Küresel kapitalizmin gezegende yarattığı tahribat hızlanıyor. Dünya kaynaklarının yağmalanmaya devam etmesi, kirliliğin giderek artması, “doğal afetlerin” ve kimyasal, jeo-fiziksel ve biyolojik tehlikelerin giderek büyümesi, eşi benzeri görülmemiş bir küresel ekolojik krizin tezahürleridir. İklim değişikliği belki de bu krizin en büyük tezahürüdür ve tüm gezegenin ekolojik çehresini geri dönülmez bir şekilde dönüştürme tehdidinde bulunmakta ve önümüzdeki yıllarda özellikle küresel Güney’de yüz milyonlarca insanın evlerinden ve geçim kaynaklarından olmasını kolaylaştırmaktadır (Faber ve Schlegel 2017). İklim değişikliği ve COVID-19 salgını ikiz krizlerinin de gösterdiği gibi, [küresel] kapitalizmin “birbiriyle bağlantılı ekolojik, epidemiyolojik ve ekonomik kırılganlıkları” belki de daha önce hiç bu kadar belirgin olmamıştı (Foster ve Suwandi 2020, 1). Ve neo-liberal kapitalizm, devletin çevre ve halk sağlığı düzenleme kapasitelerini zayıflatarak, bu kırılganlıkların daha yoksul işçi sınıfı ailelerine, beyaz olmayan insanlara ve politik-ekonomik güçten yoksun topluluklara eşit olmayan bir şekilde yerleştirilmesine izin veriyor (Faber 2018; Faber ve ark. 2017; Pulido 2016). Sistemik ırkçılığın, sınıf sömürüsünün, kirliliğe ve diğer ekolojik tehlikelere eşitsiz maruz kalmanın, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkelerdeki düşük gelirli beyaz olmayan topluluklarda görülen yüksek COVID-19 enfeksiyonu ve ölüm oranlarında kilit bir faktör olduğu artık açıktır (Brandt, Beck ve Mersha 2020).
Şu anda kamuoyunun daha az dikkatini çekse de kimyasal yoğun kapitalist tarımla ilişkili ciddi suiistimaller, küresel ekolojik krizin bir diğer önemli itici gücüdür. Birleşmiş Milletler’in yakın tarihli bir raporuna göre, pestisitlerin küresel çevre ve insan sağlığı üzerinde “feci” etkileri bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM), her yıl ortalama 200.000 kişinin kısa ve uzun vadeli pestisit maruziyeti nedeniyle öldüğünü tahmin etmektedir.
Bu kurbanların yaklaşık yüzde 99’u çevre, sağlık ve güvenlik düzenlemelerinin genellikle en zayıf olduğu küresel Güney’de ikamet etmektedir (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2017). Dünya Sağlık Örgütü (WHO) rakamları daha da vahimdir; her yıl üç milyon ciddi pestisit zehirlenmesinin meydana geldiğini ve bunlardan çoğu çocuk olmak üzere en az 300.000 kişinin öldüğünü tahmin etmektedir (Konradsen 2007; Eddleston 2002).
Pestisitlere kronik maruziyet aynı zamanda kanser, Alzheimer ve Parkinson hastalığı, endokrin (hormonal) sistemin bozulması, gelişimsel ve nörolojik bozukluklar, kısırlık, solunum rahatsızlıkları ve diğer birçok önemli sağlık sorunu şeklinde dünya çapında daha geniş bir sağlık krizini körüklemektedir (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2017). Toksik kimyasallar insan vücudunda biriktiğinde, hücreler zarar görür ve çeşitli kanser türlerinin büyümesine neden olur. Sonuç olarak, kimyasal kirlilik yılda 9,6 milyon insanın ölümüne neden olan dünya çapında bir kanser salgınına katkıda bulunmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre kanser, kardiyovasküler hastalıkların ardından küresel çapta ikinci önde gelen ölüm nedenidir ve her altı ölümden birinden sorumludur. Pestisit maruziyeti, özellikle beyin, prostat ve böbrek kanserlerinin yanı sıra Hodgkin dışı lenfoma (NHL) ve lösemi olmak üzere bu kanserlerin çoğunun gelişiminde doğrudan rol oynamaktadır (Bassil ve ark. 2007; Alavanja 2009).
Günümüzde, şirket öncülüğündeki küreselleşmenin ağırlığı altında, kimyasal yoğun kapitalist tarımın yaygınlaşması sorunu daha da büyütmektedir. Dünya şu anda kelimenin tam anlamıyla petro-kimyasal sermaye tarafından üretilen zehirlerle çalkalanıyor. Her yıl üç milyon metrik tondan (ton) fazla pestisit – mantar ilaçları, herbisitler, insektisitler, algisitler, yumuşakça ilaçları, mitisitler, kemirgen ilaçları ve sümüksü ilaçları içeren zehirli kimyasal biyositler ailesi – küresel olarak gıda ürünlerine uygulanmaktadır (Pretty ve Bharucha 2015). Şu anda dünyadaki her bir dönümlük ekin arazisine her yıl yaklaşık iki kilo toksik pestisit uygulanmaktadır (1960’ların başında dönüm başına yarım kilodan daha az olana kıyasla). Bunun etkileri özellikle tarım işçileri için ölümcül olmaktadır (Berkey 2017). Yıllık akut pestisit zehirlenmesi dünya çapında her 5.000 tarım işçisinden yaklaşık 1’ini etkilemektedir (Frison 2016, 29). Amerika Birleşik Devletleri’nde tahminen iki milyon tarım işçisi arasında, doktorlar her yıl 10.000 ila 20.000 pestisit zehirlenmesi teşhisi koymaktadır (CDC 2011, 1). Ancak bu rakamlar sorunu büyük ölçüde hafife almaktadır. Tüm akut mesleki pestisit kaynaklı hastalıkların (AOPI) yaklaşık yüzde 88’i halk sağlığı yetkililerine hiçbir zaman bildirilmemektedir (Prado ve ark. 2017, 395).
Artık küresel bilim camiası ve aktivistler için, kimya endüstrisi tarafından desteklenen ve tüm manzaraları büyük miktarlarda pestisitle ıslatmanın güvenli olduğu sonucuna varan kurumsal propaganda kampanyalarının tehlikeli bir yalan olduğu çok açık. Türünün ilk küresel bilimsel incelemesinde, bilim insanları habitat tahribatı, kimyasal yoğun tarım, iklim değişikliği ve istilacı türlerin dünyadaki böcek türlerinin yüzde 40’ından fazlasını yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bıraktığını ortaya koymuştur. Diğer üçte biri ise tehlike altındadır ve mevcut azalma hızıyla önümüzdeki yüzyıl içinde yok olabilir. Böyle bir olayın etkisi, birçok ekosistemin feci bir şekilde çökmesine neden olacaktır (Sanchez-Bayo ve Wyckhuys 2019). Yazarların bu örnekte detaylandırmadığı şey, küresel sermaye kurumlarının bu doğal yaşam alanlarının büyük ölçekli kapitalist tarımsal monokültürlere dönüştürülmesini ve bununla birlikte gelen tarımsal kimyasal zehirlerin kitlesel olarak uygulanmasını nasıl körüklediğidir. Gezegen altıncı kitlesel yok oluşun ortasındadır, ancak böceklerin yok olma hızı memeliler, kuşlar ve sürüngenlerinkinden sekiz kat daha hızlıdır. Bal arıları gibi böceklerin besin zincirinde ve tarımsal sistemlerin sürdürülmesinde oynadığı kritik rol göz önüne alındığında, böcek kayıpları, genel olarak küresel kapitalizmin ve özel olarak da kapitalist tarımın genişlemesinin insanlığa ve gezegene yönelik artan tehditlerinin bir başka tezahürüdür.
