Yeşil Yeni Anlaşma (YYA) tartışmaları uzun zamandır dünya çapında devam etmektedir. Özellikle ABD’de Demokratik Sosyalistler ve İngiltere’de İşçi Partisi’nin Corbyn kanadında merkeze koyulan YYA, birçok sol-liberal veya merkez sol oluşumların da gündeminde bir hayli yer almaktadır. Bunun dışında ise bir der sermayenin YYA’sı vardır. Bu daha çok devlet tarafından fonlanan ve kontrolü sağlanan bir projeden ziyade, ucuz kredi garantisi ile tekelci finans kapital tarafından aracılığı yapılması planlanan ‘Yeşil Ekonomi’yi işaret eder. YYA bir çok Marksist tarafından (haklı olarak) hem eleştirilir hem de iklim ve kapitalizm krizi ile mücadelede bir giriş noktası kabul edilir. Bu bağlamda, YYA, Demokratik Sosyalistlerin iddia ettiği gibi bir yumuşak geçiş sürecini gerçekleştiren veya kapitalizm içerisinde Yeşil Keynesyen bir sürdürülebilirlik projesi mi olacak, yoksa sermayenin elinde doğanın giderek finansallaştığı, kapitalist değer ilişkilerinin her yere yayıldığı bir süreç mi olacak?
Bu makalede, üçüncü bir yolu tartışmaya açacağım. YYA’yı sadece işçi sınıfının şartlarını iyileştiren ve iklim krizine çözüm bulabilen bir politika paketinden çıkarıp, işçi sınıfının ve ezilen tüm unsurların tekrardan örgütlenebildikleri bir alan olarak nasıl inşa edebiliriz sorusunu tartışmak istiyorum. Bu şekilde bir geçişten ziyade, YYA’nın devrimci militanlaşma yönünde bir fonksiyonu olduğunu ve bu yönde somut politika geliştirilmesi gerektiğini iddia edeceğim.
Makalenin ilk bölümünde YYA’nın kısaca özetini sunup, farklı politik kanatların YYA önerilerinin ana hatlarına değineceğim. İkinci bölümde ise YYA’nın Marksist eleştirisinin ana hatlarını ortaya koyup, üçüncü ve son bölümde ise YYA’nın Marksist alternatifini sunacağım.
Yeşil Yeni Anlaşma ve Yeni ‘Sol’ Siyaset
YYA, son dönemde ABD’deki Demokratik Sosyalist harekete benzer hareketlerin tutunduğu ve çevresinde politika ürettiği bir alana dönüştü. Kapitalizmin krizinin gitgide derinleştiği ve çözüm olarak daha çok emek,doğa ve göçmen karşıtı milliyetçi politikaların gitgide güçlendiği dönemde, YYA tüm bu gelişmelerin karşısında sosyal ve iktisadi çözüm önerileri olarak ortaya çıkıyor. Nasıl Büyük Buhran, peşinde Yeni Anlaşma’yı getirdiyse, 2008 krizi ve iklim krizinin iyice görünürleşmesi Yeşil Yeni Anlaşma’nın ortaya çıkmasını sağladı. Genel olarak baktığımızda YYA, kamu istihdamı ile birlikte fosil yakıtlı enerjilerden ‘yenilebilir’ enerjilere geçişle karbon emisyonunu düşürmeyi amaçlar. Bununla birlikte, iş yerlerinin demokratikleştirilmesi, tarihsel olarak dezavantajlı gruplara sosyal ve ekonomik öncelikler tanınması, yeşil altyapı yatırımları ile ‘yeşil’ işler yaratılıp, şehirleri yeni iklime hazırlama gibi bir dizi planı da bu anlaşma çerçevesinde görebiliriz.
