Korona salgınının tüm dünyada yaşamı derinden etkilediği günlerde, temel ihtiyaçların karşılanmasında ve sağlık sistemlerinde başarısız olan hükümetler, fosil yakıta dayalı ekonomilerin çarklarının dönmesi için “evde kalamayan” işçileri salgının içine atarken, bir yandan da daha fazla yakıt için yerin altını üstüne getirmeye devam ettiler. İşte bu fosil yakıtları için 2020’de Doğu Akdeniz’de yaşanan askeri gerilim ve Türkiye’nin Karadeniz’deki yeni gaz keşfine karşı 25 Eylül 6. Uluslararası İklim Grevi gününde başlatılan Kazma Bırak (Yunanistan’daki adıyla – Μας σκάβουν τον λάκκο – “Mezarımızı Kazıyorlar”) kampanyası hızla Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’tan çeşitli politik yapıların ve çevre örgütlerinin ilgisini çekti. Eylül’den bu yana çeşitli çevrimiçi etkinlikler, site ve sosyal medya üzerinden yapılan bilgilendirme faaliyetleri ve genişleme çalışmalarını sürdüren, her bir ülkede oluşturulmuş ulusal koordinasyonlar 26 Ocak 1996’daki Kardak/Imia krizinin yıl dönümünde tüm bölge halklarını barış ve iklim adaleti için birlikte mücadele etmeye çağıran geniş katılımlı ortak bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.
25 Ocak’ta yaklaşık 5 yıl aranın ardından Yunanistan ve Türkiye arasında başlayan istikşafi görüşmelerin hemen ardından gerçekleşen bu toplantıyla Kazma Bırak kampanyası bileşenleri, halklar arasında kışkırtılan milliyetçilik, yıkıcı kapitalist madencilik, iklim krizi, savaş ve bölgesel siyaset konularında ortak tutumlarını ortaya koydular.
“Yeşil yıkama projelerini ve emperyalist siyaseti kabul etmiyoruz”
Video kayıtları ile ülke bileşenleri adına okunan açıklamalarda sözü önce Türkiye’den Onur Yılmaz aldı. Her açıdan sıradışı tarihsel bir dönemden geçildiğini belirten Yılmaz açıklamasında: “Ekonomik, politik, ideolojik, toplumsal, sebepleri ve sonuçları iç içe geçmiş tüm bu derin krizlerin belki de en keskin ve belirleyici olanını ise, şu an için günlük yaşam pratiklerimizi kökten değiştiren koronavirüs salgınının da bir sonucu olduğu küresel ekolojik çöküş oluşturuyor,” vurgusunu yaptı. Sınır tanımayan eko-kırım projelerine karşı enternasyonal mücadelenin şart olduğunu kaydeden Yılmaz ayrıca, “AB bir yandan sahte azaltım planlarıyla dolu bir yeşil yıkama programı olan Yeşil Mutabakatı kabul etmiş diğer yandan ise fosil yakıt boru hattı EastMed projesine kaynak ayırmaya devam etmektedir. Kazma Bırak kampanyası sermayenin kurallarına göre işleyen bu uluslararası emperyalist patronajı ve siyaseti reddederek doğanın ve onun bir parçası olan toplumun hakkını savunuyor,” diye belirtti. Açıklama halklara kampanyaya katılma ve Ekim’deki depremde olduğu gibi halkların birlikte mücadelesi için yapılan çağrı ile sona erdi.