Bu Meclis Organında, şirketlerin öncülüğündeki küreselleşme çağında ABD ve küresel pestisit endüstrisinin değişen doğasına ilişkin bir dizi gözlemimi paylaşmak istiyorum. Zehirli kimyasalların ve pestisitlerin küresel Kuzey’den Güney’e transferiyle bağlantılı en kötü suistimallerden bazılarını durdurmak için uluslararası anlaşmalar yapılmış olsa da pestisit krizi hızlanıyor. Ve Amerika Birleşik Devletleri belki de dünyanın en kötü ihlalcisidir. Avrupa Birliği’nin (AB) ve dünyada en tehlikeli tarım kimyasallarının kullanımını azaltan pek çok ülkenin aksine, ABD hükümeti diğer ülkelerde yasaklanmış olan son derece tehlikeli sentetik pestisitlerin ülke içinde kullanımına izin vermeye devam etmektedir. Bu tehlikeli kimyasalların bazıları diğer ülkelere ihraç edilmekte ve daha sonra kısır bir “zehir çemberi” içinde ithal edilen gıdalarda pestisit kalıntısı olarak ABD’ye geri dönmektedir. Neden mi? ABD’li ve ulusötesi petrokimya şirketleri, küresel tohum endüstrisi üzerindeki kontrollerini arttırarak ve sadece pestisit yoğun tohumların satışına izin vererek, dünya çiftçilerini kendi zehirli ürünlerine bağımlı hale getirmektedir. Haşere yönetiminin toksik olmayan ve daha çevre dostu biçimleri, petro-kimyasal sermaye tarafından metalaştırılmaya ve pazar kontrolüne elverişli olmadıkları için bir kenara atılmaktadır. Bu nedenle, Amerikan halkının ve dünyadaki diğer halkların karşı karşıya olduğu en büyük sağlık tehlikelerinden biri, toprağın, suyun ve gıdanın Amerikan petro-kimya sermayesi tarafından yurtiçinde ve yurtdışında üretilen tarımsal-kimyasal zehirlerle giderek daha fazla kirlenmesinden kaynaklanmaktadır.
Yeni Milenyumda Pestisit Endüstrisinin Küreselleşmesi
Küresel pestisit kullanımı 21. yüzyılda hız kazanıyor ve şu anda ortalama iki milyon tonun üzerinde. Hatta pandemiden önce, küresel pestisit kullanımının 2020 yılında 3,5 milyon ton eşiğinin üzerine çıkacağı tahmin ediliyordu (Sharma ve ark. 2019). Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ve daha az ölçüde Japonya, dünya pazarı için pestisit üretimine hakim olmaya devam ediyor. Bununla birlikte, mevcut şirket liderliğindeki küreselleşme çağının belirleyici özelliklerinden biri, sermayenin üretim döngüsünün uluslararasılaşması ve tarımsal kimyasal üretiminin küresel Güney’e kaymasıdır. Küresel telekomünikasyon ve ulaşım sistemlerinin gelişmesi sayesinde, sermaye artık küresel Kuzey’den Güney’deki gelişmekte olan pazarlara, özellikle de daha ucuz işgücü ve daha zayıf çevresel yaptırımlara sahip ülkelere coğrafi olarak yer değiştirme ve fabrikalar ve üretim tesisleri kurma yeteneğine sahiptir (Faber 2008). Bu doğrultuda, ulusötesi kimya şirketleri pestisit üretim tesislerini giderek Orta Amerika, Brezilya, Arjantin, Meksika, Hindistan, Çin, Tayland ve Asya’nın diğer bölgelerine kaydırmaktadır. Brezilya ve Çin artık ABD ve Avrupa Birliği’ne katılmıştır.
AB, dünyanın en büyük tarım ilacı üreticileri ve tüketicileri arasında yer almaktadır (Nishimoto 2019, 141-142). Daha küçük yerli şirketler ve pestisit taşeronları da küresel Güney’de çoğalmakta ve uluslararası pestisit güvenlik standartları tarafından daha da az kısıtlanmaktadır (Galt 2008, 790).
Pestisit üretimindeki coğrafi değişim, kimyasal yoğun kapitalist tarımın küresel Güney’de hızla yayılmasını yansıtmaktadır (Faber 2008). Örneğin, ihracata yönelik tarımın ve yıkıcı tomrukçuluk, madencilik ve sığır çiftçiliği faaliyetlerinin Amazon’a ve başka yerlere doğru muazzam bir genişleme gösterdiği Brezilya’da, tüm kırsal ailelerin en yoksul üçte biri ekilebilir arazilerin yüzde 1’inden daha azına sahiptir. On bir milyon köylü topraksızdır. Ölçeğin diğer ucunda ise latifundia’lar (tarlalar) yer alıyor: ortalama büyüklükleri 2470 dönümü aşan bu büyük mülkler ülkedeki tarım arazilerinin yüzde 50’sinden fazlasını kontrol ediyor. Brezilya’yı dünyanın dördüncü büyük tarım ihracatçısı ve Avrupa sığır endüstrisi için yüksek proteinli gıda maddelerinin ana tedarikçilerinden biri haline getiren soya fasulyesi, meyve ve sebze ihracatının büyük bir kısmını oluşturuyorlar. Brezilya’da soya üretimine ya da Endonezya’da palmiye yağına adanmış kapitalist ihracat tarımının hızla genişlemesi, doğal bitki örtüsü pahasına gerçekleşmekte ve ormansızlaşma ve iklim değişikliğinin başlıca nedenlerinden biri olmaktadır. Mevcut eğilimlere göre, tarım alanları 2050 yılına kadar 70 milyon hektar genişlemiş olacaktır (Byerlee, Stevenson ve Villoria 2014). Kısacası, küresel kapitalist tarım, küresel Güney’deki kitlelerin ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade Kuzeyli tüketicileri ve Avrupalı inekleri beslemeye yöneliktir.
Kapitalist ihracat tarımının genişlemesi, hastalıkların ve salgınların yayılmasında da rol oynamaktadır. Epidemiyolog Rob Wallace’ın da belirttiği gibi, COVID-19 münferit bir olay olmayıp, küresel tarım ticaretinin profit zorunluluklarıyla yakından bağlantılıdır. Kapitalist ihracat tarımının küresel Güney’in sınırlarında genişlemesi, insanların vahşi hayvanlara ve taşıdıkları patojenlere maruz kalmasına yol açıyor – önceden bozulmamış doğal ekolojiler tarafından kontrol altında tutulan patojenler. Bu durum, Amerikan ve Avrupalı çokuluslu şirketlerin Batı Afrika’da Ebola ve Brezilya’da Zika’nın ortaya çıkmasına neden olmasıyla açıkça görülmüştür. Bu bağlantılar pek bilinmemektedir çünkü ABD’deki kamu sağlığı yetkilileri H1N1 ve H5N2 salgınlarını kolaylaştırmada tarım ticaretinin rolünü örtbas etmiştir (Wallace 2016, 2020).
