Hatırlanacağı üzere 2011 yılında Japonya’nın kuzeydoğu kıyıları 9 büyüklüğündeki depremle sarsılınca 15 metrelik bir dev dalgaların oluştuğu bir tsunami meydana gelmişti. Tokyo Elektrik Güç Şirketi (TEPCO) tarafından işletilen nükleer santralin elektrik şebekesi de bu tsunamiden zarar görmüş ve santralin jeneratörlerini su basmıştı. Santralde elektrik kesintisinin ardından çekirdek erimesi başlamış ve birkaç gün içinde tonlarca radyoaktif madde sızmıştı. Fukuşima nükleer reaktörünün soğutulmasında deniz suyu kullanıldı ve bu radyoaktif atık su depolara doldurularak bugüne kadar biriktirildi. 2020’nin Eylül ayına geldiğimizde 1044 tankta 1,23 milyon ton atık su biriktiği açıklandı.i TEPCO 2018’de filtrasyon sistemlerinin tüm tehlikeli maddeleri sudan arıtamadığını ve sahada depolama tankları için yer kalmadığını itiraf ettikten sonra özür diledi ve 2022 yazına kadar santralde atık suların depolandığı tankların tamamen dolacağını belirtti. Japonya hükümeti de şirketin açıklamasına paralel olarak 2022’den itibaren depoların kapasitesinin dolacağının öngörüldüğünü ve suyun Büyük Okyanus’a deşarj edileceğini açıkladı. İlk aşamada suyun tesisin içinde temiz suyla seyreltilerek verilmesi ve 30 yılda yoğunluğunun 1/40 oranına düşürülmesi planlanıyor.
Fukuşima Daiichi’deki radyoaktif atık su gelişmiş bir sıvı işleme sistemi ALPS ile arıtılıyor. “II. Düşük Özgül Aktiviteli Madde Sınıfı”nda (LSA II) yer alan trityum TEPCO’nun arıtma sisteminin uygun teknolojide olmamasından dolayı sudan arındırılamıyor. Hidrojen elementinin izotopu olan trityum (3H) nükleer reaktörlerde Lityum-6 izotopunun nötronla bombardımanı sonucu açığa çıkıyor. Bazı uzmanlar okyanusun iki katmanlı basit bir modelini kullanarak 50 yıl boyunca derin su katmanlarına aktarılacak fisyon ürünlerinin %2’sinden daha azının denizin derinliklerine yerleşeceğini öne sürüyorlar.i Yani radyoaktif atık suyun Pasifik Okyanusu’nun dev su kütlesine hızla karışacağı ve trityumun canlı yaşamı bakımından riskinin düşük olduğu iddia ediliyor. Ancak, Kuzeybatı Ulusal Laboratuvarı’ndan eko-toksikolog Ted Poston, radyonüklitlerin çözünür formdayken parçacıklar tarafından absorbe edilebileceklerini söylüyor. Örnek vermek gerekirse, çözünür iyot oldukça hızlı dağılacaktır ama bir radyonüklit diğer moleküllerle reaksiyona girerse veya mevcut parçacıklar üzerinde birikirse – mineral parçaları gibi- suda asılı kalabilir veya daha büyükse deniz tabanında birikebilir. Bu nedenle, okyanusun derin sularına giren herhangi bir kirletici, yüzey katmanlarına yayılmadan önce büyük bir hacimde dağılacaktır. Yine radyoaktif bir element olan Stronsiyum-90 da yasal sınırın üzerinde ölçüldü. Stronsiyum-90’a maruz kalmanın kemik kanseri ve lösemi gibi hastalıklara yakalanma riskini artırdığı bilinmektedir. Şirketin sözcüsü, bir karar verilirse okyanusa vermeden önce bu seviyeleri yasal sınırların altına getirmek için tanklardaki suyu bir kez daha filtreleyeceklerini söylüyor.
