24 Temmuz sabahı Muğla’nın Milas ilçesi İkizköy mahallesinde bulunan Akbelen Ormanı’nda, dört yıldır süren mücadele ve iki yıldır süren sürekli nöbete rağmen kesime başlandı. Sermayenin termik santraller üzerinden ekolojik yıkımını, santrallerin bölge halkı ve işçi bedeni üzerine sağlık maliyetlerini vurgulamak önem arzetmektedir. Bir yerde bir isyan varsa elbette orada bir cinayet, bir adaletsizlik, bir hak gasbı vardır diyerek Akbelen Direnişi’ni de Artvin’den Edirne’ye Şırnak’tan İzmir’e, Antalya’dan Hatay’a ekolojik yıkımın bir ayağı olarak görüyoruz. Şirketlerin talanına uygun şekilde değiştirilen yasalar ve mevzuatlar her yeri şirketlerin şantiyesine dönüştürdü.
1984-93 yılları arasında Gökova Körfezi’nin kıyısına inşa edilen Kemerköy ve Yeniköy Termik Santralleri o dönemde de ekolojistlerin tepkisini çekmiş ve termik santral karşıtı eylemler düzenlenmiştir. Termik karşıtı ekolojistlerden Gökova (Yeniköy-Kemerköy) kapatılsın diye açlık grevi gerçekleştiren Saynur Gelendost, bu santralin Gökova’ nın bağrına saplanmış bir hançer olacağını o günlerde belirtmişti.[1]
Bölgede faaliyet gösteren Yatağan (1982’den beri işletmede, 630 MW kurulu gücünde ve linyit yakıtlı), Yeniköy (1986’dan beri işletmede, 420 MW kurulu gücünde ve linyit yakıtlı) ve Kemerköy (1993 yılından beri işletmede, 630 MW kurulu gücünde ve linyit yakıtlı) olmak üzere üç kömürlü santral bulunmaktadır. Kasım 2021 itibarıyla, bu bölge özelinde yeni kömürlü termik santral planı bulunmamaktadır, önceki santral planları iptal edilmiştir veya askıya alınmıştır. Ancak işletme sürelerinin sonu yaklaşan üç kömürlü termik santral 2014 yılında özelleştirilmiştir ve bu santraller için çevre mevzuatına uygun iyileştirmeler yapılması planlanmaktadır. Ayrıca Kemerköy ve Yeniköy santrallerinin yakınındaki linyit sahalarının genişletilmesi de planlanmaktadır. 2014 yılında linyit madenciliğine izin verilen toplam arazi alanı Yatağan’da 21.000 hektar, Milas’ta 23.000 hektardır ve bu alanlarının %47,3’ü orman olarak açıklanmaktadır.[2]
18.04.2014 tarihinde özelleştirme ihalesi gerçekleştirilen Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleri ile Linyit Maden İşletmesi’nin, IC İÇTAŞ Enerji – LİMAK Enerji ortaklığı tarafından 23 Aralık 2014 tarihi itibari ile işletilmek üzere devri gerçekleştirildi. Santrallerin kullandığı linyit madeni sahasını genişletmek isteyen LİMAK, özelleştirmelerden sonra Akbelen Ormanı için de ÇED raporu olmadan kesim izni almıştı. Buna karşı Milas-İkizköy halkı kesim iznine karşı eylemler düzenlemiş ve kesim iznine karşı iptal davası açmışlardı.
Ancak şirket, bölgenin “Orman Genel Müdürlüğü’nün orman gençleştirme planlaması kapsamında yer aldığını” belirterek, “Bölge, halihazırda “2019 yılı endüstriyel plantasyon alanı” olarak tanımlanmış ve maden faaliyetlerine uygun olarak teslim edileceği tarafımıza bildirilmiştir” şeklinde bir açıklama yayınlamıştır.[3] Yeniköy-Kemerköy termik santrallerine yakıt sağlayan linyit madeni sahasının genişletilmesi için 2019 yılında LİMAK VE İÇTAŞ tarafından gönderilen ihbarnamelerde köylülerden topraklarını satmaları isteniyordu. İkizköy’e bağlı, Işıkdere mevkinde birkaç yıl önce aynı maden için bir başka projede köylüler yerinden edilmiş ve bir köy yok edilmişti ayrıca kanser vakalarında da artış görülmüştü. Köylülerin bu projede yerinden edilenlere tanık olması, topraklarını vermemek ve Akbelen Ormanı’na sahip çıkmak için direnmeye karar vermelerini etkilemişti. 2019 ve 2020 döneminde avukatların desteğiyle idari başvurular yapan köylüler çabalarından sonuç alamamıştı.
