23 Haziran 2016 | Climate&Capitalism
6 Haziran 2016’da Climate&Capitalism’de John Bellamy Foster ile gerçekleştirilen bir söyleşi yayınlandı. Söyleşide Foster, ilk kez kendisine Jason W. Moore tarafından neredeyse on yıldan beridir yöneltilen eleştirilere ve “kartezyen düalizm” suçlamasına bir cevap verdi. Jason W. Moore, Foster’ın en çok ilişkilendiği metabolik yarılma teorisi ve ekolojik marksizm yaklaşımına alternatif olarak “dünya ekolojisi” yaklaşımını öne çıkarıyor.
Sitede en çok okunanlar arasına giren bu paylaşımın yorumlar kısmına, pek çok okur görüşlerini ifade eden katkılar yaptı. Bir tarih sosyoloğu olan Fred Murphy, Foster’ın eleştirilerine katılmıyor. Aşağıda onun söyleşiye yaptığı yorumu ve ardından da Climate&Capitalism editörü Ian Angus’un Fred Murphy’nin katkısına verdiği cevabı okuyacaksınız.
“Hayatın Dokusundaki Kapitalizm’i Savunmak Adına”
John Bellamy Foster ve Ian Angus’un ekososyalist düşünceye katkılarına ve özellikle Foster’ın Marx ve Engels’i ekolojik düşünürler olarak haklarını vermedeki başarısına olan saygımı ve minnettarlığımı belirterek söze başlamama izin verin. New York, Brooklyn’deki Marksist Eğitim Projesi’nde eş-yürütücülüğünü yaptığım bir çalışma grubu, kısa süre önce Foster’ın Marx’ın Ekolojisi kitabı üzerine yapılan tartışmalarla oldukça verimli birkaç hafta geçirdi. Ayrıca Jason W. Moore’un Hayatın Dokusundaki Kapitalizm: Ekoloji ve Sermaye Birikimi (bundan böyle HAK olarak anılacak) kitabına da ciddi bir çaba sarf ettik. Sonbaharda hem Angus’un Antroposenle Yüzleşmek hem de Moore’un düzenlenmiş baskısıyla Anthroposen ya da Kapitalosen kitaplarını ele almayı hedefliyoruz. Moore’un Foster ile “kartezyen düalizm” ve “yarık vs. kayma” (rift vs. shift) konusundaki farklılıklarına dikkatle eğilse de grubumuz bunlar üzerinde çok da durmadı; her iki akademisyen ve eserlerine büyük bir değer atfettik.
Bu nedenle Angus ve Foster’ın Moore’u hedef aldığı keskin polemik beni şaşırttı. Yukarıdaki röportaj ve yorumlarda, okuduğumuz kitabı ve tanıdığım akademisyeni bulmakta zorlandım. “Kartezyen düalizmi” meselesini filozoflara bırakacağım, ancak burada Foster’ın iddiaları ile Moore’un çalışmasının içeriği arasındaki bazı temel uyumsuzluklara işaret etmek istiyorum.
Foster, Moore’un “‘kapitalizmin doğaya ne yaptığı’ sorusu yerine ‘doğanın kapitalizm için nasıl işlev gördüğü’ sorusu üzerine konuşmasından dolayı ekolojik marksizm veya ekososyalizm de dahil olmak üzere tüm Yeşil düşünceyi esasen reddettiğini” iddia ediyor ve “Ona göre, temel ekolojik sorun, Dünya sisteminin kesintiye uğraması değil; doğal kaynakların daha pahalı hale gelerek kapitalist ekonomi için sorunlar yaratması gerçeğidir.” diye belirtiyor.
