7 Ekim 2019
Andreas Malm ile Marksist iklim hareketine yaklaşımlar üzerine bir söyleşi gerçekleştirildi.
Révolution Permanente: Fosil Sermaye (Fossil Capital) kitabınızda, küresel ısınma hakkında tarih dışı “antropojenik” bir açıklama getiren “Antroposen” teorisine karşı çıkan çok sayıda argüman sunuyorsunuz. Bu yaklaşımın çevre çalışmaları alanındaki hegemonyasını nasıl açıklarsınız?
Andreas Malm: Yeni bir jeolojik çağ ile ilgili tartışmalar doğa bilimlerindeki keşiflerden kaynaklanıyor: Bu keşiflere göre insanların parmak izleri her yerde ve bunun neden olduğu etkiler doğal mekanizmaların etkilerini aşacak düzeyde Dünya’nın sistemsel temel işleyişini değiştiriyor. Bu kavrayışa göre, bilim insanları bunun “insanların çağı” veya Antroposen olduğu sonucuna varıyorlar. Bu kendi içinde ne garip ne de sakıncalıdır. Sorun, Antroposen kavramının sosyal bilimlere ve politik tartışmalara sızması ve “bütün bu karmaşanın genel anlamda insanlardan kaynaklandığı” şeklinde tercüme edilmesinde ortaya çıkıyor. Bu anlatım sadece yanlış olmakla kalmıyor – ki aslında tekrar tekrar gösterildiği üzere bu altüst oluşa neden olan BAZI insanlardır (örneğin, 100 şirket CO2 emisyonlarının %70’inden sorumludur) – aynı zamanda eyleme geçmeye engel teşkil ediyor. Bu, insan türü suçluysa, yapabileceğimiz çok az şey var demek. Ancak sorun, ezen sınıflar ve buna bağlı toplumsal ilişkiler ise ona temelinden saldırabiliriz. Bir meteorologdan veya biyojeokimyasal döngülerde uzman birinden bunu anlaması beklenemez. Diğerlerinden ise beklenmeli. Çevre araştırmalarındaki apolitik Antroposen anlatısının hegemonyası, bu nedenle, eleştirel bakış açılarıyla stratejik vizyonları doğa bilimlerinin dışında bütünleştirememekten kaynaklanmaktadır.
RP: Marksizm, ekolojik krize alternatif yaklaşımınızın temelini oluşturuyor. Période’de yayınlanan incelemede, “bir nevi materyalist bir aydınlanma anı yaşadığınızı ve kelimenin tam anlamıyla ekolojik krizde her şeyin tehlikede olduğunu fark ettiğinizi” belirtiyorsunuz. Bize izlenecek yol hakkında ve bir marksist olarak ekoloji üzerine çalışmaya başlamanıza neden olan şeyler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz? Ekolojik kriz ne ölçüde marksizmin yenilenmesi anlamına gelir?
AM: İklim eylemine ilk dahil oluşum 1995 yılında, BM iklim müzakereleri serisinin ilki olan Berlin’deki COP1’deydi (bunu bir sonraki kitabımda biraz ayrıntılı olarak açıklayacağım). Ancak bundan sonra, İsveç’te parlamento dışı aşırı solda iklim ve çevre politikasını hor gördüğüm on yıllık bir aktivistlik sürecim oldu: Bu meseleleri sınıf mücadelesine karşı lüks, hippi, küçük-burjuva dikkat dağıtıcıları olarak görüyordum: o yıllardaki başlıca kaygım olan Filistinlilerle ve Orta Doğu’daki diğer halklarla ilgisi olmayan, dünyanın sömürülen kitlelerinin maddi çıkarlarının dışında bir şey gibi. Açıkçası daha yanlış düşünemezdim. Maalesef bu, aynı tas aynı hamam işleyişin soldaki biçimidir: iklim ve ekoloji mücadelesi, işçi sınıfı siyaseti, sendikalar, sosyal eşitsizlikler, ırkçılık karşıtlığı, feminizm veya insanların başkaca kendilerini adadıkları ve mücadelesini yürüttükleri her ne dava varsa bunlardan bir şekilde daha az merkezi bir konu ve özdeşleşmesi daha zor. Ne var ki, Naomi Klein’ın belirttiği gibi, iklim krizi tüm bu klasik cepheleri varoluşsal bir aciliyetle fazlaca beslemektedir. Ancak, oldukça garip şekilde, dünyanın her yerinde solun bir kısmı aynı tas aynı hamam hareket etmeyi, iklim ve ekolojiyi en iyisinden bir dipnot olarak görmeyi sürdürmektedir. Genel olarak çok güçsüz oldukları için mutlu olmalılar; aksi halde tarih onları sert bir şekilde yargılayacaktır. Kendime gelince, etrafımdaki insanlar beni 2005’te tam bir iklim uyanışına sürüklediler. O zamandan beri, başka bazı konular üzerinde çalıştım – islamofobi, aşırı sağ, Filistin, İran – ama ekoloji dışında bir konu üzerine düşünmekten ve onunla ilgili şeyleri dışarıda bırakmaktan kaçınmakta giderek zorlanıyordum. Çünkü bu konu gerçekten her şey.
