Click here for the English version.
Çeviren: Helin Nur Güler, Bircan Tamer
Marksizmin ekolojik literatüre ve mücadelelere katkıları, zengin ve çelişkili bir tartışma alanıdır. Marksizm, çeşitli şekillerde çevresel mücadeleleri ve daha geniş ekolojik politikaları beslemiştir. Genel olarak, son yıllarda Marx ve Engels’in çalışmalarında ekolojik temaların derin bir şekilde takdir edildiğini iddia ediyorum. En önemlisi ve son zamanlarda, iklim krizini Lenin’in içgörüleri aracılığıyla okumaya yönelik birkaç farklı girişimle, Eko-Leninizm etrafındaki tartışmalara doğru bir kayma oldu. Bununla birlikte, özellikle Yeşil Parti siyaseti, bazı ülkelerde, eski Marksist-Leninistlerin, devrimci hedeflerin bir kenara bırakıldığı revizyonist bir siyaset anlayışına doğru hareket ettiğini gördük. Marksizmin ekolojik literatüre ve mücadelelere katkısının ortaya çıkışı da uluslararası düzeyde çeşitlidir. Bunun en güçlü olduğu yer, benim anlayışıma göre Batı Avrupa’dır, ancak dünya çapında militan çevre hareketlerinin büyüdüğünü de teslim etmek gerekir.
Alman Yeşiller Partisi bir başlangıç noktası örneğidir. Doğruluğu konusunda yorum yapamasam da, ilginç bir hikaye duymuştum. Bir stajyer, önde gelen, seçilmiş bir Alman Yeşiller Partisi politikacısı için çalışıyor. Politikacının Federal Meclis’te mi, Avrupa Parlamentosu’nda mı yoksa bir Lander’da mı (bölgesel parlamento) olduğunu unuttum. Stajyerden, siyasi iş için uzakta olan politikacının evine gitmesi isteniyor. Bitkileri sulayan stajyer, duvarda Büyük Dümenci Başkan Mao’nun büyük, gerçek boyutlarında bir posterini görünce şaşırıyor.
Bu anekdotun ciddi bir yanı var; Marksizmin ekolojik literatürü ve mücadeleleri nasıl bilgilendirdiğini gösteren birçok yola işaret ediyor. En ampirik olarak ve en az önemli ölçüde Alman Yeşilleri, kısmen anti-revizyonist siyasetin bir ürünü olarak görülebilir. Ekolojik hareket ve mücadelelerin, Marksist-Leninist adanmışlıktan merkez-taban revizyonist reform siyasetine bir savrulma olarak, Kızıl’dan Yeşil’e nasıl kaydığını not etmek de ilginçtir. Aynı zamanda, Marx, Engels, Lenin, Mao, Troçki ve Luxemburg da dahil olmak üzere bir dizi önemli Marksisti doğaya karşı tutumları açısından açık bir şekilde incelememiz gerektiğini hatırlatır.
Marx’ın Ekolojisi
Çeşitli akademisyenler ve yeşil politik yazarlar, Marksizmin ekolojik mücadelelere çok az katkısı olduğunu açıkça savundular. Marx ve Engels, doğayı insanın ilerlemesini desteklemek için bir araç olarak kullanmayı hedefleyen Prometheusçular olarak tanımlandılar. Buna göre komünizm, Marx’ın çevre üzerindeki sonuçları çok az düşünerek hızlı sanayileşme üzerine çalışmasına dayanıyordu. Bu nedenle yeşil veya ekolojik politik ideoloji, mevcut ideolojilerden bir kopuş temsil eder. İngiliz Ekoloji Partisi’nin önde gelen üyelerinden Jonathon Porritt, 1980’lerin başında Yeşili Görmek‘te bu tür iddialarda bulundu ve açıkça komünizm ve kapitalizmin daha geniş bir anti-ekolojik ideolojinin iki yüzü olduğunu savundu.
“Bu ideoloji kendini endüstriyel büyümeye, üretim araçlarının genişletilmesine, insanların ihtiyaçlarını karşılamanın en iyi yolu olarak materyalist bir ahlaka ve engelsiz teknolojik gelişmeye adamıştır. Her ikisi de artan merkezileşmeye ve büyük ölçekli bürokratik kontrol ve koordinasyona güveniyor. Dar bilimsel rasyonalizm açısından, her ikisi de gezegenin fethedilmek için orada olduğu, büyük olanın apaçık güzel olduğu ve ölçülemeyen şeyin hiçbir önemi olmadığı konusunda ısrar ediyor.“ (Porritt, 1984: 44)
Buna karşılık, SSCB gibi sosyalist ülkelerin çevresel sicili, hem çevresel olarak yıkıcı hem de Marx ve Engels’in klasik metinlerinin temeline dayanan böylesi bir Marksist ekoloji karşıtlığı ile tamamen tutarlı olarak görülüyordu (Cole, 1993).
