“Afet yasası güncellendikçe inşaat şirketlerinin gücü arttı ve bütün yeni düzenlemeler çağımızın sömürü düzenini kodlayan ‘Hız’ ve ‘Verimlilik’ sloganlarıyla yapıldı. Denetimin çok da mümkün olmadığı ve halihazırda var olan eşitsizlikleri derinleştiren bir endüstri üretildi.” (Onur Aslan, 1999 Marmara Depremi sonrasında çıkartılan ve ardından gelen her yerel depremle yeniden düzenlenen afet yasasının arka planındaki kapitalist işleyiş biçim ve mantığını gözler önüne serdiği twiter floodundan)
Günümüz kapitalist sömürü düzeninin işleyiş biçimini kodlayan “hız ve verimlilik” saikleri, iş cinayetleri ve meslek hastalıklarında yaşanan patlama, eko-kırım ile deprem katliamı arasındaki derin iç bağlantıları gözler önüne serer.
Kapitalist işletmelerde azami hız ve verimlilik, artı-değer sömürüsünü ve karlılığı artırmanın en temel kaldıraçları arasındadır.
Hız, hem işçilerin çalışma yoğunluğunu ve temposunu artırarak sömürü şiddetini artırır, hem de sermaye döngüsünü hızlandırarak (sermayenin aynı süre içinde daha fazla çevrim yapmasını sağlayarak) kar oranlarını yükseltir.
Verimlilik artışı da, sermayenin artı-değer verimliliği artışı olarak, yani hem göreli artı-değer sömürüsünü artırma hem de işçilerin canından (işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinden) ve kullanılan malzemeden (halk sağlığı ve güvenliğinden) tasarruf yapılarak sermaye maliyetlerinin minimize etme yoluyla, kar oranlarını yükseltir.
Azami hız, sermaye değerlenmesini “yavaşlatan” ancak işçilerin ve kitlelerin sağlık ve güvenliği için gerekli olan her türlü etmenin devreden çıkartılmasını koşullar. İşçilerin aşırı hızlı ve yoğun çalıştırılmaya karşı direncini kırmak için, işleri daha basit parçalara bölüp sayısallaştırma, güvencesiz çalıştırma, rekabetçi performans sistemleri, yalın üretim, tam zamanında üretim sistemleri, çalışma sürecinde daha yoğun idari baskı ve kontrol gibi yöntemler kullanılır.
Örneğin dijital e-ticaret platformu şirketlerinin, motokurye işçileri aynı sürede daha çok paket atmaları için trafik kurallarını ihlale nasıl zorladığını biliyoruz. Az buçuk sürücüler ve yolcuların can güvenliği için trafik kuralları bile, sermaye açısından bir engel olarak görülür. Trafik polisleri de trafik kurallarını ihlal cezasını motokurye işçileri algoritmik sayısal azamileştirmeye zorlayan şirketlere değil işçilere keser. Türkiye’de e-ticaret platformu şirketlerin azami hız azami kar cinayetlerinde, yılda en az 50 motokurye işçisi yaşamını yitiriyor.
Örneğin Türkiye dahil çoğu ülkede uluslararası havayolu güvenlik standartlarına uyulmuyor. Bu güvenlik standartları, kalkan, inen ve havadaki uçaklar arasında belli bir süre ve mesafe bırakma gereğini, belli pist ve hava koşullarında yapılması gerekenleri, pilotlar ve uçucu personelin günlük ve aylık azami çalışma saatlerini ve uçuşlar arasında dinlenme sürelerini belirler. Ama bunlara uyulduğu koşullarda hem hava meydanı hem havayolu vd işletmelerin maliyetleri artıp karları düşeceğinden (örneğin pist yoğunluğu, hava koşulları veya diyelim ki bir kuş sürüsü nedeniyle havada daireler çizerek bekletilen bir uçağın yalnızca yakıt maliyeti artar, oysa bu koşullarda indirildiğinde can güvenliğini riski artar) çoğu güvenlik standartı gayet aleni biçimde ihlal ediliyor hatta yürürlükten kaldırılıyor. İki uzun uçuş arasında en az 24 saat dinlenmesi gereken uçucu personele, haftada 5-8 bazan daha fazla uzun uçuş yaptırılması, (öyleki havada yorgunluktan kalp krizi geçirme vakaları var), her düzeyde facia riskini son haddine çıkartıyor. Öyle ki uçucu personelin ve hava trafik kontrolörlerinin bu güvenlik standartlarını, kendilerinin ve yolcuların sağlık ve güvenlikleri için uygulamaları bile, ancak grev ve direnişlerle mümkün olabiliyor.