Greenpeace Japonya ise basın bülteninde bu suyun tehlikeli düzeylerde Karbon-14 de içerdiğini ve bu düzeyin insan DNA’sına zarar verme potansiyeli taşıdığını açıkladı.i 27 Ağustos 2020’de TEPCO, kirlenmiş tank suyunda yüksek karbon-14 seviyelerinin varlığını ilk kez kabul etti. Sekiz nötron içeren karbon-14 atomları radyoaktiftir ve kararlı hale gelmek için ışıma yaparlar. Doğada bulunan karbon izotopları arasında sadece karbon-14 atomları radyoaktif olduğu için bu izotopa radyokarbon da denir. ALPS, uzun vadeli bir radyolojik tehlike olmasına rağmen karbon-14’ü gidermek için tasarlanmamıştır. Karbon-14 katı, sıvı veya gaz halindeki inorganik ve organik karbonun varlığından dolayı çok karmaşık olan karbon döngüsüne girebilmiştir.ii Fukuşima nükleer santralinde radyoaktif suyun olduğu gibi yeraltı suyuna karışmasını önlemek için buz duvarı kullanıyor. 400 milyon dolar harcanan ve her yıl 10 milyon dolar ek bakım maliyeti olan buz duvarı sistemi, radyoaktif suyun yeraltı suyuna karışmasını tamamen önleyemiyor. Üstelik buzdan duvarın iklim krizi nedeniyle tayfun, fırtına gibi çeşitli hava olayları karşısında nasıl direnç göstereceği de ayrı bir sorun teşkil ediyor.
Fukuşima nükleer santralindeki radyoaktif suyun bir kısmı okyanusa sızdıktan sonra komşu ülkeler bu durumu protesto ederek Fukuşima ve çevresinden deniz ürünleri ithal etmeyi bıraktı. Günümüzde okyanusların üçte biri zaten radyoaktif olarak kirlenmiş durumda ve Fukuşima’dan yayılan radyoaktif suyun payı bu kirlilikte %80’lik orana sahip. Pasifik Okyanusu’nun yanı sıra İngiltere’nin kuzeybatısındaki Sellafield’de nükleer yakıt fabrikasının 1950’lerden başlayarak on yıllar boyunca radyoaktif madde saldığı İrlanda Denizi’nde yapılan araştırmalar radyoaktif malzemelerin okyanus akıntıları ile diğer denizlere geçip deniz tortusunda biriktiğini ve deniz besin ağına tırmandığını gösterdi. İyot-131 deniz yosunu veya plankton gibi organizmalara geçtiğinde, İrlanda Denizi’nde görüldüğü gibi daha büyük balıklar tarafından yenen balıklara aktarılabilir. Radyonüklitleri ayrıca balıklar solungaçları yoluyla alabilir ve yumuşakçalar bunları yutabilirler.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı OECD’nin Radyasyondan Korunma Bölümü Başkan Yardımcısı Edward Lazo, “Bu tam olarak gelişmiş bir bilim değil ve pek çok belirsizlik var” diyor. Columbia Üniversitesi’nde Çevre Bilimleri Profesörü ve Radyasyon Onkolojisi Başkan Yardımcısı Tom Hei, radyasyonu alan mekanizmaların insanlar ve balıklar için aynı olduğunu açıkladı. Vücutta radyasyon kan dolaşımına, akciğerlere ve kemik yapılarına girerek potansiyel olarak ölüme, kansere veya genetik hasara neden olabilir. Hei, radyasyonun nasıl biriktiğinin maruz kalma derecesine – doz ve süre – ve elementin yarı ömrüne bağlı olduğunu söyledi. Bilim insanı Ken Buesseler, “Fukuşima Nükleer Santrali’nin okyanus kıyısında olması göz önüne alındığında, okyanustaki etkileri herhangi bir denizden yüzlerce kilometre uzakta olan Çernobil felaketini aşacaktır. TEPCO, santralin yakınında yasal sınırın 5 milyon katı radyoaktif iyot-131 içeren deniz suyunun tespit edildiğini bildirdi,” diyerek endişesini dile getirirken Fukuşima’daki çocuklarda tiroit kanseri vakalarının artış gösterdiği saptandı. Çocukluk çağı tiroit kanseri, Dünya Sağlık Örgütü tarafından nükleeer santral korelasyonu tanınan yegane hastalık. Diğer yandan suyun serbest bırakılmasına Fukuşima sakinleri ve ihracat yasaklarıyla karşı karşıya kalan Japon balıkçılar şiddetle karşı çıkıyor. Balıkçı kooperatifleri, “bu suyun taşınmasının acil ve önemli bir ulusal sorun olduğunun farkındayız ancak bu su okyanusa verilirse itibarımıza kaçınılmaz zararlar vereceğiz,” diye yakınıyorlar.
