Hazırlayanlar: Sultan Gülsün, İbrahim Erkol
Hükümetlerin Taahhüdü Paris Anlaşması Neydi ve Neden Başarı Sağlayamadı?
İklim krizi, sınır ve gelişmişlik düzeyi gözetmeksizin dünyanın tamamını etkileyen küresel bir sınamaya dönüştü. 2020 yılı sonrasındaki iklim rejiminin çerçevesini oluşturarak karbon emisyonu azaltım hedeflerinde devletler arasında kağıt üzerinde de olsa bir tür konsensüs sağlayan Paris Anlaşması, 2015 yılında Paris’te düzenlenen 21. Taraflar Konferansı’nda (COP-21) kabul edilmiş ve küresel sera gazı emisyonlarının %55’ini oluşturan en az 55 tarafın onaylamasıyla 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girmişti. Paris Anlaşması’nın en belirgin özelliği tüm ülkelerin “ortak fakat farklılaştırılmış ve göreceli kabiliyetlerine göre sorumluluklar” üstlenmesi anlayışına dayanmasıydı; ancak bazı ülkeler anlaşmaya taraf olmazken, olan ülkeler de taahhütlerini belirlenen zaman dilimi içerisinde gerçekleştirmedi. Sera gazı salımlarının büyük bir kısmından sorumlu ülkelerin neredeyse hiçbiri azaltım hedeflerini gerekli derecede yükseltecek bir açıklama yapmadı ve 2020 öncesinde böyle bir niyetin açık bir işaretini vermedi.
Korona salgını günlerinde yapılan AB ve BM zirvelerinde yine devletlerin bağlayıcılığı bulunmayan ve somut bir plana dayanmayan sözleri de bu gerçeği değiştirmedi. AB’nin Yeşil Mutabakat adını verdiği 2030’a kadar olan iklim eylem planında doğal gaz yatırımlarına fon ayrılmaya devam ederken “net sıfır” karbon emisyonu için 2050 yılı işaret edildi. Karbonsuzlaşma için 2050 yılı hedefi artık bilim insanları tarafından “iklim inkârcılığı” olarak kabul ediliyor. Yani, daha hızlı hareket edilmezse iklim krizinin öngörülebilir ve önlenebilir düzeyi 2050’den önce aşılmış olacak. IPCC’nin Ağustos 2021’de açıkladığı 6. Değerlendirme Raporu’nun iklim biliminin arkasında yatan fiziksel gerçeklere değinen ilk bölümünde öngörülen senaryoların tamamında Paris Anlaşması’nda ilk hedef olarak belirlenen 1,5 °C eşiği aşılıyor, yalnızca en hızlı azaltım senaryolarında yüzyılın ortasından sonra ısınma yerini soğumaya bırakıp tekrar bu eşiğin altına düşüyor. Ancak bu en iyimser senaryolar dahi henüz mevcut olmayan karbon giderme teknolojilerine dayanıyor. Daha kötüsü ise en olası senaryoların 2 °C eşiğinin de üzerini görüyor olması. Yine BM Biyoçeşitlilik Konferansı’nda tüm dünya “liderleri” tarafından biyoçeşitlilik kaybını 2030’a kadar geri çevirme sözü verildi; ancak bu “sözler” tutulmadığında ne olacağı yine boşlukta bırakıldı.
Paris Anlaşması iklim eylemi açısından kaygan ve muğlak bir zemin sunsa da kurumsal söylem halen bu anlaşmaya dayanıyor. Buna göre iklim krizinin olumsuz etkilerine maruz kalan ülkelerin uyum ve direnç kabiliyetlerinin artırılması ile sera gazı emisyon azaltım kapasitelerinin yükseltilmesi amacıyla, gelişmiş ülkelerin ihtiyaç duyulan desteği sağlamaları öngörüldü. Ancak 2009’da Kopenhag’daki COP-15’te verilen ve 2015’te tekrarlanan Paris’te yıllık en az 100 milyar dolarlık finansal destek sözü çok büyük oranda tutulmadı, yapılan desteğin büyük çoğunluğu ise finansal bağımlılığı artıran kredi borcu şeklinde oldu. Bu yüzden salgın sürecinde de gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere mali yardım taahhütlerini yerine getirmeleri konusu gündemdeki yerini korudu.
Diğer yandan iklim eylemsizliği açısından “örnek” ülkeler olan Suudi Arabistan, Brezilya ve Avustralya, karbon piyasalarıyla ilgili kurallara hukuki olmayan hükümler getirmek istedi. Yoğun tartışmalara ve müzakerelere rağmen, en son salgından önce düzenlenen Madrid’deki COP-25’te Paris Anlaşması kullanım kılavuzunun kalan kısmının kabulü kendisi de salgın nedeniyle ertelenen COP-26’ya ertelendi.
Tıkanıklığın Bedelini Kim Ödeyecek?
