2 Kasım 2020
İklim adaleti aktivizminin son on yılı, küresel çevre politikasını aşağıdan yukarıya yeniden icat ederken (yeniden tasarlarken), kapitalizmin yarattığı küresel ekolojik yıkımı durdurmada yeterli olmadı. Bu yaklaşımın başarılarından ve başarısızlıklarından ne öğrenebiliriz?
İklim Değişikliği ve Toprak Ana Hakları Dünya Halk Konferansı. Rio +20’deki Halk Zirvesi. Halkın İklim Yürüyüşü. Halkın İklim Hareketi. Son on yıl, yakın geçmişin ana akım çevreciliğinden büyük ölçüde uzak, düzen karşıtı bir siyasi retorikten çok, aciliyet içinde tanımlanan iklim adaleti aktivizminin yenilenmesine tanık oldu.
Tabandan gelen, halkın gücüne yaptığı vurgu ve küresel seçkinler ile şirketlere yönelik sınırsız eleştirileri göz önüne alındığında, çağdaş iklim adaleti hareketinin bazı kesimlerinin, siyasi retorik ve hareketlilik türü açısından sol-popülist bir türe dahil olduğunu görmeliyiz. Bu yönelim, 2018’den günümüze meyvesini Yeşil Yeni Anlaşma için oluşan ulusötesi hareketlerle verdi. Durumun iyimser bir okuması yapıldığında bu tür hareketlerin iklim adaleti ilkeleriyle uyumlu küresel bir siyasi dönüşüme hiç bu kadar yakın olmadığı görülür: ön saflardaki toplulukların, işçilerin ve yoksulların önceliklendirilmesi. Kötümser birisi, retorik ve stratejideki bu sözde değişikliklere karşılık gelen somut siyasi eylemin tamamıyla eksik olduğuna işaret edebilir. İyimser ya da kötümser, eğilim ne olursa olsun, geriye dönüp bakarak son on yılın akılcı bir bilançosunu çıkarmak bize düşen bir sorumluluk. İklim adaleti siyasetinin sol-popülist yönelimlerinin sonuçları neler oldu? Bu hareketin başarılarından ve başarısızlıklarından ne gibi stratejik dersler çıkarabiliriz?
İklim Popülizminin Kısa Tarihi
İklim popülizmi, yakın geçmişteki iklim değişikliğine dair teknokratik ve politika odaklı yaklaşımlardan belirgin bir şekilde farklılaşır. 1990’ların ve 2000’lerin başlarının kâr amacı gütmeyen çevreci stratejisi, kendisini Üçüncü Yol neoliberalizminin politik normlarına iyi adapte etmişti. Bu yönelim, sürdürülebilir kalkınma öncelikleri konusunda fikir birliğine varmak için egemen sınıfın kurumları arasında pragmatik ittifaklar kurmanın altını çizdi. Bill Gates, Alec Baldwin ve Al Gore gibi “farklı” aktörleri, bağlayıcı olmayan, aşamalı ve büyük ölçüde pazar odaklı anlaşmaları görüşüp sonuca bağlamak için devlet liderleri ve kasası dolu önemli STK’larla bir araya getiren yıllık UNFCCC toplantılarını düşünün. Konsensüse varmaya, bilimsel ve teknik temelli araçlara ve hedeflere bağlı kalmaya yapılan vurgu, politikanın, düşmanca bir anlaşmazlık olarak anlaşılması ve ana akımda aktif bir şekilde marjinalleştirilmesi anlamına geliyordu. Bu marjinalleştirmenin mekansal bir örneği, iklim adaleti hareketinin resmi toplantı alanı dışındaki bir bölgede adeta hapsedildiği yıllık Taraflar Konferansı (COP) toplantılarının her birinde görülebilir.
Muhalif iklim adaleti stratejisi, 2009’daki COP15 Kopenhag Anlaşması’nın hayal kırıklığı yaratan sonuçlarından sonra değişmeye başladı; bu, resmi uluslararası iklim görüşmelerinden, 2010’da Bolivya-Cochabamba’daki Dünya Halklarının İklim Değişikliği ve Toprak Ana Hakları Konferansı gibi paralel birlik inşası alanlarına doğru bir tür göçe yol açtı. Tadzio Mueller, bu alanın bile, maden çıkarma ve Yerli haklarıyla ilgili konularda Latin Amerika popülist solundaki iç bölünmeler tarafından sınırlandığını savunuyor. O zamanlarda Mueller, “Bu makalenin yazıldığı Kuzey’de, birçok iklim (adaleti) aktivisti, oluşturulan siyasi çerçevelerin bir kitle tabanı oluşturmak için iklim değişikliği mücadelesini merkeze alması sorunuyla yüzleşmek zorunda kaldı” diye belirtmişti.