Greenpeace’in “Stemming the Tide 2020: The Reality of the Fukushima Radioactive Water Crisis” raporuna göre Fukuşima dağlarından ve taşkın ovalarından sahaya akan yeraltı suyu hacmi azalırken, 2019 yılında ortalama günlük miktar 180 m³ oldu. Tayfunların ardından ise bu miktar çarpıcı bir şekilde arttı. Ekim 2019’da Hagibis Tayfunu günde 650 milyon metreküpten fazla girişe yol açtı. Toplam kirlenmiş su miktarının 2020 sonunda 1.37 milyon metreküpe yükselmesi bekleniyor. Fukuşima açıklarındaki denizdeki radyasyon seviyeleri hükümetin 100 bequerel sınırından milyonlarca kat daha yüksek ve bugün hala radyoaktif maddeler Pasifik’in diğer bölgelerinde tespit edilebiliyor. Yeraltında radyoaktif atık su birikmeye devam ediyor.
ALPS (gelişmiş sıvı işleme sistemi) arızasından dolayı şu anda depolama tanklarında bulunan suyun %72’sinin tekrar işlenmesi gerekiyor. Bu işlemin ne kadar etkili olacağına dair ciddi sorular var. Ekim 2020’de yapılacak test programını 800 bin tondan fazla kirli suyun işlenmesi izleyecek. 5730 yıllık yarı ömrü ile karbon-14 dozunun önemli oranda artışı yerel, bölgesel ve küresel ölçekte insanları etkileyecektir.
TEPCO ve Japonya hükümeti, Pasifik Okyanusu’na salınacak atık suyun tehlikeli seviyelerde karbon-14 içerdiğini vatandaşlara açıklamada başarısız oldu. Japon Dışişleri Bakanlığı (MOFA), Fukuşima Daiichi’’nin kontamine suyu ile ilgili sorgulandığında Birleşmiş Milletler insan hakları özel raportörlerini yanıltmaya devam etti. TEPCO, radyoaktif trityum hakkındaki temel bilimsel gerçekleri yanlış sunmaya ve seçici bir şekilde görmezden gelmeye devam ediyor. Özellikle, Organik Bağlı Trityum’un (OBT) rolünü görmezden gelmeye devam ediyorlar ve sonuç olarak gelecekteki herhangi bir kirlenmiş su deşarjının olası etkileri hakkında doğru bilimsel veriler sağlamıyorlar.i
Japonya, Tokyo Olimpiyatlarını kullanarak Fukuşima’nın nükleer felaketten kurtulmasını teşvik etmek için su ile ilgili kararını oyunların sonrasına bıraktı ancak etkinlik Covid-19 nedeniyle 2021’e ertelendi. Güney Kore, Tokyo’nun suyu serbest bırakma planlarını eleştirdi. Rusya Dış İşleri Bakanlığı’ndan Maria Zakharova, silolardaki radyoaktif suyun denize geri boşaltma ihtimaline istinaden bu işlemin çevreyi ve balıkçılığı olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekerek Rusya basınına yeterli teknoloji yoksa Japonya’nın Uluslar arası düzeyde yardım istemesi gerektiğini söyledi. Bölge halkı, insan ve çevre sağlığı konusunda geleceğe endişeyle bakıyor. Tıpkı deprem bölgesi olan Akkuyu için Türkiye’deki çevre örgütleri ve bilim insanlarının baktığı gibi.
ihttps://storage.googleapis.com/planet4-japan-stateless/2020/10/5768c541-the-reality-of-the-fukushima-radioactive-water-crisis_en_summary.pdf