Kolektifin Notu: Mart ayının başında jeologlar arasında en azından 15 yıldır süren bir tartışmada önemli bir gelişme yaşandı ve 1950’lerde Antroposen devresine geçildiği önerisi Uluslararası Jeoloji Bilimleri Birliği’nin konuyla ilgili alt komitesinde reddedildi (Oylamanın geçerliliği ve detaylarıyla ilgili bilgiler için bkz). Bu sonuç, uzun süredir marksist bir ekoloji teori iddiası taşıyan “metabolik yarık okulu” ile “dünya ekolojisi okulu” arasındaki Kapitalosen-Antroposen çekişmesi açısından da belli bir anlam taşıyor. Sonucun bu şekilde çıkması da belki de bu farklı okullar arasındaki tartışmalardan etkilenmiş olabilir. Doğa bilimleri-sosyal bilimler arasındaki ayrıma yaklaşım da yine bu farklı görüşlerin oluşmasında bir rol oynuyordu. Antroposen’in başlangıcı belli olan yeni bir jeolojik devre mi olduğu (ya da olması gerektiği) yoksa zamana yayılmış jeolojik bir “olay” mı olduğu konusu ise oylama sona ermiş olsa da jeologların gündeminde bir yer tutmaya devam edecek. Ancak, tartışma sadece “insanın” jeolojik belirleyen olup olmadığı, olduysa bunun hangi süreçle (tarım devrimi, Amerikaların sömürgeleştirilmesi, sanayi devrimi, atom bombası, vd.) başladığı değil. Kritik konulardan biri, kontrolden çıkıp çıkmadığı henüz belli olmasa da negatif geri beslemelerle her geçen gün kötüye giden iklim krizinin esas boyunu oluşturduğu günümüz küresel ekolojik çöküşünün kapitalizmle olan ilişkisidir. Burada, kapitalizmin tarihi gelişiminde doğanın her bakımdan (hammadde, yutak alanı, yaşam alanı, krizden çıkış için ucuzlatılması, ona ideolojik bakış, vb.) tuttuğu yerin değişimi ve bugünkü emperyalist aşamasında kapitalizmin varoluşsal krizinde oynadığı rol arasında bir gerilim yatmaktadır. Yani, ekolojik çöküş koşulları, her ne kadar karşılıklı etkileşim (diyalektik bir süreç) olsa da krizdeki kapitalizmi rayından çıkaracak bir üst belirleyen olarak mı ele alınmalı, ki bu görüşe yakın olanlar daha çok Antroposen kavramını tercih ederler; yoksa ekolojik çöküşün kendisi adeta bir sermaye kıyım fırsatı yaratarak kapitalizmin işleyişine içerilmiş bir faktör müdür, ki bu görüştekiler de Kapitalosene daha yakın konumdadırlar. Her iki ucun arasında olan görüşler, iki yaklaşımın farklı ögelerini doğru gören ara tutumlar da mevcuttur. Sonuçta “çağın” isimlendirilmesi meselesi, en nihayetinde bugünkü ekoloji mücadelesinin stratejik hattını da etkileyecek bir mevzuya bağlanmaktadır. Marksist ekolojist iddialı yaklaşımların bu konudaki farklılaşmalarının teoriyle politikanın bütünlüğü içinde kalması gerekmektedir. Her şeyden önce devrimci olan Marksizm bu bakımdan kapitalizmin sonunu tahayyül etmektedir. Ekolojik çöküş, kaotik, farklı mekan ve zaman ölçeklerinde farklı yaşanan, süreğen bir altüst oluş vadederken, tarihin bize ne kadar esnek bir sistem olduğunu gösterdiği kapitalizmin bu süreğen olağanüstü koşulları lehine ne kadar kullanabileceğini tarihin devrimci öznelerinin bu sürece müdahale düzeyi belirleyecektir. Tarih bizi çağırıyor!
Ian Randall (Çeviri: Bircan Tamer)
Jeologların henüz tam olarak tanımlamadığı göz önüne alındığında Antroposen, ironik bir şekilde genel bilince girmiş nadir bilimsel terimlerden biri. Ian Randall’ın dikkat çektiği üzere, önerilen resmi tanım, halkın algısıyla ters düşüyor.