Aksine, Moore’un kapitalizmin doğaya ilişkin olarak tarihsel gelişimine getirdiği içkin eleştiri, Yeşil düşünceyi dahil eder ve eleştiriyi onun üzerine inşa eder. Aynı zamanda, eleştiriyi üç eksen boyunca daha da derinleştirmenin yollarını arar (bu arada bu eksenlerin hiçbiri doğrudan Foster ile çelişmez): “insanlığın tekil bir aktöre indirgenmesi; piyasa, üretim, politik ve kültürel ilişkilerin ‘toplumsal’ ilişkilere indirgenmesi; ve kanıtlar aksini gösterse bile, Doğa’nın insanlardan bağımsız olarak kavramsallaştırılması.”(HAK, s.6)
Moore, “insan doğası, küresel güç ve üretim, ve yaşam ağı arasındaki yeni bağlantıları görmemize olanak sunan doğal bir güç olarak insanlık görüşünü” öneriyor. “Enerji, iklim, gıda ve tarım, işgücü piyasaları, kentleşme, finansallaşma ve yeraltından kaynak çıkarmada sıkı sıkıya birbiriyle bağlantılı dönüşümlerin yaşandığı bir çağda, zorunlu görev, sermaye birikim sistemi aracılığıyla iktidar, sermaye ve enerji akışlarını gerçekleştiren iç bağlantıları kavramaktır. birikim – ve bunu yaparken de bu sistemin sınırlarına yeni bir ışık tutmaktır.” (HAK, s.7)
Foster, Moore’un kapitalizmin “Dünya sistemini bozmasını” “kapitalist ekonomi için sorunlara” indirgediğini iddia ediyor. Aksine, Moore bu iki momentin ne kadar yakından ilişkili olduğunu, sermayenin sorunlarını çözme çabalarının – tarihsel olarak ve şu anda devam etmekte olan akut krizde – nasıl amansız bir şekilde tam da böyle bir bozulmaya yol açtığını gösteriyor. Foster, Moore’a “ekolojik sorunları kapitalizm için bir kaynak sorununa indirgeyerek, kapitalizmin tüm Dünya sistemini nasıl bozup kesintiye uğrattığı ve atıklarını nasıl ona yüklediğini ifade eden sorun olan, daha büyük boşaltım sorununu küçümsediği ya da görmezden geldiği” görüşünü atfediyor. Bu sorunu “küçümseme ya da görmezden gelme” suçlamasının ilk bakışta çürütecek bir kesit sunan HAK’ın 10. bölümünden şu pasaja bakalım:
“Kaynak-olarak-doğanın kümülatif ve döngüsel boyutları… artık yutak-olarak-doğanın kümülatif boyutuna erişiyor. Yeni ücretsiz iş/enerji akışlarına her büyük el koyma hareketi, orantısız bir şekilde daha büyük bir atık hacmi anlamına geliyor. Dahası geçmişten bu yana bu orantısızlık zamanla arttı. Bu nedenle atık boyutu, basitleştirilmiş birikim ve kriz modelimizde – bu noktaya kadar – eksik olan önemli bir ilişkidir. Değer ve atık, kümülatif bir biçimde orantısız olan bir ilişki içinde diyalektik olarak birbirine bağlıdır… Kentleşme, madencilik ve sanayi, on altıncı yüzyıldan beri artan miktarda atık üretiyordu. O dönem yaşayanlar orta Avrupa’nın madencilik furyasıyla patlama yaşayan mahallelerinde zehirli akıntılar ve kirlenmiş hava gözlemliyorlardı… Tarım dünyayı kirletme yarışında artık en ön sıraya oturdu. Bu, kısmen onun kullandığı enerjiden ve kimyasal yoğunluğundan, ama aynı zamanda arazilerin tarım için temizlenmesinin normalde karbonu hapsedecek olan ormanları yok etmesinden dolayı da böyle oldu.
