Close Menu
polenekoloji.org
  • BİZ KİMİZ
    • Manifesto (Türkçe)
    • Manifesto (Kurdî)
    • Manifesto (English)
    • Manifesto (Español)
    • Amaç ve İşleyiş
    • Faaliyet Raporları
  • NE YAPABİLİRİM
  • ENSTİTÜ
  • POLEN BÜLTEN
  • POLEN DERGİ
  • GÜNDEM
  • TEORİ
    • Emekoloji
    • Gıda Egemenliği
    • Hayvan Özgürlüğü
    • İklim
    • Kent Ekolojisi
    • Mücadele ve Örgütlenme
    • Marksist Ekoloji
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi
Sitede Gezinin
  • ADALET MÜCADELELERİ (30)
  • EKOLOJİ/İKLİM HAREKETLERİ (70)
  • GÜNDEM (298)
    • ETKİNLİKLER (10)
  • MEDYA (13)
    • PODCAST (6)
    • VIDEO (7)
  • SÖYLEŞİ (44)
  • TEORİ (261)
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım (26)
    • Emekoloji (20)
    • Genel (1)
    • Gıda Egemenliği (20)
    • Hayvan Özgürlüğü (7)
    • İklim (25)
    • Kent Ekolojisi (26)
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi (27)
    • Marksist Ekoloji (17)
    • Mücadele ve Örgütlenme (26)
  • YAYINLAR (58)
    • Faaliyet Raporları (2)
    • Polen Bülten (24)
    • Polen Dergi Yazıları (7)
    • Polen Ekoloji Kitaplığı (9)
Facebook X (Twitter) Instagram
polenekoloji.org
  • BİZ KİMİZ
    • Manifesto (Türkçe)
    • Manifesto (Kurdî)
    • Manifesto (English)
    • Manifesto (Español)
    • Amaç ve İşleyiş
    • Faaliyet Raporları
  • NE YAPABİLİRİM
  • ENSTİTÜ
  • POLEN BÜLTEN
  • POLEN DERGİ
  • GÜNDEM
  • TEORİ
    • Emekoloji
    • Gıda Egemenliği
    • Hayvan Özgürlüğü
    • İklim
    • Kent Ekolojisi
    • Mücadele ve Örgütlenme
    • Marksist Ekoloji
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi
Facebook X (Twitter) Instagram
polenekoloji.org
Home » Nadir Toprak Elementleri, Yeşil Kapitalizm ve Beylikova

Nadir Toprak Elementleri, Yeşil Kapitalizm ve Beylikova

By Cahit Akın11 Ekim 202512 Mins Read
Share
Twitter Email Telegram Facebook WhatsApp

Küresel sermayenin “yeşil dönüşüm” anlatısı, fosil kapitalizmin sona erdiği bir dönemin müjdesi gibi sunuluyor. Oysa elektrikli araçlardan rüzgâr türbinlerine uzanan bu “temiz teknoloji” altyapısı, yeni bir ekstraktivist rejimin inşasından başka bir şey değil. Nadir Toprak Elementleri (NTE), bu dönüşümün maddi zeminini oluşturuyor. Beylikova’da keşfedilen 694 milyon tonluk dev rezerv, bu küresel dinamiğin yerel bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Söz konusu kaynak, ulusal kalkınma retoriğiyle sarmalanırken, gerçekte küresel sermaye bloklarının rekabet alanına dönüşüyor. Bu yazı, Beylikova gündemi üzerinden yeşil kapitalizmin çelişkilerini, jeopolitik rekabeti ve mücadele olanaklarını birlikte düşünmeyi öneriyor.

Stratejik değer

Nadir Toprak Elementleri, periyodik tabloda yer alan 17 metalik elementten oluşan bir gruptur: 15 lantanit elementi ile skandiyum ve itriyum. “Nadir” nitelemesi yanıltıcıdır. Bu elementler yerkabuğunda aslında oldukça yaygındır. Asıl sorun, kimyasal benzerliklerinden dolayı birbirlerinden ayrıştırılmalarının son derece karmaşık, çok aşamalı ve maliyetli süreçler gerektirmesidir. Hafif NTE (lantan, seryum, neodimyum, praseodim) ile ağır NTE (disprozyum, terbiyum, itriyum) ayrımı jeopolitik açıdan kritiktir. Savunma sanayisi ve ileri teknoloji uygulamaları çoğunlukla ağır NTE’lere bağımlıdır. Bu elementler, eklendikleri malzemenin özelliklerini kökten değiştirdikleri için “malzemenin vitamini” olarak da adlandırılır.

NTE’ler modern teknolojinin her katmanında bulunur. Akıllı telefonların ekranları, bilgisayarların sabit diskleri, tıbbi görüntüleme cihazları NTE olmadan çalışamaz. Ama asıl stratejik önem, savunma sanayisindeki kullanımlarında yatar. Bir F-35 savaş uçağında 410 kg, bir nükleer denizaltıda 4,17 ton NTE bulunur. Füze güdüm sistemleri, radar teknolojileri, lazer sistemleri tamamen bu elementlere bağımlıdır. Yeşil teknolojiler açısından ise durum daha çarpıcıdır. Elektrikli araçların yüksek verimli motorları ve rüzgâr türbinlerinin kalıcı mıknatısları neodimyum ve praseodim gerektirir. 2040’a kadar küresel talebin %40 artması bekleniyor. Bu artış, bir piyasa dinamiği değil, enerji rejimlerinin yeniden yapılandırılmasının ve teknolojik üstünlük mücadelesinin sonucudur.