Marksist Olmayan Solun Yeşil Yeni Anlaşması
İklim krizi ile mücadele YYA’nın temel taşıdır. Doğal olarak fosil yakıtların her alanda kullanımının tamamen sonlandırılması, YYA’nın temel ilkesidir. Dolayısıyla hem ABD’nin hem de Britanya’nın YYA yaklaşımları sıfır-karbon ekonomisine geçişi savunmaktadır. Bu ortak nokta yanında iki yaklaşımın farklılaştığı noktalar da bulunmaktadır. Ann Pettifor, The Case for the Green New Deal (2019)1 adlı kitabında bu iki YYA yaklaşımının ortak ve farklı yönlerini bize göstermektedir. Pettifor’a göre, ABD yaklaşımı Federal hükümetin finansal sponsorluğunda Amerika’da herkese iş garantisi, altyapının ve sanayinin çevresel sürdürülebilirlik ilkeleri kapsamında tekrar inşası ile herkese temiz hava ve suyun, sağlıklı besinlerin ve doğaya erişimin güvence altına alınması gibi politikaları kapsamaktadır. Ayrıca Amerikan toplumunda tarihsel olarak baskılara ve ayrımcılığa maruz kalmış toplulukların da diğer tüm Amerikan vatandaşları gibi yukarıda belirtilen haklara erişiminin güvence altına alınmasını savunmaktadır. Bernie Sanders’ın “Herkes İçin Sağlık” programı da (Medicare for All) ABD yaklaşımının bir parçası oldu. Özellikle istihdama dair önerileri ve bunun finansmanı, ABD yaklaşımını İngiliz yaklaşımından pozitif yönde ayıran en önemli maddedir. Bu yüzdendir ki, İş Garantisi (İG) programı üzerinde biraz daha duracağım.
Britanya yaklaşımı ise şu şekilde özetlenebilir: Bu yaklaşım, finans ve para politikalarını Keynesyen perspektifle hayata geçirerek Britanya’daki finansal sistemi YYA için elverişli hale getirmeyi savunmaktadır. Yeni finansal sistemle birlikte YYA, Britanya hükümetine, gelişmekte olan ülkelerin egemen para ve maliye politikalarına alan açacak düzenlemeleri hayata geçirmesini önermektedir. Gelecekteki sıcaklık artışının iki derecenin altında olmasını garanti edecek uluslararası bir atmosferik sera gazı konsantrasyonu hedefinin koyulması, eşit ve adil bir uluslararası mutabakat ile Kyoto anlaşmasının uygulanması, yoksul ülkeleri kalkınma süreçlerinde küresel ısınmayı artıracak faaliyetlerden uzak tutacak yenilenebilir enerjinin sağlanması gibi maddeler Britanya yaklaşımının ilkelerini oluşturmaktadır.
İki yaklaşım arasındaki iki farkı kolayca görebiliriz. Britanya yaklaşımı YYA’yı uluslararası bir zemine oturtup küresel eşitsizliği çözmeyi hedeflemektedir. ABD yaklaşımı ise daha içe dönüktür ve Federal hükümetin ekonomideki rolü daha agresiftir. Özellikle Federal hükümet garantörlüğündeki İG programı Amerikan yaklaşımının en etkili aracını oluşturmaktadır.
ABD özelinde üzerinde durmak istediğim konu İG programıdır. Çünkü İG, birden fazla problemi çözme fırsatını aynı anda yaratacak teorik ve pratik potansiyele sahiptir2. İG programında, Federal hükümet kaynağı sağlasa da işveren, eyaletler ya da yerel birimlerdir. Bu sayede, yereldeki ihtiyaçlara göre yeni işler yaratılabilecektir. Son zamanlarda İG programının yerini Yeşil İş Garantisi (YİG) programına bırakmaya başladığını görmekteyiz. YİG’nin getirdiği farklılık, karbon ayak izinin minimumda tutulduğu işlerle birlikte yereldeki çevreyi-ekolojiyi koruyacak işlerin yaratılması konusundaki önermeleridir. Özel sektör ağırlıklı yeşil işlerden, kamu programı olmasıyla ayrışır.
İG ve YİG programı Amerika’da saatlik minimum ücreti tüm eyaletlerde geçerli olmak üzere 15 dolar olarak önermektedir. Son olarak İG programında istihdam edilecek çalışanların hepsi Federal sağlık sigortası programından (Medicare) faydalanabilecektir. ABD’nin kanayan yarası olan sağlık ve sigorta sisteminde bu program, sigortasız milyonlarca insana sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı sunmaktadır. Bununla birlikte herkese iş sağlanacağı için işsizlik fonu ve diğer sosyal yardım fonlarında büyük ölçeklerde küçülmeye gidilebilecektir. Tüm bu etkenlere baktığımızda İG programının uygulanmasının, programın uygulanmamasından daha az maliyetli olduğunu söyleyebiliriz.
