Yaşamımız için olmazsa olmazlarımız tek tek ellerimizden alınıyor. Hava zehirlendi, su pislendi, toprak kirlendi… Yaşama ve doğaya ait bu ve benzeri temel sorunlara kapitalizmi merkeze alarak karşı çıkmayan/çıkamayan anlayış ve yapıların mücadeleyi nasıl gerilettiğini/ertelettiğini kısaca incelemeye çalışalım.
Kapitalizm temel olarak doğayı yok etmek üzerine kurulu bir yapı ve dış kabuğunu oluşturan ekolojik sınırına dayanmış durumda. Buna iç kabuğunu oluşturan ekonomik sınırını da eklersek emeğin ve doğanın sömürüsünün el ele gittiğini görürüz. Emeğin sömürüsü anlamında sınıfsal, doğanın sömürüsü anlamında ekolojik mücadeleler salt etkilenenler açısından değerlendirilmemelidir. Eğer böyle değerlendirirsek kapitalizmin koyduğu sınırlara varır ve orada dururuz. Kapitalizmin ekolojik sınırlarını yedi madde ile incelemeye çalışalım.
1. Sınır: Kapitalizmin ilk sınırı, işçi sınıfı hareketi ile ekolojik mücadele arasındaki ayrımdır. Bugün gelinen noktada ne işçi sınıfı hareketi ekolojik mücadeleyi ne de ekolojik mücadele işçi sınıfı hareketini içselleştirip güncelledi. Bugün birçok sendikanın ekolojik mücadeleye dair bir yol haritası yok. Sermayenin yeni değerlenme alanları olarak gördüğü ve uyguladığı doğa tahribatları ve ekolojik yıkımlara karşı sendikalar sessiz. Bir bölgede yaşanan doğa katliamına dur demek için bölgeye giden sendikalar, bunu tabanlarına hoş görünmek için yapıyor. Yoksa birinci sırada toprağı, nehiri, ormanı düşündüğü için değil. Sendikalar işçinin istihdam politikası ile doğanın talanını farklı iki kavram, karşıt iki oluşum olarak görmekte. Ekolojik önlemler adı altında bazı üretim tekniklerini uygulayan sonuçta da iş yerinden işçileri atan bir yapı var. Başka türlü ifade etmek gerekirse, egemen sermaye birikim modeli şuna zorluyor: ya doğayı yakıp yıkarım ya da işçileri işinden atarım. Bu sermayenin işçi sınıfı ve ekolojik mücadeleye karşı kullandığı bir silah.
Bir başka durum da, bir şirketin bir bölgede örneğin altın aramak için başlattığı faaliyette o yörede yaşayan halkı işçi olarak çalıştırıyor olması. Bu durumda da aynı iki seçenek geçerli: ya işine devam eder karnını doyurursun ama doğa yok olur, ya da işi kabul etmez bana karşı mücadele eder ama aç kalırsın.
Kapitalist sistemde sömürünün biçiminin emekten doğaya doğru oluşu da yukarıdaki ikilemi oluşturuyor.
Üretimin ihtiyaçları belirliyor olması, üretimin önündeki tüm engellerin sermaye açısından tehdit olarak görülmesine neden oluyor. Bu tehdidin altında yatan nedenlere kısaca bakalım. Kapitalizm dört boyutlu bir sistem. Bunlar; en, boy, derinlik ve zaman. İnceleyelim:
En: Kapitalizmin coğrafi/ekolojik sınırıdır. Artık gezegende talan edilmemiş, yağmalanmamış alan hemen hemen kalmadı. Bu gidişle kapitalizmin sınırsız büyüme isteğini karşılamak için bir Dünya’ya daha ihtiyaç var. Kapitalizmin genişleyeceği ekolojik alan kalmadığı için sınıra dayanmış durumda.
Boy: Kapitalizmin ekonomik sınırıdır. Bugün finans oligarşisi yeni değerlenme alanları bulamadığı için, fazladan değer, yani artık değer yaratmakta zorlanıyor. Finansal krizlerinin toplamı olarak da ekonomik sınırına dayanmış durumda.
Derinlik: Kapitalizmin toplumsal sınırıdır. İnsan-insan ve insan-toplum etkileşiminin ters yüz olması yoksulluk, açlık, sefalet, ahlaki ve psikolojik çöküş gibi birçok derin sorunu karşımıza çıkarmış durumda. Araçlarla amaçların yer değiştirmesinin tetiklediği yabancılaşmayı, biz olanın yerine benim olanın meşruluğu izliyor. Gerçeğin siyasallaşamaması sonucu doğan bu sosyo-kültürel, ideolojik dayatmalar da toplumsal sınıra dayanıldığını gösteriyor.