Akademik bir dergi olan Capitalism Nature Socialism (CNS) editörlerinin, Marx’ın çalışmasının ekolojik politika için hayati olduğunu vurgulamaları, alternatif bir yaklaşımdı. Bu yaklaşım, kapitalizmin çevresel yıkımı yönlendirdiği ve dolayısıyla yeşil politik ekonominin, eğer ekolojik sorunların üstesinden gelmek için gerçekçi bir şans sağlayacaksa, kaçınılmaz olarak anti-kapitalizm ile eklemlenmeyi talep ettiği anlayışına dayanıyordu. James O’Connor, kapitalizmin doğayı yok ederek varoluş olasılığını düşürme eğiliminde olduğunu öne sürerek, kapitalizmin ekolojik çelişkilerini tanımlamayan bu yaklaşımı geliştirdi. Doğa olmadan kapitalizm hayatta kalamaz, ancak sürekli birikim, sömürü ve kâr dürtüsü doğayı yok etme eğilimindeydi (O’Connor, 1988). Buna karşılık, CNS ile de ilişkili olan Joel Kovel, ekonomik büyümenin çevreyi bozma eğiliminde olduğunu ve ekonomik büyümenin kapitalizm için işlevsel olduğunu savundu. Doğanın Düşmanı adlı kitabında, Kovel, Marx tarafından Kapital’in birinci cildinin ilk bölümünde tartışılan “kullanım değerleri” ve “değişim değerleri” arasındaki ayrımın, ekolojik olarak sürdürülebilir bir toplum yaratmak için gerekli olduğuna dikkat çekti. Böylece, malları daha uzun süre dayanacak şekilde yaparak ve komünal ürünler sağlayarak, kapitalizmin israfı olmadan insan refahı büyüyebilir. Bununla birlikte, Porritt ve Marx’ın diğer yeşil eleştirmenleri gibi, Kovel de Marx’ın kapitalizm için gerekli bir analizi sağlarken, Marksizmin ekolojik temalara dirençli olduğunu savundu.
“[Sosyalizm] sanayileşme anında şekillendiği için, dönüştürme itkisi doğa üzerindeki sanayi tahakkümü dâhilinde kalmaya meyilliydi. Bu nedenle, sınai dünya görüşünün teknolojik iyimserliğiyle ona eşlik eden verimlilik mantığını (hepsi de büyüme çılgınlığını besleyen şeyler) açığa vurmaya devam etti. Nükleer atıklardan dirençli bakterilere kadar belli alanlarda yaşanan birçok felaket nedeniyle sınırsız teknolojik ilerleme inancı darbe aldı, ama bu aksilikler sosyalist iyimserliğin, tarihsel misyonunun sanayi sistemini alaşağı etmek değil, onu mükemmelleştirmek olduğu şeklindeki özüne hiç dokunmadı bile. Verimlilik yanlılarının mantığı, doğal dünyayı […] bir üretim gücü olarak gören bir doğa görüşü üzerine kuruludur. İşte tam da bu noktada sosyalizm doğayı kaynaklara indirgeme ve eşgüdümlü olarak, doğa içinde kendimizi, kendi içimizde de doğayı tanımakta gönülsüz oluşumuz bakımından kapitalizmle ortak çok şey paylaşır.“ (Kovel, 2005: 265)
Kovel ve O’Connor’dan gelen bu tür perspektifler, politik olarak ekososyalizm teriminin popülerleşmesinin doğuşuyla bağlantılı olabilir. Mevcut sosyalizm ve komünizm anti-ekolojikti, kilit metinler doğaya saygısızlık edilmesini savunabilirdi, bu nedenle sosyalizm ve/veya komünizm ekolojik mücadeleler için gerekli olsa da, mevcut anti-ekolojik sol alternatiflerden ayırt edilmek için bir ‘eko’ ön ekine ihtiyaçları vardı.
ABD’li sosyolog John Bellamy Foster’ın Marx’ın Ekolojisi kitabının yayınlanmasından bu yana, bu tür perspektiflerden keskin bir kopuş gördüğümüzü iddia ediyorum. Foster, bence ikna edici bir şekilde, ekolojinin Marx ve Engels’in projesinin özü olduğunu savunuyor (Foster, 2000). Gerçekten de, Marx ve Engels’in metinlerinin incelenmesi, çevre sorunlarına karşı çok büyük bir ilgiyi ortaya koymaktadır. Hegel’den ve belki de Spinoza’dan türetilen ilişkilere dayanan felsefeleri, bir ilişkiler bilimi olarak tanımlanan ekolojiye benzer. Örneğin, Kapital Cilt 3’te Marx şunları not eder:
“Hatta bütün bir toplum, bir ulus veya aynı anda var olan tüm toplumlar, gezegenin sahibi değildir. Gezegenin sadece maliki, intifa hakkı sahibidirler ve meskenin dost canlısı sakinleri gibi gezegeni gelecek nesillere iyi durumda devretmeleri gerekir.” (Marx, 1959 [1894]: 530)
Ormansızlaşma, kirlilik ve gıda katkı maddeleri gibi görünüşte çağdaş temaların tartışması Kapital’de bulunabilir.