İklim politikalarının finansmanı, yoksul ülkelerin bir diğer endişesi halini aldı. Dünya Bankası 2021-2025 dönemi için 200 milyar dolar taahhüt etmişti ancak özellikle vadedilen fonlardaki artışın Kuzey ülkeleri arasında 2025’ten itibaren nasıl organize edileceği belirsiz. Öncelikle Paris Anlaşması’nın da 1,5 ve 2 °C eşiklerinin aşılmaması için gereken sera gazı azaltım hedefleri doğrultusundaki olan fosil yakıt (petrol, kömür, doğal gaz) kullanımının “tedricen” azaltılması ve yenilenebilir enerjiye yönelinmesi, herhangi bir yaptırımının da olmamasıyla birlikte yeterli başarı sağlayamadı.
Avrupa Parlamentosu en az diğerleri kadar kirletici bir fosil yakıt olan doğal gaz için yeni projelere öncelikli projeler (PCI) listesinde fon desteğini Yeşil Mutabakat programı kapsamında sürdürüyor. Neredeyse hiçbir ülke yenilenebilir enerjiye geçişte toplumsal mülkiyet ve yerel kullanıma dayalı adil geçiş politikaları izlemedi. Ülke fark etmeksizin çoğu yeni yenilenebilir enerji santrallerini ısı-nem dengesini bozma, biyolojik çeşitliliği etkileme ve ağaç kesimi gibi ekolojik tahribat konularını es geçerek gerçekleştirdi. Yani hem fosil yakıt kullanımı mutlak olarak azalmazken hem de yenilenebilir enerji ekolojik tahribatın parçası olarak materyal kullanımını artırıyor.
Dünya çapında doğa savunucuları, ekoloji örgütleri ve STK’lar hükümetler üzerinde acil eylemlilik planları oluşturması için baskı yapmayı sürdürüyor. İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Save the Children (Çocukları Koruyun), iklim değişikliğinin neden olduğu seller, kuraklık ve fırtınalar yüzünden 33 milyon kişinin kıtlık tehlikesiyle yüz yüze kaldığını açıkladı. Kuruluşa göre bunların yarısı çocuk. Save the Children’dan Ian Vale, “iklim krizinin şu an gerçekleştiğini, insanları öldürdüğünü, evlerinden ettiğini ve çocukların geleceği için sahip oldukları şansı tükettiğini” söyledi.
AB’nin iklim değişikliği gözlemleme kurumu 2019 Temmuz ayının kayıtlara geçen en sıcak ay olduğunu açıklamıştı ve Grönland’da 2019’daki yüksek sıcaklıklar sebebiyle rekor düzeyde buzul kütlesi erimişti. 2020’de Sibirya’da 38 derece ile ölçülen en yüksek sıcaklık kayıtlara geçti. İklim krizi kaynaklı yağışlarda azalma ve topraktaki bozulmanın doğal kaynaklar üzerinde yarattığı baskı, söz konusu kırılgan grupları göçe zorlamakta, bu durum ise istikrarsızlıkları tetikleyerek güvenlik risklerini beraberinde getirmektedir. Dünya genelinde gelir dağılımından en az pay alan en yoksul kesimin %80’i halen kırsal alanda, küçük çaplı tarım ve hayvancılık yaparak yaşamını sürdürmekte (Kırsal alanda yaşayanların toplam dünya nüfusu içindeki oranı ~%45).
Paris Anlaşması’nın 6. maddesi ile belirlenen “Gönüllü İşbirliği Mekanizması”na ilişkin uygulama kuralları ve ulusal katkı beyanları (NDC) için ortak zaman çizelgeleri hususunda tarafların mutabakata varması mümkün olamadığından, Paris Anlaşması Kural Kitabının tamamlanması Kasım 2021’de Birleşik Krallık’ın evsahipliğinde Glasgow’da düzenlenecek COP-26’ya bırakıldı. Ne kadar sürdürülebildiği, gelecek iklim taahhütlerinin 5 veya 10 yıl mı olacağı sorusu üzerine alınacak “ortak zaman dilimleri” kararı da Glasgow’a ertelendi. Oysa zaman çizelgesine göre ulusal emisyon azaltma hedefleri, toplantının kendisi ertelenmiş olsa da bu yıl ortaya konulmalıydı. İklim müzakerelerinde ise Toplumsal Cinsiyet Hareket Planı’nın kabul edilmesi ve Yerel Topluluklar ve Yerli Halklar Platformu için bir çalışma planı hazırlanması sürecin ufak olumlu adımları oldu. Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) kuruluşundan Helen Mountford’a, iklim bilimci Kevin Anderson ve birçoklarına göre Paris Anlaşması artık “uzak bir hatıradan” başka bir şey değil.