“Bizlerin paylaşım savaşına girecek kaynakları yok, çevre ve barış için mücadele ediyoruz”
Yunanistan’dan açıklamayı okuyan Emmanuela Terzopoulou ise sözlerine Akdeniz ve Ege Denizi’nin halkları bölen değil, birleştiren bir deniz olduğunu belirterek başladı. “Ulusal çıkar” yalanıyla kâr için girişilen EastMed’in ve Akdeniz’de hidrokarbonların çıkartılmasının yaratacağı çevresel tahribata dikkat çeken Emmanuela, “sadece denizler değil, kıyılar için de hesap edilemez olacak, deniz ve kıyılardaki biyoçeşitlilik etkilenecektir. Akdeniz halklarının turizm ve balıkçılık gibi geleneksel istihdam alanlarına zarar verecektir,” diye belirtti. Son 6 yılın kaydedilen en sıcak yıllar olduğunu söyleyen ve pek çok açıdan yaşanacak ekolojik sorunları sıralayan Emmanuela, “Neoliberal kapitalist model kazanacak olanların, çokuluslu petrol şirketleri, savaş endüstrisi ve büyük güçler ile daha küçük bölgesel güçlere hizmet eden çıkar odakları olacağına dair şüphe bırakmıyor. Bir soğuk savaş ikliminin yaratılması ya da sıcak savaş yoluyla olsa da insanları ve doğayı kâr kaynağı olarak görenler bunlardır,” diye ekledi. Açıklamasının son kısmında ise “bizlerin… paylaşım kavgasına girecek rezervleri yok. Tersine çevrenin korunması ve barış için kaygı duyuyor ve mücadele ediyoruz.” sözlerine yer verdi.
“Çevre değerlendirme raporlarının gizlenmesi ırkçı çevresel uygulamalara benziyor”
Kampanyanın Kıbrıs ayağından ses iki dilli olarak yükseldi. Önce sözü Myrto Skouroupathi aldı ve doğal gazın daha “çevreci” bir fosil yakıt olarak sunulmasına karşı bilimsel gerçekleri ortaya koydu. Sonrasında ise EastMed projesinin ve Kıbrıs’ın gaz arama faaliyetlerinin hukuki açıdan sorunlu yanlarına dikkat çekti: “Ana çıkarma parselleri, Eratosthenis deniz dağı ile aynı bölgede yer alıyor. Burası, Balıkçılığa Sınırlandırılmış Alan’dır ve Akdeniz Özel Öneme Sahip Korunan Alanlar (SPAMI) listesi için öncelikli bir yerdir… Yapılan Çevresel Etki Değerlendirmelerinin hiçbiri ulusal güvenlik bahanesiyle kamuya açıklanmamaktadır. Çevresel etkilerin bu şekilde gizlenmesi, Aarhus Sözleşmesi’ne göre uluslararası olarak korunan ‘bilgiye erişim hakkı’na aykırıdır,” diye belirtti. Myrto, ayrıca çıkarılan gazın Kıbrıs adasında şu an Kıbrıslı Rumların yaşadığı, ancak tarihsel olarak Kıbrıslı Türklerin bir köyü olan Mari’nin yanına inşa edilecek bir enerji merkezine taşınacağını belirtti ve “bu karar ırkçı çevresel uygulamalara çok benziyor” diye ekledi. Akdeniz’deki fosil arama faaliyetlerinin “adanın turizm ve balıkçılığa bağımlı olan binlerce sakininin geçim kaynağı”nı potansiyel bir kaza tehdidi altında bıraktığını ve bunun “aynı zamanda Akdeniz’in tüm deniz ekosistemine onarılamaz şekilde zarar verebileceğini” kaydetti.
“EastMed, askerileşme ve askeri anlaşmalar adayı barıştan uzaklaştırıyor”
Myrto’nun ardından Kıbrıs’tan Murat Kanatlı açıklamasına Kıbrıs’ta yaşayan toplum arasında kışkırtılan düşmanlığın tarihine değinerek başladı. Güncel durumda ise “doğal gaz aramalarındaki süreç askeri gerginliği artırmakta, artan gerginlik de milliyetçiliği büyütmekte, toplumlararası güveni ortadan kaldırmaktadır,” diye belirterek Kazma Bırak kampanyası ile “diğer birçok gerekçe yanında bu nedenle de doğal gaz aramalarına son verilmelidir,” talebini yükselttiklerini belirtti. Kanatlı, son dönemde yaşananların ardından “adadaki gerginlik o kadar ciddi bir boyuta geldi ki 2020 yazında seferberliğe çağrılan rütbeli Kıbrıslı Rumlara her an silah altına çağrılabileceklerine dair belgeler de tebliğ edildi. Adada savaş hali de üst seviyeye çıktı,” diye kaydetti. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin farklı ülkelerle yaptığı askeri anlaşmalara dikkat çeken Kanatlı, “Bir süre önce EastMed Doğu Akdeniz Boru hattı da gerekçe gösterilerek İsrail, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan AB içindeki diğer ülkelerin de desteği ile askeri bir blok oluşturmuşlardır. Daha sonra bu ortaklık Doğu Akdeniz Gaz Formuna dönmüştür. Böylesi yapılanmaların askeri faaliyetlerinin bölgenin istikrasız yapısını daha da bozacağı rahatlıkla söylenebilir.” diyerek fosil gazın Doğu Akdeniz’de barıştan uzaklaştırıcı etkisine dikkat çekti.