ABD’deki diğer genç iklim adaleti örgütleyicileriyle birlikte, o dönemde ben de bir çıkmazda hissettim. 2009 Waxman-Markey tasarısının eşzamanlı başarısızlığı ve Obama yönetiminin çoğumuzun umduğu ilerici bir kopuşun temsilcisi olmadığına dair artan işaretlerle, iklim adaleti aktivistleri böyle bir “kitle tabanı”nı nasıl inşa edeceklerini yeniden gözden geçirmeye başladı. Politikadan vazgeçtik, bunun yerine, madencilik ve iklim kaosundan en çok muzdarip olan taban toplulukları ile ve onların arasında olarak daha iyi ilişkiler kurmaya çalıştık. Bu hareketlere, (çevresel adalet mücadelesinde olanlar da dahil) kâr amacı gütmeyen kuruluşlardan çok Yerli uluslar, göçmen tarım işçileri, Siyah özgürlüğü savunucuları, kıyı balıkçıları, çiftçiler, çiftlik işçileri ve sendikalı sanayi işçileri öncülük etti. Kömürlü termik santralleri, hidrolik kırılma sahaları ve katran kumu boru hatlarına dair analizlerinin bir parçası olarak iklim değişikliği kendine yer bulabilse de daha çok, Marksist feministlerin “toplumsal yeniden üretim alanı” dediği konularda, temiz su ve temiz hava mücadeleleri gibi insanların günlük yaşam mücadelelerinden var olup ortaya çıktılar. Bu hareketleri, öncülleri olan önceki on yıldaki çevresel adalet mücadelelerinden görece farklı kılan şey, “daha büyük bir biz” inşa etmek için stratejilerinin farklılıklar ve mesafeler arasındaki koordine etme ve paylaşma arzusu veya ihtiyacıydı. ABD’deki halkçı tarımsal geleneğin devamcılarıyla, ABD demokrasisinin kolay erişilebilen retoriğiyle, küresel bir sömürgecilikten arındırma ve Siyah gücü hareketinin diliyle ve yeni bir “çok ırklı popülizm”le yakınlık kurarak ve bunlardan yola çıkarak, bu kolektifin sık kullanılan adı “halk” (people) oldu.
Popülist Bir Hareket Olmak için Ne Gerekir?
Son beş yıldaki liberal yorumlar, “popülizmin” anti-demokratik siyasi sağcılık ile eşanlamlı olduğu izlenimini verebilir. Bu yorumlarla yapılan hamlenin kendisi, liberal merkezciliğe yönelik tüm tehditleri eşzamanlı olarak hem birbirine eşitlemek hem de gözden düşürmek için stratejik bir girişim hamlesidir. Popülizmin (ve bir özne olarak “halkın”) geleneksel sol eleştirileri de etnik milliyetçilik sorununa odaklanma eğilimindeydi. “Halk”, ırksal açıdan kodlanmış dışarıdan gelen yozlaştırıcı bir yabancıya karşı koymak üzere beyaz üstünlükçülerin kullandığı bir kod sözcüğü değil midir sadece? Sağ popülist hareketlerin varlığını ve bu biçimiyle “halk” retoriğini kullanmalarını inkâr etmenin bir anlamı yok. Yine de “halk”ın daha kapsamlı anlamları da mümkün. Örneğin iklim adaleti hareketi, “halkı” ulusal bir projeden ziyade (gerçi bazıları ulus devletin kısıtlamalarını kabul etmeye biraz fazlaca hazır olsa da) küresel bir özne olarak görme eğilimindedir. Latin Amerika’daki sol “el pueblo” anlayışı, aynı zamanda, devletin gücünü aşan halkın kurucu gücüne atıfta bulunularak oluşturulan etnik milliyetçi indirgemeye de direnir.