RP: Geçen yıl, küresel ısınmaya karşı gençliğin büyük çapta isyanına sahne oldu. Bu hareketin, gerçek anti-kapitalist radikalleşme içermeyen geniş bir politikleşme ve felaketi benimsemeye çağıran “çöküş” (collapsologist) teorilerine yakınlaşan derin bir karamsarlıkla karakterize olduğunu görüyoruz. Gençliğin bu hareketini nasıl görüyorsunuz ve nasıl bir politik rol oynayabilirler?
AM: Bana göre sokaklardaki genç kitlelerin felaketi benimsediğini söylemek biraz haksızlık olur – onu önlemek için ve hayatlarının geri kalanını yanan kalıntıları dolaşarak geçirmek zorunda kalmamak için gözükara bir durumdalar. Dünya çapında mevcut olan kitlesel iklim öfkesinin taşması, bu konuda bu güne kadar olan en umutlu şeydir. Ancak genel depolitizasyon süreçleri nedeniyle, bu seferber oluşta ideolojik yetkinlik ve stratejik netlik seviyeleri elbette yetersiz bulunabilir. Ancak itici güç meydanda: bu çocuklar zaten fosil sermayesini hedef alan talepleri yükselttiler – petrol, gaz ve kömür şirketlerinin gezegenden süpürülüp atılması gerektiğini biliyorlar – ve kimse radikalleşme potansiyelini göz ardı etmemeli. Bütün bu çocuklar ne kadar okul grevi yapmış ve gelecekleri için itirazda bulunmuş olurlarsa olsun bir ya da iki yıl içinde bir sabah uyanıp kapitalist devletlerin fosil yakıtlara son vermek için hiçbir şey yapmadıklarını fark ettiklerinde ne yapacaklar? Bu nesil bir dinamit gibi potansiyel taşıyor.
RP: Şilili bir devrimci olan Luis Vitale, 1983’te, marksizmin karşılaştığı iki önemli zorluktan birinin “ekolojik krize teorik ve politik bir cevap vermek olduğunu, çünkü söz konusu olan insanlığın hayatta kalması” olduğunu açıklıyordu. Politik olarak, marksizm bir çeşit “yaygın” anarşizmin lehine radikal ekolojist toplumsal hareketlerde oldukça dışarda kalıyor. Özellikle de Anglosakson ülkelerindeki ekolojik marksist teorilerin göreceli dinamizmi ile marksistlerin bu hareketlere politik müdahalesinin zayıflığı arasındaki bu mesafeyi nasıl açıklarsınız?
AM: Ekolojik marksizm, akademi içinde kalarak kendisini sakatlama eğiliminde. Alandaki gerçek hareketlerle uğraşması ve onlara ulaşması gerekir. Anarşist fikirlerle mücadele edilmelidir; bizi hiçbir yere götürmeyecekler. Bence ekolojik Leninizm, Lüksemburgizm veya Blanquizm gibi şeyleri denemenin zamanı geldi. Ancak, marksizmin ekolojik politikadaki zayıflığı elbette onun şu andaki neredeyse evrensel zayıflığından ayrılamaz (okyanusların asitlenmesi ve diğer şeylerin yanı sıra insanlığın krizinin bir belirtisidir bu zayıflık).
RP: Isınan Bir Dünyada Devrim kitabınızda Lenin’i, yaklaşmakta olan felaket karşısında devrimin aciliyeti sorunu üzerine tedavüle soktukran sonra, iklim hareketinin “fosil sermayesini alt etmek için toplumsal hareketlerin bütün bir spektrumunu birleştiren herhangi bir ittifakta” “ana eksen” olması gerektiğini” belirtiyorsunuz. İklim hareketine verdiğiniz bu hegemonik rolü biraz daha açıklayabilir misiniz? Marksist bir çevre politikasının doğal ekseni gibi görünen, endüstriyel üretim araçlarına rasyonel ve ekolojik olarak yeniden düzenlenmesi için işçi sınıfı tarafından yeniden el konulmasının merkeziyeti ile bunu nasıl birbirine bağlıyorsunuz?
AM: Bu konuda son zamanlarda yoldaşım Matt Huber’den daha az düşündüm. Bu konuda onun çalışmalarını kontrol etmelisiniz.
Bu röportaj ilk olarak Révolution Permanente internet sitesinde yayınlandı. RP, Fransız anti-kapitalist bir parti olan NPA içindeki farklı eğilimlerden CCR’nin militanları yönettiği bir internet sitesi. RP, www.leftvoice.org sitesine yakın bir yayın çizgisi izliyor.