Örneğin artık yarı özel biçimde işletilen “kamu” hastanelerinde hekimlerin “hasta bakma” süresi durmaksızın azaltılıyor, hasta başına ayakta tanı ve tedavi süresi Türkiye’de en son 5 dakikaya indirildi. Bu sürenin çoğu zaten kayıt kuyut işleri ve hekimin hastanın bilgisayar sistemindeki sağlık kayıtlarına bakıp anlamlandırmaya çalışmasıyla geçiyor. Geriye kalan süre de (eğer kalırsa) hastanın derdini hekimin sorularıyla yönlendireceği biçimde anlatabilmesi ve hekimin bırakalım tedaviyi tanı koyabilmesi imkansız. Zaten bu koşullarda hekimin tüm yapabileceği hastayı dinlemeden tetkike göndermek, daha sonra da tetkik çıktılarına göz atıp standart ilaçları yazmak olabiliyor. Bu koşullarda etkisiz, hatta yanlış tanı ve tedavi riski de alabildiğine yükseliyor. Yine standart tetkikler ve algoritmik olarak kontrol edilen standart tanı ve tedaviler dışındaki hastalık/rahatsızlıkların tanısı ve tedavisi imkansızlaşıyor. Sağlık sisteminde hız ve verimlilik, hastaları vücut bütünlüğü parçalanmış bir takım bozulmuş organlara, sağlık emekçilerini ise montaj bantından akan bir takım bozuk organlara lehim yapan işçilere indirgiyor, sağlık emekçisi-hasta ilişkisini insanlıktan çıkartıyor.
Sermayenin “azami hız, azami verimlilik= azami kar” mantığı, kamu kurumları bürokrasisinin ve denetiminin de işlevsizleştirilmesini veya dolaysızca kapitalize edilerek sermayenin azami karlılığına bağlanmasını koşullandırır.
Örneğin işçi sağlığı ve güvenliğinin “iş (sermaye) sağlığı ve güvenliği” biçimiyle sermaye uzantısı taşeron şirketlere dönüştürülmesi veya işçi sendikalarının içinin boşaltılarak sermaye uzantısı taşeron şirketlere dönüştürülmesi gibi.
Onur Aslan ve çalışma arkadaşları, afet yasaları ile devletin deprem güvenliği için bir denetim ve düzenleme otoritesi olmaktan tümüyle çıkartıldığını, deprem güvenliğinin de bir “deprem piyasası”na dönüştürülmesiyle, devletin rolünün yalnızca (sermaye karları için) bir “kolaylaştırıcı” olmaya indirgendiğini doğru olarak belirtiyor. Örneğin afet yasasıyla deprem güvenliği için yenilenmesi gereken konutlar açısından:
“İnşaat şirketleri hem yıkım sürecini başlatan, hem denetim sürecini yürüten, hem de binaların yeniden yapıp satan aktörlere dönüşmüş durumda.”
İster eski binalar olsun ister yeni bina yapım projeleri, kamusal yapı denetim işinin, özel inşaat/müteahhit şirketlerinin uzantısı özel taşeron şirketlere devredildiğini biliyoruz.