“Kapitalizmin… atıkları artık yutaklardan taşıyor ve sermayenin mezar taşlarının üzerine dökülüyor. İklim değişikliği bir kez daha bu olgunun en etkileyici örneği. Bu nedenle, biyosferik ‘durum geçişleri’ ile birikim krizi arasındaki bağlantı, genellikle kabul edilenden daha yakın bir bağlantıdır. Ancak üzerine (henüz) yeterince düşünülmemiş daha derin, tarihsel-coğrafi başka bir sorun olduğunu düşünüyorum: kaynak-olarak-doğanın zamansallığı, yutak-olarak-doğanın zamansallığından önemli ölçüde farklılaşmaktadır. Şimdiye kadar yeni birincil üretim rejimleri, atık kaynaklı maliyetlerin artışından çok daha hızlı gelişebilirdi. Bu çelişkilerin üstesinden gelmek mümkündü çünkü coğrafi sınırlar elinin altındaydı; sadece kıtalar değil, bedenler, yeraltı ve atmosferik alanlar da vardı; bunlardan “bedava hediyeler” çıkarılabiliyordu ve bunların içine “bedava çöp” boşaltılabiliyordu.
“Yani, doğrusal olmayan olağanüstü bir dinamik yürüyor. Kapitalist teknolojik ilerleme, yalnızca endüstriyel üretiminin hammadde arzının önüne geçme eğilimini – Marx’ın yetersiz üretim “genel yasası” – yaratmaz. Aynı zamanda genel bir aşırı kirlilik yasası üretir: Atık alanlarını yenilerini bulabileceğinden daha hızlı kuşatma ve doldurma eğilimi. Böylece, atık birikimi eğrisi, 1945, 1975 ve 2008’den sonra bir dizi keskin yükselişle birlikte uzun vadede doğrusal olmayan bir eğime kavuşur. ‘Kaynak kalitesi’ – berbat bir terim – düşerken iş/enerji çıkarmak/elde etmek sadece daha maliyetli olmakla kalmaz aynı zamanda daha toksik bir hal alır.” (HAK, s. 279-280)
Özetle Moore, Foster’ın Dünya sistemi dinamikleri konusundaki endişesini merkeze alıyor ve bu temelde, biyosferin küresel ve tarihsel ölçekte sermaye birikimine dayanan taşma noktalarının sermaye için – ve tabii ki, sadece sermaye için değil, işçi sınıfı, tüm insanlık ve Dünya’nın kendisi için de – nasıl oldukça sorunlu hale geldiğini göstermek için bir dizi bağlantı kuruyor. Eksiklikleri ne olursa olsun, Moore’un analizi büyük ölçüde Marx, Luxemburg ve…Foster’ın geleneğini takip ediyor.
Ian Angus, Murphy’ye Yanıt Veriyor: “Foster’ın Vurguları Yerinde ve Doğruydu”
23 Haziran 2016
Sevgili Fred:
Nazik sözlerin için teşekkür ederim. Çalışma grubunuzun yeni kitabım hakkında ne düşündüğünü öğrenmeyi dört gözle bekliyorum: Önsözde de söylediğim gibi, onu “nihai bir açıklama değil, bir tartışma başlangıcı” olarak görüyorum ve “tepkilerin, zenginleştirecek katkıların ve tabii, anlaşmazlıkların” gelmesini de dört gözle bekliyorum.
Aynı heyecanla, John Bellamy Foster ile yaptığım son söyleşi hakkındaki yorumlarını memnuniyetle karşılıyorum. Farklılıklarımızla ilgili açık sözlü tartışma, ekososyalist mücadeleye ancak güç katabilir. İkna olmasanız bile, umarım cevabımı ilgiye değer bulursunuz.
Kartezyen Düello
Yorumlarınızı okuduğumda, filozof Agnes Heller’in Marx’ın görüşlerine ilişkin çalışmasında yazdığı bir şey bende çağrışım yaptı.
“Alıntılar yoluyla ‘çelişkili’ olmadığına kanıt yaratılan tarzda bir Marx yorumlamasının olmadığından oldukça eminim. Ama ‘çelişkili’ kelimesini gayet kasıtlı bir şekilde tırnak içine alıyorum. Çünkü beni ilgilendiren, onun düşüncesinin ana eğilimi (veya eğilimleri).”