İngiltere hükümetinin geçtiğimiz yıl içinde 3 büyük petrol şirketi, BP, Shell ve Equinor ile en az 13 toplantı yaptığı ve Glasgow öncesi şirketlerle müzakereler gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Verilen bilgiye göre şirketler Birleşik Krallık hükümetine diğer ülke hükümetleriyle aracılık yapmayı teklif etti. Fosil yakıt şirketleri uzun yıllardır COP zirvelerinin sponsoru olarak yer aldıklarından hükümetlerle görüşmeleri olağan gibi dursa da bu kez karbon emisyonu azaltımı için getirilen kriterler üzerine görüşüldüğü iddia ediliyor. Yani, ekonomide karbonsuzlaşma yönünde bir dönüşüm olacaksa bile petrol şirketleri, sermaye ağındaki konumlarını kaybetmeden bunu kendilerinin gerçekleştirmesi için bastırıyor. Onların “adil dönüşüm”den anladığı sermayeler arasında gelişecek makul anlaşmalar; toplumun ihtiyaçları, ekolojik kriz ya da geçmiş sorumluluklar çok umurlarında değil.
Glasgow’da Kasım 2021’de düzenlenecek COP26 zirvesi öncesinde mevcut durum, Paris Anlaşmasını imzalayan 200 kadar taraf ülkenin taahhütlerini yerine getirse bile artık küresel ısıtmanın 2°C’yi aşmasının daha yüksek bir ihtimal olduğu yönünde. Dolayısıyla ülkelerin ya Paris’in geçerliliğini yitirdiğini kabul etmeleri ya da COP-26 ile Glasgow’da emisyon azaltma planlarının gözden geçirilmiş bir versiyonunu sunmaları gerekliydi. Korona sürecinde ekonomiyi işlerin olağan akışında sürdüğü bir anlayışla toparlama derdi, sunulacak yeni taahhütlerinin olmamasına en büyük bahane olurken giderek büyüyen iklim hareketinin büyük bir çoğunluğunun hâlâ Paris Anlaşması’nın arkasında duruyor oluşu ve toplumun iklim krizi konusunda artan baskısı Paris Anlaşması’nın miadını doldurduğunun kabul edilmesini zorlaştırdı. Devletler iklim krizi hakkında konuşmaya ve çeşitli sözler vermeye devam etseler de somut adımlar konusunda kulaklarının üzerine yattılar. Tüm bu gelişmeler karşısında bir zirve yine de çevrimiçi bir şekilde toplanabilirdi. Şimdi ise yoksul bırakılmış ülkeler aşı ayrımcılığına uğrayarak COP-26’ya katılımları için gereken miktarda ve virüse karşı etkinliğini gösterecek kadar erken bir zamanda aşıya erişemediklerinden konferansa katılamamakla karşı karşıyalar. İklim krizinden en çok etkilenenler, en az sorumluluğu olanlar, bir kez daha gelecekleri hakkındaki kararlarda söz hakkından mahrum bırakılabilirler. Devletlerin artık ikiyüzlülüklerini saklayacak ellerinde somut bir politik hamle kalmadı, dahası her bir zirve iklim hareketinin de karşı eyleminin güçlendiği bir momente dönüşüyor.
Türkiye’nin Paris Anlaşması için UNFCCC’ye ilettiği Ulusal Katkı Beyanından (NDC):
“Türkiye sürdürülebilir kalkınma sürecini sürdürmek zorundadır.
“Türkiye’de son 30 yıldır hızlı sanayileşme ve kentleşme yaşanıyor.
“Türkiye, sanayi devriminden bu yana küresel emisyonların sadece yüzde 0,7’sinden sorumlu. Türkiye’nin cari açığında enerji ithalatı önemli bir paya sahiptir.
“Türkiye sınırlı enerji kaynaklarını kullanmak zorundadır.
“Türkiye, iklim değişikliğiyle mücadelede finansal ve teknolojik kısıtlamalar yaşıyor.
“2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında yüzde 21’e varan azalma, Türkiye’nin küresel sıcaklıktaki artışı 2°C’nin altında sınırlamaya yönelik uzun vadeli hedefle uyumlu düşük karbonlu kalkınma yollarına adım atmasını sağlayacaktır.”
Yukarıdaki ifadeye göre; “Ulusal katkı beyanına göre, baz senaryoda Türkiye’nin emisyonları on yıl içinde yaklaşık üç kat artarak, 2012’de 430 MtCO2e’den 2030’da 1175 MtCO2e’ye çıkacak. Dolayısıyla, Türkiye’nin Paris Anlaşması hedefi, emisyonları 2030 yılında 929 MtCO2e’ye düşürüyor” (CarbonBrief ülke profilinde Türkiye). Türkiye baz senaryosunda ülke ekonomisinin yıllık yüzde 5 büyüyeceğini belirtiyor. Ancak bu oran gerçekçi olmadığı gibi, Paris’ten bu yana geçen zamanda ülke ekonomisi büyümek bir yana küçüldü; yani mutlak azaltım olmadığı gibi artıştan azalma öngören beyanın kendisi bir iklim inkârcılığı ve iklim eylemsizliğine tekabül ediyor. Climate Action Tracker’a (CAT) göre, tüm ülke hedeflerinin Türkiye’ninkine benzer olduğu bir senaryoda, ısınma 4 °C derecenin üzerine çıkıyor. “CAT, ulusal katkı beyanında yer alan 2030 hedefinin de 1990 seviyelerinden % 348’lük bir artış teşkil ettiğini belirtiyor.”