Engels de ekolojik sorunlara da odaklanmıştır:
“Bununla birlikte, doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek fazla övmeyelim. Böyle her zafer için doğa bizden öcünü alır. Her zaferin beklediğimiz sonuçları ilk planda sağladığı doğrudur, ama ikinci ve üçüncü planda da büyük çoğunlukla ilk sonuçları ortadan kaldıran, bambaşka, önceden görülmeyen etkileri vardır. Mezopotamya, Yunanistan, Küçük Asya ve başka yerlerde işlenecek toprak elde etmek için ormanları yok eden insanlar, ormanlarla birlikte nem koruyan ve biriktiren merkezlerin ellerinden gittiğini, bu ülkelerin şimdiki çölleşmiş durumuna ortam hazırladıklarını akıllarına hiç getirmiyorlardı. […] İşte böylece her adımda anımsıyoruz ki, hiçbir zaman, başka topluluğa egemen olan bir fatih, doğa dışında bulunan bir kişi gibi, doğaya egemen değiliz; tersine, etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parçayız, onun tam ortasındayız, onun üzerinde kurduğumuz bütün egemenlik, başka bütün yaratıklardan önce onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uygulayabilme üstünlüğüne sahip olmamızdan öte gitmez.“ (Engels, 2016)
Marx ve Engels’in biyoloji de dahil olmak üzere bilimler üzerindeki sürekli yoğunlaşmaları, onları çevre sorunlarını düşünmeye yöneltti. Onlar için emeğin sömürülmesi, sağlık ve güvenliğe yönelik çevresel tehditlerle de bağlantılıydı. Engels İngiliz İşçi Sınıfının Durumu’nda kötü bir işyeri ortamının işçilerin sağlıklarının bozulmasında nasıl payı olduğunu inceledi.
John Bellamy Foster, ekolojik düşüncelerin Marx’ın tarihsel materyalizm inşasının merkezinde yer aldığını savunuyor. Buna karşılık, Marx’ın insanlık ve doğanın geri kalanı arasındaki metabolik bir yarık kavramı, Foster tarafından ekolojik krizi kavramsallaştırmak için kullanılmıştır. Yarığı iyileştirmek, iklim değişikliği gibi sorunların cevabıdır. İnsanların doğaya hâkim olduğu ölçüde, yabancı bir şeyden ziyade kendimizin bir unsuruna hâkim oluyoruz. Bu nedenle, Marksistler ve diğer sosyalistler ekolojik sorunlara yaklaşımlarını özelleştirebilirken, Marx ve Engels’in çevre karşıtı düşünürler olarak tanımlanmalarının bir efsane olduğu ortaya çıktı. Ancak Marksistler yeşil hareketlerle nasıl angaje oldular ve Marx ve Engels’in ekolojik varsayımları pratik mücadeleleri ne ölçüde aydınlattı? En azından 1970’lerden beri Marksistler bazen Yeşil veya Ekolojik siyasi partilere katıldılar.
Alman Yeşillerinin kökleri Maoizm’de
Özellikle ekolojik siyasi partiler 1970’lerde ortaya çıktı. Genel olarak bu, MIT’nin Büyümenin Sınırları gibi bilimsel raporlara yansıyan çevre sorunlarının küreselleşmesinin bir sonucuydu. İlk Ekoloji Partileri Birleşik Krallık ve Yeni Zelanda/Aotearoa’da kuruldu (Parkin, 1989). Bunlar, bir dereceye kadar, kapitalizmin veya insan sömürüsünün eleştirisi olmayan muhafazakar kurumlardı. Bununla birlikte, daha geniş ve daha radikal toplumsal hareketlerin ortaya çıkışı, tamamen çevreci partilerden Yeşil Partilere bir dönüşüme öncülük ediyor olarak görülebilir. 1970’ler ve 1980’lerdeki nükleer karşıtı güç ve nükleer silah karşıtı hareketler, en önemlisi Alman Yeşiller Partisi olan yeşil siyasi partilerin oluşmasına yardımcı oldu. Alman Yeşilleri kısmen anti-revizyonistlerin yeni bir müdahale kaynağı arama aktivizminden kaynaklandı (Hülsberg, 1988: 51-53).
Anti-revizyonistlerin Alman Yeşilleri ile ilişki kurmasının belirgin bir nedeni olup olmadığından emin değilim. Görünüşe göre bu, Alman solunun genel angajmanının bir parçasıydı. Alman Yeşillerinin hikayesi birçok kez anlatıldı: kısacası soldakiler, toplumsal hareketlere dahil olanlar, seçim mücadelesi için bir platforma katıldılar. Öğrenci hareketine dahil olan ve Baader-Meinhof ekibine sempati duyan bazıları çevrecilere katıldılar. İlk başta Yeşiller, erken dönem liderlerinden biri olan Petra Kelly’nin sözleriyle “parti karşıtı parti” idi (Emerson, 2011: 55). Alman seçim sisteminin açıklığı göz önüne alındığında seçilmek belki de kaçınılmaza yakındı. Yeşiller radikal platformlarda seçildiler, ancak sonunda SPD ile bölgesel koalisyon hükümetlerine katıldılar ve parti on yıllar içinde genel anlamda merkez sağa doğru kaydı.