Heller’in sözleri bizim bahsimizle ilgili, çünkü yorumunuza “Hayatın Dokusundaki Kapitalizmi Savunmak” adını vermiş olmanıza rağmen, “kartezyen düalizmi”ni filozoflara bırakmayı seçmişsiniz. Muğlak felsefi tartışmalardan hoşlanmamanızı anlıyorum, ancak bu durumda kartezyen düalizm, odadaki meşhur fil halini alır. Jason Moore’un düalizm saplantısını anlamazsak, düşüncesinin “ana eğilimini” anlayamayız veya sözüm ona çelişkili pasajları bağlama oturtamayız.
Moore’un eserlerinde, “kartezyen düalizm” sadece Foster ve diğer ekolojik marksistlere yöneltilen temelsiz bir suçlama değildir. Moore, düalizmin kapitalizmin orijinal felsefi günahı, kapitalizmi mümkün kılan ve bugün onu koruyan ideoloji olduğuna inanıyor. Şu ifadeleri oldukça açık:
• “Doğa/Toplum ikiliği, modern dünyanın muazzam şiddeti, eşitsizliği ve baskısıyla doğrudan ilişkilidir… Doğa’yı dışsal olarak görmek, sermaye birikiminin temel bir koşuludur.”
• “Doğa/Toplum ayrımı… kapitalizmin yükselişinin temeliydi.”
• “Bu düalizm, on altıncı yüzyıl kökenlerinden alacakaranlığındaki kapitalizme kadar kan ve kir akıtır.”
Moore’a göre düalizm sadece bir hata değil, ilerici değişimin önünde ölümcül bir engeldir: “kapitalizmi aşma çabaları… politik tahayyül kapitalizmin o ya da şu gerçekliği örgütlenmesinin esiri olduğu sürece, engellenecektir.” “Kartezyen ikiliği hapishanesine sıkıca hapsolmuş” kaldığımız sürece hiçbir “sistem karşıtı strateji” mümkün değildir.
Moore, Foster ve diğer pek çok kişiyi düalizmle suçladığında, belirsiz bir felsefi noktayı öne sürmüyor ya da küçük uyuşmazlıklar karşısında onlara nasihatte bulunmuyor. “Modern dünyanın muazzam şiddetine, eşitsizliğine ve baskısına” suç ortağı olduklarını ve değişimi önlediklerini söylüyor. Foster’ın güçlü bir şekilde özdeşleştiği metabolik teori, “doğanın ve aşmak istediği toplumun yabancılaşmasını yeniden üreten… son derece Kartezyen bir bakış açısıdır.” Foster’ın analizi, “solu silahsız bırakan” “bin yılcı1 bir görüş” sunar yalnızca.
Tüm bu ifadeler saçma ve asla diyalektik değil, aşağılayıcılığından bahsetmiyorum dahi ama şimdilik bu tartışmayı bir kenara bırakalım. Mesele şu ki Moore’un düşüncesinin ana eğilimi, gerçek ya da hayali, düalizm takıntısına ayrılmaz bir şekilde bağlı. Çalışmalarını – ve ondan yapılan alıntıları – bunu akılda tutarak değerlendirmeliyiz.
Bunu akılda tutarak, söyleşi hakkında dile getirdiğiniz üç spesifik noktayı ele alalım.
Yeşil düşünce üzerine inşa etmek?
Foster, Moore’un “ekolojik marksizm veya ekososyalizm dahil olmak üzere tüm Yeşil düşünceyi esasen reddettiğini” ifade etti. Bunun aksine siz diyorsunuz ki, Moore’un çalışması “Yeşil düşünceyi eleştirisine dahil eder ve onun üzerine inşa eder.”
Moore’un Yeşil düşüncede ilgisini çeken üç noktayı tanımladığı kısa bir pasajdan alıntı yapıyorsunuz ve Moore’un bu üç noktasından hiçbirini Foster’a isnat etmediğini söylüyorsunuz. Ancak, bunlardan biri – “Doğanın insanlardan bağımsız olarak kavramsallaştırılması” – tam da Moore’un kartezyen düalizm dediği şeydir ve onun Foster’a yönelik birincil eleştirisi budur. Dediğim gibi, konuyu filozoflara bırakırsanız Moore’u anlayamazsınız!