Muğla 1. İdare Mahkemesi’nin ‘Muğla ili, Milas ilçesi, İkizköy Mahallesi sınırları dahilindeki orman sahası için Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret Anonim Şirketi adına maden açık işletme izni verilmesine ilişkin 28/11/2020 tarihli Tarım ve Orman Bakanlığı işleminin yürütmesinin durdurulmasına’ kararı ve Muğla 3. İdare Mahkemesi’nin de yürütmenin durdurulması kararı alması kesin karar alınana kadar şirkete satılan Akbelen Ormanı’nın kesilemeyeceği ve ÇED yapılmadan bölgede kömür madeninin açılamayacağı anlamına geliyordu. [4]
2021 yılında yürütmeyi durdurma kararına rağmen kesim yapılmış bunun üzerine İkizköylüler ve çevreciler kesime karşı nöbete başlamışlardı. Türkiye’nin her yerinden gelen insanlarla oradaki nöbet devam ediyordu.[5]
Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan Termik Santralleri Elektrik Mühendisleri Odası ve Makina Mühendisleri Odası’nın Temmuz 2022’de yayınlanan ve Akbelen Ormanı davasında mahkemeye de sunulan ortak raporuna göre; Türkiye genelinde de, Ege Bölgesinde de, elektrik arz (üretim) kapasitesi, gerçekleşen talepten (tüketimden) fazla olduğu vurgulanmaktadır.
Raporda, 2021 yılsonu itibarıyla Türkiye toplam kurulu gücü 99.819,57 MW’a ulaştığı ve yıllık üretim 331.491, 93 GWh, yıllık fiili tüketim 329.634 GWh olarak gerçekleştiği belirtilmektedir. Fiili tüketim, faturalanan tüketimden yüzde 30 fazla olup bu fazlalık santralların iç tüketimi, kendi ihtiyaçlarına yönelik üretim yapıp fazlasını şebekeye veren kuruluş veya kişilerin öz tüketimleri, iletim şebekesindeki kayıplar ve dağıtım sistemindeki teknik kayıp veya kaçaklar nedeniyle oluştuğu vurgulanmaktadır. “Muğla’da bulunan Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallarının elektrik üretimini durdurmaları veya sona erdirmeleri halinde, durumun, gerek yıllık toplam tüketim, gerek anlık ihtiyaç (puant talep) ve gerekse elektrik şebekesi sisteminin işlerliği açısından, Muğla İlini, Ege Bölgesini ve Türkiye enterkonnekte sistemini olumsuz etkilemeyeceğine işaret etmektedir.”[6]
Tablo 1: Tablo 1. 2021 Yılı Sonu İtibarıyla Kaynak Bazında Kurulu Güç ve Üretim Değerleri
Kaynak: TMMOB Yeniköy, Kemerköy Termik Santrali Raporu 25.07.2022[7]
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC ve uzmanlık kuruluşlarının yürüttüğü çalışmalar, Türkiye’nin yer aldığı Akdeniz Havzası’nın dünya genelinde iklim değişikliklerinin etkilerinin en fazla görüleceği bölgelerden biri olarak tanımlamaktadır. İklim değişikliğinin etkileri son yıllarda artan şekilde yüzleştiğimiz sel, fırtına, don, kuraklık gibi olaylarda kendini göstermektedir. İklim krizinin baş sorumlularından pek çok sektörde enerji kaynağı olarak kullanılan kömür, doğalgaz ve petrol gibi fosil yakıtlar gelmektedir. 2023 Sera Gazı Emisyon Envanteri Raporu’na göre Türkiye’nin 2021 yılı toplam sera gazı emisyonu 564,4 Mt CO2 eşdeğer olarak gerçekleşmiştir. Buna göre, 2020 yılında 523,9 Mt CO2 eşdeğer olan toplam sera gazı emisyonları bir önceki yıla göre yüzde 7,7 artış göstermiştir. Toplam sera gazı emisyonlarında 2021 yılında CO2 eşdeğer olarak en büyük payı yüzde 71,3 ile enerji kaynaklı emisyonların aldığı belirtilmektedir.[8]
Türkiye’nin, bir yandan küresel sera gazı emisyonlarındaki payını arttırması diğer taraftan iklim krizinin yaratacağı ekolojik sorunlarla, ekonomik ve toplumsal eşitsizliklerle daha fazla uğraşacağı anlamına gelmektedir. Ancak hükümetin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adına “İklim Değişikliği” ifadesini eklemesi ya da Paris Anlaşması’na taraf olarak Türkiye 2053 yılında ekonomisinin sera gazı salımlarını net sıfıra indireceği taahhüdünde bulunması hükümetin enerji politikalarında bir değişikliğe gitmesine sebep olmadığı görülmektedir.[9]