Yine CarbonBrief’in ortaya koyduğu üzere “Yakın zamanda yayınlanan bir rapora göre, Türkiye 2013 ve 2016 yılları arasında yılda ortalama 667 milyon euro ile, kendisinden daha kırılgan olan en az gelişmiş ülkeleri (LDC) de geride bırakarak, en fazla AB iklim finansmanı alan ülke oldu.”
Yukarıdaki beyanlar artık hükümetlerden inisiyatifi geri almak gerektiğinin işaretleridir. Glasgow Anlaşması’nda belirtildiği gibi: “Beklediklerimiz biziz!”
Glasgow Anlaşması’nı ve Türkçe çevirisi için hazırladığımız kısa tanıtım yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Soru ve Cevaplarla Glasgow Anlaşması
Glasgow Anlaşması’nı Türkiye’den İmzalayan Kurumlar
54 ülkeden 170 sivil topluluk Glasgow Anlaşması’nı imzaladı. Türkiye’den ise Polen Ekoloji Kolektifi ve Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği olmak üzere 2 topluluk imzalamıştır.
1. Glasgow Anlaşmasının amacı nedir?
Glasgow Anlaşmasının amacı, inisiyatifi hükümetlerden ve uluslararası kurumlardan geri almak ve iklim adaleti hareketi için eylem ve işbirliği için alternatif bir araç yaratmaktır. Şimdiye kadar iklim adaleti hareketi, hükümetleri iklim konusunda harekete geçmeye veya 1997’deki Kyoto Protokolü gibi BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) çerçevesinde daha güçlü uluslararası anlaşmalar için zorlamaya çok büyük bir odaklanmaya sahipti. veya 2015’teki Paris Anlaşması. Bu arada, emisyonlar artmaya devam etti. Bu nedenle Glasgow Anlaşması, sivil toplumun artık hükümetlerin ve uluslararası kurumların bunu yapmasını beklemeden kendi eylem planını önermesini önermektedir. 2100 yılına kadar 1,5ºC’lik bir sıcaklık artışını önlemek için gerekli emisyon kesintilerini sağlamak için sivil itaatsizlik de dahil olmak üzere çok çeşitli stratejiler ve taktikler kullanmayı amaçlıyoruz.
2. Glasgow Anlaşmasının arkasında hangi kuruluş(lar) vardır?
Şu anda dünyanın dört bir yanından Glasgow Anlaşmasını taahhüt eden 170’den fazla kuruluşuz. Glasgow Anlaşması önerisi ilk olarak Şubat 2020’de İberya’da (İspanya ve Portekiz) yapılan By2020WeRiseUp toplantısında ve Mart başında Brüksel’de yapılan By2020WeRiseUp toplantısında sunuldu. İlk taslakta, dünyanın dört bir yanındaki örgütlerden ve taban hareketlerinden diğer aktivistlere danışıldı. İlk toplantı Mart ayının sonundaydı ve o zamandan beri dünyanın dört bir yanından düzinelerce kuruluşla Glasgow Anlaşması, katılım için tek kriterin katılma isteği olduğu açık ve açık süreçlerle yapıldı.
3. Neden Glasgow Anlaşması deniyor?
Bu girişime Glasgow Anlaşması adı verildi çünkü ilk teklif Kasım 2020’de Glasgow’da yapılması planlanan COP-26 sırasında imzalamaktı. COP-26’nın 2021’e ertelenmesiyle anlaşmanın adı üzerinde bir tartışma başladı. Nihai bir karara varıldı ve kuruluşlar, adın altında “Halkın İklim Taahhüdü” alt başlığıyla “Glasgow Anlaşması” olarak kalması gerektiğine karar verdi.
4. Hangi kuruluşlar katılabilir?
Siyasi partiler ve kiliseler dışında küçük veya büyük; yerel, bölgesel, ulusal veya uluslararası herhangi bir toplumsal hareket veya kuruluş katılabilir. Kuruluşunuzun ülkenizde yasal olarak kayıtlı olması gerekli değildir. Anlaşmanın amacı kesinlikle ticari olmadığı için ticari şirketler katılamaz.
5. Organizasyonumuz teknik konularda iyi ancak doğrudan eylemden uzak, katılabilir miyiz?
Evet, bu anlaşmadaki taahhütlerden biri, becerileri küresel olarak paylaşmaktır, böylece teknik becerilerinizle diğer kuruluşlara yardımcı olabilirsiniz ve isterseniz diğer kuruluşlar da doğrudan eylem, taktik ve becerilerle size yardımcı olabilir.
6. Kuruluşumuz sivil itaatsizlik uygulamayı düşünmüyor, diğer kuruluşların bu aracı kullanmasının meşru olduğunu düşünmemize rağmen sözleşmenin bir parçası olabilir miyiz?
Evet, sivil itaatsizlik eylemleri yapan diğer kuruluşlara karşı olmadığı sürece kuruluşunuz bu sözleşmenin bir parçası olabilir.