“Doğu Akdeniz’deki tüm diğer halklarla da ortaklaşacağız”
Açıklamaların ardından her ülkeden konuşmacılar katılımcıların ve basın mensuplarının sorularını konuşmacıların sorularını cevapladılar. Türkiye’deki madencilik faaliyetleri, ekoloji mücadelesinin güncel durumu, Akdeniz’de fosil yakıtlara önerilen alternatifler, Akkuyu nükleer enerji santrali ve Mısır’ın kurmayı planladığı nükleer santrale karşı da benzer bir mücadelenin örgütlenmesi ihtiyacı, Yunanistan ve Türkiye’deki ekoloji mücadelesi yürütenlerin ortak eylemler örgütlemesi isteği, özellikle Filistin halkı başta olmak üzere Doğu Akdeniz’deki diğer halkların da bu mücadelenin parçası olması gerektiği ve kampanyanın sonraki adımlarına dair soru ve katkılarla toplantı 1,5 saat kadar sürdü. Konuşmacılar tüm bölge halklarını kirli enerji projelerinin yürüten devlet ve şirketlere karşı birlikte mücadele etmeye ve kampanyayı büyütmeye çağırdı ve kampanyanın sonraki adımlarının Şubat’ta düzenlenmesi planlanan daha geniş bir sempozyum olduğu belirtildi.
Açıklamaların Tam Metni
Onur Yılmaz – Türkiye
Değerli basın emekçileri ve bölgemizde barışa ve huzura susamış halklarımız,
Her açıdan sıradışı bir tarihsel dönemden geçiyoruz. Yerin üstü adeta yerin altındaki kızgın magma gibi kaynıyor. Dünya belki ezilen ve sömürü altında yaşamak zorunda bırakılan insanlar için hiçbir zaman iyi bir yer değildi, ancak bir süredir canımızı almak için yarışa girmiş gibi duran küresel kapitalist sistemin neden olduğu krizlerin ardı arkası kesilmiyor.
Ekonomik, politik, ideolojik, toplumsal, sebepleri ve sonuçları iç içe geçmiş tüm bu derin krizlerin belki de en keskin ve belirleyici olanını ise, şu an için günlük yaşam pratiklerimizi kökten değiştiren koronavirüs salgınının da bir sonucu olduğu küresel ekolojik çöküş oluşturuyor. Geçim kaynaklarını, barınma şartlarını, kısacası hayatta kalma olanaklarını kaybeden emekçi insanlar bu ekolojik çöküşün sonuçlarını ekosistemlerin tahribatı ve iklim kriziyle deneyimliyorlar. Görülmemiş şiddette fırtına ve seller ile içme suyumuzun dahi tehlikeye düştüğü kuraklık birlikte yaşanıyor. Rekorlar kıran mevsimsel sıcaklık değerleri ile Ocak ayında çiçek açan ağaçlar yüzümüzü güldürmek yerine korkutucu bir his bırakıyor. Dünyanın dört bir yanında, ama özellikle de yoksul ülkelerdeki kırılgan ekonomi ve ekosistemlerin ekolojik çöküş ve iklim kriziyle mahvolması sonucu yollara düşmek zorunda kalan yüzbinlerce insan Akdeniz ve Ege Denizi’nde can veriyor.