Alman Yeşilleri’nden bir dizi önde gelen politikacı, örneğin, Bremen’in eski belediye başkanı Ralf Fücks; ve Baden-Württemberg eyalet başkanı Winfried Kretschmann, başlangıçta Kommunistischer Bund West Deutschland örgütünde aktifti. 1982’de toplu halde Yeşiller’e katılma kararı alan o dönemki adıyla Batı Almanya’daki belki de en büyük Maoist siyasi parti idi. Joschka Fischer ve Daniel Cohn-Bendit gibi otonomist ağlara daha yakın olanlarla birlikte diğer anti-revizyonistler de Yeşiller’e katıldı. (Kühn, 2005).
Yeşil partilerin ve ekolojik hareketlerin Marksizm ile ilişkisi çelişkili eğilimler göstermiştir. Bunlardan biri, daha muhafazakâr bir çevrecilikten büyük radikalizme ve bağlılığa geçiş olmuştur. Örneğin, İngiliz Ekoloji Partisi sağcı Muhafazakar Parti üyeleri tarafından kurulmuştur, ancak Marksizm örgütün tarihinde hiçbir zaman güçlü olmamış olsa da parti büyük ölçüde sola kaymıştır (Wall, 1994). Tipik bir biçimde, yakın tarihli bir liderlik seçimi yarışında, tüm adaylar kapitalizme karşı olduklarında ısrar ettiler (Jarvis, 2021). Öte yandan, Doğu Alman eko-Marksist Rudolf Bahro’nun sözleriyle, Kırmızıdan Yeşile bir geçiş olmuştur (Bahro, 1984). Alman Yeşilleri, kısaca tartışıldığı gibi belki de en iyi bilinen örnektir, ancak başkaları da var. Örneğin, Hollanda’daki Yeşil Sol, şimdi, Almanlar gibi, siyaseten merkezde duran standart bir Avrupa Yeşil Partisi’dir, ancak başlangıçta Komünist Parti de dahil olmak üzere dört Hollandalı sol kanat siyasi partinin dağılmasından doğmuşlardı (Voerman, 2006: 80). Bu yönelim elbette Yeşillerle sınırlı değil, Hollanda Sosyalist Partisi’nin Marksizm’den oldukça standart sosyal demokrasiye geçişi hemen akla gelenlerden. Ve Lenin’den bildiğimiz gibi, SPD de dahil olmak üzere Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında Avrupa’nın çoğu sosyalist partisi komünizmi terk etti ve birbiriyle çekişen ulus devletlerini destekledi. Yeşillere katılan anti-revizyonist örgütlerin Alman üyeleri, genel olarak dramatik bir şekilde Mao ve Hoca’dan Hıristiyan Demokratlarla uzlaşmaya kadar gittiler.
Zaman zaman bu çelişkili hareketler tek bir bireyin çalışmasına yansır. Fransız ekoloji teorisyeni André Gorz, paradoksal bir şekilde kırmızıdan yeşile ve tersine çevrecilikten anti-kapitalist bağlılığa doğru bir hareketi teşvik etmek için hareket etti. En çok Elveda Proletarya kitabıyla tanınan eski Marksist, sınıf çatışmasının büyük ölçüde gereksiz olduğunu ve çevreciler de dahil olmak üzere yeni toplumsal hareketlerin potansiyel değişim için bir gücü temsil ettiğini savundu (Gorz, 1987). Dolayısıyla Gorz’un anti-revizyonizmden toplumsal hareketlere, Yeşil Partilere ve görünüşe göre sürekli politik sağa doğru ilerleyen Yeşiller içindeki harekete metinsel destek verdiği görülebilir. Buna karşılık Gorz’un Politika Olarak Ekoloji metni ekonomik birikim dürtüsünü ekolojik risklerin ana kaynağı olarak tanımladı. Joel Kovel’in argümanlarını yirmi yıl önceden şekillendirerek, kapitalizmin çevresel yıkımın nedeni olduğunu savundu. “Bu, zengin toplumlarda tüketimin doğasıdır; insanların herhangi bir zamanda sahip oldukları genel tatmin düzeyini ya da gerçekten yararlı malların (‘kullanım değerleri’) sayısını artırmadan sermayenin büyümesini sağlar.’ (Gorz, 1980: 23) Böylece Gorz, diğer yazarlar arasında Marx’ın Kapital‘in birinci cildindeki geniş kapitalizm analizine işaret eden bir anti-kapitalist eleştirinin bazı yeşiller arasında öne çıkarılmasına yardımcı oldu.
Yeşil Troçkizm?
Yaklaşımlardan biri de, Marx yeşil olsa da 20. yüzyıl sosyalizminin çevreciliği geliştirmedeki başarısızlığının Stalin ve Stalinizm’e mâl edilebileceği iddiası olmuştur. Bu, bana sürdürülebilir bir analiz yapmaktan ziyade bir bireyi suçlayan yüzeysel bir yaklaşım gibi görünüyor. Aynı şekilde, Stalin’in ana eleştirmeni olarak görülebilecek Troçki’nin çalışmalarında çevresel bir öz bulmak da zor. Troçki tipik olarak komünizmin belki de oldukça vahşice ve kabaca doğaya hakim olma projesi olduğunu savunmuştur.
