Nasıl bir emtiadan bahsediyoruz?
Yağlı tohumlar ve yağ meyveleri piyasası, palm yağı ve zeytinyağı gibi bitkisel yağların yanı sıra hem işlenmemiş tohumların hem de bitkisel yağ ve yağlı tohum küspesi gibi işlenmiş nihai ürünlerin ticaretinin de işlem gördüğü karmaşık bir piyasa yapısına sahip. Yağlı tohumların işlenmesinden elde edilen bitkisel yağlar zirai emtiaların küresel ticareti içinde yüksek bir paya sahip. Dünyada bitkisel yağ ihtiyacı, palm yağı başta olmak üzere soya, kolza ve ayçiçeğinden karşılanırken Türkiye’de ayçiçek çok daha büyük bir orana sahip. Palm yağı üretiminin en yoğun olduğu Endonezya ve Malezya’nın yağmur ormanlarında, palmiye yetiştirme alanları için ormansızlaştırmanın artması ve bu ormanlarda yaşayan sayısız canlı türünden bazılarının soylarının tehlikeye düşmesi uzun yıllardır bilinen çevresel yıkım konuları arasında yerini koruyor.
Türkiye’ye baktığımızda yağından yararlanılan bitkiler arasında ayçiçeği, pamuk, mısır, susam, soya, kolza, yerfıstığı, haşhaş ve aspir gibi tohumların olduğunu görürüz. Bu tohumlara ek olarak meyvelerinde önemli oranda yağ bulunan zeytin, fındık, ceviz, badem ve antepfıstığı gibi sert kabuklu meyvelerin de üretimi yapılmakta ve bu bitkilerin yağları yoğunlukla kozmetik ve boya sanayinde kullanılmaktadır. Ancak yağlı tohum ürün çeşitlerinin çok olmasına rağmen üretim miktarı, bitkisel yağ ve yem endüstrisinin girdi talebini karşılamaya yetmemekte ve Türkiye net yağlı tohum ithalatçısı konumunda bulunmaktadır. Bitkisel yağ talebi artarken üretim talebi karşılayamadığından ham yağ ithali de her geçen yıl artmaktadır. Aynı zamanda yemeklik bitkisel yağın yanı sıra yem endüstrisinde kullanılan yağlı küspelerde de Türkiye net ithalatçı konumuna gelmiştir. Proteinli besin maddelerine yönelik artan talep, yağlı tohum arzının nispi genişlemesinde etkili oluyor ancak:
- Dışa bağımlılığın yüksek olduğu tarım girdi fiyatlarının (mazot, gübre, ilaç, vb.) sürekli artması,
- 2000’lerin başındaki neoliberal yağmanın bir parçası olarak IMF yapısal uyum politikasının dayatmasıyla üreticilerin değil, en çok arazisi olanın en çok destek aldığı destek sistemine geçilmesi,
- Tarımsal nüfusun küçültülmesini, tarımsal alanların inşaat, maden, vb. faaliyetlere açılmasını öngören bir kalkınma politikası benimsenmesi,
gibi etkenlerle üretim devlet eliyle giderek yapılamaz hale getiriliyor.
Çiftçilerin bu konudaki düşünceleri
Çiftçiler, nesiller boyu yaptıkları gibi ağırlıklı olarak yerelde üretip yerelde tüketme gibi düşük maliyetli bir yaklaşımı sürdürmek ve bunu yaparken geçimlik gelirlerini elde etmeleri için desteklenmeleri gerektiğini savunuyorlar. Oysa çiftçilerin gün geçtikçe ya üretimden uzaklaştırılması ya da güvencesiz tarım işçilerine dönüşmeleri ve yanı sıra tarlalarını maden ve enerji şirketlerine satmaya zorlanmaları son 40 yıldır yaşamın her alanını adım adım kuşatan neoliberal politikaların uygulayıcısı hükümetlerin bilinçli politik tercihleri olarak iklim felaketlerinin yükseldiği bir dönemde tarımı çöküşe sürükledi.
Tam hasat zamanında gümrük tarifeleri indirilerek yağ ithalatının teşvik edilmesi üreticilerin gelirlerini ciddi bir şekilde tehlikeye atıyor. Çiftçileri uluslararası piyasaya boyun eğmek zorunda bırakıyor. Örneğin, fındığı İtalyan gıda tekeli Ferrero’ya teslim etmek yerine fındık yağı üreterek katma değer elde etmek mümkünken taban fiyatların geç açıklanması, düşük açıklanması, üreticiye yeterli desteğin sağlanmaması ve Ferrero’nun piyasayı domine etmesine göz yumulması fındık üreticisini sermaye karşısında güçsüz bırakmaktadır. Yine, çiftçilerin suya erişimindeki sorunlar iklim kriziyle birlikte yükseldiğinden mahsul miktarı etkilenmektedir. Akabinde gerçekleşen uluslararası nakliye, tüketici için maliyeti daha da yükseltirken bu enerji yoğun dağıtım süreci sera gazı emisyonlarını artırarak durumu daha da kötüleştiren pozitif bir geri besleme mekanizması rolü oynamaktadır. Buna çiftçilerin örgütsüzlüğü eklendiğinde tarımın devamı için koşullar ortadan daha da kalkmaktadır.