Bizler, bu yıkımın sonuçlarına gözlerini kapamayan tüm yaşam savunucuları olarak devletlerin ve şirketlerin ekolojik çöküşü ve iklim krizini şiddetlendirecek, faaliyetleri boyunca emek sömürüsüne dayanacak her türden projelerine karşı çıkmak için mücadele yürütüyoruz. Ve bu kez, seslerimizi, 25 Eylül günü ilan ettiğimiz kampanya ile Türk devletinin geçtiğimiz Ağustos ayında müjdeleyerek duyurduğu Karadeniz’deki fosil gazına, Akdeniz’de alan paylaşımı üzerinden sürekli askeri gerginliğe neden olan, tüm ülkelerin fosil yakıt arama faaliyetlerine ve şu an devam eden EastMed boru hattı projesine karşı birleştirdik: iklim adaleti ve barış için fosil yakıtları “Kazma Bırak!” talebimizi yükselttik. Çağrımız Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ın ötesinde de destek buldu, ekoloji mücadelesi yürüten pek çok yapı kampanyanın parçası oldu ve bizi bugün burada yan yana getiren bir ağı birlikte kurmuş olduk.
Ege’nin iki yakasındaki Türkiye ve Yunanistan halkları ile Kıbrıs’ta yaşayan iki halk, bundan 25 yıl önce yine bugün Kardak (Imia) krizi denilen bir başka askeri gerginlik ile karşı karşıya getirilmeye çalışılmıştı. Ancak ne o gün ne de hiçbir zaman halkları birbirine düşman etmeye çalışan ırkçılar ve savaş çığırtkanları başarılı olamayacak. Aynı coğrafyada yaşayanlar olarak kaderlerimiz ortak. Doğada ülke sınırları yok, münhasır ekonomik bölgeler yok. Yok olan canlılar, tahrip edilen deniz tabanı, ısınan hava, kirlenen su, artık daha az ürün veren topraklar işte bu sınır tanımaz eko-kırım projelerine karşı enternasyonal bir mücadeleyi zorunlu kılıyor.
ABD, AB, Rusya, Çin ve diğer uluslararası güçler dünyanın dört bir yanında giriştikleri paylaşım mücadelesini hem doğrudan hem de bölge ülkelerini silahlandırma ve ekonomik ilişkiler yoluyla Akdeniz’e de taşırken, AB bir yandan sahte azaltım planlarıyla dolu bir yeşil yıkama programı olan Yeşil Mutabakatı kabul etmiş diğer yandan ise fosil yakıt boru hattı EastMed projesine kaynak ayırmaya devam etmektedir. Kazma Bırak kampanyası sermayenin kurallarına göre işleyen bu uluslararası emperyalist patronajı ve siyaseti reddederek doğanın ve onun bir parçası olan toplumun hakkını savunuyor.
Daha dün Türk ve Yunan devletlerinin dışişleri bakanları 1996 Kardak krizinin ardından başlayan kesintili istikşafi görüşmelerde 2016’dan sonra ilk kez tekrar bir araya geldiler. Ve bir kez daha gördük ki yeri geldiğinde halklar arasında düşmanlığı körükleyen bu “ulusal çıkar” kisvesi altındaki siyasi yaklaşımın bize vereceği hiçbir şey yok. Anlaşsınlar ya da anlaşamasınlar bu toplantılardan doğaya daha fazla zarardan başka bir şey çıkmaz.
Bugüne kadar fosil yakıt çıkaran hiçbir ülkede elde edilen ekonomik kaynak halkın ortak refahı için kullanılmadı, bir avuç kapitalistin cebini doldurdu. Akdeniz ve Karadeniz’deki gaz ve petrol için de durum budur. Ülkelerimizi derin ekonomik darboğaza sokarak bizi işsizlik ve açlığa mahkum edenler işte bu gaz ve petrol üzerinden savaş siyaseti yürütenlerdir. Bu nedenle çağrımızı bizimle birlikte mücadele etmeye çağırdığımız tüm insanlara yapıyoruz. Gelin, hep birlikte barış için, iklim adaleti için, “Kazma Bırak!” talebimizi onlara dayatalım. Kampanyaya imzacı olun, yaygınlaştırın, kampanya imzacısı örgütlere katılın, sesimizi sokağa taşıyın.
Ekolojik çöküşün ve iklim krizinin etkilerini bugün bu basın açıklamasını birlikte yaptığımız Yunan ve Kıbrıslı dostlarımızla el ele aşacağız, Ekim ayında yaşadığımız depremde olduğu gibi yaralarımızı birlikte saracağız. Ve bu birlikte mücadeleyi sözün ötesine taşıyarak kalıcı yapılarla, yürüttüğümüz kampanyalarla hayata geçireceğiz.
