde 16 yaşındaydım. Bu karar, inanılmaz teknolojik gelişmeleri ya da kozmolojideki keşifleri gördükten ve evrenin gizemlerini ortaya çıkarma rüyalarına daldıktan sonra alınmadı. Bu kararı korktuğum için almıştım.
Sahneyi mükemmel bir şekilde hatırlıyorum: Goiania Sezyum 137 kazasının yıl dönümüydü, ve televizyonda bununla ilgili konuşuyorlardı. Radyoaktif bir materyalin ne olduğuyla ilgili erken yaştan beri bir fikrim vardı: bir çocuk olarak, paratonerlerden büyüleniyordum. Babama var olan paratoner türleri hakkında hiç durmadan sorular soruyordum. Okula giden yolumda çatılarda her bir türden kaç tane tespit edebileceğimi sayacaktım ve özellikle de radyoaktif olanlarla ilgiliydim. Babam onların zararlı olabileceğini söylemişti, o zaman ben de “Hangi akla hizmet birisi böyle zararlı bir şeyi apartmanların çatısına koyar?” diye düşünmüştüm. (O zamanlar 6 ya da 7 yaşındaydım ve ancak yaşamın ilerleyen yıllarında ALARA, As Low As Reasonably Achievable -Makul Derecede Ulaşılabilir- ilkesinden haberim olacaktı.)
Kararıma geri dönecek olursak, 1987’de Goiania’da ne olduğunu daha iyi anlama ihtiyacı hissediyordum. Böylece, annem, ki kendisi de bir fizikçidir ve tıbbi fizik alanında çalışır, elime içinde tarihteki en kötü radyolojik ve nükleer kazalar, Goiania ve Çernobil ile ilgili bir tanıtım olan ince bir kitap verdi.
HBO’nun Çernobil dizisini izlediğinizde yaşadığınız şoku ben o gün yaşamıştım: felaketler ve radyasyonun devamındaki akut radyasyon sendromu (ARS) gibi kesinleşmiş etkileri okurken aklıma gelen tek şey: Görünmez bir şey nasıl bu kadar güçlü ve tehlikeli olabilir? Hem büyülenmiş hem de dehşete kapılmıştım. Nabzımın hızlandığını hissettim. O andan itibaren bunu anlamam gerektiğini biliyordum, ve belki böyle bir kazanın tekrar yaşanmasının önüne geçemeye yardım etmem gerektiğini de. Ve şu an izlediğim yol tam da bu.
Şu an, Covid-19 ile benzer bir gerçeklikle yüz yüzeyiz, görünmez ve potansiyel olarak tehlikeli bir düşman. Havadan ve yüzeylerden yayılıyor. İşçilerin maskelere ve koruyucu tulumlara ihtiyacı var. Ve, birden, nabzımda aynı hızlanmayı hissettim. Ne kadar korkutucu olursa olsun radyasyon ölçülebiliyor. En azından onun farkındaysanız. Kişisel ekranınız öterse onun orada olduğunu bilirsiniz. Çok yakınında olduğunuzu bilirsiniz.
Koronavirüse gelince, şu ana kadar, yüzeylerin üzerinde sürünerek ilerleyen sessiz bir düşman olarak kaldı. Kesinlikten bahsetmek mümkün değil, çünkü bunu ancak nadir bulunan testler sağlıyor ve pek çok ülke güvenilir veriler sağlayacak sayıda teste sahip değil, buna benim ülkem de dahil. Yani, şimdilik, işler yine korkutucu bir hal aldı, çünkü bir Geiger sayacı olmaksızın karanlıkta kalıyoruz.
Umut o ki, tıpkı radyolojik ve nükleer felaketlerde olduğu gibi, öğreneceğiz ve bununla sonraki mücadeleler için hazır olacağız.