“Sosyalist toplumda insan, makine aracılığıyla, keklik ve mersin balıklarıyla birlikte doğaya bütünüyle hükmedecektir. İnsan dağlar ve geçitler için yerleri gösterecek, nehirlerin akışını değiştirecek ve okyanuslar için kurallar koyacak. İdealist budalalar bunun sıkıcı olacağını söyleyebilirler ama bu yüzden budalalar. Elbette bu, tüm dünyanın kutulara ayrılacağı, ormanların park ve bahçelere dönüştürüleceği anlamına gelmiyor. Büyük olasılıkla, çalılıklar, ormanlar, keklik ve kaplanlar kalacak, ancak yalnızca insanların kalmalarını emrettiği yerde.“ (Troçki, 1941: 5).
Bunları söyleyen Troçki’ye göre insan bunu o kadar iyi yapacaktı ki kaplan makineyi fark etmeyecek veya değişimi hissetmeyecek, ama ilkel zamanlarda yaşadığı gibi yaşamaya devam edecekti. Makine, yeryüzüne karşı bir konumda değil. Buna karşılık, çevreye duyarlı Troçkizmin bazı tezahürleri de oldu. Ernest Mandel’in çizgisindeki Dördüncü Enternasyonal, doğası gereği açıkça ekososyalisttir. Çeşitli ulusal bölümleri ekolojik çalışmayla yüksek düzeyde meşgul oluyor. Britanya’da, bu Dördüncü Enternasyonal ile ilişkili olan Sosyalist Direniş’ten Alan Thornett, iklim değişikliğine ilişkin ekososyalist bir yaklaşımın ayrıntılı bir açıklamasını ortaya koydu (Thornett, 2019). Dördüncü Enternasyonal’deki diğerlerinin polemikleri, Troçki’yi, Marx ve Engels’in aksine ekolojik sorunları ele almadığı için açıkça eleştirdi (Tanuro, 2015).
Çok sayıda Troçkist enternasyonalin varlığı kafa karıştırıcı olabilir, ancak bu elbette Marksizmin diğer biçimlerinin bir özelliğidir. Mandelci Dördüncü Enternasyonal’in Pablocu düşünce kollarından etkilenmiş olması mümkündür. Yunan Troçkist Michel Pablo, 1960’larda Dördüncü Enternasyonal’den bölündü, ancak onun yoldaşları 1990’larda yeniden katıldı (Coates, t.y). 1970’ler boyunca, ekososyalist olarak görülebilecek olan bir yaklaşımın güçlü savunucularıydılar. Bunların belki de en güçlülerinden Avustralya’da önde gelen bir Pablocu olan fizikçi Alan Roberts, 1979’da The Self-Managing Environment kitabını yayımladı (Roberts, 1979). Hem Marx’tan hem de Freud’dan yararlanarak, Marcuse ve diğer Batılı Marksistler tarafından teorize edilen tüketimci kapitalizm tarzını eleştirdi. Roberts’ın argümanı, işçi kontrolünün olmaması da dahil olmak üzere demokratik katılım eksikliğinin, tüketim malları için ket vurulmuş bir talebe yol açtığıydı. Yaşama ne kadar az katılırsak ve yaşam deneyimimizi şekillendirme yeteneğine ne kadar az sahipsek, bunu bir o kadar çok israf ürünleri tüketerek telafi ederiz. Ekolojik kriz, kapitalist büyümenin bir ürünü olarak görülür ve tüketimci kapitalizmdeki büyüme çevresel açıdan yıkıcıdır. Kendi kendini yöneten sosyalist bir toplum bu nedenle ekososyalist bir alternatiftir. Roberts ayrıca ekolojik sorunları kapitalizmden ziyade nüfusa bağlayan neo-Malthusçu çevrecilere yönelik güçlü bir eleştiri ortaya koydu. The Self-Managing Environment‘ın diğer bölümleri sözde “müştereklerin trajedisi”ni ele alarak sağcı biyolog Garrett Hardin’in önerdiği gibi çevresel yıkım için bir metafor işlevi görmekten ziyade, müştereklerin zorla ele geçirildiğini ve çitlendiğini savundu.
Önde gelen bir Pablocu olan Nick Origlass, yerel yönetim ekososyalizmiyle uğraştı. Yerel gücü kazanmak ve kendi topluluğundaki zehirli atık boşaltmaya meydan okumak için Sidney’deki Leichhardt Belediye Meclisi’nde kendi bağımsız İşçi Partisi’ni kurdu (Greenland, 1988). Avustralya ayrıca, İnşaat İşçileri Sendikası’ndaki sendikacıların çevreye zarar veren inşaat projelerinde çalışmayı reddettiği yeşil yasak hareketinin (green ban movement) oluşumuna da tanık oldu (Koffman, 2021).
Ekososyalist siyasete tutkuyla bağlı olan bir diğer Troçkist figür, Perulu devrimci Hugo Blanco’dur. Blanco, Dördüncü Enternasyonal ile kardeşçe bağlarını korurken, mevcut siyaseti Meksika Zapatistlerininkine daha yakındır. Blanco, Lucha Indigena [Yerli Mücadelesi] gazetesini çıkarıyor ve aynı zamanda Rojava Devrimi’nin aktif bir destekçisi. Aslen bir tarım bilimi öğrencisiydi, Arjantin’de okudu, 1960’ların başında toprak reformunu başarıyla kazanan bir köylü ayaklanmasına öncülük etti. Onlarca yıllık aktivizmi boyunca, ekolojik ve yerel mücadelelere giderek daha fazla dahil oldu (Wall, 2018). Ben bunları yazarken kendisi 80’li yaşlarda. Ama önde gelen bir ekososyalist düşünür ve aktivist olmaya devam ediyor.