Hem ABD hem de Britanya YYA yaklaşımı, getirdikleri iktisadi, sosyal ve politik çözümlerle günümüz neo-liberal politikaları karşısında alternatif bir yerde konumlanmaktadır. Bu yaklaşımların birçok olumlu yanı olması yanında, politika önerileri hakkında sakıncalar ve eleştiriler bulunmaktadır. Öncelikle Roosevelt’in hayata geçirdiği Yeni Anlaşma politikalarına baktığımızda, politikaların sadece beyaz Amerikalıları, hatta beyaz Amerikalı erkekleri, kapsamış olduğunu görürüz. YYA’nın uygulanmasında hem Alexandria Ocasio-Cortez hem de Bernie Sanders net bir tavır ortaya koyarak, Amerikan toplumundaki herkesin eşitçe YYA’dan faydalanacaklarını belirtmişlerdir. Yine de temelleri köle emeği ve on yıllar süren ırkçı-cinsiyetçi ayrımcı ekonomi politikaları üzerine dayanan Amerikan kapitalizminin, Afro-Amerikan toplumu ve diğer topluluklar üzerinde yarattığı iktisadi ve sosyal travmaları kaldırmak için eşit haklardan daha fazlasını sunmaya ihtiyacı vardır.
YYA hakkında ikinci eleştirim de yenilenebilir enerjiye geçiş sürecinin ekonomi politiği üzerinedir. Bu geçişin çok teknik olarak ele alındığını ve süreçteki hem sınıfsal hem de uluslararası eşitsiz ticaret /değişim gerçeklerinin göz ardı edildiğini düşünmekteyim. Çünkü bu geçiş ve yenilenebilir enerji kaynaklarının hammaddelerinin üretimi/çıkartılması da hem sınıf hem de küresel eşitsizlik (emperyalizm de diyebiliriz) konularına işaret etmektedir. Geçiş sürecinin nasıl olacağı ve üretimin klasik kapitalist üretim tarzından nasıl ayrışacağı detaylıca açıklanmalıdır. Tam anlamıyla ekolojik sürdürülebilirliği sağlamak için ilk adım doğanın ve emeğin kendini yeniden üretim koşullarını uyumlu hale getirebilecek, demokratik bir üretim organizasyonunu kurmaktan geçmektedir ve YYA politika yapıcılarının bu organizasyonu nasıl kuracaklarını ya da kurmayı planlayıp planlamadıklarını netleştirmelidirler.
Yeşil Yeni Anlaşmanın Marksist Eleştirileri
Yeşil Yeni Anlaşma, sadece ana akım teoriler ve geniş anlamda merkez sol ile sağın tartışığı bir konu değildir. Birçok anti-kapitalist akım, Yeni Yeşil Anlaşma üzerine tartışmakta ve kafa yormaktadır. Marksistler, özellikle de eko-sosyalistler arasında da YYA tartışması yapılmaktadır. Eleştirilerin odağı, YYA’nın sistem içi bir dizi iyileştirme ile birlikte kapitalizmi aşma aracından ziyade, kapitalizme bir can suyu olması yönünde yoğunlaşıyor. Bu eleştiriler, YYA’nın tartışıldığı zeminler ve program önerilerinin genel hatları itibariyle çok da haksız eleştiriler değillerdir. Gündemdeki en ‘ilerici’ YYA önerilerinin Post-Keynesyen iktisadın çeşitli varyasyonlarından çıkmaktadır. Post-Keynesyen iktisadın birçok tutarlı iktisadi analizi ve önerisi olmasına karşın, bir devlet teorisinin olmaması ve analizlerinin ekonomizmin ötesine geçememesinden kaynaklı, politika manevra kabiliyeti sınırlıdır. Kapitalizm içinde emek ve doğa yanlı bir nevi denge ya da dengelenme modellerinin sunulduğu analizlerin tıkandığı alanlar, politik olarak sınıflar arası mücadelesinin her alanda keskinleştiği alanlardır.