Moore’un Yeşil düşünceye dayandığını söylediği doğru, ancak pratikte Dünya sistemi bilimini küçümsüyor. Bill McKibben gibi iklim aktivistlerinin bir “CO2 fetişi” olduğu iddiasını kabul ediyor ve dahice bir kitap olan Fosil Sermaye’nin yazarı marksist tarihçi Andreas Malm’ın “fosil yakıt fetişizminden” muzdarip olduğunu söylüyor. Daha da kötüsü, sosyal inşacı Bruce Braun’un, marksist çevreci Elmar Altvater’in “termodinamik yasalarının değişmez olduğu” görüşünü “tarih dışı ve apolitik” olduğu gerekçesiyle yaptığı tuhaf suçlamayı onaylıyor.
Yeşil düşünceyi reddetmesinin açık ara en ciddi örneği, bizzat kendisinin “son on yılda çevre araştırmalarında en etkili kavram” diye belirttiği bir gelişme olan Antroposen’e verdiği tepkidir.
Hayatın Dokusundaki Kapitalizm’de uzun bir bölüm ve Antroposen mi Kapitalosen mi dıyla düzenlediği bir kitap ile bir dizi kapsamlı makaleyi Antroposen’e ayırdı ve bunların hiçbirine bilime “dayanıyor” tanımlaması mantıklı bir şekilde getirilemez. Tipik olarak, belli belirsiz övgü içeren birkaç cümle ya da paragraf sunduktan sonra hepsi de kendi sözlüğündeki en lanetleyici eleştirilerle çerçevelenen itham sayfalarına geçiyor: “Antroposen argümanı, Doğa/Toplum ikiliğinin gelişiminin en yüksek aşamasını gösterir.”
Bildiğinizden eminim, Antroposen biliminin büyük başarılarından biri, mevcut küresel krizin eşi benzeri görülmemiş olduğunu keşfetmesiydi. Bu senteze ulaşan en önemli raporlardan birinin kaydettiği gibi, “Son 50 yıl şüphesiz türler tarihindeki doğal dünya ile insan ilişkisinin en hızlı dönüşümüne tanıklık etti.”
Moore üzerine basa basa hemfikir olmadığını belirtiyor: “Antroposen perspektifinin yanlışı – çok çok büyük yanlışı – mevcut konjonktürü benzersiz olarak değerlendirmesidir.”
Moore, Antroposen biliminin “temelde bir burjuva karakterine” sahip olduğunu söylüyor. “Analitik olarak anemik” olmakla birlikte “neo-Malthusçu bir nüfus görüşüne” ve “hayal ürünü tarihsel yorumlara” dayanan “kavramsal ve tarihsel bir karmaşa”dır, diye belirtiyor.
En ölçüyü aşan iddiası: “Zamanımızın en ünlü Yeşil kavramları – Antroposen ve ekolojik ayak izi – …burjuvazinin araçları haline geldi.”
Eğer bu Yeşil düşünce üzerine inşa etmek demek ise yerin dibine sokmanın nasıl bir şey olabileceğini düşünmeyi aklıma bile getirmek istemiyorum.
Hangi kriz?
Moore’a göre “temel ekolojik sorun, Dünya sisteminin bozulması değil, doğal kaynakların daha pahalı hale gelmesi ve kapitalist ekonomi için sorunlar yaratmasıdır” diye belirtmişti Foster söyleşide. Sizin itirazınız ise, aksine Moore’un “bu iki momentin ne kadar yakından ilişkili olduğunu gösterdiği” üzerine.