7. Glasgow Anlaşmasına nasıl katılabilirim?
Kuruluşunuz Glasgow Anlaşması’nı imzalamak ve taahhüt etmek istiyorsa sitedeki iletişim formunu doldurup göndermelisiniz. İletişim formunu gönderdikten sonra size bir karşılama seti göndereceğiz ve e-postanızı iletişim kanallarımıza ekleyeceğiz.
8. Glasgow Anlaşmasının yapısı nedir?
Glasgow Anlaşması, ihtiyaçlara ve bağlama uyum sağlamak için sabit bir yapıya sahip değildir. Bir meclisimiz ve çalışma gruplarımız var. Aşağıdaki çalışma yönergelerine uyulur:
• Konsensüs ile karar alma;
• Kapsayıcılık ve saygı;
• Merkezi olmayan bir yaklaşım;
• Siyasi kararlar için tek meşru mercii meclistir;
• Meclis en yetkili bir organdır;
• Sadece Glasgow Anlaşması’nı imzalamış kuruluşlar anlaşma metni için teklif gönderebilir.
9. Süreç ve anlaşma ile ilgili kararlar nasıl alınıyor?
Karar alma süreci ve öneriler, çalışma grupları ve meclis arasında bir eklemlenmedir. Oybirliği ile karar almaya çalışıyoruz. Siyasi kararlar ve genel kararlar mecliste alınır. Meclis ayrıca, kendi iç süreçlerine ve yetkilerinin operasyonel kararlarına karar veren çalışma gruplarına yetki verir. Çalışma grupları meclise teklif getirebilir. Anlaşma metni karar verme süreci, ne gücün kötüye kullanılmasına ne de hiyerarşilere yer açamaz. İlerleme ve uzlaşma yönelimini kaybetmeden fikir birliğine varmak için aktif bir çaba olmalıdır. Bu nedenle, ilk aylarda metnin geliştirilmesi ve inşası için devam eden geri bildirim döngülerini kullandık. Tek metin kısıtlaması kısa ve öz, tamamen zaman ve emisyon sınırları içinde ve ayrıca iklim adaleti ve sivil itaatsizlik tanımlarının içinde olması gerektiğiydi.
10. Meclise nasıl katılabilirim?
Meclislere aktif katılım, kuruluşların Glasgow Anlaşmasına katılma taahhüdüne bağlıdır. Katılmak isteyen kuruluşlar, gözlemci olarak katılmaya davet edilebilirler (soru sorma hakkı dahil), ancak kuruluşlar taahhütlerini ifade edene kadar kararlarda yer alamazlar (imzaladıktan sonraki 3 ay içerisinde envanter oluşturulması taahhütlerinin içerisinde yer alır). Glasgow Anlaşması’nı inşa etme taahhütlerini teyit eden kişiler meclislere katılabilir, ancak siyasi önergelerde bulunamazlar.
11. Çalışma gruplarına nasıl katılabilirim?
Siz veya kuruluşunuz bağlılığı onayladıktan sonra, çalışma gruplarına katılma adımlarını içeren bir hoş geldiniz seti alacaksınız.
12. İngilizce bilmiyorum; nasıl katılabilirim?
Şu anda, çalışma dilimiz hala ağırlıklı olarak İngilizce. Yakında farklı çalışma dillerine, özellikle de İspanyolca ve Fransızca’ya genişleme ihtiyacının farkındayız. İngilizce konuşamayan kişiler için çözümler üzerinde çalışılıyor ve bu açık bir süreç. Bizimle diğer dillerde (özellikle İspanyolca, Portekizce, Fransızca vb.) iletişim kurmaktan çekinmeyin; süreci daha fazla dil kapsayıcı hale getirmenin yollarını aramak için mümkün olan her şekilde yardımcı olmaktan memnuniyet duyarız. Bunun gerçekten küresel ve kapsayıcı bir Glasgow Anlaşması oluşturmak için önemli olduğunun farkındayız.
13. Üretilecek envanterin amacı nedir?
Envanter belirli altyapılara, sektörlere ve şirketlere odaklanarak, bir eyaletin (veya daha yararlıysa, bölgenin) sınırları içindeki ana emisyon kaynaklarının bir listesini sağlayacaktır. Buna dayanarak, belirli bir eyalet veya bölgede bulunan Glasgow Anlaşması’nın kuruluşları, emisyon kesintileri için öncelikler, yani o bölgedeki farklı araçlarla kapatılacak altyapıların bir listesini geliştireceklerdir. Bu envanter, her ülkenin kendine özgü tarihsel veya siyasi koşullarını dikkate alacak ve gereken emisyon kesintilerinin düzeyi, “adil paylaşım” perspektifiyle, yani tarihsel sorumluluklara uygun olarak analiz edilecektir.
14. Envanterin üretimi karmaşık bir süreç mı? (Başarabilecek kapasitemiz olduğundan emin olmadığımız bir şeyi taahhüt etmekten korkarız)
Envanterin nasıl yapılacağına dair bir rehber var ve gruplar Envanter ve İklim Gündemi Çalışma Grubu‘nun desteğini alacak. Bu çalışma grubu akademik kurumlardan da destek almaktadır. Karmaşıklık düzeyi bölgeye ve yerel bağlama bağlı olacaktır. Yine de, hepimiz birlikte öğreniyoruz ve bu nedenle farklı bilgi ve kapasite seviyelerine yer var, tek ihtiyacınız olan bunu yapmak için irade ve enerji. Size yardım etmek için orada olacağız.