John Bellamy Foster, benzer bir anlayışla senatör Alexandria Ocasio-Cortez’in YYA önerisine, önerinin kamu odaklı finansman, zengin ve büyük şirketleri vergilendirme yoluyla bütçe yaratılması gibi konuları kapsadığı için sempati duysa da, yukarıda bahsettiğim hususlar dolayısıyla temkinli yaklaşır. Foster, kapitalizm içi düzenlemelerin bir strateji olarak işe yaramayacağını belirtip, Exxon-Mobil gibi büyük şirketlerin sadece fosil yakıt üreten şirketler olmayıp, fosil yakıt kaynaklı çok daha büyük finansal varlıklara sahip olduğunu ve bu imtiyazlarından vazgeçmeyeceklerini iddia eder. Foster, YYA’yı tümden reddetmeyip, daha kapsamlı bir eko-sosyalist dönüşüm sürecinin bir parçası olarak görüyor.3
Jasper Bernes de YYA’ya karşı itirazını, yeşil enerjiye dönüşümdeki emperyalist-sömürgeci eğilimler üzerinden yapar. Bernes, özellikle, YYA için kritik olan alternatif enerjilerin üretimi için gerekli nadir hammaddelerin çıkarımı için kullanılan çeşitli madenlerin (Çin ve Moğolistan’ın iç bölgelerinde), etraflarında aşırı radyasyondan kaynaklı ölüm vadileri yarattığını vurgular. Bernes’e göre günümüz enerji tüketimini değiştirmeden sadece fosil yakıtlardan alternatif kaynaklara çevirmenin, iklim ve ekoloji krizi ile mücadelede çok da anlamlı değildir. Bernes’in eleştirisi, YYA’nın küçülmeci politikaları kapsamadan tutarlı olmasının imkansız olduğu ile sonlanır4.
Aykut Çoban, özellikle Türkçe literatürde YYA hakkında en bütünselci eleştirileri sunar5. Çoban, özellikle Pollin’in modelindeki öngörülen yıllık bütçenin siyasal olarak ayrılamayacak bir miktarda olduğunu vurgular. Bunun gerçekliğini, Biden döneminde geçirilmeye çalışılan ve Pollin’in yıllık önerdiği bütçenin sadece 4’te birine denk gelen bir bütçenin dahi hayata geçirileememesinden görebiliyoruz. Çoban, ayrıca YYA’nın politik açmazları olduğunu, bunun da sermaye-devlet arasındaki ilişkileri tam olarak kavrayamamasından kaynaklandığını belirtir. YYA’da emeğin konumunu da ele alır. Kaldı ki bu YYA’nın Marksist eleştirilerinde nedense çok da merkeze konulmamıştır. Çoban, YYA’nın emeğin sömürüsünün ortadan kaldırılması ile ilgilenmekten ziyade, emeğin sömürüsünün yoğunluğunun azaltılmasının yollarını sunduğu için eleştirir. Bu eleştiri, benim de merkeze aldığım bir eleştiridir. Marksist bir YYA’nın temelinde geliştirilecek somut politika önerileri emeğin mücadelesini merkeze almalıdır. Bu sadece emeğin durumuna dair bir politika olmayacaktır, aynı zamanda ekoloji mücadelesine de içsel olacaktır.
Marksist Bir Yeni Yeşil Anlaşma Önerisi Mümkün Mü?
Kapitalizmin krizinin (iktisadi, sosyal, ekolojik ve toplumsal yeniden dönüşümünün oluşturduğu bir krizden bahsediyorum) hem evreni hem de toplumları eşi görülmemiş bir buhrana ve yıkıma götürdüğü bir dönemde, emek ve doğa yanlısı bir dizi politika elzemdir. Bu gereklilik, farklı sınıflar tarafından farklı iktisadi ve politik argümanlar yoluyla yapılmaktadır. Finans kapitalin, somutlaştırırsak Wall Street’in iklim krizine bakışı ve getirdiği çözüm önerileri ile küçük ve orta ölçekli işletmelere sahip küçük burjuvaların YYA’dan beklentisi ve işçi sınıfı ile işsizlerin beklentileri birbirlerinden ayrışacaktır. Burada önemli olan, bu ayrışmalardaki politik nüansları iyi yakalayabilmektir. YYA için önerilen her bir finansman modeli, bütçenin miktarı ve nasıl dağıtılacağı, yeşil enerjiye dönüşüm modelleri birer politik unsurdur. Çok basit olarak, kapitalizmin son dönemlerde, doğayı kurtarma ve bunun üzerinden yeşil ekonomilere geçiş planları bize doğayı kurtarmakan ziyade doğanın finansallaşması, yani doğayı kurtarmanın fiyatlandırılıp, finansal bir varlığa çevrilmesi ve üzerinden finansal kârlar edilmesi üzerinden yeni bir birikim rejimini işaret eder 6.