Kömürlü termik santrallerin ekolojik ve toplumsal sonuçları iklim krizi ile sınırlı kalmamaktadır. Bir nevi gizli teşvik olarak çevre mevzuatı termik santrallere uygulanmamaktadır. Gümüşel’in yazısında ayrıntılı olarak yer verdiği termik santraller ile ilgili 2012-2014 yılında gerçekleştirilen özelleştirmelere dikkat çekmektedir. Buna göre Türkiye’nin en eski ve en kirli 13 kömür yakıtlı termik santralinin işletme süreleri fiili olarak 25 yıl daha uzatıldığı ve çevre kirliliğini önlemeye yönelik almaları gereken önlemlerin olduğu çevre yatırımlarının da 2019 yılına kadar şirketlerin yararına halkın zararına olacak şekilde ertelendiği belirtilmektedir. Bir diğer sorun olarak da özelleştirmeler sonrasında gerçekleştirilen maden genişletme, termik santral rehabilitasyon ve kapasite artışı projeleri, farklı gerekçeler öne sürülerek ÇED yükümlülüklerinden muaf tutulmaları ortaya çıkmaktadır. Bu durumun santrallerin ekolojik/toplumsal maliyetlerinin göz önüne serilmesinin engellenmesine yönelik olduğu belirtilmektedir.
Termik santraller çevresinde yaşayanların yüzleştiği en önemli sorunlardan biri de sağlık maliyetleri olmaktadır. İkizköylülerin bu direnişteki en önemli hareket noktalarının da kanser hastalıklarından kaybettiği yakınları olduğu görülmektedir. Türkiye’deki termik santrallerin sadece yarattıkları hava kirliliği yoluyla 2019 yılında 5 bin erken ölüme yol açtığını belirten Gümüşel, bu santrallerin topluma yüklediği sağlık harcamaları bir yılda 54 milyar TL olduğunu vurgulamaktadır. HEAL’in[10] “Kronik kömür kirliliği Türkiye: Kümülatif sağlık etkileri” konulu araştırmasında kömürden elektrik üretimine bağımlı olmasının sağlık etkileri ve maliyetlerinin ne boyutta olduğu vurgulanmaktadır. Araştırmaya göre, 1965-2020 yılları arasında Türkiye’de kömürle elektrik üretimi yaklaşık 200.000 erken ölüme, altmış iki milyon iş günü kaybına, 11 milyon hastaneye yatışa ve 320 milyar Euro’ya varan maliyetle diğer sağlık etkilerine yol açmıştır. Türkiye’deki 2019 yılında işletmede olan 28 santralin sağlık maliyetlerinin değerlendirildiği rapora göre, bölgedeki santrallerin yarattığı hava kirliliğinin kümülatif sağlık maliyeti, tüm Türkiye’deki termik santrallerin sağlık maliyetinin neredeyse üçte birini oluşturmaktadır. 2019’da uydu görüntüleri kullanılarak yapılan bir araştırma, Muğla’nın bir SO2(Kükürtdioksit) sıcak noktası olduğunu ve dünyanın en yoğun on dördüncü SO2 sıcak noktası olduğunu ortaya koymaktadır.[11] Raporda, 2020 yılında her üç santralin hava kirliliği ve atık sistemlerinin bakanlık tarafından denetlendiği ve bu denetimde Kemerköy ve Yeniköy’ün mevcut arıtma sistemleriyle mevzuattaki SO2 sınırın aşıldığı ve Yatağan’ın atık sahasının uygun hale getirmediği ve vahşi depolama yöntemini kullanmaya devam ettiği ortaya çıktığı vurgulanmaktadır. Kemerköy ve Yeniköy tesisleri için yapılan iyileştirme sözleşmelerine rağmen bu tesislerin hiçbirinin askıya alınmadığı hatta çevre ve sağlığa zarar verdiklerini gösteren birçok çalışma göz ardı edilerek çevre izinlerinin verildiği ya da uzatıldığı belirtilmektedir.
Muğla’da işletmede olan üç kömürlü termik santralden kaynaklanan 1982-2020 yılları arasındaki kümülatif sağlık yükü, 1,48 trilyon Türk lirasına olarak açıklanmaktadır. 68.324 Erken ölüm, 43.725 Erken doğum, 39.995 Yetişkinde yeni kronik bronşit vakası, 455.738 Çocukta bronşit vakası olarak açıklanmaktadır.[12]
Dünyayı etkileyen Covid-19 pandemisinde eşitsizlikler daha görünür olmuştu. Temel evrensel haklardan olan yaşama hakkı, sağlık hakkı, onurlu yaşam hakkına erişimde sınıfsal eşitsizlikler hayatlarımızı riske atan iş organizasyonu ve çalışma koşulları ile ilgili tercihlerle ve bu tercihleri meşrulaştıran kamu politikalarında kendini göstermiştir.