Finans kapital sadece kapitalist ihracat tarımının genişlemesi için kritik bir itici güç değildir; aynı zamanda Amerikan ve ulus ötesi kimya şirketlerinin kârlarını artıran belirli bir tür kimyasal yoğun tarımın genişlemesini de kolaylaştırır. En yüksek düzeyde doğrudan yabancı yatırıma (DYY) sahip az gelişmiş ülkeler, ekilebilir ve kalıcı tarım arazisi başına en yüksek pes- tisit kullanım oranlarına sahiptir (Jorgenson ve Kuy- kendall 2008). Ulusötesi kimya şirketleri ve küresel finans sermayesi tarafından uygulanan siyasi güç ve baskı, küresel Güney’in kimyasal yoğun tarım teknolojilerinin hem büyük hem de küçük aile çiftçileri tarafından benimsenmesini ve uygulanmasını agresif bir şekilde teşvik eden tarım politikaları izlemesine yol açmıştır. Andrew Jorgenson’un (2007, 75) belirttiği gibi, “bu politikalar genellikle ihracata yönelik tarımsal üretimde pestisit kullanımını teşvik etmektedir ve gelişmekte olan ülkelerin çevreye ve insana zararlı olduğu düşünülen pestisitlerin kullanımını düzenleyen kurumsal çevresel kontrollere sahip olma olasılığı daha düşüktür. Az gelişmiş ülkelerdeki tarım sistemleri, genellikle yabancı sermayenin etkisi ve kontrolü yoluyla uluslararası ekonomiye entegre edildikçe, ürün rotasyonu ve organik maddenin geri dönüşümünün yerini yüksek yoğunluklu pestisit ve sentetik gübre kullanımının alması daha olasıdır.” Sonuç olarak, küresel Güney’de pestisit kullanımı 1980’lerin ortalarından bu yana önemli ölçüde artmıştır (Galt 2008).
Artan pestisit kullanımını körükleyen bir diğer önemli faktör ise kimya endüstrisindeki yeni sahiplik modelleriyle ilgilidir. Önde gelen zirai ilaç şirketleri son zamanlarda dünya pazarındaki tekel güçlerini önemli ölçüde pekiştirme dönemini tamamlamışlardır. 1990 yılında ABD ve Avrupa’da ondan fazla büyük tarımsal kimya şirketi vardı. Bu on şirket şimdi beş ulusötesi deve inmiş durumda: Bayer, DowDuPont (şimdi Corteva), BASF, FMC ve Syngenta (genellikle ChemChina olarak bilinen Çin Ulusal Kimya Şirketi’nin şemsiyesi altındadır). Bu şirketlerin her biri her yıl satışlarının yüzde 7-10’unu yeni Ar-Ge faaliyetlerine yatırmaktadır ve bu maliyetler, özellikle Avrupa Birliği’ndeki daha kapsamlı düzenlemelerden kaynaklanan çevresel ve toksisite çalışmaları ve saha denemeleriyle ilgili daha yüksek maliyetler nedeniyle artmaktadır (Nishi- moto 2019).
Büyük pestisit ulusötesi şirketleri, eskiden bağımsız olan tohum şirketlerini satın alarak bu satın almaları, birleşmeleri ve artan pestisit araştırma ve geliştirme maliyetlerini finanse etmektedir. Neoliberalizm çağında, ABD Adalet Bakanlığı (DOJ) ve diğer devlet kurumlarının zayıf antitröst yasası uygulaması ve gözetimi, bu kimya şirketi devlerinin küresel tarım kültürünün “kutsal üçlüsü” üzerinde bir tekel oluşturmasına izin verdi: pestisitler, gübreler ve dünyanın küresel tohum arzı. Bu şirketlerden sadece dördü -Bayer, Corteva, ChemChina ve BASF- küresel tescilli tohum satışlarının yüzde 67’sinden fazlasını kontrol ediyor (Mooney 2018, 4; Howard 2018). Küresel tohum pazarını ele geçiren bu büyük kimyasal üreticiler, yüksek verim elde etmek için pahalı pestisit ve gübre kullanımına büyük ölçüde bağımlı olan daha yüksek fiyatlı tohum çeşitlerini özel olarak pazarlamaktadır (Howard 2016). Bu kimyasal girdilerin ve tohumların maliyetleri giderek artıyor ve bu da zenginliğin aile çiftçilerinden petrokimya sermayesine doğru muazzam bir yeniden dağılımına yol açıyor. Örneğin, 1990-2015 yılları arasında Illinois’deki mısır yetiştiricileri için pestisit maliyetleri dönüm başına 22 dolardan 66 dolara, tohum fiyatları ise dönüm başına 23 dolardan 118 dolara yükselmiştir. Gübre, böcek ilacı ve tohum maliyetleri birlikte ele alındığında, 1990’da yüzde 32 olan mahsul gelirinin 2015’te yüzde 48’ini oluşturuyordu (Schnitkey ve Sellars 2016).
Tohum pazarı üzerindeki kontrolü sağlamlaştırmaya yönelik bu iş stratejisinin önemli bir bileşeni, herbisit ve pestisitlere yönelik küresel talebi daha da artırmak için yeni tarımsal biyoteknoloji biçimlerine ve genetiği değiştirilmiş tohumlara odaklanmaktır. Bu strateji 1970’lerde Union Carbide ve Occidental Petroleum gibi petrokimya şirketlerinin binlerce küçük aile tohum şirketini ele geçirmesiyle başladı. 1980’lerde petrokimya endüstrisi, tescilli biyoteknolojilerin ticarileştirilmesine ve tohumların, bitkilerin, büyüme hormonlarının ve farmasötiklerin genetik mühendisliğine (GE) odaklanarak “yaşam endüstrisini” icat etti. Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO’lar) ve GE tohumları bu dönemde şirket propagandasında hem daha yüksek verim elde etmek hem de çiftçiyi pahalı kimyasal girdilere bağımlılıktan kurtarmak için bir araç olarak lanse edildi. Bunun yerine, petro-kimya/biyoteknoloji endüstrisinin kirli küçük sırrı, sadece en uygun (örneğin kimyasal yoğun) tohumların pazarlanmış olmasıdır. Kimyasal girdilere bağımlı olmayan geleneksel tohum çeşitleri bir kenara bırakıldı. Bunun yerine, GE tohumları tasarım gereği pestisit kullanımını artırarak kimyasal devleri için talebi ve pazar payını kasıtlı olarak artırdı. Ve oldukça başarılı olduğu kanıtlandı. Sadece Monsanto’nun patentli genetiği ABD’deki mısır alanlarının yüzde 80’inden fazlasına, pamuk alanlarının yüzde 86’sına ve soya fasulyesi alanlarının yüzde 92’sine ekildi (Howard 2016).
1990’ların sonlarından bu yana ve yeni milenyumda, tarımsal kimya devleri ve onların yan kuruluşu olan tohum şirketleri patentlerini ve diğer fikri mülkiyet haklarını diğer birçok biyolojik ürüne ve sürece genişletmektedir. Bu yeni aşama, çiftçilerin bir sonraki yıl yeniden ekim yapmak üzere tohumlarının bir kısmını saklamalarını engelleyen tohum sterilizasyon teknolojilerini (örneğin Terminatör tohumlar) içermektedir. Tohum şirketi iştiraklerinin daha da yeni bir odak noktası, sadece geleneksel kimyasal pestisitlerin geleneksel hedefleri olan “biyotik stresleri” (patojenler, zararlılar ve yabani otlar) değil, aynı zamanda iklim değişikliği ile ilişkili “abiyotik stresleri” (sıcak, soğuk, kuraklık, aşırı yağış) de ele almak için GE-kimyasal yoğun tohumlardan oluşan “hassas tarım” paketleri geliştirmektir. Bu yeni tohum paketleri, petro-kimyasal tekel kârlarının ve küresel tarımsal kültürel girdiler üzerindeki kontrolün pekiştirilmesi için elzemdir. Dolayısıyla, pestisit endüstrisi 2001’den 2016’ya kadar yüzde 3,8 büyürken, büyük petro-kimya şirketleri tarafından geliştirilen ve satılan GE tohumları pazarı yüzde 13,3’lük bir büyüme oranına ulaşarak tarımsal kimya pazarından yaklaşık üç kat daha fazla büyümüştür (Nishimoto 2019, 142).