Kapitalistlerin ve Marksist olmayan solun somut önerileri ve belli YYA anlaşmaları varken, Marksistler bu konuda ne yapmalıdır? Bu bölümdeki amacım, Marksist düşünür ve devrimcileri bütüncül ve devrimci YYA paketi üzerinde fikir yürütmeye davet etmektir. Bu davete, kendi Marksist YYA önerilerimle başlayacağım. Öncelikle YYA, birçok Marksistin de vurguladığı gibi, nihai bir çözüm paketinden ziyade, mücadeleye giriş ve genişletme aracı olarak görülmelidir. Marksistler ile Marksist olmayan solun arasındaki en önemli politik farklılık tam da buradadır. Dolayısıyla, talep edilen herhangi bir iktisadi çözüm önerisi, politik olarak yeni açılacak mücadele hattını işaret etmelidir. Keza, Marksistlerin en temel eleştirisi olan iktisadi olarak uygulanması mümkün fakat siyasi olarak pratiğe dökülmesi zor olan reformlar, arkasına politik motivasyonu aldığı zaman hızlıca birer mücadele alanına dönüşebilir.
Buradan hareketle, Modern Para Teorisinin (MMT) öne sürdüğü iş garantisi programını, iktisadi bir çözümden ziyade7, daha provokatif ve işçi sınıfının tekrardan örgütlenip, kapitalist değer formuna karşın hem bireysel hem de örgütlü karşı çıkışını yapabileceği bir alan olarak sunacağım. Öncelikle, MMT’nin İG programını özetleyip, kısaca bir eleştirisini yaptıktan sonra, Marksist bir İG programı nedir ve neyi içerir, bunu tartışacağım
İş Garantisi Programı
İG programı önceki bölümlerde de bahsettiğim üzere Amerikan YYA önerisinin temel taşlarından birisidir. Bu program, merkezi bütçe ile (ABD’de Federal bütçe) fonlanan fakat yönetimi yerel birimlere ait, sadece kamu yararı gözeten işleri kapsar. Dolayısıyla, doğrudan kamu işlerinden kontrol ve yönetim açısından farklılaşır (Forstater, 2006).8 Kontrolü ve yönetimi merkezi otoriteden yerel birimlere aktarmayı hedefleyen bu programda isteyen herkes çalışabilir. Ücretler ise programın yürürlükte olduğu ülkenin koşullarına göre belirlenir. Bu ücret ABD’de minimum 15 dolar olaraak önerilmektedir (ABD’de şu anki federal minimum ücret saat başı 7.5 dolardır). Program, yaşanabilir bir maaşın yanı sıra ve emeklilik-sağlık gibi hakların tamamının kapsandığı bir paket içinde sunulur.. Wray9, ayrıca, bu programın kâr amaçlı özel şirketlere ücret teşviki olmadığını da belirtmektedir. İşlerin ve projelerin yönetimi yerelden yapılacağı için, ücretlerde yereldeki ücret kanunları ve sendika ücretleri de dikkate alınmaktadır.
Tcherneva10 İG programının tasarımının üç ana değeri barındırdığını vurgulamaktadır. İG programındaki işler çevrenin, kamunun ve bireylerin refahını artırmak iddiasıyla tasarlanmıştır. Dolayısıyla, yaratılacak işler bu üç ana değerde var olan sorunlara cevap vermek için de önerilmektedir. Bunlara örnek verecek olursak, çevreyi koruma kapsamında önerilen istihdam alanları toprak erozyonu, taşkın kontrolü, çevre araştırmaları, türlerin izlenmesi, park bakımı ve yenilenmesi, istilacı türlerin uzaklaştırılması, sürdürülebilir tarım uygulamaları ile mücadele etmeyi amaçlamaktadır. Bunlara ek olarak, yerel balıkçılık, toplum destekli tarım (CSA) çiftlikleri, topluluk ve çatı bahçeleri, ağaç dikimi, yangın ve diğer afet önleme tedbirleri, evleri güneş, yağış ve rüzgârdan koruyarak enerji verimliliğini artırma ve kompostların yaygınlaşmasını desteklemek için de işler sunulmaktadır. Kamu yararını gözeten işlere, boş mülklerin temizlenmesi, kamusal alanların restorasyonu ve diğer küçük altyapı yatırımları örnek verilebilir.