Sağlığa, gıdaya, maskeye erişim, uzun süre çalışmadan karantinada kalabilmek bile sınıflar arasındaki eşitsizliği görünür kılmıştı. İklim krizinin; gıda güvencesi, temiz suya erişim, sağlık hakkı, barınma hakkı ve en temelde yaşam hakkı gibi temel insan haklarına erişimde halihazırda var olan sistemik eşitsizlikleri köylüler, emekçiler, işsizler, çocuklar, gençler, mülteciler ve tüm ezilenler aleyhinde daha da derinleştireceği de yine aynı şekilde açıktır.
Fosil enerji ve hammadde kullanılan sektörlerin zararlarının sadece karbon emisyonları ile ölçme yaklaşımı bu sektörlerin insan ve doğa üzerinde yarattığı yıkımın boyutunun anlaşılmasını engellemektedir. Ekolojik yıkımın sadece emisyon miktarı gibi nicel bir ölçüye bağlanması bir tür karbon fetişizmi yaratmaktadır.[13] Oysa bu sektörlerin ve genel olarak çalışmanın işçi, halk ve çevre sağlığı üzerinde yarattığı bedeli daha geniş bir perspektiften değerlendirilmesi gerekir.
Genel olarak fosil yakıt ve hammadde kullanan sektörlerin ekolojik zararları ile bu sektörlerde çalışan işçilerin çıkarlarının karşıtlaştırılmasının temelinde de ekoloji mücadelesinin sanki “tuzu kuru” ve “kendi arka bahçesi”ni kurtarma derdinde olan orta sınıfların, köylülerin mülkiyetlerini koruma olarak kodlayıp, işçilerin çıkarını da gece gündüz demeden çalıştıktan sonra aldıkları ücretle evlerine ekmek götürmek olarak sınırlayan anlayışlar vardır. Bu anlayışların ikisi de kendi başlarına muvaffak olamadıkları gibi –ne çevreci şirketlerden çevreyi koruyabilmektedir ne de işçi evine daha fazla ekmek götürebilmektedir- iki talebin ortaklığının şimdiki insanlık dışı yaşam koşullarından kurtuluşun temeli olduğunu ıskalamaktadırlar.
Akbelen direnişi karşısında LİMAK Holding’in açıklamasında 3100 işçiyi kömür ocaklarında ve işletmelerinde çalışmakla ile “YK emekçileri” rumuzuyla yandaş basına verilen ilanda belirtilen “35 yıldır, evlerimize ekmek götürmek ve ailelerimize bakmak için gece gündüz demeden çalışan enerji ve maden işçileri” olmayı büyük bir lütufmuş gibi sunulmuş olması da işçilerin gerçekliklerini nasıl ters yüz edildiğinin örnekleridir. Kapitalizmde işçinin “ücretli köle” gerçekliğini bir ayrıcalık olarak gösteren bu yaklaşım, işçinin “gece gündüz demeden” kuru ekmek için çalışmaktan başka bir kaderinin olamayacağını kabul etmektedir. Oysa bu şekilde çalışma bizzat işçinin fiziksel varlığını yok eden bir süreçtir. İşçi “gece gündüz demeden” çalıştığı ve karşılığında aldığı ücret ancak endüstriyel olarak üretilen ucuz ve sağlıksız gıdaya yettiği için sofrasını zehirli gıdalarla kurarak açlığa mahkum kalarak “yavaş ölüm”ü[14] yaşamaktadır.
Bu çalışma sisteminde sadece fabrikada çalışan işçi “yavaş ölüm”ü yaşamaz. Fabrikadan yayılan zehirler, kirli hava, kirli su, fabrikanın etrafındaki işçi mahallelerini dolaşarak işçinin ailesine de “yavaş ölümü” yaşatır. Genel olarak Aliağa’da yıllardır süregelen yüksek kirlilik maruziyetine bağlı yaşanan kanser vakaları, meslek hastalıkları, iş cinayetleri ve özel olarak Gemi Söküm Bölgesi’nde asbest ve diğer zararlı kimyasallara maruziyete bağlı kanser ve diğer hastalıklardan oluşan çalışma kaynaklı hastalıklar sermayenin işçilere biçtiği ömrü gözler önüne sermektedir. Küresel zehirli atık ticaretinden şirketler kar elde ederken, işçiler ölüyor. İşçi sınıfının gerçeğinin bu ölüm sarmalı olmadığını ekolojik yıkımın da işçinin bedeninin yıkımının da kaynağı olan bu düzeni kabullenmemek gerektiğini vurgulamak gerekmektedir.