Bir kez daha yineliyoruz: İklim krizini durdurmak için tüm devletlerin fosil yakıt arama faaliyetlerine karşı “Fosil yakıtları kazma bırak, yeraltında kalsın!”
Emmanuela Terzopoulou – Yunanistan
Merhaba arkadaşlar,
Türkiye ve Kıbrıslı kardeşlerimizle buradayız, çünkü Akdeniz ve Ege Denizi’nin bizi bölen denizler değil, bizi birleştiren denizler olduğunu düşünüyoruz. Doğu Akdeniz’de meydana gelen bir suçu durdurmak için buradayız.
Hükümetlerimiz savaş gemilerini Akdeniz’e çıkartsalar da, görüşme masasına otursalar da bir şey açık: Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz rezervlerinin kontrolü için aralarında söz konusu olan rekabet, barış için de çevre için de tehlikeli bir tehdit olmaya devam ediyor.
Riyakârlıklarının haddi hesabı yok!
Ülkelerimiz bir yandan karbondioksit salımlarının azaltılması ve iklim değişikliğini göğüslemek için düzenlenen uluslararası toplantılara katılırken;
Denizde en küçük kayalıktan ayak basılmamış dağ zirvelerine kadar, buralardaki ekosistemleri tahrip eden endüstriyel ölçekte yenilenebilir enerji projeleri hayata geçirirken;
Bunlar ve benzerleri bizlere iklimin korunması için “yeşil” çözümler olarak pazarlanırken;
Bu aynı ülkeler aynı zamanda:
En büyük deniz altı doğal gaz boru hattı olan EastMed’den kâr payı almaya çalışıyorlar.
Münhasır Ekonomik Bölgelerin kontrolü, yani Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervlerini işletmek için neredeyse bir savaş çıkartıyorlardı!
Bizleri bilinen ve henüz bilinmeyen rezervlerin işletilmesinin Akdeniz’deki halkların refahını sağlayacağına ikna etmeye çalışıyorlar. Bizleri bu rezervlerin kontrol edilip işletilmesinin her ülkenin “ulusal çıkarı” olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Yalan söylüyorlar. Petrol hiçbir petrol üreten ülkenin halkına refah getirmemiştir. Tersine çevresel felaketlere, yolsuzluklara ve otoriter yönetimlere neden olmuştur.
Akdeniz halkları olarak hidrokarbonların çıkartılmasından kazanacağımız hiçbir şey yok. Çıkarımız temiz bir gezegende barış içerisinde bir arada yaşamaktır. Çıkarımız çevrenin korunması, insana ve doğadaki tüm canlılara karşı saygı, aramıza inşa edilmeye çalışılan milliyetçilik duvarlarını yıkmak, dayanışma ve barışın savunulmasıdır.
Çünkü doğanın talan edilmesi ve çevresel yıkım, dünyadaki insan dahil tüm türlerin hayatını tehdit ediyor. Son 6 yıl, insanlık tarihinin en sıcak seneleri olarak kayıt altına alındı. Doğanın kâr için sömürülmesinin sonuçları, gezegenin ısısının artması ve buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi ve dolayısıyla sahil bölgelerinin tehdit altında oluşu, buzullar içerisinde mahsur kalmış yeni virüslerin açığa çıkması, çölleşme, ani doğa olaylarının yoğunlaşması, seller ve yangınlar, ormanların ve ekosistemlerin ortadan kalkması, biyoçeşitliliğin azalması, atmosfer ve su kaynaklarının kirlenmesi, yeni hastalıkların ortaya çıkması, iklim değişikliği kaynaklı göçün artışıdır.
EastMed’in ve Akdeniz’de hidrokarbonların çıkartılmasının yaratacağı çevresel tahribat, sadece denizler değil, kıyılar için de hesap edilemez olacak, deniz ve kıyılardaki biyoçeşitlilik etkilenecektir. Akdeniz halklarının turizm ve balıkçılık gibi geleneksel istihdam alanlarına zarar verecektir.
Tehlike, tüm bunlar bizimki gibi bir deprem bölgesinde yaşanınca tam bir kâbusa dönüşüyor.