Moore, geliştirdiği “post-kartezyen dünya görüşünün”, Marx’ın ve tüm marksistlerin gözden kaçırdığı türden bir kapitalist krizi tanımlamasını sağladığına inanıyor. “Uzun vadedeki kapitalist kalkınmanın ve krizin birleşik teorisine” göre, kapitalistlerin girdi dediği ve Moore’un Dört Ucuz dediği şeyler periyodik bir şekilde küresel çapta daha pahalı hale gelir. Bu, onun ekolojik fazlalık olarak adlandırdığı şeyde azalmaya neden olur ve bu durum tüm kapitalist dünya-ekolojisini yeni bir ekolojik rejimde yeniden örgütlenene kadar krize sokar. Moore’un tekrar tekrar “doğayı organize etmenin bir yolu” diye tariflediği kapitalizm, doğayı farklı bir şekilde düzenlemelidir.
Onun yaklaşımını 2008 mâli krizi analizlerine dahil etmeyen marksist iktisatçılar – Moore’un isimlerini özellikle belirttiği John Bellamy Foster, Robert McChesney, David Harvey, David McNally, Leo Panitch ve Sam Gindin – Moore’a göre “doğa körlüğü”nden suçludurlar.
Teorisinin mantıklı olup olmadığını bir kenara bırakacak olursak, Moore tarif ettiği kriz türünün “Dünya sisteminin bozulmasıyla” yakından ilişkili olduğunu ortaya koyuyor mu? Söylediğiniz gibi, “Moore’un, Foster’ın dünya sistem dinamikleri konusundaki endişesini merkeze aldığı” doğru mu?
Görünen o ki, hayır. Dünya sistem dinamikleri Moore’un çalışmasında esas itibarıyla yok gibidir ve yukarıdaki Antroposen bilimi tartışmasının gösterdiği gibi düşmanca ve küçümseyici olmayan çok az şey söylüyor. Moore iki tür krizi karşılaştırdığında, hangisinin önemli olduğu ve hangisinin kesinlikle önemli olmadığı konusunda çok nettir. Onları yakından ilişkili olarak göstermekten ziyade, tamamen düalist terimlerle onlara karşı koyar:
“Bugün sorun, Antroposen’in yürüyüşü değil, Kapitalosen’in sonudur. Gerçek, ‘doğanın büyük güçlerini ezip geçen’ insanlığın gerçekliği değil … aksine, ucuz doğa stratejisini tüketen kapitalizmin gerçekliğidir.”
Yutaklar ve atıklar ve Dünya sistemi
Moore’a göre, “ ekolojik sorunlar, kapitalizmdeki daha büyük “yutak” (the sink) sorunu küçümsenerek ya da görmezden gelinerek kapitalizm için bir “musluk” (the tap) (ya da kaynak) sorununa indirgenir. Yani, tüm Dünya sisteminin nasıl bozulduğu, kesintiye uğradığı ve kapitalizmin atıklarını Dünya sistemine nasıl yüklediği onun bu boşaltma sorunuyla ilgilidir,” diye belirtmişti Foster söyleşide. Buna, Hayatın Dokusundaki Kapitalizm’in 9. bölümündeki yutaklar ve atıklar tartışmasından alıntı yaparak yanıt veriyorsunuz. Siz buna “bu sorunu küçümseme veya görmezden gelme suçlamasının ilk bakışta çürütülmesi” diyorsunuz.
Söz konusu olan “görmezden gelme” kelimesi olduğunda katılıyorum. Foster sözcüğü informal bir şekilde kullanmıştı, ancak editör olarak ben bunu düzeltmeliydim. Özür dilerim.
Ama küçümseme konusunda Foster yanlış değildi.