Bitki ıslahının özelleştirilmesi ve neoliberalizmin dayatılmasıyla, bağımsız ve kamu yararına ıslah programları yok olmakta, tohum ve tarımsal kimya endüstrisi tekeli daha da sağlamlaşmaktadır. Sonuç olarak, pestisit kullanımı hem ABD’de hem de küresel olarak hızla artmaktadır. GE glifosat dirençli yabani otların herbisit dirençli yabani ot yönetim sistemlerinde ortaya çıkması, 1996 ve 2011 yılları arasında sadece ABD’de herbisit kullanımında 527 milyon poundluk bir artışa yol açmıştır (Benbrook 2012). Aslında, GE tohumlarının satışları 2016 yılında yaklaşık 20,4 milyar dolara ulaşmıştır; bu rakam, en yüksek gelir getiren pestisit olan tüm herbisit satışlarının toplamına eşittir (Nishimoto 2019, 142). Bu süre zarfında toplam pestisit kullanımı 404 milyon pound veya yaklaşık yüzde 7 oranında artmıştır (Benbrook 2012). Bugün, dünyanın en büyük on tarımsal kimyasal tohum şirketi, ticari tohum pazarının neredeyse dörtte üçünü kontrol etmektedir (Howard 2016). ABD, Brezilya ve Arjantin’in başını çektiği dünya çapında 28 ülkede yaklaşık 18 milyon çiftçi biyoteknolojik ürünlerle ekim yapıyor.
Sermayenin Zehir Çemberi Amerikalı Tüketicilere Yaklaşıyor
Araştırmacı gazeteciler Weir ve Schapiro (1981), dönüm noktası niteliğindeki kitapları Circle of Poison’da, ABD ve küresel Kuzey’de tarımsal kullanımı yasaklanan ya da son derece kısıtlanan pestisitlerin bu ülkelerde üretilmeye ve küresel Güney’e ihraç edilmeye devam edildiği bir süreci anlatmaktadır. Örneğin 2000’li yılların başında ABD bu son derece tehlikeli pestisitlerden yılda 22 milyon pound ihraç etmekteydi (Faber 2008). Aynı kimyasallar küresel Güney’de ihraç ürünlerine uygulanmakta ve daha sonra ithal edilen gıdalarda pestisit kalıntıları olarak ABD’ye ve küresel Kuzey’e geri dönmektedir. Bunun anlamı, Kuzey’deki tüketicilerin karşı karşıya olduğu en büyük pestisit tehlikesinin küresel Güney’den ithal edilen kontamine gıdalarda bulunduğudur (Weir ve Schapiro 1981, 4). Bu kitap, yaklaşık otuz yıl boyunca pestisit reformu hareketi için stratejik bir siyasi yol haritası sağlayarak haklı olarak büyük bir etki yarattı.
Yeni milenyumda, kanıtlar artık farklı bir sonuca işaret etmektedir. Bir zamanlar tehlikeli pestisitlerin ülke içinde kullanımını kısıtlama konusunda dünya lideri olan Amerika Birleşik Devletleri, şimdi bu konuda en kötü durumda olan ülkelerden biri. Kanıtlar, ABD mahsullerine uygulanan ve ülkenin gıda tedarikinde bulunan pestisitlerin, ithal gıdalarda bulunan pestisit kalıntılarından daha tehlikeli olmasa bile, aynı derecede tehlikeli olduğunu göstermektedir. Dahası, Avrupa Birliği ve diğer ülkelerdeki daha katı standartların da etkisiyle, dünyanın diğer pek çok bölgesindeki çiftçiler, ürünlerini küresel ihracat pazarlarında satabilmek için nispeten daha az tehlikeli yeni pestisit sınıfları kullanmaktadır. Çevre hareketinin büyümesi ve Pestisit Eylem Ağı (PAN) gibi pestisit reformu örgütleri bu eğilimi teşvik etmeye yardımcı olmuştur. Özellikle, pestisitlerle ilgili iki uluslararası anlaşma – Rotterdam ve Stockholm Sözleşmeleri – Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nden küresel Güney’e yasaklı ve ciddi şekilde kısıtlanmış pestisit ihracatının azaltılmasında etkili olmuştur.
Rotterdam Sözleşmesi, pestisitleri ve diğer bazı tehlikeli kimyasalları ithal eden herhangi bir ülkenin, diğer ülkelerdeki bu maddelere yönelik yasaklar veya ciddi kısıtlamalar hakkında önceden bilgilendirilmiş bir onay (PIC) almasını gerektirmektedir. Mart 2019’da Sözleşme, tehlikeli kimyasalların ithalat ve ihracatını düzenleyen kuralların uygulanması konusunda ülkelere yardımcı olacak bir “uyum mekanizması” kabul etti. 120 ülkeden temsilciler daha katı kurallar lehinde oy kullandı. Anlaşmaya taraf olmayan ülkeler anlaşmaya bağlı değildir ve bu nedenle PIC listesindeki pestisitlerin ticaretini serbestçe yapabilirler. Amerika Birleşik Devletleri Rotterdam Sözleşmesini 1998 yılında imzalamış ancak henüz onaylamamıştır. ABD Kongresi bu konuda petrokimya endüstrisi tarafından baskı altında tutulmaktadır. Bunun yerine ABD, taraflar konferanslarına ve teknik çalışma gruplarına gözlemci olarak katılmakta ve genellikle tehlikeli pestisitlerin ticaretini engellemek için tasarlanmış katı kural ve prosedürleri baltalamak için çalışmaktadır. Stockholm Sözleşmesi, uluslararası toplumun son derece tehlikeli bulduğu kimyasalların kullanımını tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca ülkelerin bu kimyasalların ticaretini kısıtlamasını da gerektirmektedir. Stockholm Sözleşmesi’nin odak noktası, besin zincirinde yukarı doğru hareket ederek insanların ve diğer hayvanların vücut yağlarında biriken kalıcı organik kirleticilerdir (KOK’lar). Bu kimyasallar üreme ve gelişme bozukluklarına, birçok farklı kanser türüne ve bağışıklık ve sinir sistemlerinde hasara neden olabilir. POPS anlaşması, en az dokuzu pestisit (aldrin, endrin, dieldrin, chlordane, dichlorro-diphenyl-trichloroethane (DDT), heptachlor, hexachlorobenzene, mirex ve toxaphene) olmak üzere ortadan kaldırılması gereken 29 kimyasal maddeyi tanımlamaktadır. Birleşmiş Milletler’in sadece dört üye ülkesi Sözleşme’ye taraf değildir: Andorra, Güney Sudan, Kutsal Makam (Vatikan) ve Amerika Birleşik Devletleri.
Kısacası, ABD hükümeti iklim değişikliği, zehirli atıkların ihracatı ve böcek ilaçları ile tehlikeli kimyasalların uluslararası ticareti konularında yapılan mütevazı uluslararası anlaşmaları bile baltalamaya çalışan bir yıkım topu gibi davranmaktadır. Devletin (Kongre dahil) kirletici-endüstriyel kompleks tarafından sömürgeleştirilmesi, yakın gelecekte bu tür anlaşmaların engellenmeye devam etmesini daha da olası kılmaktadır. Bununla birlikte, PIC ve POPs anlaşmalarındaki son reformlar, toplumsal hareketlerin küresel pestisit krizini ele almak için devletler ve uluslararası organlar üzerinde uyguladığı baskıya işaret etmektedir (Galt 2008, 789).