Yeşil Küba
Sosyalist devletler 20. yüzyılda ekoloji politikaları nedeniyle eleştirilirken Küba bunun sıkı bir istisnası olduğunu kanıtladı. 1990’ların başından beri Küba, iklim değişikliği emisyonlarını büyük ölçüde azaltmak ve çevreyi çeşitli şekillerde korumak için politikalar izledi. Küba’nın çevre korumaya yönelik aleni ve güçlü dönüşünün nedeni iki yönlüdür. Sovyetler Birliği’nin çöküşü, 1990’dan sonra Küba’ya artık ucuz petrol sağlanmadığı anlamına geliyordu. Bu, devam eden ABD ablukası bağlamında ciddi bir krize yol açtı ve “Özel Dönem” olarak adlandırılan dönemle sonuçlandı. Bu nedenle, Küba toplumunun hayatta kalmasını sağlamak için petrol tüketiminde keskin bir azalma hayati önem taşıyordu (Plonska ve Saramifar, 2019). Buna karşılık ve görünüşe göre bu gereklilikten bağımsız olarak, Fidel Castro ekolojik kaygılar ve tartışmalarla derinden ilgilenmeye başladı. Çevre üzerine 1992 uluslararası Rio BM konferansında yeşil politikaları savundu ve şunları kaydetti:
“Önemli bir biyolojik tür olan insan doğal yaşam ortamının hızla ve aşamalı olarak ortadan kaldırılması nedeniyle yok olma riskiyle karşı karşıyadır. Biz bu problemin ayırdına onu önlemek için artık neredeyse çok geç olduğu bir zamanda varıyoruz. Bu korkunç çevre tahribatının başlıca sorumlusunun tüketim toplumları olduğunu söylemek gerekir.
Dünya nüfusunun sadece yüzde 20’si, tüm metallerin üçte ikisini ve dünya çapında üretilen enerjinin dörtte üçünü tüketiyorlar. Denizleri ve nehirleri zehirlediler. Havayı kirlettiler. Ozon tabakasını zayıflatıp deldiler. Atmosferi gazlarla doldurdular, şimdiden acısını çekmeye başladığımız feci etkilerle iklim koşullarını değiştirdiler.“ (Castro, 2016)
Küba, çevre dostu politikalar uygulamakta o kadar başarılı ki, düzenli olarak dünyanın en iyi sürdürülebilir kalkınma örneği olarak anılıyor. Büyümesinin organik tarım kullanılarak sağlanmasına yönelik bir itkiyle tarım kısmen karbondan arındırıldı. Rüzgar türbinleri de dahil olmak üzere yenilenebilir enerjiye önemli yatırımlar yapıldı. Otobüsler, benzinli arabalara olan bağımlılığı azaltmanın bir yolu olarak teşvik edildi. 2019’da Küba, ekolojik olarak sürdürülebilir ekonomik aktiviteyi destekleyen Sürdürülebilir Kalkınma Endeksinin zirvesinde yer aldı (Trinder, 2020).
Doğrusunu söylemek gerekirse, Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist devletlerin sözde ekoloji karşıtı siciline, son zamanlarda ayrıntılı bir karşılaştırmalı çalışmada meydan okundu (Engel-Di Mauro 2021). Küba’nın çevre politikaları giderek daha iyi bilinirken, Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında bir çevre modeli olarak övüldüğü belki de çoğu zaman unutuluyor. Lenin döneminde milli parklar açıldı ve hayvanların korunması teşvik edildi (Stahnke, 2021). Son yıllarda eko-Leninizm kavramı çeşitli yazarlar tarafından dile getirildi. İsveçli akademisyen Andreas Malm, iklim krizinin üstesinden gelmek için Lenin’e dönmemiz gerektiğini savundu. İklim krizinin aciliyetinin, Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarındaki savaş komünizmine benzer bir yaklaşımı benimsemek anlamına gelebileceğini savundu (Malm, 2020).
Ekolojik Alternatifler için Bir Rehber Olarak Marksizm
Peki, ekolojik Marksizmin çeşitli tezahürlerini listelemekten politik bir alternatif inşa etmeye doğru ilerleyerek, tüm bunları nasıl bir araya getireceğiz? Marksizm ve ekoloji hareketlerinin/literatürünün bazı eklemlenmelerini kısaca özetledim. Ama bu çok geniş bir alan ve pek çoğunu dışarıda bıraktım. Sonuç olarak, en azından not etmek istediğim dört tema var 1) Müşterekler 2) İşçi sınıfı üretkenliği 3) Anti-emperyalizm, ve son olarak 4) geçişi teşvik etmede Leninizmin rolü.