Ancak rezervlerin işletilmesinden refaha erecek olanlar da var. Neoliberal kapitalist model kazanacak olanların, çokuluslu petrol şirketleri, savaş endüstrisi ve büyük güçler ile daha küçük bölgesel güçlere hizmet eden çıkar odakları olacağına dair şüphe bırakmıyor. Bir soğuk savaş ikliminin yaratılması ya da sıcak savaş yoluyla olsa da insanları ve doğayı kâr kaynağı olarak görenler bunlardır.
Yunanistan’da, “barış” zamanında 2021 bütçesi silahlanma harcamalarının Rafalle ve F35 alımlarıyla % 30 oranında artırılmasını öngörürken (2020’de 3.8 milyardan 2021’de 5.4 milyara) pandemi döneminde olunmasına rağmen sağlık harcamaları % 16 oranında azaltılıyor!!!
En büyük kâbus ise ülkelerimiz arasında, bütün Doğu Akdeniz bölgesini kontrol edilemez bir yangına sürükleyebilecek olan savaş tehlikesidir. İhtilafa büyük güçlerin (AB, ABD, Rusya vs.) ve bölgesel güçlerin (İsrail, Libya, Mısır, BAE vs.) dahli korkuya neden oluyor. Hepsi, askeri tatbikatlara doğrudan katılarak ya da silah satışları yaparak veya “diplomatik arabuluculuk” yoluyla Doğu Akdeniz’in kontrolünden pay almak istiyor.
Enerji ihtiyacının sürekli arttığı mazereti, devamlı olarak artan enerji fiyatlarını karşılayamayan halkları alakâdar etmiyor. Bu daha çok, üretim sürecinde doğa için sonuçlarını gözardı ederek, insan için değil, sürekli daha fazla kâr için enerjiyi israf eden gri ya da sözde yeşil yatırımcıları ilgilendiriyor.
Bizlerin, çevre hareketleri ve Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan’ın kardeş halklarının paylaşım kavgasına girecek rezervleri yok. Tersine çevrenin korunması ve barış için kaygı duyuyor ve mücadele ediyoruz.
Bu nedenle Doğu Akdeniz’de madencilik ve savaş kâbusunu önlemek için seslerimizi birleştiriyoruz.
Bunun için bizimle aynı kaygıları paylaşan tüm örgüt ve duyarlı bireyleri güçlerini bizimle birleştirmeye davet ediyoruz.
Bu nedenle ısrar ediyoruz:
Hidrokarbonları denizin ve yerin altında bırakın!
Çevresel yıkımı ve savaş hazırlıklarını durdurun!
Myrto Skouroupathi – Kıbrıs
Kıbrıs’ta, enerji açısından izole bir ada olduğu için fosil gazı, teorik olarak daha kirletici ağır petrol ithalatına olan bağımlılığımızdan kurtulmanın ve böylece aynı zamanda emisyonlarımızı azaltmanın bir yolu olarak sunuluyor.
Oysa teorik olarak daha kirletici çünkü hükümetler çok rahatlıkla fosil gazı emisyonlarını yalnızca yanma sırasında hesaplamayı seçiyorlar. Gerçekte, gazın %5’inden fazlası çıkarma ve nakliye sırasında sızabilir. Sızan metan elbette karbondioksitten çok daha güçlü bir sera gazıdır. Bu nedenle, yaşam döngüsü boyunca doğal gaz herhangi bir çevresel fayda sağlamaz.
Bu, Sayın Anastadiades’i, ülkemizin Doğu Akdeniz bölgesinde iklim değişikliği araştırmalarında öncü bir rol üstleneceğini açıklamaktan caydırmamakta. Sonuçta, bölgemizin iklim değişikliğinin etkilerini küresel ortalamadan çok daha yoğun yaşayacağı ve bu nedenle bir “sıcak nokta” olduğu biliniyor. Dahası, fosil gazı temel alan, ancak aynı zamanda bilime göre emisyon azaltımı için muhafazakar hedeflere dahi ulaşamayan 2030 İklim Planı’nı onaylıyor ve teşvik ediyor.