15. Altyapılara odaklanmanın avantajı nedir?
Kurumlar iklim projelerini üretirken, azaltılması gereken toplam sera gazı yüzdesini farklı sektörlere bölüyorlar. İndirimlerin nerede gerekli olduğunu anlamak birçok durumda gerekli olsa da, bu yaklaşım yetersiz eyleme yol açmıştır. Bunun yerine, kapatılması gereken beton tesislere, altyapılara, tesislere veya fosil yakıt endüstrilerine odaklanan envanterlere rehberlik etmek için bu bilgileri kullanırsak, bu kesintilerin gerçekten ne anlama geldiğinden ve sahada nasıl göründüklerinden bahsedeceğiz. Emisyon azaltımını soyut bir şekilde ele almayı bırakacağız, bunun yerine hemen uygulanabilecek siyasi programlara odaklanacağız.
Kirletici altyapıları kapatmanın yeterli olmadığının farkındayız. Alternatifler yaratmayı da içeren adil bir geçişe ihtiyacımız var. Mevcut tesisleri, altyapıları, fabrikaları veya fosil yakıt endüstrilerini kapatarak adil bir geçiş için siyasi, sosyal ve ekonomik baskıyı artıracağız.
16. Üretilecek İklim Gündemi’nin amacı nedir?
İklim gündemi sahada çalışan topluluklar, hareketler ve kuruluşlar tarafından tasarlanan kapatma, sıfırlama ve geçiş için bir eylem planıdır. Gündem, toprak envanteri ve iklim adaleti taleplerine dayanıyor ve bizi 2100 yılına kadar 1.5 ºC’lik küresel ısınmanın altında kalma yoluna koymayı hedefliyor. Bu açıkça iddialı bir girişim ve henüz yolun başında olduğumuzun farkındayız. Glasgow Anlaşması’nı, bir hareket olarak nasıl ilerleyebileceğimize stratejik olarak bakmaya yönelik yeni bir girişim olarak görüyoruz ve tabii ki hareketin diğer bileşenleriyle eklemleniyoruz.
17. Neden sivil itaatsizlik ve işbirliği yapmamaya odaklanılıyor/taahhüt ediliyor?
Anlaşmanın ana vurgusu, hareketlerin kurumların başarısızlığına sürüklenmemesi gerekliliğidir. İklim değişikliği tehdidini en az 1980’den beri biliyoruz, birçok taktik denedik, iki uluslararası anlaşma yapıldı ve zaman geçtikçe küresel emisyonlar artmaya devam ediyor. Kurumlar bizi başarısızlığa uğrattığında, sivil itaatsizlik ve işbirliği yapmama, bu dünyanın vatandaşları olarak kendimiz harekete geçmek, küresel olarak tırmanmak ve koordine etmek ve iklim felaketini önlemek için gereken emisyon kesintilerine ulaşmak için elimizdeki en önemli araçlardır.
18. Glasgow Anlaşması, kurumsal savunuculuk çalışmasının terk edilmesi gerektiği anlamına mı geliyor?
Hayır. Kurumsal mücadeleyi sürdürmek isteyen her kuruluş bunu yapabilir. Ancak bu anlaşmada amaç bu değil. Emisyonları azaltmak ve zararlı endüstrileri ve projeleri durdurmak için insanların ve hareketlerin gücüne odaklanıyoruz. Bugüne kadar birçok hareket kurumları harekete geçirmeye odaklandı ancak iklim değişikliğini önlemek için gerekli sonuçlar elde edilemedi. Glasgow Anlaşması ile kurumların hem yetişmeye hem de taahhütte bulunmaya davet edildiği yeterli, zamanında ve somut eylem için bir taahhüt arıyoruz.
Kasım’da Küresel İklim Eylemi Çağrısı: Toplu Çöküşe Karşı Fosil Yakıt Şirketleri ve TOTAL
Gezegenimiz fosil yakıt yakmanın ciddi sonuçlarına uyanırken bazı enerji biçimleri ise daha da kök salıyor. Bu konuda başka bir sorun da kendisini “doğal gaz”, “temiz gaz” ve en çirkin biçimde “özgürlük molekülü” olarak yeniden markalaştıran fosil gaza geçişte olmuştur. Fosil gazı çıkarmak için kullanılan işlemlerden birine kırılma (fracking) denir, yani doğal gazın üzerinde olması beklenen kayada büyük delik açılır ve daha sonra kimyasallarla karıştırılmış basınçlı su püskürtülür. Uygulamanın depremleri başlattığı, su varlıklarını kirlettiği, yerel topluluklar için önemli olumsuz etkiler yarattığı ve daha da önemlisi diğer birçok gazın yanı sıra metanı sızdırdığı bilinmelidir. İklim krizinin odak noktası büyük ölçüde karbondioksit emisyonları etrafında toplanıyor ve haklı olarak bunların gezegenimiz üzerindeki etkisi önemsiz değil. Ancak metan karbondioksitten 86 kat daha güçlüdür ve bu nedenle çoğunluğu karbondioksit yayan fosil yakıtlara aslında “daha yeşil” bir alternatif olarak hareket etmeyen tehlikeli bir sera gazıdır.