Bununla birlikte, sol-popülist bir özne inşa etme projesi sorunlardan azade değil. Etnik milliyetçi versiyonuna zıt bir endişe, “halk”ın hemen hemen herkesi kapsayan çok geniş bir özne olabileceği ve yoldaşları yalnızca müttefik olanlardan ve politik düşmanlardan ayırt etmeyi zorlaştıracağı endişesidir. Milliyetçilerin ve yeşil kapitalistlerin halk hareketlerini etkilemeye çalıştıkları zamanlarda bu kesinlikle bir endişe kaynağı olabilir. Popülist talepler, belirli bir politik vizyona (ekososyalizm gibi) ya da stratejiye (hareket inşası gibi) dair yönelimlerini yitirerek, zayıflatılabilir. Yine de iklim adaleti hareketi içinde bazı gri alanlar ve anlaşmazlıklar olsa bile, çoğumuzun kabul edeceği oldukça açık kötü adamlar var: fosil yakıt şirketleri, yeşil sömürgeciler, belki daha genel olarak da kapitalizm.
Yeşil Yeni Anlaşma’nın (YYA) yaygın ve hızlı bir şekilde kabul görüşünü, popülist yönelimin başarısının bir sonucu olarak görebiliriz. Değişik YYA versiyonları bir süredir liberal politika dünyasında dolaşmış olsa da, Gündoğumu Hareketi (Sunrise Movement) gibi kafası çalışan gençlik grupları, YYA’yı kendi platformlarının bir parçası haline getirince bu vizyon ancak sahneye geri döndü. Bugün bu tür planlar, ifade ettikleri anlamdan daha az radikal olma eğiliminde ve çoğu zaman “yaşam desteği Keynesçiliğinin” bir versiyonu olarak ortaya çıkmakta. Bununla birlikte, hem çevre mücadelesindeki geniş kesimler hem de sol benzeri yapılar arasındaki mevcut popülaritesi, iklim politikalarının daha önceki dönemlerinde yer alan gevşek taleplere göre büyük bir değişim anlamına geliyor. Matthew Miles Goodrich’in iddia ettiği gibi bu, “Belki de paradoksal bir biçimde, bir siyasi kriz anında, iklim değişikliğiyle mücadeledeki siyasi bir yaklaşımın, insanlar için bir umut kaynağı haline geldiği” bir değişimi temsil ediyor. Bu yeni politikleşmiş yaklaşım için kritik olan, muhtemelen sadece kurumsal ötekilerinden değişim talep etmekle kalmayıp aynı zamanda YYA vizyonunu gerçekleştirmek için gerçekten güç toplayıp biriktirecek farklı bir siyasi özne (kitleler, kırılgan topluluklar, sıradan insanlar) tarafından taşıyıcılığının yapılıyor olmasıdır.
Goodrich’in sözlerini tekrar ödünç almak gerekirse, iklim adaleti hareketinin “temel iktidar mekanizmalarıyla ilgilenmeyi reddeden apolitik bir hareket”ten dönüşmüş olması kesinlikle çok hayati önemdedir. Ancak bu, daha dövüşken sol popülist politik stratejinin en iyisi olup olmadığına dair hüküm vermemize yeterince yardımcı olmuyor. Ve Yeşil Yeni Anlaşma’ya yönelik ortalıkta dolaşan pek çok sempatik (ve daha az sempatik) eleştiri olsa da, bu eleştirilerin çoğu bunu başaracak özneden ziyade talebin içeriğine odaklanıyor.
İklim Popülizminin Öznesi
Elbette, talepler ve özneler birbiriyle bağlantılıdır: özneler, siyasi hareketler içindeki bir araya gelişlerinden önce öylece var olmazlar, onlar tarafından yeniden şekillendirilirler. Talepler özneleri yaratır, eksik ve farklı yönlerde parçalanmış özneleri. Liberal talepler hem liberal öznelere dayanır hem de onları yeniden üretir: özgür bireyler, tüketiciler, özel mülkiyet sahipleri böyledir. Sosyalist ya da antiemperyalist talepler, sosyalist ya da antiemperyalist özneler üretir: adalet adına dayanışma ve yoldaşlık arayan öznelerdir bunlar. Çevreci talepler çevre özneleri yaratır. Popülist talepler halkçı olana yönelen özneler yaratır. Öyleyse, yeni iklim adaleti hareketinde yaratılan muğlak “halk” öznesinin sınırları nelerdir?