İngiliz Jeolojik Araştırmalar Kurumu, insan faaliyetlerinin Dünya’nın iklimi, çevresi ve ekolojisi üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu kabul edilen mevcut jeolojik çağ Antroposen konusunda “Hiçbir jeolojik olgunun tek başına bu kadar çok toplumda, bu kadar çok kişide ve bu kadar farklı şekillerde yankı uyandırmadığını söylemek makuldür,” diyor. “Jeolojinin, Dünya’nın nasıl işlediğine dair anlayışımızda önemli bir değişiklik yaptığı son sefer, levha tektoniğinin keşfiydi. Antroposen daha az önemli değil.”
Kavram önemli olsa da, hâlâ oldukça belirsiz ve oluşum aşamasında. Gerçekten de “Antroposen” terimi diğer disiplinlere nüfuz etmiş; Economist dergisinin Mayıs 2011 kapağını süslemiş ve hatta çok sayıda sanatçının çalışmalarına ilham kaynağı olmuştur. Ancak yer bilimleri camiasının üyeleri (özellikle de tortul kayaçların katmanlanma biçimini inceleyen stratigraflar) insan faaliyetlerinin hakim olduğu bu yeni jeolojik dönemin tam olarak ne zaman başladığını hâlâ tartışıyor.
Uluslararası Jeoloji Bilimleri Birliği‘nin en büyük bilimsel organizasyonu olan Uluslararası Stratigrafi Komisyonu‘nun (ICS) kurucu organlarından biri olan Kuvaterner Stratigrafisi Alt Komisyonu (SQS), Antroposen’in resmi bir tanımını geliştirmektedir. SQS’ye göre, bu yeni devreyle ilişkili erozyonda artış, kentleşme ve tarımla bağlantılı olarak tortuların hareketi de dahil olmak üzere çeşitli olgular mevcut. Beton, uçucu kül (kömür yanmasının bir çıktısı) ve plastik gibi benzeri görülmemiş yeni malzemeler artık tortul kayıtlarının bir parçası. Bu etki, azgın bir ormansızlaşma ve bazılarının altıncı büyük kitlesel yok oluşun ortasında olduğumuzu iddia etmesine neden olan biyolojik çeşitlilik kayıpları gibi ekosistem değişikliklerini de kapsamaktadır.
SQS’nin Antroposen Çalışma Grubu (AWG), SQS web sitesinde yayınlanan bu devrenin tanımına ilişkin 2019 raporunda, “Bu değişikliklerin birçoğu binlerce yıl veya daha uzun süre devam edecek ve bazıları kalıcı etkilerle olmak üzere, Dünya sisteminin yörüngesini değiştiriyor,” diye yazıyordu. “Bunlar, şu anda birikmekte olan ve uzak geleceğe kadar muhafaza edilme potansiyeli olan kendine özgü bir jeolojik katmanlar bütününe yansımaktadır.”
Antroposenin etimolojik yolculuğu
Antroposen kavramının kökleri en azından 1873 yılına ve İtalyan jeolog Antonio Stoppani’nin yazılarına kadar uzanmaktadır. Eski bir Katolik rahip olan Stoppani, “insanın yaratılışını”, “yeni bir unsurun, daha önceki dönemlerde hiç bilinmeyen bir gücün doğaya girmesi” olarak değerlendirmiştir. Bu kabulle Stoppani, “insanın ilk iziyle” bir “Antropozoik çağ” başlamıştı ve bu çağ ancak “insanın izleriyle baştan sona ve derinlemesine yontulmuş Dünya onun elinden kurtulduğunda” sona erecektir, diye ileri sürer.
Dört yıl sonra, California Berkeley Üniversitesi’nden Amerikalı jeolog Joseph Le Conte bunu bir adım daha ileri götürerek insanoğlunun “değişimin baş aktörü” haline geldiğini savundu. Önceki çağların “kaba kuvvet ve hayvani vahşetin hüküm sürdüğü”, insan çağının ise “aklın hüküm sürdüğü” bir çağ olduğu düşüncesinden yola çıkarak “Psikozoik çağ” önerisinde bulundu. Benzer bir şekilde, Rus jeokimyacı Vladimir Vernadsky 1926 yılında biyosferin Yunanca “zihin” ve “akıl” anlamına gelen nous’tan türeyen “Noosfer” haline geldiğini öne sürdü.