MMT’nin İş Garantisi Programı, Sermaye ve Devlet
MMT’nin İG programı kağıt üzerinde neredeyse tam kapsamlı bir sosyalist proje olarak gözükse de YYA’nın diğer fonksiyonlarına getirilen eleştirilerle karşılaşır. Bunun temelinde ise yine MMT’nin Post-Keynesyen teoriden çıkmış olması ve dolayısıyla tutarlı bir devlet teorisi olmaması yatar. YYA’nın ve İG programının finansmanını son derece tutarlı bir şekilde açıklayan MMT iktisatçıları, kısa ve uzun vadeli belli tutarlılıkta ilerleyen bir istikrar programı yaratsa da devletin sermayeden çok da özerk olmadığı gerçekliği ile istisnalar hariç (Forstater, 2006) pek de yüzleşmek istemezler. Başka bir deyişle, yarı anti-kapitalist bir dünya görüşünün neden olduğu politik tutarsızlıkları yaşarlar.
Bernie Sanders ve AOC gibi şuan Amerikan siyasetinde etkili olan siyasetçilerin desteğine rağmen, Amerikan YYA’sı ve İG programı özellikle fosil yakıt endüstrisi başta olmak üzere, sermayenin tekelleştiği her alanda büyük bir dirençle karşılaşmıştır. Biden yönetiminin, çok daha geri bir pozisyonda olan altyapı tasarısı dahi kendi partisi içindeki fosil yakıt endüstrisinin temsilcileri tarafından engellendi. Velev ki, Amerikan YYA’sı tamamen yasalaştı ve MMT’nin İG programı dahil bir çok önerisi hayata geçti, peki ya sonra? Bu sorunun cevabı elbette spekülatif olacaktır. Fakat, yine de günümüz dinamiklerinden yola çıkarak bir projeksiyon yapabiliriz. Amerikan halkına geniş imkanlar tanıyan bu programlar, bir yandan sermayenin iktisadi olmasa da, politik olarak çıkarına ters düşmektedir. Sorun, YYA’nın bu olası saldırılar karşısında politik bir direnç gösterme kabiliyetlerinden yoksun olmasıdır. Nasıl Roosvelt’in Yeni Düzeni, işçi sınıfına sosyal ve ekonomik refah vaad edip, uzun vadede politik reflekslerini kırdıysa, YYA da politik olarak yetersiz dizaynından dolayı aynı kaderle muhtemelen yüzleşecektir. Bu politik karmaşada, YYA’nın politik bir geçiş süreci mi yoksa kapitalizmin nihayet ehlileştirildiği bir formu mu olduğu sorunsalı merkezde bulunuyor. Keza, Marksist olmayan solun içinde dahi bu tür tartışmalar ve kamplar mevcut.
Ekolojik, Devrimci ve Militan Bir İG Programı Önerisi
MMT ve Amerikan YYA önerileri somut program ve bu programların iktisadi uygulanabilirliği hakkında bize önemli fikirler verdiyse de yukarıdan bahsettiğim hususlar yüzünden başarılı olması ve iklim krizinde tam anlamıyla nihai çözüm olması konusunda büyük soru işaretleri taşır. Burada sunacağım bir dizi öneri ise bu politik karmaşayı çözmeyi amaçlayıp, programın daha da keskinleşmesini hedeflemektedir.
İG programı merkez hükümet tarafından fonlanıp yerel birimler tarafından ‘demokratik şekilde’ idare edilse dahi makro anlamda örgütsüz bir emek yapılanmasını işaret eder. Bu da programın kendi içinde hem devrimci dönüşümünü engeller hem de dışsal tehditlere (Trump gibi bir Cumhuriyetçi’nin seçilmesi gibi) karşı zafiyet oluşturur. Dolayısıyla, İG programı içerisinde sendikal haklar en geniş kapsamda verilmelidir. Program dahilindeki işlerin kâr odaklı olmamasından kaynaklı, otomatik olarak sendikal örgütlenme ekonomizmden ziyade politik motivasyonla olacaktır. Ayrıca, sendika sadece iş programının kendisini korumakla kalmayıp, yerelde ve ulusal çapta ekoloji mücadelelerinin de merkezi haline gelebilir.