Çevresel ve zirai anlamdaki etkiler
Diğer yandan Dünya Sağlık Örgütü bitkilerden elde edilen proteinlerin hem piyasa fiyatının daha düşük olması hem de sera gazı gibi çevresel etkilerinin hayvansal proteinlere göre daha az olması nedeniyle kullanımını öneriyor. Örneğin, 1 kg hayvansal protein üretmek için yem olarak 4,9 kg bitkisel proteine ihtiyaç duyuluyor. Dolayısıyla bitkisel yağ üretim ve tedariğindeki olası sorunlar, kimi yerlerde hayvansal yağ ve proteine yönelimi artırarak endüstriyel hayvancılıktaki sömürünün devamını da koşullayacak, sera gazı emisyonlarının artışını da beraberinde getirecektir.
Bunun dışında, motorine harmanlanan biyodizel; kolza (kanola), ayçiçek, soya, aspir gibi yağlı tohum bitkilerinden elde edilen bitkisel yağların bir katalizör eşliğinde metanol veya etanol ile reaksiyonu sonucunda açığa çıkan ve biyoyakıt olarak kullanılan bir ürün. Biyodizel petrol içermez fakat saf halde veya her oranda petrol kökenli dizelle karıştırılarak yakıt olarak kullanılır. Biyodizel sektörü 2023 yılı için 500 milyon litrelik bir hedef açıkladı. Türkiye’de yılda 40 milyon litre atık yağ toplanabiliyor, motorin ile biyoyakıtı harmanlama oranı ise % 0.5. Bitkisel yağların dizel motorlarında yakıt olarak kullanılabilmesi için motorlarda değişiklikler yapılması yerine yağların yakıt özelliklerinin iyileştirilerek başka bir dizel yakıt türüne yaklaştırılması tercih ediliyor. Gerekli hammadde ve kimyasalların üretimi, çevresel kirlilik ve yağda stok sorunu da oluşturabiliyor.
Yani dünyada artan gıda fiyatları, tedarik zincirlerindeki sorunlar, iklim krizinin tarımsal üretimi vurması gibi büyük bir gıda krizi adım adım kendini hissettirirken bir yandan et üretimi için ayrılan milyonlarca hektar tarım alanı, diğer yandan ulaşımda karbon emisyonu azaltma bahanesiyle bireysel taşımaya dayalı yeni bir yakıt ve araç piyasası yaratılması yüz milyonları açlığa ve zorlu bir yaşama mahkum eden kapitalizmin akıldışılığını, daha doğrusu onun aklının yalnızca kârın garanti edilmesi üzerinden çalıştığını en açık şekilde bir kez daha gösteriyor.
Son günlerde marketlerde izdihama da neden olan ayçiçeğinin tarımına bakıldığında da 2020-21 döneminde dünyada en fazla Rusya, Ukrayna, AB, Arjantin ve Çin’de yapılmış ve Rusya, Ukrayna ve AB bu üretimin %72,9’unu gerçekleştirmiş durumda. Türkiye’nin ise ayçiçeği üretimi aynı sezonda bir önceki sezona göre %1,6 oranında azalarak yaklaşık 2 milyon ton olarak gerçekleşmiş. Yağlı tohumların gıda, yem, enerji sektörü ve endüstriyel uygulamalarda kullanılması nedeniyle biyo-kimya sektörü tüm dünyada gün geçtikçe büyürken Türkiye’de durum tersi yönde gelişiyor. Aynı üretim döneminde bir önceki döneme göre ekilen alanda %2 artış olsa da çevresel kirlilik ve yanlış tarım politikaları nedeniyle verimde %11’lik bir azalış yaşanmış.
Ayçiçeği tarımı başta Tekirdağ, Edirne, Kırklareli olmak üzere daha çok Trakya ve Marmara Bölgesi’nin diğer kısımlarında yapılıyor. Konya ve Adana üretim yapılan diğer iller. Şubat-Mayıs arası bölgelere göre ekilişi gerçekleştirilen ayçiçeği yağışlardan faydalanabilmek için olabildiğince erken ekiliyor; ancak iklim değişikliği nedeniyle mevsimler yağışlardaki kaymalar bunun takibini yapmayı zorlaştırıyor. Yine, son yıllarda üretim sezonu içerisinde gerçekleşen kuraklık veya aşırı yağışlar, bitkinin çıkış ve baş oluşturma dönemlerinde rekolte ve kalite kaybına sebep oluyor. Dahası tüm bu illerde tarımsal alanlar adım adım imara açılarak kent tarafından yutuluyor.