Aynı tarihlerde, 1922’de Rus Alexei Petrovich Pavlov, içinde bulunduğumuz jeolojik çağın “Antropojen” olarak adlandırılmasını önerdi. “İnsan” anlamına gelen “anthro” ön eki, çağın Homo cinsinin ortaya çıkışına dayalı olarak nasıl tanımlanacağına atıfta bulunuyordu – bu da onu kabaca son 2,6 milyon yılı kapsayan “Kuvaterner” dönemine eşdeğer kılıyordu – “jen” son eki ise jeolojik bir dönem için kullanılan kabul görmüş son ekti. Sovyet çevrelerinde benimsenmesine ve 1963 yılında Sovyetler Birliği’nin Bölümlerarası Stratigrafi Komitesi tarafından resmen onaylanmasına rağmen, bu terim başka yerlerde hiçbir zaman kabul görmedi.
Bu arada “Antroposen” teriminin ilk kullanımı, 1980’lerin sonunda bu terimi gayri resmi olarak insan faaliyetlerinin gezegen üzerindeki etkisine ve kanıtlarına atıfta bulunmak için kullanan Amerikalı limnolog Eugene Stoermer‘e atfedilmektedir. Ancak bu terimin gerçek anlamda bilimsel popülerlik kazanması, 2000 yılında Meksika’nın Cuernavaca kentinde düzenlenen Uluslararası Jeosfer-Biyosfer Programı (IGBP) toplantısı sırasında Nobel ödüllü atmosfer kimyageri Paul Crutzen tarafından yeniden ortaya atılmasıyla mümkün olmuştur.
Toplantı organizatörü ve kimyager Will Steffen‘in anlatımına göre – Dünya’nın atmosferinde, okyanuslarında ve tortularında jeolojik olarak yakın zamanda meydana gelen çeşitli önemli değişiklikleri anlatan bir dizi sunumun ortasında – Crutzen, son 11.700 yılı kapsayan jeolojik devre olan Holosen’e yapılan tekrarlanan atıflar nedeniyle huzursuz oldu. Oturumu çığlık çığlığa durduran Crutzen, artık Holosen’de olmadıklarını yeniden gösterdi ve tam orada Stoermer’den bağımsız olarak mevcut devreyi tanımlamak için “Antroposen” kavramını ortaya attı.
Birkaç ay sonra, – şimdi Stoermer ile işbirliği içinde olan – Crutzen, IGBP bülteninde bu kavramı genişleten kısa bir makale yazdı (Global Change Newsletter Mayıs 2000 s17). İkili, doğal peyzajların dönüşümünden ozon tabakasındaki deliğe kadar insanların Dünya’yı etkilediği pek çok yolu detaylandırarak, “bunlar ve insan faaliyetlerinin Dünya ve atmosfer üzerindeki diğer pek çok önemli ve halen büyüyen etkileri göz önüne alındığında, mevcut jeolojik devre için ‘Antroposen’ terimini kullanmayı önererek, insanoğlunun jeoloji ve ekolojideki merkezi rolünü vurgulamak bize fazlasıyla uygun görünüyor” diye yazdı.
Antroposenin jeolojik yolculuğu
Crutzen’in Antroposen anlayışı ile ondan önce bu kavramı kullananlar arasındaki en önemli fark, öncekilerin insanlığın etkisini aşamalı bir etki olarak düşünmesi, ama Crutzen’in daha ani bir etki görmesidir.
Cenevre Üniversitesi’nden bilim tarihçisi Jacques Grinevald ve Avustralya Charles Sturt Üniversitesi’nden kamu etiği uzmanı meslektaşı Clive Hamilton‘ın 2015 tarihli bir makalede (The Anthropocene Review 2 59) ifade ettiği gibi, “Antroposen, onu ilk ortaya atanlara göre, tehlikeli bir değişimi ve Dünya tarihinde radikal bir kırılmayı temsil etmektedir. Bu da Holosen’in jeolojik ya da entelektüel açıdan Antroposen için bir rehber olamayacağı anlamına gelmektedir.” Bu, elbette, jeolojik zamanın önceden kabul edilmiş kısımlarının tanımlanma biçimiyle oldukça uyumludur.
