İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İstanbul Planlama Ajansı koordinasyonuyla oluşturulan İstanbul Gıda Strateji Belgesi (İGSB) 2021 Eylül ayında ipa.istanbul/istanbulgidastratejibelgesi/ adresinde paylaşılarak yoruma açıldı. Belge bir süreliğine, STK’ların, üretici ve tüketici organizasyonlarının, meslek odalarının, akademisyenlerin ve ilgili herkesin görüşlerine açık kalacak ve gelen katkılarla son halini alacak.
Gıda egemenliği, gıda güvencesi, gıda hakkı gibi son zamanlarda dünyada da önemi giderek artan ve acil olarak yerel ve ülkeler bazında yeni gıda politikaları geliştirilmesini mecbur kılan kavramların, Türkiye’de de ilk defa bir yerel yönetim tarafından dile getirilmesi ve teori seviyesinde de olsa böyle bir belgeye imza atılmış olması oldukça değerlidir.
Daha önceki sayılarımızda da değindiğimiz gibi, küresel iklim krizi ve kapitalist sistemin içinde bulunduğu çıkmaz, tüm dünyayı önemli bir gıda kıtlığına doğru hızla sürüklemektedir. Bu süreçte, gıda üzerine söz söyleme ve karar verme gücünü elinde bulunduran büyük sermaye şirketleri, gıdayı sadece kar odaklı bir metaya dönüştürmüş, besleyici ve sağlıklı olması yerine, çok miktarda, hızlı, ucuz ve kolay üretilen yiyecekleri, tekelci bir zihniyetle tüketicilere dayatmıştır. Bu kısır sistemin artık global gıda problemine çözüm olamayacağı ve bizleri besleyemeyeceği açıkça ortadadır. Tüm dünyada, gıda üretici, dağıtıcı ve tüketicileri, gıda üzerine söz söyleme, karar verme, kendi gıda sistemlerini kurma haklarını, “Gıda Egemenliği” başlığında tekrar ellerine almaya başlamışlardır.
Gıda egemenliği kavramı ilk olarak, uluslararası çiftçi örgütü La Vía Campesina tarafından, 1996 Dünya Gıda Zirvesi’nde şöyle tanımlanmıştır: “İnsanların ekolojik olarak sağlıklı ve sürdürülebilir yöntemlerle üretilen sağlıklı ve kültürel olarak uygun gıdalara erişim hakkı ve halkın kendi gıda ve tarım sistemlerini belirleme hakkı vardır. Gıda egemenliği, tarım ve gıda sistemlerimizin merkezine, pazarın ve uluslararası şirketlerin taleplerini değil, sağlıklı ve yerel gıdaları üreten, işleyen ve tüketen kişileri yerleştirir.”
Günümüze kadar FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) de dahil birçok uluslararası kurum tarafından resmi olarak kabul edilen gıda egemenliği kavramı bugün, STK’lar, çiftçi hareketleri, gıda örgütleri ve yerel yönetimler tarafından oluşturulan gıda strateji belgeleri/ politikalarına zemin oluşturmakta ve önümüzdeki gıda krizine bir çözüm olarak, tanımı sürekli güncellenmekte ve kapsamı genişleyerek yaygınlaşmaktadır.
İBB’nin hazırladığı İGSB, “Adil, güvenli, dirençli, onarıcı, döngüsel ve doğa dostu” ilkelerini temel alan bir gıda sistemi oluşturulması ihtiyacını, mevcut durum tespitleriyle gerekçelendirerek, bu doğrultuda yapılması gereken kısa, orta ve uzun vadeli çalışmaları başlıklar halinde sunuyor.
İstanbul’un kırsal bölgelerinin ve gıda üreticilerinin korunması, gıdaya erişim hakkı, sosyal güvence ve adalet, sağlıklı gıda ve beslenme politikaları, gıda güvenliği, su güvenliği, iklim krizi ve doğa dostu-istikrarlı tarım, kent tarımı ve kent bostanları, gıda atık, israf ve kayıpları, afete dirençli bir sistemle krizleri yönetmek, ana başlıklarından oluşan belge, gıda stratejisini uygulanabilir ve sürekli kılmak için oluşturulacak ve dünyada da örneklerini gördüğümüz bir Gıda Konseyi kurulması hedefiyle sonlanıyor.
Ortaya konulan problemlerin/ çözümlerin önemli bir bölümünü, yapılması gereken analizler, ölçümler, istatistiki ve envanter çalışmaları oluşturuyor. Ülke olarak yetersiz olduğumuz, problemleri tespit etme ve çözme noktasında önemli işlevi olan ve eksikliği ile bizleri kör bırakan istatistiki verilerin ve gözlem mekanizmalarının İGSB’ye de bir problem olarak yansıdığını görüyoruz. Bu eksikliğin tespit edilmiş olmasına, yerinde bir özeleştiri olarak bakabiliriz.
Örneğin kırsal bölgelerin korunması başlığında, “kapsamlı bir kırsal envanter yapılması” kısa vadeli projelere eklenmiş ve bu envanter eksik olduğu için, asıl yapılması gerekenlerle ilgili öneriler sunulamamıştır. Aynı durum ana başlıkların çoğu için geçerlidir:
Açlıkla mücadele başlığında, “ İstanbul’da ‘gıda çölü’ olarak nitelenen yerler olup olmadığının araştırılması”
Sağlıklı gıda ve beslenme politikaları başlığında, “Belediye bünyesindeki ya da hizmet alınan anlaşmalı kreşlerdeki beslenme-diyet programlarının sağlığa uygunluğunu kontrol etmek.”