Dünyayı pestisit tehdidinden kurtarmak için hala kat edilmesi gereken çok uzun bir yol olmasına rağmen, Zehir Çemberi’nde öne çıkan organoklorlu pestisitlerin (DDT gibi) çok azı (eğer varsa) hala Amerika Birleşik Devletleri veya Avrupa’da üretilmektedir. Ayrıca, Pestisit Eylem Ağı tarafından hedeflenen KOK listesindeki orijinal “Kirli Düzine “nin hiçbiri ABD’de üretilmemekte, ABD’den ihraç edilmemekte veya ABD’ye ithal edilmemektedir. Sonuç olarak, KOK listesindeki pestisitlere olan talep, birçok alternatifin mevcut olması nedeniyle önemli ölçüde azalmıştır. POP olmayan pestisit üretimi artık kısmen, esas olarak yurt içinde tüketilen ürünlerde kullanılmak üzere küresel Güney’deki küçük işletmelere kaymıştır (Galt 2008, 790-91). Dolayısıyla Amerikalı tüketiciler için en büyük tehlike artık küresel Güney’den ithal edilen gıdalarda yasaklı ya da son derece tehlikeli pestisit kalıntılarının bulunması değildir. Küresel ihracat pazarlarına daha derinden entegre olan ülkeler, özellikle de Avrupa ve ABD pazarları için üretim yapan ülkeler, yerli üreticilere kıyasla daha az KOK ve PIC listesi pestisit kullanımına sahiptir. Bu eğilim, daha tehlikeli kimyasal ailelerini (organofosfatlar ve karbamatlar gibi) spesifik olarak hedef alan 1996 Gıda Kalitesini Koruma Yasası’nın ABD’de kabul edilmesinden kaynaklanmıştır.
Bunun yerine Amerikan halkının sağlığına yönelik daha büyük tehdit, yasal olarak tescil edilmiş ancak son derece tehlikeli kimyasalların ABD içinde kullanılmasında yatmaktadır. ABD’de halen yaygın olarak kullanılan on milyonlarca ila yüz milyonlarca kilo pestisit, çiftçiler, tarım işçileri, tüketiciler ve çevre için oluşturdukları ciddi sağlık tehditleri nedeniyle Avrupa Birliği, Çin ve Brezilya’da yasaklanmış veya aşamalı olarak kullanımdan kaldırılmaktadır. Örneğin Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri’nde tarımsal uygulama için onaylanmış 72 pestisiti yasaklamıştır (ya da aşamalı olarak kullanımdan kaldırma sürecindedir). Brezilya 17 (ve Çin 11) pestisiti yasaklamıştır. Aslında, 2016 yılında ABD’de kullanılan 1,2 milyar pound pestisitin yaklaşık dörtte biri (322 milyon pound) AB’de yasaklanmıştır. Benzer şekilde, ABD’de yaygın olarak kullanılan pestisitlerin yaklaşık 26 milyon poundu Brezilya’da, 40 milyon poundu ise Çin’de yasaklanmıştır. Brezilya ve Çin, pestisit düzenlemeleri söz konusu olduğunda özellikle ilerici değiller. ABD, Avrupa Birliği, Brezilya ve/veya Çin’de kullanımı hala onaylanmış olan sadece 2-3 pestisiti yasaklamıştır (Donley 2019).
Bu bağlamda, Avrupa Birliği pestisitlerle ilgili daha katı uluslararası kuralların birincil itici gücü haline gelmiştir. AB’nin tarıma ayrılan arazisi Çin’den daha az olsa da, Avrupa’nın tarım ürünlerinin ihracat değeri ABD, Çin ve Brezilya’nın toplamından daha yüksektir (Donley 2019, 13). AB, küresel Kuzey’deki seçici tüketicilere yüksek kaliteli, yüksek değerli tarımsal ürünlerin (ör. peynir, şarap, çikolata, zeytinyağı, vb.) ihracatında uzmanlaşmıştır. Söz konusu tüketiciler bu ürünlerdeki potansiyel zararlı pestisitlere karşı temkinlidir. Tüketicilerin bu ürünlere olan güveni son derece önemlidir. Ayrıca, yerli petrol ve gaz üretiminin eksikliği göz önüne alındığında, petrokimya endüstrisinin politik-ekonomik gücü Avrupa’da Amerika Birleşik Devletleri’ne kıyasla çok daha zayıftır. Sonuç olarak, Avrupa merkezli tüketici hareketleri, çevreciler, bilim insanları ve aile çiftçileri GE tohumlarının ve son derece tehlikeli pestisitlerin dayatılmasına karşı daha iyi direnebilmektedir.
Aynı popüler güçler, Avrupa Parlamentosu’nun tehlikeli maddelerin kaydı, değerlendirilmesi ve iznini düzenleyen dönüm noktası niteliğindeki REACH Tüzüğü’nü kabul etmesinde etkili olmuştur. REACH tüm kimyasallar için tek bir sistem getirmiş ve “yeni” kimyasallar (1981’den sonra piyasaya sürülenler) ile “mevcut” kimyasallar (1981’den önce listelenenler) arasındaki ayrımı ortadan kaldırmıştır. REACH, ihtiyatlılık ilkesini kullanarak, bir kimyasalın piyasaya sürülmeden önce güvenli olduğunu kanıtlama yükümlülüğünü sermayeye devretmiştir (ABD’nin aksine, bir kimyasalın piyasaya sürüldükten sonra tehlikeli olduğunu kanıtlama yükümlülüğü kamuya verilmiştir). Buna ek olarak REACH, en tehlikeli kimyasalların daha güvenli alternatiflerle ikame edilmesini öngörmektedir.
Ancak Avrupa Birliği’nin 2009 tarihli pestisit yasası, kıtada kansere neden olan veya insan endo- krin sistemini bozan pestisitlerin kullanımını yasaklamış olsa da Avrupalılar gıda ithalatı yoluyla dünyanın en tehlikeli kimyasallarından bazılarına maruz kalacaktır. Yeni Avrupa Komisyonu, son Yeşil Anlaşma ve Tarladan Sofraya stratejisi bağlamında kimyasal pestisitlerin ülke içinde kullanımının ve riskinin önemli ölçüde azaltılması için daha yüksek düzeyde bir hırs çağrısında bulunurken bile, ulusötesi pestisit şirketleri ve kilit ticaret ortakları (özellikle ABD) tarafından yürütülen büyük bir lobi faaliyeti, AB’nin ithal gıdalardaki tehlikeli kalıntılar konusundaki düzenleyici tutumunu zayıflatmasına neden oldu. Sonuç olarak, Avrupa’da haklı olarak yasaklanan tehlikeli kimyasalların kalıntıları AB’li tüketicilerin tabaklarında yer almaya devam edecektir (Corporate Europe Observatory 2020). Avrupa’nın tarımsal topraklarının yüzde 80’inden fazlasının glifosat ve diğer tehlikeli kimyasallar gibi pestisit kalıntıları içerdiği göz önüne alındığında, Avrupa vatandaşlarına yönelik yerel pestisit tehdidi önümüzdeki yıllarda da devam edecektir (Silva et al. 2019).