Hayatın Dokusundaki Kapitalizm – ya da Moore’un başka çalışmalarında herhangi bir yerde – yutakları ve atıkları zamanımızın büyük bir çevre sorunu olarak tanımlayan başka bir pasaj bulamıyorum. Elbette konuyu tartışması iyi, ancak bu kısa açıklamayı onun sanayi öncesi kapitalizmin çevresel etkilerine dair kapsamlı ve oldukça ayrıntılı tartışmalarıyla karşılaştırırsak, alıntı yaptığınız bölüm yalnızca formalite icabı olarak adlandırılabilir. “Kapitalizmin Dünya-sisteminin çöküşüne ya da bildiğimiz uygarlığın sonuna” neden olabileceğini öne süren metabolik yarık teorisyenlerinin şiddetli eleştirisini başlıca eğilim olarak içeren bir kitapta konu dışı ara söz minvalinde bir alıntıdır bu. Moore “felaketçiliğin… Foster’ın çalışması boyunca kırmızı bir iplik gibi ilerlediğini” yazdığında bununla bir iltifat dile getirmeyi kastetmemişti.
Alıntı yaptığınız pasaj, bir Dünya sistemi krizi tartışmasına değil, Moore’un “kapitalizmin atıkları artık yutaklardan taşıyor ve sermayenin mezar taşlarının üzerine saçılıyor… Yeşillerin çoğu, doğanın kapitalizm için nasıl işlediğinden ziyade kapitalizmin doğaya ne yaptığına (örselenme sorununa) gereğinden fazla odaklanmış durumda” iddiasına götürüyor.
Öyleyse burada gerçekte önümüzde duran, Foster’ın da dediği gibi, Moore için “merkez duran ekolojik sorunun Dünya sisteminin bozulması değil, doğal kaynakların daha pahalı hale gelip kapitalist ekonomi için sorunlar yaratması gerçeği”nin başka bir gösteriminden başka bir şey değil.
Sonuç
Fred, söyleşiyle ilgili yorumlarını ilk okuduğumda endişelendim. Foster, Moore’un görüşlerini gerçekten bu kadar kötü bir şekilde yanlış mı anlamıştı? Söyleşiyi yapan ve editör olarak ihmalkâr mı davrandım? Bu yüzden Moore’un kitaplarını ve denemelerinin çoğunu dikkatlice tekrar okudum. Doktora tezini bile okudum. Özellikle erken dönem kapitalizmin çevresel etkileri üzerine yaptığı araştırmada hayran kalacak çok şey buldum. En iyi olduğu konuda, söyleyecek önemli şeyleri olan ciddi bir akademisyen.
Bulamadığım şey ise, bugünün ekolojik sorunlarına dair marksist, diyalektik ya da materyalist bir anlayıştı, tüm Dünya sisteminin karşı karşıya olduğu krizin çok daha azı. Moore’un “dünya-ekolojisi” olarak adlandırdığı “yeni paradigma” mekanik bir şema ve uygunsuz ya da karşıtı olan her şeyi bir kenara atarak gerçeği kendine uymaya zorlayan çivili bir yatak, ayak uydurulması istenen keyfi bir standarttır. Aynı fikirde olmayan herkes, bu yaftanın ne kadar uygun düştüğü umursanmaksızın, “kartezyen düalizm” ile suçlanır.
Son on yılın büyük bir bölümünde, John Bellamy Foster bu saçma ve aşağılayıcı eleştirinin ana hedefi oldu ve uzun süre ertelenmiş bu tepkisi hem ölçülü hem de doğru idi.
Moore’un çalışmalarına dair yorumunuz cömertçe. Hakkınız var: Yeni radikal fikirlere ilk cevabımız her zaman olumlu ve açık olmalı ve mükemmel olmayabilecek ifadelere daima alan açmalıyız. Ancak böylesi bir cömertlik bizi ancak bir yere kadar götürebilir: Başlangıçta ilerici görünen birçok katkı, üzerine daha fazla çalışıldığında bir geriye gidiş ya da çıkmaza dönüşebilir. Bu cömertliğiniz karşısında Moore’u, düşüncelerinin ana eğilimi ışığında okumak, övgüye değer olsa da mazur görülemez olduğunu gösteriyor.
1Kıyamet gelmeden önce barış ve mutluluğun hüküm süreceği düşünülen bin yıllık dönem ve bu dönemin geleceğine inanan kimse.