Birincisi, iklim popülizmi YYA’yı bazı yönlerden “popüler” hâle getirmiş olsa da, destekçilerin büyük çoğunluğu için bile bu popülerliğin zayıf olduğu açık. Anketlerde sonuçlar ne kadar destekleyici yönde olursa olsun bir kitle hareketinin somut eylemlerinin yerine geçecek düzeyde bir anket verisi olamaz. Sonuç olarak, 1890’ların ABD popülizmi veya Jesse Jackson’ın 1980’lerdeki Gökkuşağı Koalisyonu kurma girişimlerine çok benzer şekilde, bugün iklim popülizmi, somut küçük koalisyonunun gerçekte var olandan çok daha büyük bir koalisyonu temsil ettiğini hayal ediyor. Zayıf popülerliğin bir sonucu da, ilham verici söylemimizin deneyimlerimizle uyuşmamasıdır. Bu, hareket içinde kaygı yaratabilir ve strateji ile ilgili öz eleştirel bir şüphe uyandırabilir – özellikle de sokaklardan seçim sandığına doğru yapılan erken hamleden sonra. Başarısızlıklardan sonra, öz eleştiri yerine kafa karışıklığı yaşıyoruz: Popüler olmamamız gerekmiyor muydu? Öz eleştirinin yerini başkalarını eleştiri alırsa gereken dersler çıkarılmaz. Dahası, çok az popüler olsa bile herhangi bir spekülatif YYA’nın, adalet odaklı -ya da sosyalist yönelimli- bir versiyonunun merkeze alabileceği temel ayrıntılar muhtemelen böylece engellenecektir. İklim adaleti fonu aracılığıyla koşulsuz ulusötesi yardımlar mı? Herkes için sağlık bakımı ve serbest dolaşım mı? Temiz enerji projelerinde yerlilerin veto hakları mı? Doğrama tahtasında önce kimler ya da neler olacak? Hangi kritik detaylardan vazgeçilecek? Sonuç olarak, görünüşe göre iklim popülizmi özneleri siyaseti anlıyor, ancak henüz siyasal gücü anlamıyor. İklim popülizmi, bir kitlesel seferberlik fantezisine bağlı özneler yaratıyor, ancak onu güçlendirecek gerçek bir hareketten yoksun bir şekilde.
İkincisi, hayali bir “halk kitlesine” yönelim, bu tür hareketlerin daha radikal ve aşırı unsurları üzerinde bir baskı işlevi görebilir. Fosil yakıt boru hatlarına karşı mücadele eden bazı örgütlerin popülist yöneliminin, onları, hareketin aradığı sözde “aile dostu” popülariteye tehdit oluşturduğu anlaşılan anarşistlere ve doğrudan eylemi savunan Yerli halklarına aktif bir biçimde karşı çıkmaya yönlendirdiğini gördüm. İçeriden bakınca, hareket, fiilen var olan tüketime dayalı toplumun sahip olduğu varsayılan değişmez çıkar setiyle asgari ortak paydadaki özneye yönelmeye kendisini teşvik ediyor. Bu, özellikle çarpıklaşmış iklim politikası anlayışlarının ortaya çıkmasına alan açıyor. Radikal biçimde dönüştürülmüş bir toplumsal dünya hayal etmeye ve inşa etmeye izin verilmiyor, çünkü sıradan insanlar “spor ayakkabılarının, Lego setlerinin, waffle yapma aletlerinin ve evet düz ekran LED TV’lerin ve X-Box’ların” duygusal tatmininden asla isteyerek vazgeçmeyecekler. İklim popülizmi böylece popüler olmaya çalışan özneler yaratır. Bu, “normie sosyalizmi”nkine benzer sorunlar yaratır. Kate Doyle Griffiths, kültürel düzeyde normativiteye yönelik tedbirliliğin güven eksikliğini maskelediğini ve beyaz Avro-Amerikan heteronormativiteye yönelik adı konulmamış bir yönelimi güçlendirdiğini, siyasi düzeyde ise bunun “sosyalist hareketin ufku olarak özellikle de Demokrat Parti içindekilerin seçim siyaseti yürütme iddiasını” ortaya koyduğunu yazar. Kısacası, iklim popülizminin öznesi, genel anlamda normal insanların nasıl olduğuna dair inandığı şeyin kendi hayal gücünü sınırlamasına izin veriyor.