Son yıllarda en kapsamlı şekilde Nobel Ödüllü politik ekonomist Elinor Ostrom tarafından incelenen bir kolektif mülkiyet kavramı olan müşterekler, ekolojik sorunların üstesinden gelmek için esastır (Ostrom 2019). Marx ve Engels’in çalışmalarında da yinelenen bir kavramdır. Kapitalizm, ekolojik yıkımın itici gücüdür, kaynakların kolektif mülkiyeti kavramı ise bunun aksine, ortak refah ve sürdürülebilirlik olasılığını yaratır. Marx’ın, dünyanın sahibi olmadığımız ve onu gelecek nesiller için daha iyi bir durumda bırakmamız gerektiği yönündeki, yukarıda belirtilen gözlemi yeşil bir politik ekonomi için yararlı bir başlangıç noktasıdır. Örneğin İngiliz müzisyen ve devrimci Cornelius Cardew tarafından yükseltilen hepimizin kolektif, yaratıcı ve birlik içindeki etkileşimine dayalı bir toplum için duyduğu Marksist özlem yerinde bir özlemdir (Norman, 2019).
İklim değişikliği ve diğer ciddi boyuttaki çevresel sorunlar, işçi sınıfının çözümlerini gerektiriyor. İşçilerin üretkenliği ve yaratıcılığı, ekolojik alternatifler için hayati öneme sahiptir. İşçi sınıfının çevre politikalarının sıklıkla unutulan tarihi incelenmeyi gerektiriyor. Yukarıda, çevreye zarar veren bina projelerini durdurma konusunda Avustralya Yeşil Yasak hareketi örneğini not etmiştim. İşçiler alternatif sürdürülebilir gelecekler üretir ve üretebilir, işçilerin ekolojik üretim planları kavramı önemlidir (Hampton, 2015).
Anti-emperyalizm bir başka önemli boyuttur. Thomas Sankara (2018) bize ormanları yakan kundakçının emperyalizm olduğunu hatırlatıyor. Latin Amerika’daki yerel toplumsal hareketlerden Rojava Devrimi’ne uzanan, anti-emperyalizmi ekolojik politikayla ilişkilendiren sayısız hareket var. Andreas Malm’in bir diğer yararlı katkısı, fosil yakıtların nasıl kolonyal sömürünün ve kapitalist birikimin tarihsel ürünü olduğuna dair kavrayışıdır (Malm, 2016). Perulu Marksist José Carlos Mariátegui, toprağın sömürge egemenliği karşısında özerklik mücadelelerinin merkezinde olduğunu savundu (1971). Bu, Max Ajl tarafından da ele alınan bir temadır ve “Eko-sosyalistler, sömürgeleştirilmiş halkların temel taleplerinden başlamalıdır: yani ulusal kurtuluş. Filistin kurtuluş mücadelesi, yabancı yerleşimcilerin toprak üzerindeki kontrolünü kırmayı amaçlayan, geriye kalan birkaç ‘klasik’ ulusal kurtuluş mücadelesinden biridir, ancak tek değildir.” (Hancock, 2021).
Geniş kapsamlı bir ekoloji ve Leninizm araştırmasında, Lenin’in ekolojik hareket için önemi, emperyalizmin analizinden taban inşası ve ikili iktidar stratejilerinin benimsenmesine kadar uzanan bir yelpazede görülebilir (Woody, 2020). Lenin’in stratejik analizi, ekolojik krizin üstesinden gelebilecek siyasi örgütlerin nasıl inşa edileceğini kuramlaştırmada değerli olabilir (Wall, 2020). Ekolojik tartışmalara birçok önemli Marksist katkının içinde, bence potansiyel olarak en önemlisi Leninizmdir. Lenin’in katkısı, özel bir bağlamda devrimi nasıl gerçekleştirdiğimizi araştırmaktı. Kapitalizmin iklim değişikliğinin ve diğer ekolojik hastalıkların ana itici gücü olduğuna dair artan bir farkındalık var. Toplumu dönüştürmek ve kapitalizmi aşmak, insanın hayatta kalması için elzem olarak görülebilir, bunu nasıl yaptığımıza dair eleştirel araştırma, Lenin’in sözlerinin ve çalışmasının açık bir okumasıyla geliştirilebilir. Lenin, bizimkinden çok farklı bir dünyada tarih yazılmasına katkı sundu, bu nedenle onun görüşleri kabaca kesilip günümüz gerçekliğine yapıştırılamaz, ancak metinlerini yeniden okumak hayati önem taşır. Fransız filozof Alain Badiou, “Marksizmi, halk devrimlerinin birikmiş bilgeliği, doğurdukları sebep ve hedeflerinin sabitliği ve kesinliği olarak tasavvur etmeliyiz” der (Bostells, 2011: 280). Çok yönlü olan ve gittikçe hızlanan bir ekolojik krizle mücadelede kesinliğe ihtiyacımız var, dikkatle okunan ve maddi olarak uygulanan Marksizm bize rehberlik edecektir.
Derek Wall, Londra Üniversitesi Goldsmiths’te politik ekonomi dersi veriyor, İngiltere ve Galler Yeşiller Partisi’nin eski bir uluslararası koordinatörüdür ve Marksist Centre’da aktif.
Kaynakça
Bahro, Rudolf (1984) From Red to Green: Interviews with New Left Review. London: Verso.