Zaman: Kapitalizmin tarihsel sınırıdır. Beş yüzyıllık ömrü ile bir ceset medeniyeti olan sistemin büyük insanlığa sunabileceği bir şey kalmadı. Yaklaşık iki yüzyıldır da yaptığından daha çoğunu yıktı. İnsanlık tarihi için bir sapma, bir parantez olan kapitalizm, insan doğasına uygun olmaması ile de tarihsel sınırına dayanmış durumda.
Dört boyutu ile kısaca incelediğimiz kapitalizmin ekonomi üzerinden insan ve doğaya koyduğu altı tane daha sınır bulunmakta.
2. Sınır: Bu sınırlama yöntemiyle, doğa tahribatı ve ekolojik yıkımlar hangi yörede yapılıyorsa o yöreye hapsedilir, yerelle sınırlandırılır. O yöreye ait kısmi unsurların karşı çıkışı ile de mücadeleye sınır konmaya çalışılır. Böylece iki hedef gözetilir: Birincisi ekolojik yıkımların birbirini tetikleyen bir zincir olduğununun gizlenmesi, bugün sana oluyorsa yarın da bana olacağının üstünün örtülmesi; ikincisi de mücadelenin sınıfsal eksenden kayıp, bireysel (ya da küçük grupların) insiyatifine terk edilmesi.
3. Sınır: Yerele indirgenmiş ekolojik mücadeleyi salt hukuki boyuta indirgeyerek üçüncü sınır konur. Mahkemeye başvurarak, imza toplayarak, dilekçe vererek elbette çözüm için adımlar atılmalıdır. Fakat burada amaç mücadeleyi hukuki perspektif ile sınırlamak. Mahkeme ya da bakanlık sonucu gelinceye kadar halkı oyalamak. Unutmamak gerekir ki kapitalist sistemin doğaya saldırısı politiktir, sınıfsaldır. Bu saldırının cevabı da politik ve sınıfsal olmalıdır.
4. Sınır: Bir diğer sınırlama yöntemi de ekolojik mücadeleyi teknik boyuta, teknolojik kavramlara indirgemektir. Mühendisler, biyologlar, çevre uzmanları vb. elbette konunun aydınlatılması, gerçeğin daha net kavranması açısından önemlidirler. Ama salt rakamlara, ölçümlere, labaratuvar tekniklerine indirgenmiş bir karşı duruş sağlıklı olmasa gerek. Kapitalizmde teknik, taraftır. Sermayenin önünü açıcıdır. Mücadele edenlere karşıda bir emniyet sübabı işlevi görür.
5. Sınır: Bu sınırlama yönteminde karşımıza yukarıdan inmeci, düşey kurulumlu sivil toplum örgütleri çıkmakta. Eğer bir STK tabandan örgütlenmemiş ise onun mücadeleciliği sorgulanmaya açık demektir. ABD’den, AB’den maddi destek, bilgi yardımı alan çevreci STK’ler var. Şunu sormak gerekir: Doğayı, çevreyi, iklimi en çok ABD ve AB mi düşünüyor? Yoksa kendi sermayesine yeni alanlar açmak için mücadele edenlerin ağzına bir parmak bal mı çalıyor? Asıl amaçları ekolojik mücadeleyi politik olmaktan uzaklaştırmaktır.
6. Sınır: Altıncı sınır aslında beşinci sınırın devamı. Ekoloji hareketinin içini boşaltıp onu siyaset dışı ve sınıflar üstü gösterme çabasıdır. “Ne sağcıyız ne solcuyuz, biz doğa dostuyuz” ya da “Burada siyaset yapmak yasak” uyarıları ile karşılaşılan bir ortam var. Oysa ki ekolojik duruş siyasetin tam da göbeğindedir. Onu içi boş bir kabuğa döndürüp, kuşlar, çiçekler, börtü böcekler mantığına çekmek, onun belini kırmak demektir.
7. Sınır: Doğanın metalaşmasını, ortak yaşam alanlarının sermaye lehine gasp edilmesini “yenilenebilirlik”, “sürdürülebilirlik” ve bunları yutturmanın adını da “ekolojik okur-yazarlık” olarak koymuşlar. Kabuğun dışını boyayan, başka da bir anlamı olmayan bakış biçimleri demin de söylediğim gibi gitmeyen treni sallamaktan başka bir işe yaramaz.
Bugün kapitalizm sürdürülebilir limitleri çoktan aştı. Köprüden önceki son çıkışa ne yazık ki varmış bulunmaktayız. Bu tür kısıtlamalarla vakit geçirilirse geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayacak gibi. Zaman daraldı. Gezegene toptan veda etmemek için son çıkış şansı iyi kullanılmalı.