Kısacası, Zehir Çemberi’nde yer alan pestisitler artık Amerika Birleşik Devletleri veya Avrupa merkezli ulusötesi kimya şirketlerinin kârlarının merkezinde yer almıyor. ABD’den yapılan yasaklı, ciddi şekilde kısıtlanmış ya da hiç tescil edilmemiş pestisit ihracatı 1970’lerden bu yana on kat azaldı ve mevcut ihracatın yüzde 2’sini ya da daha azını oluşturuyor. Bununla birlikte, ABD’de hiç tescil edilmemiş pestisitlerin ihracatındaki artışların, yasaklanmış veya kısıtlanmış pestisitlerin ihracatını azaltmadaki bu kazanımları dengelemesi muhtemeldir. Hiç tescil edilmemiş pestisit ihracatının miktarı artmaktadır ve sorunludur (Galt 2008, 790-791). Sonuç olarak, Orta Amerika, Brezilya, Hindistan ve küresel Güney’deki diğer ülkelerdeki ihracat sektörleri, kalıntı testleri açısından aynı düzenleyici standartlara tabi olduklarından, genellikle küresel Kuzey’de kullanılanlara benzer pestisitler kullanmaktadır. Önemli olan, bu pestisit kullanımının “güvenli” olduğu anlamına gelmemesidir, zira ABD’de ve başka yerlerde genel kullanım için tescil edilen pestisitlerin çoğu tarım işçileri, çiftçiler, kırsal kesimde yaşayanlar, çevre ve tüketiciler için önemli ve çeşitli tehlikeler oluşturmaktadır (Wright 1990).
Bununla birlikte, küresel pestisit pazarının yenilenmesi küresel zehir çemberini kapatmaktadır. Amerikalı tüketiciler için en büyük tehlike, Amerika Birleşik Devletleri içinde yetiştirilen ve yasal pestisit kalıntılarıyla kirlenmiş ticari gıdalara kaymaktadır. Neoliberal düzenleyici geri dönüşler, özellikle FDA pestisit izleme programlarının caydırıcı değeri açısından federal hükümetin yaptırım yetkisinin içini boşaltmıştır. Mevcut pestisit düzenlemeleri, insan sağlığını (diğer organizmalar ve çevre bir yana) korumak için son derece yetersizdir ve bunun yerine, düzenlemeleri amaçlanan şirketler tarafından güçlü bir şekilde şekillendirilmektedir. Sonuç olarak, tehlikeli kimyasallar ABD gıda tedarikinde ezici bir varlığa sahiptir.
Toksik izinsiz giriş olarak adlandırılan bu tehlikeli kimyasallar, yiyecek ve içeceklerimiz yoluyla ABD vatandaşlarının vücutlarını istila etmekte ve çeşitli kanser türleri, öğrenme güçlüğü ve otizm, bağışıklık sisteminin baskılanması, merkezi sinir bozukluğu, üreme sistemlerinde hasar ve çok sayıda başka rahatsızlıkla ilişkilendirilmektedir (Schafer, Kegley ve Patton 2001, 24). ABD Hastalık Kontrol Merkezlerine (CDC) göre, Amerikan halkı kronik maruziyet için kabul edilebilir eşikleri önemli ölçüde aşan klorpirifos (Dursban) ve metil parathion pestisitlerinin “vücut yükünü” taşımaktadır (Schafer ve ark. 2004). Tarımsal pestisitlerin yaklaşık üçte birinin, laboratuvar testlerinin hayvan subjelerinde kansere neden olmada bir rol oynadığından şüphelenilmektedir ve diğer üçte biri de insan sinir sistemini bozabilir. Bir diğer üçte birinin ise endokrin sisteme müdahale ettiğinden şüphelenilmektedir (Galt 2008).
ABD’de gıdalardaki pestisit kalıntıları 2010 yılından bu yana artış göstermiştir. Yurt içinde yetiştirilen meyvelerin yaklaşık yüzde 82’si ve sebzelerin yüzde 62’si yabani ot öldürücü, böcek ilacı ve diğer pestisit kalıntıları taşımaktadır (FDA 2015).
ABD gıda tedarikinde yapılan son örneklemede, elma püresi örneklerinin yüzde 100’ünde organofosfatlar bulunmuştur. Organofosfatlar çocukların gelişmekte olan beyinleri için (düşük dozlarda bile) o kadar zehirlidir ki, bilim insanları bunların tamamen yasaklanması çağrısında bulunmuşlardır; bu çağrı Federal hükümet tarafından göz ardı edilmektedir. Organofosfat pestisit klorpirifos da ABD’li çocukların yiyecek ve sularında güvenli kabul edilenden 140 kat daha yüksek seviyelerde bulunmaktadır (Klein 2019, 4). EPA bilim insanlarının tavsiyelerine karşı çıkan Trump yönetimi, 2019 yılında Federal mahkemeler tarafından kararlaştırılan klorpirifos yasağını tersine çevirerek kimya endüstrisine bir hediye verdi (Reed, Desikan ve Kalman 2019, 4). ABD süpermarketlerinde satılan ıspanakların yüzde 80’inde neonikotinoidler de bulunmuştur. Bu pestisit, arı kolonilerinin azalmasında kilit rol oynamakta ve çocuklarda endokrin bozukluğu ve otizm ile ilişkilendirilmektedir (Klein 2019, 4).
Glifosat, çiftçilerde ve bahçıvanlarda yüksek oranda Hodgkin dışı lenfoma ile bağlantılı olası bir insan kanserojenidir. ABD’de insanların glifosata maruz kalması, genetiği değiştirilmiş mahsullerin piyasaya sürülmesiyle 1993’ten bu yana yaklaşık yüzde 500 artmıştır (Galindo 2017). Glifosat şu anda dünyada en çok kullanılan herbisittir ve Amerikalıların idrar örneklerinin yüzde 93’ünde bulunmaktadır (Organic Consumers Association 2016). Bu tek kimyasaldan her yıl, tüm dünyadaki ekili alanların her bir dönümüne yaklaşık yarım pound eşdeğeri uygulamak için yeterli miktarda satın alınmaktadır (Ben- brook 2016). Tüm bitki örtüsünü öldüren geniş spektrumlu bir herbisit olan kimyasal, yaban hayatı ve besin zincirinin tabanındaki organizmalar üzerinde derin etkiler yaratıyor. Yakın zamanda ABD mağazalarındaki yulaf gevreği ve barbunya örneklerinin yüzde 100’ünde glifosat bulundu. Aslında, tahılda bulunan ortalama glifosat seviyesi, Çevre Çalışma Grubu (EWG) tarafından çocuklar için yaşam boyu kanser riski için önerilen sağlık kriteri tarafından belirlenen “izin verilebilir” seviyenin iki katından fazlaydı (Klein 2019, 4). Bu veriler, marketlerdeki Amerikan gıdalarının tehlikeli pestisitlerle kirletilmesinin yaygın olduğunu göstermektedir. Diğer ülkeler, insanlar ve diğer canlı organizmalar için oluşturdukları toksik tehditler nedeniyle bu pestisitleri kısıtlamış veya yasaklamıştır. Ancak ABD’de bu kimyasalların kullanımına hala izin verilmektedir.
Amerika’da yaşayanlar ve dünyanın dört bir yanındaki halklar, küresel sermaye tarafından yürütülen kimyasal maruziyet deneylerinin denekleri olmaya devam ediyor. En son bilim, toksik pestisitlere küçük maruziyetlerin önemli ve yaşam boyu süren etkilere sahip olduğunu ve birden fazla pestisit kalıntısı ile kirlenmiş çeşitli gıdaların tüketilmesinden kaynaklanan kümülatif maruziyetin insan sağlığına zararlı katkı ve sinerjik etkilere sahip olabileceğini göstermektedir. Amerikalıların yüzde 90’ından fazlasının vücudunda tespit edilebilir pestisit bulunmaktadır ve hükümet testleri ortalama bir Amerikalıda en az 29 farklı pestisit tespit etmiştir (CDC 2018). Ancak çok sayıda pestisit için ciddi insan sağlığı riskleri tespit edilmiş olmasına rağmen, bu pestisitler kullanılmaya devam etmektedir. Pestisitlerin yasaklandığı veya kısıtlandığı yerlerde bile, kontaminasyon riski onlarca yıl devam edebilir ve gıda kaynaklarında birikmeye devam edebilirler. Birçok durumda, pestisitler piyasaya sürülmeden önce olası sağlık etkileri kapsamlı bir şekilde araştırılmamıştır. Bu durum, özellikle pestisitin aktif bileşeninin etkinliğini artırmak için eklenen ve test edilmemiş olabilen ve ürün etiketlerinde nadiren açıklanan “inaktif” bileşenler için geçerlidir. Dahası, gıda, su, toprak ve havada birden fazla pestisite maruz kalmanın birleşik etkileri yeterince araştırılmamıştır (Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2017, 5).