Gıda güvenliği başlığında, “doğal varlıkların(toprak – hava – su gibi) kirlilik parametrelerinin periyodik ölçümü ve kayıt altına alınması”
Su güvenliği başlığında, “Su kirliliğini kontrol ve izleme çalışmalarından elde edilen verileri kayıt altına alarak mevsimsel, yıllık ve uzun yıllara dayalı olarak kirlilik düzeylerinin nasıl değiştiğini tespit etmek.”
“Sularda kirliliğe yol açan etken maddelerin hangi kaynaklardan sulara bulaştığını ve ne gibi önlemler alınabileceğini belirlemek.”
Kent tarımı başlığında “Tarım topraklarını ve tatlı su kaynaklarını kirletici sektörlerin İstanbul ve çevresindeki dağılımını ve açığa çıkan atıkların bileşimini belirlemeye yönelik bir araştırma çalışması yürütmek.”
Özetle, çözümlerini görmeyi beklediğimiz alanlarda henüz problem tespit aşamasında olduğumuzu görüyoruz. Ancak bu durumun açıkça ifade edilmesi de olumlu ve önemli bir adımdır. Bu noktada belgenin katılımcı tarafını güçlendirmek, ilgili akademisyen ve sivil toplum örgütlerini sürece dahil etmek, hızlı tespit ve çözüme geçiş adımları için elzemdir.
Çözümlere yönelik kısa, orta ve uzun vadeli önerilerde ise, yapılması gerekenler net olarak ortaya konulmamış, çoğu öneride sadece “yapılması gerekliliği” vurgulanarak, çözümler belirsiz bırakılmıştır. Örneğin, kentin kuzeye büyümesi, mevcut yönetimsel ve ekonomik düzende nasıl engellenecektir? Gıda çöllerine, yoksul tüketicinin bulunduğu bölgelere kurulacak olan üretici pazarları ve mağazaları, alım gücü olmayan insanların gıda problemini nasıl çözecektir? Kirletici atıkların kaynağında ayrıştırılması için nasıl bir sistem kurulacaktır? Geri dönüşüm işçileri bu sistemin neresinde olacaklar ve problemleri nasıl çözülecektir? “Kimyevi madde ve plastiklerin uygun şekilde bertaraf edilmesi” hangi yöntemleri içermektedir, nasıl uygulanacaktır? Gıda atıkları kaynağında nasıl ayrılacaktır? Semt pazarlarında gıda kaybı ve israfı ne gibi yöntemlerle azaltılacaktır? “Gıda tedarik zincirindeki kırılmalara karşı alınacak önlemler” neler olacaktır, hangi sektörleri kapsayacaktır?
Bütün bu ve benzeri soruların cevaplarıyla, çözüme yönelik atılacak adımların ve süreç yönetiminin, kurulması planlanan Gıda Konseyi’ne bırakıldığı görülmektedir.
Planlanan gıda konseyi İGSB’de şöyle tanımlanıyor: “İBB kendi bünyesinde, yerel belediyelerle, ulusal kurumlar, STK’lar, üretici ve tüketici kuruluşları ile koordinasyon ve iş bölümü içinde olmayı ve benzer ilkeler doğrultusunda çalışan yerli ve yabancı belediyelerle dayanışmayı hedeflemektedir. Bu hedeflere erişmek amacıyla kurulacak gıda konseyinin katılımcı, şeffaf, hesap verebilen, hesap sorabilen, yetki ve sorumlulukları belirlenmiş, bütçesi ve personel kaynakları olan bir yönetişim mekanizması oluşturması amaçlanmalıdır.”
İGSB’ nin tamamında konu edilen, gıda problemleri çevresinde şekillenen ve toplumsal, ekonomik, ekolojik taraflarıyla oldukça geniş bir alana yayılan, çok katmanlı problemlerin doğru şekilde ortaya konulması, bahsedilen ilkeler doğrultusunda “gerçekçi” çözüm önerilerinin detaylandırılması, somutlaştırılması ve uygulanması işleri, kurulacak bu gıda konseyinin sorumluluğunda olacağından; öncelikle bu konseyin katılımcılarının, kuruluş şeklinin, yasal statüsünün, işleyiş mekanizmasının vb. belirleyici özelliklerinin çok daha net bir şekilde ortaya konulması gerektiğini düşünüyoruz. Söz konusu konseyin genel yapısı her ne kadar belgede özetlenmiş olsa da, konseyin oluşması aşamasında, Türkiye’de faaliyet gösteren gıda örgütleri, üreticiler, dağıtıcılar, işçiler, tüketiciler gibi tüm grupların sürece dahil olması ve süreci sahiplenmeleri oldukça önemlidir.
İstanbul’un gıda, ekoloji, ekonomi problemlerinin temelinde elbetteki ülkenin problemleri yatmaktadır. Üretilen çözümlerin kapsamı da buna model olabilecek bir çerçevede ilerlemeli, ulusal gıda politikasına zemin hazırlayacak nitelikte, bütüncül çözümler üretilmelidir. Bu kapsamda bir temsiliyetin sağlanamaması durumunda, çözüme yönelik bu olumlu adım, atıl ve kısır kalacak, tabandan gelmeyen ve tabana yayılmayı başaramayan tüm hareketler gibi işlevsiz olacaktır.