Bostells, Bruno (2011) Badiou and Politics. Durham, North Carolina: Duke University Press.
Castro, F. (2016) “Fight the ecological destruction threatening the planet!” Climate and Capitalism, 9 Ekim 2021’de erişildi.
Coates, Andrew (nd) “The British Pabloites” 9 Ekim 2021’de erişildi.
Cole, Daniel H., (1993). “Marxism and the Failure of Environmental Protection in Eastern Europe and the U.S.S.R.” Indiana University Maurer School of Law, 9 Ekim 2021’de erişildi.
Emerson, Peter (2011) Defining Democracy Voting Procedures in Decision-Making, Elections and Governance. Berlin/Heidelberg: Springer Berlin Heidelberg
Engel-Di Mauro, Salvatore (2021) Socialist States and the Environment: Lessons for Eco-Socialist Futures. London: Pluto Press.
Engels, Frederick, (1972 [1883]) Dialectics of Nature. Moscow: Progress.
Foster, John Bellamy (2000) Marx’s Ecology: Materialism and Nature. New York: Monthly Review Press.
Gorz, André (1980) Ecology as Politics. Boston: Southend Press.
________ (1987) Farewell to the Working Class: An Essay on Post-Industrial Socialism. London: Pluto.
Greenland, Hall. (1998). Red Hot: The Life & Times of Nick Origlass, 1908–1996, Wellington Lane Press.
Hampton, Paul (2015) Workers and Trade Unions for Climate Solidarity: Tackling Climate Change in a Neoliberal World. London: Routledge.
Hancock, Alfie (2021) “A People’s Green New Deal: An interview with Max Ajl” Ebb., 9 Ekim 2021’de erişildi.
Hülsberg, Werner (1988) The German Greens: A Social and Political Profile. London: Verso.
Jarvis, Chris (2021) “6 things we learnt from the first Green Party leadership hustings” Bright Green, 9 Ekim 2021’de erişildi.
Koffman, Chloe (2021) “Remembering Australia’s Green Bans” Tribune, 9 Ekim 20212de erişildi.
Kovel, Joel (2007) The Enemy of Nature: The End of Capitalism or the End of the World? London and New York: Zed Press.
Kühn, Andreas (2005) Stalins Enkel, Maos Söhne: die Lebenswelt der K-Gruppen in der Bundesrepublik der 70er Jahre. Frankfurt: Campus Verlag.
Malm, Andreas (2016) Fossil Capital: The Rise of Steam Power and the Roots of Global Warming. London: Verso.
________ (2020) Corona, Climate, Chronic Emergency: War Communism in the Twenty-First Century. London: Verso.
Mariátegui, José Carlos (1971 [1928]) Seven Interpretative Essays on Peruvian Reality. University of Texas Press. 9 Ekim 2021’de erişildi.
Marx, Karl (1959 [1894]) Capital. The process of capitalist production as a whole. Volume III. New York: International Publishers.
Norman, Fiona (2019) “Who Killed Cornelius Cardew?” Ebb, 9 Ekim 2021’de erişildi.
O’Connor, James (1988) Natural Causes: Essays in Ecological Marxism. New York: Guilford Press.
Ostrom, Elinor (2019) Governing the Common: The Evolution of Institutions for Collective Actions. Cambridge: Cambridge University Press.
Parkin, Sara (1989) Green Parties: An International Guide. London: Heretic Books.
Plonska, Ola and Saramifar, Younes (2019) The Urban Gardens of Havana: Seeking Revolutionary Plants in Ideologized. London: Palgrave.
Porritt, Jonathan (1984) Seeing Green: The Politics of Ecology Explained. Oxford: Basil Blackwell.
Roberts, Alan (1979) The Self-Managing Environment. London: Allison and Busby.
Sankara, Thomas (2018 [1985]) “Imperialism is the arsonist of our forests and savannas” 9 Ekim 2021’de erişildi.
Stahnke, Ben (2021) “Lenin, Ecology, and Revolutionary Russia” 9 Ekim 2021’de erişildi.
Tanuro, Daniel (2015) “Environment: The foundations of revolutionary eco-socialism” International Viewpoint. 9 Ekim 2021’de erişildi.
Thornett, Alan (2019) Facing the Apocalypse: Arguments for Ecosocialism. London: Resistance Books.
Trinder, Matt (2020) “Cuba found to be most sustainably developed country” Green Left. 9 Ekim 2021’de erişildi.
Trotsky, Leon (1941[1924]) “Trotsky on the Society of the Future” The Militant, 23 August 1941.
Voerman, Gerrit (2006) “Losing colours, turning green” Richardson, Dick and Rootes, Christopher (eds) The Green Challenge. London: Routledge.
Wall, Derek (1994) Weaving a Bower Against Endless Night. An Illustrated History of the Green Party. London: Green Party of England and Wales.
________ (2018) Hugo Blanco: A revolutionary for life. London: Merlin Press.
________ (2020) Climate Strike: The Practical Politics of the Climate Crisis. London: Merlin Press.
Woody, Gus (2020) “Revolutionary Reflections | Moving towards an ecological Leninism”. RS21.