Yarım yüzyıldan fazla bir süredir Total gibi şirketler, hükümetler, yatırımcılar ve yöneticiler, insanlığın geleceği için kararlarının sonuçlarının tamamen farkındalar. 50 yıllık bilimsel raporlar ve yurttaş seferberliği, 50 yıllık tutulmayan sözler, dezenformasyon, yeşil yıkama, lobicilik. İnsanlık kendi gezegeninin sınırlarına ulaşıyor ve onlar değişmeyi reddediyorlar. İnsanların meseleleri kendi ellerine almalarının zamanı geldi. 54 ülkeden 170 kuruluş Glasgow Anlaşmasını imzaladı. Şimdi, herkesi gezegenin en güçlü ve en çevre düşmanı şirketlerinden birini durdurmak için merkezi olmayan doğrudan eylemler için küresel bir güne çağırıyoruz. Sivil toplum, kurumların harekete geçmesini beklemeyi bırakmalı ve iklim krizini ve biyoçeşitliliğin 6. kitlesel yok oluşunu durdurmak için ne gerekiyorsa yapmalıdır.
Neden Total?
Total, tarihte en büyük sera gazı salanlarından biridir ve insanlığı iklim kaosuna sürükleyen bir suç kuruluşudur. Bilimsel kanıtlara ve iklim krizinin giderek artan zararlı sonuçlarına rağmen, bu şirket yeni fosil yakıt altyapıları kurmaya devam ediyor. Total, Uganda’da Murchison Falls doğal koruma alanı içindeki 34 petrol platformunda 419 kuyu geliştirmeyi ve Uganda ve Tanzanya’yı geçecek 1.400 kilometrelik EACOP adında bir boru hattı inşa etmeyi planlıyor.
Total, Myanmar’da geçen aylarda yüzlerce ölümden sorumlu askeri diktatörlükleri finanse ediyor.
Mozambik’te, Afungi Yarımadası gaz projesi sonucu topraklarını kaybeden insanlar tazminatsız terk ederken, Total koruma alıyor.
Total, iklim krizini durdurmaya yönelik her türlü girişimi engellemek veya geciktirmek için lobi faaliyetlerine yılda 29 milyon dolar harcıyor. Total, yeşil göz boyama için yılda 50 milyon dolardan fazla harcıyor.
Total, kârını en üst düzeye çıkarmak için elindeki tüm araçları kullanır: yolsuzluk, kamu parasının zimmete geçirilmesi veya kötüye kullanılması, lobicilik, vergi kaçakçılığı, yeşil yıkama ve diktatörlük rejimlerine destek Erika tankerinin batması ve patlama gibi çevre felaketlerinde rol alıyorlar.
Total’e karşı yapılabilecekler konusunda ise reklamlarının yasaklanması için bir kampanya başlatılabilir. Ayrıca, kurumun Kadınlar Günü gibi özel tarihlerdeki ikiyüzlülüğü ya da kadının güçlendirilmesiyle övünmeleri ön plana çıkarılabilir. Bunun nedeni, inşaat/yıkım alanlarının çok sayıda yerel kadın ticaretiyle meşhur olduğu biliniyor!
16-18 Kasım Küresel İklim Eylemlerinin Odağı Olan Petrol Şirketi TOTAL 14.Sırada
“Toplu çöküşümüzü önlemek için Total’in çökmesi gerekiyor.”
Glasgow Anlaşması olarak 16-18 Kasım 2021’deki eylemlerde, tüm dünyada Total’i ele alacağız. Bölgemizde Total yoksa, bölgenizde bulunan diğer büyük şirkete/altyapıya doğrudan bir söylem geliştirerek de çağrıya katılabiliriz.
Fosil Faşizmi
İklim adaletini sağlamak için insanlara ve ekosistemlere zarar veren sömürücü ekonomi sistemi değiştirilmeyi bekliyor. Bu tür önlemler ve militarizm, temelde çelişkili olduğu için gerçek iklim çözümlerinin merkezinde anti-militarizm olmalıdır. Petrol için militarizmin etkisi üzerine bunu kabul eden ABD merkez ordusu (CENTCOM) komutanı ve ABD-Suudi Arabistan Büyükelçisi Lübnan asıllı John Philip Abizaid: “Elbette petrolle ilgili, bunu gerçekten inkar edemeyiz”
Petrol uygarlıklarından ekolojik geçişi talep eden ve Nijerya Sivil Özgürlükler Örgütü’nde çalışan mimar, yazar Nnimmo Bassey de militarizmin şirketler için güvence yarattığını ve canlıların zarar gördüğünü dile getiriyor: “Kaynak çıkaran şirketler askeri kalkanların arkasında faaliyet gösteriyor.”