Ne ekoloji mücadelesi ne de sınıfsız bir toplum mücadelesi, patriyarka ile mücadeleden bağımsız ilerleyemez. Dolayısıyla, patriyarkayı yıkma, yeni toplum idealinin en önemli taşlarından birisidir. Ayrıca, kapitalizmin doğayı ve kadını dışlayan ontolojisine karşı ekolojinin, sınıfın ve toplumsal yeniden üretim alanlarının birlikteliğini ele alan bir ontolojik yaklaşım bizim gelecek vizyonumuzu devrimci yapar. Bundan mütevellit, toplumsal yeniden üretimi, başka bir ifade ile kapitalist toplumsal yeniden üretimi aşacak yeni bir toplumsal yeniden inşa etmek elzemdir. Bu, bir çok yol ile mümkün olabilir. Somut olarak ilk örnek, bakım emeğinin kadının üzerinden alınıp, daha komünal bir ortamda erkeklerle eşit ağırlıkla, hatta erkeklerin daha fazla iş yüküne sahip olduğu bir düzenekte örgütlenmelidir. Bu pratiğin yanı sıra, sadece erkeklere feminizm, LGBTİ hakları gibi konularda haftalık eğitimler vermek dahi İG programının sağladığı işlerden olabilir. Elbette patriyarka ile mücadelede yazılacak bir İG programının kapsamı tek başına bir yazıyı ve bir dizi yazıyı gerektirir. Burada benim amacım bir girizgah sağlayıp, bu konu üzerinde düşünmeye davet etmektir.
Kapitalist tarım pratiklerinden, yerel ve kâr amacı gütmeyen bir tarım pratiğine geçiş Marksist bir YYA ve İG programının olmazsa olmazıdır. Tarımsal üretimin araçları, girdileri, ürünlerin dağıtımı ve üretimdeki sınıfsal ilişkiler kapitalizmin krizinin temel taşlarını oluşturur. Bununla birlikte küresel ısınmaya ve toprak erozyonuna neden olur. Dolayısıyla, üretim araçlarının kamu tarafından karşılanıp, tohum gibi tarihsel olarak kamuya ait, fakat mülkiyeti gitgide özelleşen girdilerin tekrardan kamusallaşması ile birlikte, kooperatif bir tarımsal üretim İG programı kapmasında hayata geçirilebilir. Tarımsal modelde, üretimin demokratikleşmesinden, ekolojik tarımsal üretime ve tarımın olabildiğince yerelleşip, tedarik zincirlerinin kısaltılmasına kadar bir dizi alan ele alınabilir. Bunun yanı sıra, açık kaynaklı ve veri setinin tamamen kamusal olduğu yazılımlar, tarımsal üretimin verimliliğini arttırma noktasında kullanılabilir. Halen daha kapitalist toplumdan bahsettiğimiz için, elbette bir yandan kapitalist tarım devam edecektir. YYA ve İG programı kapsamındaki tarım işleri daha çok bölgesel ve yerel temel ihtiyaçlara cevap verecek şekilde olacaktır. Lakin, Küba’da Sovyetler Birliği’nin çözülmesi sonrası yaşanan gıda krizine karşı geliştirilen çözümler başlangıç için referans noktasını oluşturabilir.
Ulaşım ya da toplu ulaşım, İG programının kapsamında olmalıdır. Ulaşım sorunu kapitalist şehirlerin en büyük sorunlarındandır ve bireysel araçların çokluğu ile birlikte hem hava kalitesini kötü yönlü etkiler hem de küresel ısınmaya katkıda bulunur. Ulaşım aynı zamanda kapitalist rantın en çok görüldüğü alanlardan biridir. Türkiye’de, özellikle taksiciler, minibüs şoförleri gibi çalışanlar bu rantı plaka sahiplerine öderler. Klasik sarı taksiye karşı alternatif oluşturan Uber gibi platform şirketleri de benze bir mantıkla çalışır ve bir birikim rejimi oluşturur. İlk başlarda, hem sürücü hem de müşteri için çok avantajlı gibi görünen bu tarz platformlar, tekelleşme ile emek gücünün sömürüsünü arttırıp elde ettikleri artı değeri çoğaltırken, aynı zamanda tekelci fiyatlarla rekabeti ortadan kaldırırlar. Sonuncu olarak da, bireysel araçlara talebi arttırarak anti-ekolojik bir pratiğe neden olurlar. İG programı kapsamında ise, şehir içi ulaşım yine açık kodlu ve verinin kamusal bir mal olduğu yazılımlarla entegre edilebilir ve anlık veri akışı ile ulaşımın etkinliği arttırabilir. Elbette, araçların mülkiyetinin kamuya ait olduğunu da vurgulamak gerekir.