Jeologlar Dünya tarihini bölmek için çoğunlukla iki yaklaşım kullanmaktadır. Bunlardan ilki jeokronolojik olup, mutlak ve göreceli tarihlendirmenin bir kombinasyonuna dayanır. Mutlak tarihlendirme radyoaktif izotopların analizini içerir. Göreceli tarihlendirme, paleomanyetizma kayıtları ve kararlı izotop oranları gibi araçları kullanır. Jeologlar daha sonra zamanı, en büyüğü üst zamanlar, daha sonra zamanlar, dönemler, devreler ve son olarak en küçüğü “çağlar” olmak üzere değişen büyüklükteki aralıklara bölerler. Her aralığın stratigrafik kayıtta eşdeğer bir birimi vardır – örneğin zamanın yaşları, “evreler” olarak adlandırılan kaya tabakalarının ardıllarıyla eşleşir.
Dünya genelindeki kayaç kayıtlarındaki her bir aşamanın alt sınırı, sahadaki tek bir örneğe göre belirlenir. ICS tarafından oluşturulan bu örnekler resmi olarak (ve ayrıntılı bir şekilde) Küresel Sınır Tabaka Kesitleri ve Noktaları (GSSP) olarak bilinmektedir. Ancak jeologlar, sınırın kesin konumunu işaretlemek için kayalara çakılan metal çivilere atfen bu noktalara genellikle “altın çiviler” (golden spikes) adını vermektedir. Bu sınırların hepsi olmasa da çoğu fosil kayıtlarındaki değişikliklerle tanımlanır.
Örneğin, 199,3 milyon yıl önce Sinemurya evresinin başlangıcı, kaya kayıtlarında iki ammonit türünün ilk kez ortaya çıkmasıyla işaretlenmiştir; altın çivi, İngiltere’nin Somerset eyaletindeki East Quantoxhead yakınlarındaki bir kaya çıkıntısında yer almaktadır. Maastrichtian ve Danian evreleri arasındaki 66 milyon yıl önceki ayrım, dinozorları öldüren kitlesel yok oluşu tetiklediği düşünülen asteroid çarpmasının yarattığı iridyum tabakasının Tunus, El Kef’teki bir kesiti ile işaretlenmiştir.
Çivi gibi sivrilen tartışmalar
Peki Antroposen jeolojik kayıtların neresinde başlamalıdır? AWG üyelerinin 2008’den beri boğuştuğu çetrefilli soru budur. Gerçekten de AWG’nin kurucusu ve paleobiyolog Jan Zalasiewicz bir keresinde şöyle şaka yapmıştı: “Kendi çalışmalarımızın jeolojik zaman ölçeğinde bir hızla ilerlediğine dair öneriler var!”
Crutzen’in orijinal yaklaşımı, Antroposen’in 1784 yılında, Sanayi Devrimi sırasında başlayabileceği önerisiydi. 2002’de yazdığı bir makalede (Nature 415 23), bu tarihi “kutup buzlarında sıkışmış havanın analizleri sonucunda, küresel karbondioksit ve metan konsantrasyonlarının artmaya başladığının görüldüğü zaman” olarak gerekçelendirdi – bu tarihin İskoç mühendis James Watt tarafından buhar makinesinin geliştirilmesiyle aynı zamana denk geldiğini belirtti.
Bununla birlikte, en erkeni yaklaşık 12 bin yıl önce tarımın ortaya çıkışı olmak üzere çeşitli alternatif öneriler yapılmıştır. Diğer öneriler arasında, İtalyan kaşif Kristof Kolomb’un 1492’deki transatlantik yolculuğuna ve bunu takip eden Avrupalı sömürgeciliği ve küresel ticarete atıfla “Kolomb değişimi”nin gerçekleştiği yıl yer almaktadır. 1492 yılı, hayvanların kıtalar arasında yaygın bir şekilde transfer edilmesine tanıklık etmiştir. Bir diğeri ise 1610 yılıdır; bu tarihte Amerika kıtasına emperyal sömürgecilerin gelişiyle birlikte karbondioksit seviyelerinde bir düşüş yaşanmıştır (Avrupa’da görülen hastalıklar yerel nüfusu mahvetmiş ve bu, terk edilen yerleşim yerlerinde ormanların büyümesine yol açmıştır).