İklim değişikliğinin yanı sıra, Kıbrıs’ta fosil gaz çıkarılması doğal çevreyi büyük tehlikeye atıyor. Ana çıkarma parselleri, Eratosthenis deniz dağı ile aynı bölgede yer alıyor. Burası, Balıkçılığa Sınırlandırılmış Alan’dır ve Akdeniz Özel Öneme Sahip Korunan Alanlar (SPAMI) listesi için öncelikli bir yerdir. Tabi ki, Stratejik Çevre Değerlendirmesi eksik olduğundan, kamuoyu görüşü alınmadan yapıldığından ve tek amacı maden çıkarma izinlerinin hızlıca onaylanması olduğundan fosil yakıt çıkarmanın gerçek etkilerini bilemeyiz. Yapılan Çevresel Etki Değerlendirmelerinin hiçbiri ulusal güvenlik bahanesiyle kamuya açıklanmamaktadır. Çevresel etkilerin bu şekilde gizlenmesi, Aarhus Sözleşmesi’ne göre uluslararası olarak korunan “bilgiye erişim hakkı”na aykırıdır.
Fosil gazı için tüm arazi altyapısının halihazırda çevre açısından yüklü Vasilikos bölgesinde inşa edileceğini belirtmek önemli olacaktır. Enerji merkezi günümüzde yerlerinden edilmiş Kıbrıslı Rumların yaşadığı, tarihsel olarak Kıbrıslı Türklerin bir köyü olan Mari’nin yanına inşa edilecek. Bu karar ırkçı çevresel uygulamalara çok benziyor.
Son olarak, adanın turizm ve balıkçılığa bağımlı olan binlerce sakininin geçim kaynağı potansiyel bir kaza nedeniyle sürekli tehdit altındadır ve bu aynı zamanda Akdeniz’in tüm deniz ekosistemine onarılamaz şekilde zarar verebilir. Bu, Akdeniz’deki 200 platformdan birinde kaza olasılığının Akdeniz’in kırılgan ekosistemi ve ekonomisi için büyük bir tehdit olduğundan bahseden Çevre Bakanlığı tarafından kabul edilmektedir.
Açıktır ki, hidrokarbonların çıkarılmasının olumsuz etkileri, adadaki tüm sakinlerin çevresine ve yaşam kalitelerine olası faydalarından daha ağır basmaktadır. Aynı zamanda, bölgedeki yönetici seçkinlerin çatışan çıkarları, anlaşmazlık ve öfke eken bir konudur. İşte bu nedenlerle, hidrokarbon çıkarılmasına ve savaşa karşı Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’da bu kampanyayı birlikte başlattık.
Murat Kanatlı – Kıbrıs
1955 yılında başlayan sömürge karşıtı silahlı hareket, toplumlararası silahlı çatışmalara, toplumların kendi içinde silahlı çatışmalarına, en son da bir garantör ülkenin desteği ile askeri darbeye oradan da bir garantör ülkenin fiili olarak askeri bir operasyona girişmesi ile Kıbrıs’taki bugünkü durum oluştu. Adada, Ağustos 1974’ten beri bir antlaşmaya dayanmayan ateşkes söz konusudur. Ada tüm yaşananlarla beraber metre kareye en fazla silahlı biriminin düştüğü coğrafyalardan biri konumundadır.
Bunun yanında çok uzun bir zamandır da toplumlararası görüşmeler sürmektedir. Yeni doğal gaz yataklarının keşfi ile beraber, bazı kesimler buradan elde edilecek finans ile çözüm sürecinin mali olarak desteklenebileceğini iddia etmektedir. Barış için gaz tamamıyla bir illüzyondur… Doğal gaz aramalarındaki süreç askeri gerginliği artırmakta, artan gerginlik de milliyetçiliği büyütmekte, toplumlararası güveni ortadan kaldırmaktadır, diğer birçok gerekçe yanında bu nedenle de doğal gaz aramalarına son verilmelidir.
Bu bir slogan veya basit bir kaygıya dayanan altı boş talep değildir.
Parsellerin arama izni için ihaleye çıkılma sürecinden başlayarak, taraflar arasındaki askeri gerginlik artmaya başladı. Türkiye adanın kuzeyinde askeri varlığını güncellemiş, dronlar, İHA’lar göndermiş, bölgeye de savaş gemileri sevk etmiştir. Zaten adada taraflar arasında doğrudan bir ateşkes antlaşması olmadığı için durumun ne kadar kırılgan olduğunu tahmin etmek zor değildir.