Militarizasyona direnmek, insanlar ve gezegen için işe yarayan bir ekonomi inşa etmenin temelidir. Bu nedenle, nesiller boyu savaşı, ısınmayı körükleyen şiddetli ve baskıcı sistemlere karşı iklim çözümlerini bulmalıyız.
Tüm insanlarının eşit değere sahip olması gerektiğini daha fazla algılayacağız. Böylelikle tüm canlıları ve doğayı önemseyeceğiz. Irk, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim, insan hayatını değersizleştiren eski yapılar ve diğer faktörler hem militarizm hem de sömürücü ekonomi tarafından onaylanır o yüzden hem militarizm hem de sömürücü ekonominin ortadan kaldırılmasını isteyeceğiz. Hepimiz birbirimize bağlıyız ve hareketlerimiz de öyle. Hiçbir ülke veya insan, iklim krizini tek başına durduramaz. Kendi kaderlerimizi tayin ederken yaşamı etkileyen kararlarda demokrasi, militarizmin yerini almalıdır.
Plastik Kaynaklı Emisyonlar Artırıyor
Düzenli olarak kullandığımız birçok malzeme gibi plastikler de çok fazla enerji gerektiren fosil yakıt endüstrilerindeki işlemlerle üretilir. Oluşturulan plastik türlerinin %65’i polietilen, polivinil klorür (PVC), polietilen tereftalat (PET) ve polistiren gibi kompleks karışımlardır. Bu nedenle petrokimya endüstrisi, insanlığı kirli enerjiye bağımlı hale getirerek, fosil yakıt emisyonlarına önemli ölçüde neden olur. Plastiklerin arıtılması da sera gazı yoğun bir işlemdir. CIEL raporuna göre, polietilen plastiklerin yapı taşı olan etilen üretiminden kaynaklı emisyonların 184,3 ila 213 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olduğu ve bu değerin bir yıl içinde yaklaşık 45 milyon binek aracın saldığı emisyona denk olduğu belirtiliyor. Küresel olarak, etilen üretiminden kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının 2015 ile 2030 arasında %34 oranında artması da bekleniyor.
Küresel Yakma Makinesi Alternatifleri İttifakı iletişim koordinatörü Claire Arkin, iklim ve halk sağlığı sorunu olarak nitelendirdiği plastik krizinin, teşvik politikalarıyla yalnızca fosil yakıt tüketimini artırdığını dile getirmektedir. Dünya Ekonomik Forumu’na göre bugün, yıllık küresel petrol tüketiminin yaklaşık %4-8’i plastiklerle ilişkilendiriliyor. Plastiklere olan bu bağımlılık devam ederse, plastikler 2050 yılına kadar petrol tüketiminin %20’sini oluşturacak. “Gizli Maliyetler” raporu sıfır atığa geçişin – sorumlu üretim, tüketim, yeniden kullanım ve malzemelerin yakma veya depolama olmaksızın geri kazanılması yoluyla doğal varlıkların korunması – emisyonları azaltmanın yolu olduğunu belirtiyor. Ancak sıfır atığa ulaşmak, bir ürünün yaşam döngüsündeki her adım için büyük bir kültürel ve politik değişim gerektirir.
Oluşan Atığın Yönetilmemesi Çevre Sağlığını Etkiliyor
Küresel olarak plastiklerin yaklaşık %40’ı ambalaj olarak kullanılmaktadır. Genellikle, ambalajlar tek kullanımlıktır, bu nedenle üç farklı şekilde işlenebilir: depolama, yakma veya geri dönüşüm. Atık yakma, üç seçenek arasında en fazla çevresel etkiye sahip olan yönetim formu. Dünya Enerji Konseyi’nin tahminlerine göre plastik üretimi ve yakma beklendiği gibi artarsa, sera gazı emisyonları 2030’da 49 milyon tona ve 2050’de 91 milyon tona yükselecek. İklim etkisi tek endişe değil. Yanan atıklar kirletici maddelerin yayılımına da neden olur. Yakma fırını çalışanları ve tesislerin yakınındaki teknik uzmanlar işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda oluşabilecek risklere maruz kalabilirler.
Tek kullanımlık plastik atıkların kişi başı üretiminde Türkiye 15 kg/kişi ile 53. sırada.
Her yıl 167.000 ton plastik pelet çevreye girerken, bu plastik yapı taşlarını, özellikle endüstriyel plastik sitelerin yakınında okyanus ve sahil kirliliğinin bir başka büyük kaynağı haline getiriyor. Okyanuslar gezegenin sahip olduğu en büyük doğal karbon yutağıdır. Kelimenin tam anlamıyla sera gazlarını atmosferden emerler. Yine de okyanusu kirleten plastikler denizleri son derece olumsuz etkiliyor ve karbon yutağı olarak hareket etme yeteneklerini azaltıyor. Güneş ışığı plastiği ısıtıyor ve okyanuslara ve atmosfere güçlü sera gazlarının salınmasına neden oluyor, okyanusun iyileştirici gücünü tersine çeviriyor.