Bu arada AWG, “nüfus artışı, sanayileşme ve küreselleşmenin” bir sonucu olarak çeşitli sosyoekonomik ve Dünya sistemi eğilimlerinin çarpıcı bir şekilde artmaya başladığı 20. yüzyılın ortalarındaki “Büyük İvmelenme” üzerine odaklanmıştır. Zalasiewicz ve meslektaşlarına göre, hızlanma jeolojik kayıtlarda bir dizi vekil sinyal bırakmıştır, “bunların en keskin ve küresel olarak en senkronize olanı, 1950’lerin başındaki termonükleer bomba testleri tarafından dünya çapında yayılan yapay radyonüklidler tarafından yapılmıştır.”
AWG, 2016’da 35. Uluslararası Jeoloji Kongresi‘nde analizinin ön özetini sunmuş ve çoğunluk Antroposen’in “stratigrafik olarak gerçek” olduğu yönünde oy kullanmıştır. Devrenin, 20. yüzyılın ortalarında yer alan uygun bir GSSP ile resmileştirilmesi için harekete geçilmesini tavsiye etmiştir.
Şu anda, Antroposen Altın Çivi için 12 alan aday olarak değerlendirilmektedir. Bunlar arasında Avustralya ve Meksika Körfezi açıklarındaki mercan resifleri; Polonya’daki bir turbalık; Antarktika Yarımadası’ndaki bir buz çekirdeği ve Viyana’daki bir dizi antropojenik tortu yer almaktadır. Bu liste bire indirildikten sonra bile, onay süreci ayrıntılı olacak ve Uluslararası Jeoloji Bilimleri Birliği tarafından nihai değerlendirilmesinden önce teklifin çeşitli aşamalarda onaylanmasını içermektedir.
Olaylar tersine mi dönüyor?
Zalasiewicz’in de belirttiği gibi, çalışma grubunun Antroposen devresine ilişkin önerisinin nihai olarak kabul edileceğinin bir garantisi yok. Aslında, bunu kavramsallaştırmanın daha iyi yolları olabileceğine inanan bazı bilim insanları var.
Bu iddianın önde giden isimlerinden biri, ironik bir şekilde, İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi’nden Kuvaterner jeoloğu Philip Gibbard‘dır; “Sadece kendimi suçluyorum!” şeklinde nükteli konuşmalarla kendisi en başta AWG’nin oluşturulmasında sorumluydu. Gibbard ve meslektaşları, sonuncusu Journal of Quaternary Science (JQS 37 1188) dergisinde yayınlanan bir dizi makalede, devre tanımının dünya genelinde sabit bir zamanda meydana gelen bir sınırı gerektirdiğini, ancak insanlığın çevre üzerindeki etkisinin çoğunun farklı yerlerde farklı zamanlarda meydana gelen artzamanlı (diyakronik) bir şey olduğunu savunuyor.
Bunun yerine, Antroposen için tek bir başlangıç tarihi belirleme sorunundan kaçınmanın ve bunun yerine onu daha az resmi bir “olay” olarak sınıflandırmanın daha iyi olabileceğini öne sürüyorlar. Bu, jeolojik zaman ölçeğine paralel olarak ilerleyecek ve insanlığın tüm çeşitli etkilerini ve bunların karmaşık mekansal ve zamansal değişimlerini kapsayacaktır. Bu şekilde Antroposen’in, Dünya tarihinde yer yer farklı jeolojik zaman ölçeklerinde meydana gelen diğer diyakronik dönüşümler gibi görülebileceğini savunuyorlar.
Bunlar arasında fotosentezin evriminden sonra atmosferde oksijenin biriktiği 2,4-2,0 milyar yıl önceki Büyük Oksidasyon Olayı; ya da yaklaşık 25 milyon yıl boyunca deniz yaşamının patladığı Büyük Ordovisyen Biyoçeşitlenme Olayı sayılabilir.
Devre mi, olay mı, bölüm mü?
Devre yaklaşımını savunanların yorumlarını dinlediğimizde, Gibbard ve meslektaşlarının önerisi belki de takip ettikleri yerleşik protokolden çok radikal bir sapmadır. Bazıları, böylesine uzun süreli bir olgu için “olay” yerine “bölüm”ün (episode) daha uygun bir isim olacağını öne sürmüş olsa da, bu durum kavramı ortadan kaldırmıyor gibi görünmektedir.
Örneğin AWG üyesi ve Kanada Brock Üniversitesi’nden stratigraf Martin Head, “Grup, Antroposen’in temelini jeolojik olay stratigrafisini kullanarak resmi bir devre diye tanımlıyor. Uluslararası Jeolojik Zaman Ölçeğinin birimlerini tanımlarken standart prosedür budur,” diyordu. Olay stratigrafisi, (jeolojik olarak) kısa ömürlü olayların – en çok binlerce yıl kadar süren – tortul kayıtlardaki izlerinin incelenmesidir.