Üretim sistemindeki bu akışları görmeden işçilerin çıkarı belirlenemez. Aynı şekilde fosil sektörünün zararı sadece emisyon miktarı ile ölçülemez. Dolayısıyla ne emek ne de ekoloji mücadelesi olgunun şu ya da bu tarafı ile ilgilenerek kendini gerçekleştiremez. Bu nedenle ekoloji mücadelesinin emekoloji (emeğin ekolojisi) ekseninde yürütülmesi gerektiğini savunuyoruz.
Termik santraller ya da diğer fosil sektörlerin kapatılması tekil olarak elbette savunulabilir ama bu işlemin gerçekleşmesi başlı başına bu sektörlerde ancak kamusal bir irade tarafından belirlenecek ve yönlendirilecek bir dönüşüm programını gerektirir. Bu dönüşüm programının mahiyeti kadar dönüşüm sürecinin kimler tarafından nasıl planlanacağı ve sürdürüleceği dolayısıyla “kamu”nun ne kadar kamusal olduğunun da tartışılması gerekir. Tekil olarak şu ya da bu işletmenin kapatılması mücadelesinde burada çalışan işçilerin ve diğer emekçilerin başka sektörlerde çalışmalarının garanti altına alınması talep edilebilir. Fakat bir bütün olarak üretimin dönüştürülmesi ölçeğinde konu tartışıldığında bunun bir sistem değişikliğini gerektirdiğini unutmak naiflikten öte ideolojik olarak sermayenin gerçek karakterini gizlemektir. Bu bakımdan kamulaştırma, adil dönüşüm gibi talepler, programlar, bilimsel ve ideolojik olarak kapitalist üretim sisteminin sermaye ilişkisine dayandığını, bu ilişkinin de üretim araçlarından koparılmış işçinin ancak fiziki varlığını sürdürebileceği kadar bir ücret karşılığında en insanlık dışı koşullarda çalıştırılmasına, bu çalışmadan sermayenin daha da büyüyerek gerçekleşmesinin doğaya hiçbir bedel ödemeden el koymasına dayandığını unutturmaktadır bize. Ve sanki üretimi sürdüren tekil rasyonel bireylerin (şirketlerin ve onların patronlarının) hataları, açgözlülükleri, akılsızlıkları vb. gibi şeyler onların işçileri daha fazla sömürmelerine, doğayı daha fazla tahrip etmelerine neden oluyormuş gibi sunmaktadırlar.
Notlar:
[1] https://web.archive.org/web/20141022103830/http://yesilgazete.org/blog/2013/03/02/dostlari-10-yil-once-aramizdan-ayrilan-saynur-gelendostu-anlatiyor/
[2] https://www.env-health.org/wp-content/uploads/2022/01/CC_Briefing-Turkey_Mugla_TR.pdf
[3] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-58507458
[4] https://yesilgazete.org/akbelende-henuz-her-sey-bitmedi/
[5] https://www.bbc.com/turkce/articles/cx0w9n7vkqjo
[6]http://ikizkoydireniyor.net/yenikoy-kemerkoy-ve-yatagan-termik-santrallerinin-urettigi-elektrige-muhtac-degiliz/
[7]http://ikizkoydireniyor.net/wpcontent/uploads/2022/12/Mugla_TESleri_enerji_arzindaki_yeri_MMO_EMO_2022.pdf
[8] https://iklim.gov.tr/tuik-ulusal-sera-gazi-emisyon-envanteri
[9] https://www.polenekoloji.org/iklim-krizi-caginda-termik-santrallerle-nereye-kadar/
[10] Health and Environment Alliance-Sağlık ve Çevre Birliiği
[11]https://www.env-health.org/wp-content/uploads/2022/01/CC_Briefing-Turkey_Mugla_TR.pdf
[12]https://www.env-health.org/wp-content/uploads/2022/01/CC_Briefing-Turkey_Mugla_TR.pdf
[13] https://www.polenekoloji.org/yesil-yeni-duzen-tartismasi-vaatler-ve-gercekler/
[14]https://www.polenekoloji.org/emek-ve-ekoloji-baglarini-yeniden-dusunmek-yavas-siddet-cevresel-ve-mesleki-hastaliklar/