Bu krizle mücadele etmek için soldaki halk hareketleri gıda adaleti, tüketici ve işçi hakları (özellikle tarım işçileri için), çevre adaleti, adil ticaret ve ekonomik demokrasi için alternatif bir siyasi programın ana hatlarını çizmeye ve bu program etrafında örgütlenmeye başlamalıdır. Tarımsal kimya endüstrisi, sağlık temelli ulusal pestisit tescil gerekliliklerinin altını oyarak, insan sağlığına en büyük zararı verdiği tespit edilen tarımsal kimyasalların yasaklanmasını engellemek için uzun süredir serbest ticaret anlaşmalarını kullanmaktadır (Rosenthal 2005). Alternatif olarak, “adil ticaret” anlaşmaları, aşılmaması gereken zayıf “tavanlar” yerine düzenlemeler için “zeminler” olarak güçlü sağlık temelli standartlar belirleyecektir. Başka bir deyişle, en zayıf çevre ve sağlık düzenlemelerine sahip ülkenin tüm ticaret ortaklarının kabul etmesi gereken standart “tavanı” belirlediği bir “dibe doğru yarış” yerine, tüm uluslar için geçerli olan bir dizi güçlü, zorunlu standart için çalışmalıyız. Böyle bir düzenleyici uyumlaştırma süreci, en katı çevre yasalarına sahip ülkelere, kendileriyle ticaret yapılabilmesi için diğer tüm ülkelerin uymak zorunda olduğu standart bir “taban” oluşturma ayrıcalığı tanıyacaktır. Tehlikelerin ihracatının düzenlenmesi kapsam olarak kapsamlı olmalıdır. Esaslı bir sosyal eşitliğe, yeni bir rejeneratif tarıma, iklim adaletine ve sürdürülebilir kalkınmaya adanmış post-kapitalist bir gelecek olmadıkça, küresel ekolojik kriz derinleşmeye mahkumdur. Ulusötesi petrokimya endüstrisinin hegemonyasına ve girdi yoğun kapitalist tarımın geleneksel biçimlerine başarılı bir şekilde meydan okunmadığı sürece, zehirli tarımsal kimyasalların insan sağlığı ve çevre üzerinde yarattığı tehditler daha da kötüleşecektir. Bu bağlamda Sol, yerel organik çiftçileri desteklemek için piyasa temelli mekanizmalara artan bir güven de dahil olmak üzere, gönüllülükçü veya özgürlükçü bir adalet vizyonuyla uyumlu ana akım tarımsal-çevresel aktivizmdeki neoliberal dönüşe meydan okumalıdır (Harrison 2014, 657). Bunun yerine, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ve dünyanın dört bir yanındaki halk hareketleri daha yapısal düzenleyici ve sistemik değişiklikleri benimsemelidir – insanların ihtiyaçlarını çıkarların, doğayı da petrokimyasal sermayenin ve tarımsal üretimin dar çıkarlarının üzerinde tutan yeni, toksik olmayan, rejeneratif bir tarım kültürü ve tarımsal ekolojinin benimsenmesi için eko-sosyalist bir yetki (Engel-Di Mauro 2020; Magdoff 2015; Motta 2016). Bunu yapmak için ekolojik emperyalizme ve küresel kapitalist sistemin demokratik olmayan doğasına karşı çıkmak gerekecektir (Foster 2002).
Kaynaklar
Alavanja, Michael C.R. 2009. “Pesticide Use and Exposure Extensive Worldwide.” Review of Environmental Health 24 (4): 303–309.
Bassil, K. L., C. Vakil, M. Sanborn, D. C. Cole, J. S. Kaur, and K. J. Kerr. 2007. “Cancer Health Effects of Pesticides.” Canadian Family Physician 53 (10): 1704– 1711.
Benbrook, Charles M. 2012. “Impacts of Genetically Engineered Crops on Pesticide Use in the U.S. — The First Sixteen Years.” Environmental Sciences Europe 24 (24): 2–13.
Benbrook, Charles M. 2016. “Trends in Glyphosate Herbicide Use in the United States and Globally.” Environmental Sciences Europe 31 (3): 1–15.
Berkey, Rebecca E. 2017. Environmental Justice and Farm Labor. New York: Routledge.
Brandt, Eric B., Andrew F. Beck, and Tesfave B. Mersha. 2020. “Air Pollution, Racial Disparities, and COVID-19 Mortality.” Journal of Allergy and Clinical Immunology 146 (1): 61–63.
Byerlee, Derek, James Stevenson, and Nelson Villoria. 2014. “Does Intensification Slow Crop Land Expansion or Encourage Deforestation?” Global Food Security 3 (2): 92–98.
CDC. 2011. “NIOSH Pesticide Poisoning Monitoring Program Protects Farmworkers.” DHHS (NIOSH) Publication Number 2012-108. The National Institute for Occupational Safety and Health, Centers for Disease Control and Prevention. Decmeber 2011. https://www.cdc.gov/niosh/docs/2012-108/default. html.
CDC. 2018. National Report on Human Exposure to Environmental Chemicals. Atlanta: U.S. Centers for Disease Control. https://www.cdc.gov/exposurereport/ index.html.
Corporate Europe Observatory. 2020. Toxic Residues Through the Back Door: Pesticide Corporations and Trade Partners Pressured EU to Allow Banned Substances in Imported Crops. Brussells: Corporate Europe Observatory. https:// corporateeurope.org/en/2020/02/toxic-residues-through-back-door.
Donley, Nathan. 2019. “The USA Lags Behind Other Agricultural Nations in Banning Harmful Pesticides.” Environmental Health 18 (44): 1–12. https://doi. org/10.1186/s12940-019-0488-0.
Eddleston, Michael. 2002. “Pesticide Poisoning in the Developing World—a Minimum Pesticides List.” The Lancet 360 (9340): 1163–1167.
Engel-Di Mauro, Salvatore. 2020. “Learning Dialectics to Grow Better Soils Knowledge, not Bigger Crops: A Materialist Dialectics and Relationality for Soil Science.” Capitalism Nature Socialism 31 (1): 1–12.
Faber, Daniel. 2008. Capitalizing on Environmental Injustice: The Polluter-Industrial Complex in the Age of Globalization. New York: Rowman & Littlefield.
Faber, Daniel. 2018. “Global Capitalism, Reactionary Neoliberalism, and the Deepening of Environmental Injustices.” Capitalism Nature Socialism 29 (2): 8– 28.
Faber, Daniel, and Christina Schlegel. 2017. “Give Me Shelter from the Storm: Framing the Climate Refugee Crisis in the Context of Neoliberal Capitalism.” Capitalism Nature Socialism 28 (3): 1–17.
Faber, Daniel, Jennie Stephens, Victor Wallis, Roger Gottlieb, Charles Levenstein, Patrick CoatarPeter, and Boston Editorial Group of CNS. 2017. “Trump’s Electoral Triumph: Class, Race, Gender and the Hegemony of the Polluter- Industrial Complex.” Capitalism Nature Socialism 28 (1): 1–15.