Buna karşılık Head, Antroposen “olayı” önerisinin, en azından normal Kuvaterner kullanımında “ne tam olarak jeolojik ne de bir olay” olduğunu söylüyor. “Biz bunu jeoloji ve sosyal bilimler unsurlarını birleştiren disiplinler arası bir kavram olarak görüyoruz. Faydalı bulunursa resmi bir Antroposen devresi ile birlikte var olabilir, ancak kavramsal olarak onun yerini alamaz ve karışıklığı önlemek için yeniden adlandırılması gerekir.”
Zalasiewicz de bu görüşe katılıyor ve ekliyor: “‘Antroposen olayı’ kavramı, Jeolojik Zaman Ölçeği’nin resmi bir devresi olarak Antroposen kavramından çok farklıdır… Bunlar çok farklı kavramlardır ve aynı ‘Antroposen’ terimini her ikisine de uygulamak kafa karışıklığına davetiye çıkarır. Farklı bir isim altında, ‘olay’ fikri, kesin olarak tanımlanmış bir Antroposen devresiyle çatışmak ya da ona alternatif olmak yerine, potansiyel olarak onu tamamlayıcı olabilir.”
Gibbard ve meslektaşlarının belirttiğine göre, bu mantığa bir meydan okuma da Antroposen teriminin çoktan kendi başına bir hayat kazanmış olması. “Dünyadaki insanların çoğu jeolog değil, değil mi? Bence birçok yönden, bakla ağızdan çıktı,” diyor, Maine Üniversitesi’nden paleoekolog Jacquelyn Gill.
Jacquelyn, “Olay çerçevesi bize, Antroposen’i daha geniş bir kitle, gazeteciler, tarihçiler, çevreciler vb. tarafından halihazırda kullanıldığı şekilde tanımlama olanağıdır – bu kesimlerin hepsi bu kelimeyi insanların gezegen üzerinde iz bırakan etkiye sahip faaliyetleri için neredeyse bir metafor olarak kullanmaktadır,” diye ekliyor ve Antroposen’i belirli bir küresel başlangıç tarihi olan bir zaman dilimi olarak kurmanın, insanlığın bu noktadan önce Dünya üzerindeki etkilerini önemsizleştirme riski taşıdığını savunuyor.
Ancak jeoloji dışındaki tüm akademisyenler bu endişeleri paylaşmıyor gibi görünüyor. Antroposen üzerine kapsamlı yazılar kaleme alan Notre Dame Üniversitesi’nden tarihçi Julia Adeney Thomas, Physics World’e verdiği demeçte 50 bin yıllık bir olay fikrinin tarih, sosyal bilimler ya da temastaki disiplinlerde kavramın algılanış biçimiyle uyuşmadığını söylüyor. Aslında, “bizim için en iyi olan şey, herkes tarafından paylaşılan, biyostratigrafi ve Dünya sistem bilimine dayanan bir Antroposen tanımıdır,” diye açıklıyor Julia. Biz insanlar çevremiz üzerinde her zaman bir etkiye sahip olmuş olsak da, Dünya sisteminin işleyiş biçimini gerçek anlamda dönüştürmemiz ancak son 70 yıl içinde gerçekleşti.
Nihayetinde Antroposen’i tanımlamak, çağrıştırdığı meselelerle ilgilenmekten daha az önemli. Jacquelyn Gill, “Bu harika bir kavramsal çerçeve ve ister 1950, ister 1750 ya da sonunda ne olursa olsun insanlar bunu kullanmaya devam edecekler,” diye not düşüyor. “Doğadaki şeyleri adlandırmamızın ve tanımlamamızın nedeni, soru sormak için ortak bir dile sahip olmamızdır. Antroposen hakkında bunu zaten yapıyoruz” diye ekliyor. “Şu anda olduğu gibi, ne zaman başladığına dair kararın yaptığımız sorgulama üzerinde hiçbir etkisi yok. Umarım bu tanım gelecekte bu sorgulamayı sınırlandırmaz.”
Kaynak: https://physicsworld.com/a/epoch-or-event-defining-the-anthropocene/