Bunun kapitalizmin azami hız ve verimlilik=azami kar yasası ile ilişkisi son derece açık: Örneğin zemin etüd ve projelendirilmesi, çevresel etki etüd ve projelendirilmesi hem ciddi zaman gerektirir hem de sermaye maliyetlerini artırır. Diyelim ki zemin altında alivyonlu ve gevşek, sulak katmanlar varsa ya buraya hiç inşaat yapmamak, ya da bu katmanların altındaki sağlam kayalara kadar inip çakılan çelik kazıklarla yapmak gerekir. Aynı şekilde inşaatların yapım sürecinde dış denetim kadar iç denetim, örneğin şantiye şefliği gibi uzmanlıklar kritik öneme sahiptir. Bu alanda da denetim ve güvenlik yasaları alabildiğine gevşetilmiş, birbirinden farklı ve uzak 2, 3, 4 büyük inşaatı birden tek bir şantiye şefinin kontrol etmesi düzenlenmiştir. Bir yandan “hız ve verimlilik” saikleri, diğer yandan taşeronluk sistemi, iç denetimi de tamamen imkansız hale getirmektedir. Mimar ve mühendislerin de, tıpkı havayolları uçucu personeli ve hava trafik kontrolörleri, tıpkı sağlık emekçileri gibi asgari mesleki standartlarını uygulayabilmeleri bile imkansız kılınmıştır.
Zaten kapitalizmin doğrudan insan yaşam, sağlık ve güvenliği ile ilgili her türlü meslek (sağlık, eğitim, akademi, mimar ve mühendislik, avukatlık, vd) ve uzmanlık kurum, standart, norm ve etiğini doğrudan hedefe koymasının, ortadan kaldırmaya ve/veya kapitalize edip “hız, verimlilik, karlılık” saiklerine uyarlanmaya zorlamasının nedeni budur.
AFAD’ı, Kızılay’ı ilahiyatçıların yönetmesinden şikayet edenler, nedense hastaneleri, üniversiteleri, su, çevre ve ormanları ve kritik pek çok başka yaşamsal-ekolojik alanı kapitalist işletme CEO’larının yönetmesini sorun etmiyorlar?
Ancak devletin kamusal düzenleme ve denetim işlevinin özelleştirilmesi ve özel sermayeye devredilmesi; “kamu”nun sermaye hız, verimlilik ve karlılığını artıran bir “kolaylaştırıcı”ya dönüşmesi süreci, yalnızca inşaat/müteahhitlik sektörü ile sınırlı değil.
Tüm kapitalist ekonomi ve sektörleri, dahası doğrudan metalaşmamış olan tüm toplumsal yaşam alanlarını ve doğayı/ekolojiyi de, bu alanlardaki “kamusal” düzenleme ve denetimin doğrudan sermayeleştirilmesini de kapsıyor.
Örneğin “bağımsız denetleyici ve düzenleyici kurumlar” denilen üst kurullar bu çerçevededir. Her sektördeki tekelci sermaye gruplarının patron veya temsilcilerinin de girebildiği bu kurum ve kurullar, Meclis ve ulusal yasalar/hukuk üstü yetkilere sahip olabiliyor. Bunlar “kamusal” denetim ve düzenlemenin tümden ortadan kaldırıldığı, her sektörde sermayenin toplumsal ihtiyaç, sorumluluk ve gereklilikten ve bu temeldeki her türlü kısıtlamadan bağımsız, azami hız, verimlilik ve karla işletilmesini düzenleyen kurumlardır. Bu kurumlarda özel sermaye temsilcilerinin bulunup bulunmaması da bir noktadan sonra önemsizleşiyor, çünkü bu kurum ve kurulların temel bir işlevi, eski “kamu” kurumları ve bürokrasisini de özelleştirmek, doğrudan sermayeleştirmek ve/veya sermaye uzantısı/kolaylaştırıcısı haline getirmek.