FDA. 2015. Pesticide Residue Monitoring Program Fiscal Year 2015 Report. Washington, DC: United States Food and Drug Administration. https://www.fda. gov/downloads/Food/FoodborneillnessContaminants/Pesticides/UCM582721.pdf. Foster, John Bellamy. 2002. “Monopoly Capital and the New Globalization.” Monthly Review 53 (8): 1–16.
Foster, John Bellamy, and Intan Suwandi. 2020. “COVID-19 and Catastrophe Capitalism: Commodity Chains and Ecological-Epidemiiological-Economic Crises.” Monthly Review 72 (2): 1–20.
Frison, Emile A. 2016. From Uniformity to Diversity: A Paradigm Shift from Industrial Agriculture to Diversified Agroecological Systems, 1–96. Louvain-la- Neuve (Belgium): International Panel of Experts on Sustainable Food Systems.
Galindo, Yadira. 2017. Exposure to Glyphosate, Chemical Found in Weed Killers, Increased Over 23 Years. University of California San Diego Health. https:// health.ucsd.edu/news/releases/Pages/2017-10-24-exposure-to-glyphosate- chemical-found-in-weed-killer-increased-over-23-years.aspx.
Galt, Ryan E. 2008. “Beyond the Circle of Poison: Significant Shifts in the Global Pesticide Complex, 1976-2008.” Global Environmental Change 18 (4): 786–799.
Harrison, Jill Lindsey. 2014. “Neoliberal Environmental Justice: Mainstream Ideas of Justice in Political Conflict Over Agricultural Pesticides in the United States.” Environmental Politics 23 (4): 650–669.
Howard, Philip H. 2016. Concentration and Power in the Food System: Who Controls What We Eat? New York: Bloomsbury Academic Publishing.
Howard, Philip H. 2018. “Global Seed Industry Changes Since 2013.” Public Data Summary https://philhoward.net/2018/12/31/global-seed-industry-changes-since- 2013/.
Jorgenson, Andrew K. 2007. “Foreign Direct Investment and Pesticide Use Intensity in Less-Developed Countries: A Quantitative Investigation.” Society and Natural Resources 20 (1): 73–83.
Jorgenson, Andrew K., and Kennon A. Kuykendall. 2008. “Globalization, Foreign Investment Dependence and Agriculture Production: Pesticide and Fertilizer Use in Less-developed Countries: 1990–2000.” Social Forces 87 (Issue 1): 529–560. Klein, Kendra. 2019. Toxic Secret: Pesticides Uncovered in Store Brand Cereal, Applesauce, Beans and Produce. A report by Friends of the Earth U.S., p. 1–15, 3.
Konradsen, Flemming. 2007. “Acute Pesticide Poisoning – A Global Public Health Problem.” Danish Medical Bulletin 54 (1): 58–59.
Magdoff, Fred. 2015. “A Rational Agriculture is Incompatible with Capitalism.” Monthly Review 66 (10): 1–18.
Mooney, Pat. 2018. Blocking the Chain: Industrial Food Concentration, Big Data Platforms, and Food Sovereignty Solutions. Berlin: ETC Group.
Motta, Renata. 2016. Social Mobilization, Global Capitalism, and Struggles Over Food: A Comparative Study of Social Movements. New York: Routledge.
Nishimoto, Ray. 2019. “Global Trends in the Crop Protection Industry.” Journal of Pesticide Science 44 (3): 141–147.
Organic Consumers Association. 2016. “Glyphosate Found in Urine of 93 Percent of Americans Tested.” EcoWatch. May 29. https://www.ecowatch.com/glyphosate- found-in-urine-of-93-percent-of-americans-tested-1891146755.html.
Prado, Joanne Bonnar, Prakash R. Mulay, Edward J. Kasner, Heidi K. Bojes, and Geoffrey M. Calvert. 2017. “Acute Pesticide-Related Illness Among Farmworkers: Barriers to Reporting to Public Health Authorities.” Journal of Agromedicine 22 (4): 395–405.
Pretty, Jules, and Zareen Bharucha. 2015. Integrated Pest Management for Sustainable Intensification of Agriculture in Asia and Africa.” Insects 6 (1): 152–182.
Pulido, Laura. 2016. “Flint, Environmental Racism, and Racial Capitalism.” Capitalism Nature Socialism 27 (3): 1–16.
Reed, Genna, Anita Desikan, and Casey Kalman. 2019. “Endangering Generations: How the Trump Administration’s Assault on Science is Harming Children’s Health.” A Report by the Center for Science and Democracy at the Union of Concerned Scientists, 1–18. doi:10.2307/resrep24070.
Rosenthal, Erika. 2005. “Who’s Afraid of National Laws?: Pesticide Corporations Use Trade Negotiations to Avoid bans and Undercut Public Health Protections in Central America.” International Journal of Occupational and Environmental Health 11 (4): 437–443.
Sanchez-Bayo, Francisco, and Kris A.G. Wyckhuys. 2019. “Worldwide Decline of the Entomofauna: A Review of its Drivers.” Biological Conservation 232 (April): 8–27. Schafer, Kristin S., Susan E. Kegley, and Sharyle Patton. 2001. Nowhere to Hide: Persistent Toxic Chemicals in the U.S. Food Supply. San Francisco: Pesticide Action Network North America.
Schafer, Kristin, S. Margaret Reeves, Skip Spitzer, and Susan E. Kegley. 2004. Chemical Trespass: Pesticides in Our Bodies and Corporate Accountability. San Francisco: Pesticide Action Network North America.
Schnitkey, Gary, and Sarah Sellars. 2016. “Growth Rates of Fertilizer, Pesticide, and Seed Costs Over Time.” Farmdoc Daily 6 (130): 1–4, Department of Agricultural and Consumer Economics, University of Illinois at Urbana-Champaign.
Sharma, Anket, Vinod Kumar, Babar Shahzad, Mohsin Tanveer, Gagan Preet Singh Sidhu, Nehu Handa, Sukhmeen Kaur Kohli, et al. 2019. “Worldwide Pesticide Usage and its Impact Upon Ecosystem.” SN Applied Sciences 1 (1446): 1–16. https://doi.org/10.1007/s42452-019-1485-1.
Silva, Vera, Hans G.J. Mol, Paul Zomer, Marc Tienstra, Coen J. Ritsema, and Violette Geissen. 2019. “Pesticide Residues in European Agricultural Soils – A Hidden Reality Unfolded.” Science of the Total Environment 653: 1532–1545. https://doi. org/10.1016/j.scitotenv.2018.10.441.
United Nations General Assembly. 2017. “Report of the Special Rapporteur on the Right to Food.” Human Rights Council, 34th Session. January 24, 1–24. https:// documents-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/G17/017/85/PDF/G1701785.pdf? OpenElement.
Wallace, Rob. 2016. Big Farms Make Big Flu: Dispatches on Infectious Disease, Agribusiness, and the Nature of Science. New York: Monthly Review Press.
Wallace, Rob. 2020. “Where Did Coronavirus Come From, and Where Will It Take Us.” Uneven Earth. http://unevenearth.org/2020/03/where-did-coronavirus-come-from-and-where-will-it-take-us-an-interview-with-rob-wallace-author-of- big-farms-make-big-flu/.
Weir, David, and Mark Schapiro. 1981. Circle of Poison: Pesticides and People in a Hungry World. San Francisco: Institute for Food and Development Policy.
Wright, Angus. 1990. The Death of Ramon Ganzalez: The Modern Agricultural Dilemma. Austin: University of Texas Press.