Üçüncü ve son olarak, iklim popülizminin halk tabanı ya da kitle tabanının farklı coğrafyaları arasında bağlantı kurmada bir sorun var. Bu gerçekten de bir gezegensel adalet hareketi olacaksa küresel proletaryanın maddi dünyası, (sınıf) mücadelesinin kalbinde yer almalıdır. Ancak, Küresel Güney’e ve sınıf temelli işçi mücadelesine sık sık yapılan önerilere rağmen, mevcut iklim adaleti hareketinin çoğu kez popülist ucu, sıklıkla ve büyük oranda bu kitleler adına konuşur. “Koyu renkli uluslar”, iklim popülizmi söyleminde hâlâ basitçe, iklim kaosunun sıkça göçmen ya da mülteci figürü haline getirilen öylece bir araya toplanmış kurbanları olarak görünüyor. Kuzey Amerika YYA’sının bölgeye, coğrafyaya ve tarihe dayalı olarak eşitsiz bir şekilde şekillendirilmiş vizyonunda da bu konu aynı durumdadır. Küresel kapitalizm ve sömürgeciliğe yönelik eleştiriler, küçük bir kısmı da Yerli ulusların ulusaşırı liderliğinden dolayı giderek merkezileşirken iklim popülizmi de diğer alanlarda yola koyulamadı. Kaçımız bir YYA’nın, örneğin sınırların açılması, küresel borçların iptali ve ulus ötesi anti-militarizm ve antiemperyalizm anlamına geldiğinden eminiz? Bununla bağlantılı bir sorun da YYA’nın belirsiz bir “sınıflar arası” özne tarafından hayata geçirileceği önermesidir. Sermayeyle, hatta ABD’deki orta sınıfla yapılacak herhangi bir ittifakın iklim adaletine yönelik başarılı bir dönüşümü sağlaması olası değildir. İklim popülizminin öznesi, küresel proletarya içinde kendisini inşa etmekten çok onu temsil ettiği için olduğundan daha kapsayıcı olduğunu hayal eder.
YYA’yı en çok savunanlar, “Yeni Anlaşma” ile ilişkili tarihi ya da çağdaş bir dizi politikaya değil, bunun yerine bunların meydana gelişlerini zorlayan kitlesel mücadeleye işaret ediyorlar. Sorun sadece Yeni Anlaşma’nın (şimdi düzeltebileceğimiz) bazı niyet edilmemiş ırkçı etkilere sahip olmuş olması değil, Anlaşma’nın kendisinin anın daha radikal çalkalanışının zaptedilmesi ve bir teslimiyet olmasıdır. Ve buna rağmen bu radikal çalkantı, sol popülizm müdavimleri tarafından kesin bir şekilde kınanıyor. Kitle ajitasyonu ve mücadele her daim aklımızda olacaksa, yarattığımız özneler “halkın” izin verdiğinden daha dönüştürücü olmalıdır; bu, sıklıkla halk seferberliği ile ilişkilendirilmeyen örgütler olan meclisler, kadrolar ve karşılıklı dayanışma örgütleri için yer ayırmak anlamına gelir.
Ne yapmalı?
Bu analiz, soldaki bazılarının yapmaktan fazlasıyla mutlu olacağı, “marjinal halimizin tadını çıkardığımız” bir konuma geri dönme çağrısı değil. Aksine, iklim adaleti hareketinin şu anda esneme yeteneğine sahip olan gücü ve bu gücün gerçekte hangi alanlarda etkili olabileceği konusunda gerçekçi olma meselesidir. Kuzey Amerika’da, YYA koalisyonunun gücünün, hayal kırıklığı yaratacak şekilde, büyük ölçüde önceki dönemlerdeki ile aynı alanlarla sınırlı olduğu görülüyor: kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, kıymetleri kendinden menkul aktivistler, doğrudan etkilenen insanların çok ufak bir kesimi.
Pek çok yönden, COVID-19 krizi nedeniyle alınan sosyal mesafelenme tedbirleri, siyasi örgütlenmeyi şu anda her zamankinden daha zor hale getiriyor. Bununla birlikte, bu interregnum, bu fetret devri, yakın geçmişin yeniden değerlendirilmesi için ve benzersiz bir şekilde gelişkin gezegensel ekonomik krize karşı yalnızca retorik olmaktan ziyade derinlemesine bir şekilde maddi zemine dayanan bir hazırlık için kullanışlı olabilir. Kısa ve orta vadedeki gelişmelerin, yeni sömürgeci küresel işbölümü nedeniyle neredeyse kesin bir şekilde eşitsiz yaşanan gıda, yakıt ve tedarik krizlerini ortaya çıkarması muhtemeldir.
Derin bir ekonomik krizin hüküm süreceği bir dünyada, Yeşil Yeni Anlaşma yalnızca, bir tür evrimsel geriye dönüş olacak yaşam desteği Keynesçiliği midir? Bir zombinin bir şey için, herhangi bir şey için, -belki de bir tür Halkın Kurtarma Paketi- tutunması gibi mi olacak? Ekonomik büyümenin yenilenmesi için mi işlev görecek? Yoksa bu kriz anından maddi zeminde somut olarak yeni bir halk hareketi ortaya çıkabilir mi?