İG programı kapsamında çalışma saatleri kademeli olarak düşürülmelidir. Muhtemelen tüm öneriler arasında devlet ve sermaye tarafından en büyük dirence neden olacak bu önerme, kapitalist değer üretimin bir ayağını oluşturan mutlak artı değerin artırılmasına karşı açılmış bir cephe olacaktır. Kapitalist değer yaratımının olmadığı emek süreçlerinde, emek zamanı tamamen yerelin ihtiyaçlarına göre belirlenebilir. Böylece, Marx’ın tarihsel spesifik olarak vurguladığı emek biçimini aşmada önemli bir giriş noktası açılabilir. Değişim değeri için üretimden, kullanım değeri için üretime geçiş aynı zamanda fazla üretimin önüne geçip, doğal kaynakların ve enerjinin kullanımını azaltacaktır. Keza, çalışma saatlerinin kısaltılması da aynı etkiyi yaratacaktır. Dolayısıyla, ekolojik iyileşme adında önemli bir mihenk taşıdır (Burkett, 1999).
Yukarıda ifade ettiğim öneriler nihai öneriler değildir. Aksine, literatüre yapıcı bir Marksist müdahale ile YYA içinde Marksist politikalara alan açmayı hedefler. Bundan dolayı giriş önerileri niteliği taşırlar. Bu, elbette tamamlanması gereken bir çok konuyu içerir, fakat somut politika önerilerinde genel bir hat ortaya koyar. Bu önermeler, Marksist olmayan solun YYA önermelerinden farklı olarak, emeğin militan ve devrimci örgütlenmesini hedeflerken bir yandan alternatif bir düzenin ilk pratiklerini hayata geçirmeyi hedefler.
Sonuç Olarak
İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalist dünyada işçi sınıfı, birçok sosyal ve iktisadi hak kazanmasına karşın politik zeminde gerilediği için kapitalizme ekstradan ömür biçmiş oldu. Bu süreç zarfında fosil yakıtlarla büyüyen sermaye, finansallaşarak daha fazla doğal kaynağa el koydu. Şu an, tarihsel olarak Yeni Düzen’in hayata geçirildiği koşulların benzerini, ekolojik açıdan daha ağır şartlarda yaşıyoruz. Yeni Yeşil Düzen’in ideolojik üstünlüğünü tamamen sermayeye ve Marksist olmayan sola vermemek adına, Marksistler sadece kapitalizmin en iyi eleştirisini yapmamalı, aynı zamanda gelecek vizyonumuzu somut bir şekilde anlatıp, örgütlenmeyi bu vizyon ve somut planlar üzerinden kurmalıyız.
1 Pettifor, A. (2019). The Case for the Green New Deal. Verso.
2 Tcherneva, P. R. (2018). The job guarantee: Design, jobs, and implementation. Levy Economics Institute, Working Papers Series, (902).
3 https://climateandcapitalism.com/2019/02/12/john-bellamy-foster-on-the-green-new-deal/
4 https://climateandcapitalism.com/2019/05/01/ecosocialists-debate-the-green-new-deal-continued/
5 https://www.polenekoloji.org/yesil-yeni-duzen-tartismasi-vaatler-ve-gercekler/
6 Bram Büscher & Robert Fletcher (2015) Accumulation by Conservation, New Political Economy, 20:2, 273-298, DOI: 10.1080/13563467.2014.923824
7 MMT, İş Garantisi programını aynı zamanda makro iktisadı bir düzenleyici olarak görür.
8 Forstater, M. (2006). Green jobs: Public service employment and environmental sustainability. Challenge, 49(4), 58-72.
9 Wray, L. R. (2018). A Consensus Strategy for a Universal Job Guarantee Program (No. 18-3). Levy Economics Institute.
10 A.g.e.