2018 yılında Türkiye savaş gemileri direk olarak İtalyan şirketine müdahale ederek bölgeden uzaklaşmasını sağladı, sonrasında da savaş gemileri ve araştırma gemileri birbirlerine tehlikeli şekilde yaklaşmaya devam etti yani tehdit yalnızca bir olasılık değil, temas noktasına gelecek kadar yakınlaşmış durumdadır.
Adadaki gerginlik o kadar ciddi bir boyuta geldi ki 2020 yazında seferberliğe çağrılan rütbeli Kıbrıslı Rumlara her an silah altına çağrılabileceklerine dair belgeler de tebliğ edildi. Adada savaş hali de üst seviyeye çıktı.
Türkiye’nin içine girmiş olduğu siyasi süreç, Kıbrıslı Rum liderliğin sermaye ile çıkara ve yozlaşmaya dayanan bağlantıları ile düşünüldüğünde bu sorunun bir antlaşma ile aşılamayacak kadar derin olduğu net anlaşılabilir. Her yeni doğal gaz arama faaliyeti de bizi askeri olarak daha büyük bir gerginliğe doğru sürüklemektedir. Bunu militarist propaganda, doğallığında da milliyetçiliğin yükseltilmesi izlemektedir. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon faaliyetleri adayı hem savaşın eşiğine getirmekte hem milliyetçiliğin yükselmesine zemin hazırlayarak adada yaşayan toplumları birbirlerinden uzaklaştırmaya devam etmektedir.
Konu yalnızca adanın askeri olarak bir felakete sürüklenmesi de değildir.
Süren bu gerginlikler de gerekçe gösterilip, Kıbrıslı Rum liderlik yeni askeri antlaşmalar imzalayarak, Fransa’dan başlayarak birçok ülkeye adada yeni silahlar bulundurması imkanı da sağlamıştır. Bu da adadaki askeri varlığın artması anlamına gelmektedir. En son olarak Kıbrıs Cumhuriyeti 2021 yılında Birleşik Arap Emirliği ile, Ağustos 2020’de Fransa ile, Kasım 2020’de de İsrail ve Yunanistan ile askeri alanda antlaşmalar imzaladı. Şubat 2015 yılında da Kıbrıs Cumhuriyeti Rusya ile antlaşma imzalayarak Rus Savaş gemilerinin limanları kullanmasına izin verdi. Geçen yıl da ABD ölümcül olmayan askeri malzeme ve eğitim için Kıbrıs Cumhuriyeti ile antlaşmalar imzaladı. Türkiye’nin adaya gönderdikleri ile düşündüğümüzde yaklaşık 15 yıllık doğal gaz arama faaliyetleri sonucunda zaten çok fazla olan askeri varlıklar katlanmıştır.
Konu yalnız ada da değildir. Bir süre önce EastMed Doğu Akdeniz Boru hattı da gerekçe gösterilerek İsrail, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan AB içindeki diğer ülkelerin de desteği ile askeri bir blok oluşturmuşlardır. Daha sonra bu ortaklık Doğu Akdeniz Gaz Formuna dönmüştür. Böylesi yapılanmaların askeri faaliyetlerinin bölgenin istikrasız yapısını daha da bozacağı rahatlıkla söylenebilir.
Doğu Akdeniz’in militarizasyonu bölgeye barış getirmeyecektir. Bu nedenle bölge barışı ve bölgenin askersizleştirilmesi için de doğal gaz aramalarına karşı çıkılmalıdır.
Basın açıklaması videoları ve tüm toplantının kaydı:
- https://www.facebook.com/events/228197645524791
- https://www.youtube.com/watch?v=3PdGK8nGfvE&feature=youtu.be
- https://www.youtube.com/watch?v=-PpDn9tfC_k
- https://www.youtube.com/watch?v=BwDA325G4-I
- https://www.youtube.com/watch?v=mAZhqWwZl2A
Kampanya sitesi ve sosyal medya hesapları:
- https://www.kazmabirak.org/
- https://www.facebook.com/kazmabirak
- https://www.facebook.com/noextractionsnowar
- https://www.instagram.com/kazmabirak
- https://twitter.com/DontDigLeaveIt