Örneğin YOİKK (Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu) yine bu çerçevededir. YOİKK her türlü sermaye yatırım ve projesinde, ilgili tüm kurum ve alanların (gümrükler, çevre, bürokrasi, hukuk, eğitim, lojistik vd), bu sermaye girişimlerinin en hızlı, en verimli, en düşük maliyetli ve en karlı biçimde gerçekleşebilmesi için gerekli düzenlemeleri kapsar: Ucuz emekgücü, ucuz doğa, işçi halk ve doğa sağlığı ve güvenliği gereklerinden muaflık, bürokrasi denetim hukuk ve yasalardan muaflık, vd.
Hepsinin doruk noktası da herhalde Ulusal Varlık Fonu’dur. Burada da Türkiye’nin en büyük “kamu” banka ve işletmelerinin, hiçbir denetim, yasa ve kurala tabi olmadan, nasıl özel bir devasa sermaye grubu olarak işletildiğini görüyoruz.
Tıpkı kapitalizmin “hız ve verimliliği” azamileştirmeye dönük yalın üretim, tam zamanında üretim sistemleri gibi, bugünün kapitalist devleti de “yalın devlet”, “tam zamanında devlet”tir.
Ama tabii ki, işçiler, emekçiler, toplumsal ihtiyaçlar, deprem yıkımına uğrayanlar, pandemi, orman yargınları …. için değil. Sermaye hız, verimlilik ve karlığı için “yalın” (sermaye karlılığı ve despotizmi dışındaki her türlü toplumsal hayatiyet işlevini sırtından atmış ve işçi sınıfının üstüne yıkmış) ve “tam zamanında” (sermayeye en hızlı, en verimli, en karlı değerlenme alanları açma, emek fonlarını mali sermayeleştirme ve sermayeye transfer etme, sermaye karlılığı düştüğünde işçi emekçilerin sırtından gerekli karlılık artırıcı müdahaleleri hemen yapma, vd) devlettir. Emek vergilerini ne kadar artırıp sermaye vergilerini ne kadar azaltırsa, bütçeden eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, emeklilik, depremden korunma, çevre koruma, vd harcamaları ne kadar azaltıp sermayeye aktarırsa o kadar “verimli” devlettir.
Bunu 6 Şubat deprem yıkımı sürecinde de aynen görüyoruz: Arama-kurtarma ve depremzedeler için tedarik ve dağıtım merkezleri, donanımlı yaşam alanları oluşturmada alabildiğine yavaş ve dezorganize olan devlet; pandemide, orman yangınlarında, işçi sağlığı ve güvenliğinde, enflasyona müdahelede alabildiğine yavaş ve işlevsiz olan devlet; kitlelerin ve solun dayanışma inisiyatiflerine saldırmada, halen enkaz altından canlı çıkma olanağı ve olasılığı varken arama-kurtarma çalışmalarını bitirmede, sermaye için karlı enkaz kaldırma ve yeni altyapı-inşaat projeleri yapıp bunlar için kamu kurumlarından fon transfer etmede olağanüstü hızlı ve verimlidir!
Sermayenin kar oranlarındaki düşüş eğilimini frenlemek için hız ve verimliliği köklemesi, işçiler üzerindeki sömürü şiddetinin artması; iş cinayetleri ve meslek hastalıklarının patlaması, tükenme sendromunun ve çalışamaz hale gelenlerin patlaması demektir. Artan sayıda işçinin emekgüçleri ve yaşamlarını yeniden üretme döngüsünün, sermayenin tüm yaşam enerjilerini soğurma temposuna yetişemez hale gelmesi; hayatta kalamaması veya safra gibi bir tarafa atılması demektir. Doğanın, ekolojinin de yeniden üretim döngülerinin sermayenin yaşam öğüten kar çarkları altında ezilmesi, eko-kırım demektir.
Çalışırken ölüm, kanserden ölüm, açlıktan ve sefaletten ölüm, pandemiden ölüm, depremden ölüm, eko-yıkım demektir.
İşte bu yüzden işçi katliamları ve meslek hastalıkları ile eko-yıkım arasında doğrudan bir bağ olduğu gibi, deprem yıkımı ve katliamıyla da arasında doğrudan bir (sermaye hız, verimlilik ve karlılık) bağı vardır.