Akdeniz havzasında bulunan birçok ülke gibi Türkiye de iklim krizinden en olumsuz etkilenen ülkeler arasında. Son yıllarda etkilerini de görmeye başladığımız yağmur ve kar yağışlarının azalması, sıcaklık ortalamalarının artması ve buna bağlı buharlaşmanın artması, sıcak hava dalgaları ve kuraklık olaylarının uzun süreli ve sık tekrarlanması, sel ve taşkın sayılarında artış gibi önemli iklimsel değişimlerin beklenildiği ülkemizde tarımsal üretimin etkilenmesi de kaçınılmaz. Yani bu etkileri artıracak her türlü faaliyetten kaçınmanın yanı sıra tüm bu değişime karşı tarımsal önlemler acilen devreye sokulmalı. Elbette bu yeni koşullara adaptasyon, şirketlerin kontrolünü artıracak yeni bir kırsal tasfiye üzerinden gerçekleşirse kısa vadede hafifleyecek gıda krizi orta ve uzun vadede daha yıkıcı bir şekilde kendisini gösterecektir.
Gündemin bir başka önemli konusu olan zeytinlikler, Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Maden Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile maden ve enerji yatırımlarına açıldı. Yönetmelik değişikliği zeytin ve zeytinyağı üretimi üzerinden gıdaya zarar vereceği gibi zeytin ormanlarının oluşturduğu ekosistemler üzerinden de diğer canlıları tehdit etmektedir. Yönetmelikte zeytinlik alanlarla ilgili “sahanın taşınması” ibaresi yer alıyor; oysa zeytin ağacı taşınıp kolayca yeniden meyve verebilecek bir ağaç türü değil. İktidar maden-enerji şirketlerinin emrine amade bir şekilde iş görürken bilimsel gerçekleri eğip bükmekte de bir beis görmüyor. Türkiye’nin Anadolu’daki zeytinleri daha kolay gözden çıkarabilmesinin bir diğer sebebi ise Afrin’deki zeytin bahçelerinde süren talandır.
Rusya’nın Ukrayna işgalinin buğday ve ayçiçeği tedariğinde sorun oluşturmasıyla zeytin ve zeytinyağı üretimi önemini daha da arttırdı. Türkiye’de 2022 için 235 bin ton zeytin yağ rekoltesi hedeflendi. İç piyasada en fazla 160 bin ton yağ tüketildiği, geriye kalan 80 bin tonluk üretim ve 30 bin tonluk stoğun ise ihraç edilebilir olduğu ifade ediliyor. Ancak ayçiçeği yağının ithalindeki eksiklik söz konusu olursa burada ihracata bir kısıtlama söz konusu olabilir. Ayçiçeği tarım alanlarının daraltılması gibi zeytinliklerin de daha da yok edilmesine güncel ekonomik ve gıda arz krizinin etkisiyle bir süre girişilmeyebilir. Türkiye kapitalizminin iç çelişkileri sermaye iktidarını bir sonraki adımını bile nereye atılacağını bilemez hale getirmiş durumda. Ama sömürü ve talan bâki.
En temel gıda maddelerinde bile dışa bağımlı olmanın, uluslararası ilişkilerdeki başarısızlığın, emperyal emellerle savaş siyasetindeki rolün sonuçlarını tüm yurttaşlar olarak bizler yaşıyoruz. Tencerelerimizde yemek pişirecek yağı dahi ulaşılamaz hale getiren iktidar krizi derinleştiren ek adımlar atmaktan geri durmuyor. Tarım alanlarında OSB’ler, kömür madenleri, atık barajları yükseliyor.
Çiftçilerin agroekolojik uygulamalarla sağlayacağı gıda egemenliği, sağlıklı, yeterli ve ucuz gıda üretiminin tek yolu; ancak pek çok sektör gibi tarım ve gıda sistemleri de üretim girdisi ve dağıtım ağları gibi bir dizi farklı sektörle iç içe geçmiş durumda olduğundan üretim alanını sadece tarla olarak görmek yerine tarladan tabağa uzanan tüm bir hat olarak düşünmek ve mülkiyet ilişkilerinde her bir adımdaki sömürü ve talanı ortadan kaldırmak için mücadele etmek gerekecektir.
Referanslar
Adnan Çobanoğlu: https://politikahaber.org/aycicek-asil-sorun-ciftcilerin-desteklenmemesi/
Küçük, N., Aydoğdu, M. H., & Şahin, Z. (2021). Yağlı Tohum Piyasalarındaki Gelişmeler Ve Türkiye Kolza Piyasası Trend Analizi. fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 32(1), 215-227.
Arıoğlu, H. (2016). Türkiye’de yağlı tohum ve ham yağ üretimi, sorunlar ve çözüm önerileri. Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü Dergisi, 25(Özel Sayı-2), 357-368.
Dağdelen, A., & Yüksel, Y. (2016). Yağlı tohum çeşidi ve transesterifikasyon yöntemlerinin biyoyakıt üretimine ve kalitesine etkileri. Nevşehir Bilim ve Teknoloji Dergisi, 5, 107-117.
Kumbar, N., & Unakıtan, G. (2011). Trakya Bölgesinde Kanola Üretiminin Ekonomik Analizi An Economic Analysis of Canola Production in Trakya Region. Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi, 8(1), 75-80.
Şatana, A. (2002). Türkiye ve Trakya’da Bitkisel Yağ Üretimi. Marmara Coğrafya Dergisi, (5), 201-224.
TÜİK(2020/21)