Hegemonik savaş

Çin, küresel NTE cevher üretiminin %61’ini ve rafinaj kapasitesinin %92’sini kontrol ediyor. Bu hâkimiyet, sadece doğal kaynak zenginliğinden değil, onlarca yıllık devlet destekli endüstriyel politikadan kaynaklanıyor. Pekin, “üret, kısıtla, lisansla” modeliyle küresel arzı düzenliyor. Yıllık üretim kotaları belirleyerek fiyatları kontrol ediyor ve ihracat lisanslarıyla stratejik rakiplerini dizginliyor. 2024’te tek başına 300 bin ton NdFeB mıknatıs üreten Çin, ABD’nin 2025 hedefini 300 kat geride bırakıyor. Bu tekel, Batılı emperyalist merkezlerin “güvenlik tehdidi” olarak kodladığı bir jeopolitik koz hâline geldi. 2010’da Japonya’ya, 2025’te ABD’ye yönelik ihracat kısıtlamaları, NTE’nin stratejik silah olarak kullanıldığını kanıtlıyor. Batı’nın alternatif arayışı bu tek merkezli bağımlılıktan kaynaklanıyor.

ABD, ihtiyaç duyduğu NTE’nin %70’ini Çin’den ithal ediyor. Bu bağımlılık, savunma sanayisi açısından kritik bir kırılganlık yaratıyor. Washington, Enflasyonu Düşürme Yasası (Inflation Reduction Act) ile yerli üretimi teşvik ederken, AB de Kritik Hammaddeler Tüzüğü (Critical Raw Materials Act) ile kendi rezervlerini harekete geçirmeye çalışıyor. Ama asıl hamle, Güney’deki rezerv bölgelerini yeni tedarik zincirine dahil etmek: Ukrayna ile 30 Nisan 2025’te imzalanan mineral anlaşması, Grönland’ın ağır NTE rezervlerine yöneliş, Latin Amerika’nın lityum üçgenine müdahaleler. Bu, klasik sömürgeciliğin hammadde talanını anımsatan bir dinamiğin yeniden üretimidir. Fark şu ki, bu kez talan “enerji güvenliği”, “yeşil dönüşüm” ve “sürdürülebilirlik” söylemleriyle örtülüyor. NTE rekabeti, emperyalist bloklar arası çekişmenin yeni cephesidir ve Güney’in kaynakları bu rekabetin nesnesi hâline geliyor.

Türkiye’nin konumu

Eskişehir Beylikova’da tespit edilen 694 milyon tonluk NTE rezervi, Türkiye’yi Çin’in ardından dünyanın en büyük ikinci kaynak sahibi yapıyor. Rezervin %97’si hafif NTE’lerden (lantan, seryum, neodimyum, praseodim) oluşuyor. Bu elementler elektrikli araç ve rüzgâr türbini pazarında yüksek talep görüyor. Eti Maden tarafından Nisan 2023’te kurulan pilot tesis yıllık 1200 ton cevher işliyor. Hedef ise yıllık 570 bin ton cevher işleyerek 10 bin ton nadir toprak oksidi üretecek endüstriyel tesise geçmek. Hükümet, bu kaynağı “ulusal kalkınmanın stratejik hammaddesi” olarak tanımlıyor. Fakat bu söylem, kaynak milliyetçiliği retoriğiyle örülü olsa da, pratikte küresel sermaye dinamiklerinden bağımsız değil. Yabancı sermaye ortaklıkları, teknoloji transferi anlaşmaları ve ihracat odaklı model, projenin gerçek karakterini ele veriyor.

Beylikova cevherinin işlenmesi, asitle pişirme, solvent ekstraksiyonu gibi karmaşık kimyasal süreçler gerektiriyor. Toryum ve uranyum gibi radyoaktif yan ürünlerin varlığı, süreci hem teknik hem çevresel açıdan daha da zorlaştırıyor. Türkiye’nin İTÜ’de geliştirilen doktora çalışmaları gibi akademik bilgi birikimine sahip olduğu iddia ediliyor, ama endüstriyel ölçekte işleme teknolojisi hâlâ Çin, Japonya ve Fransa merkezli. Asıl stratejik soru şu: Türkiye ham cevheri ucuza satacak mı, yoksa madenden mıknatısa kadar tüm değer zincirini ülke içinde kuracak mı? Avustralya’nın Lynas Corp. modeli bütüncül üretici olmayı gösterirken, ABD’nin Mountain Pass madeni işleme eksikliği nedeniyle Çin’e bağımlı kalmaya devam ediyor. Türkiye’nin hangi yolu seçeceği, sınıfsal ve mekânsal sonuçları belirleyecek.

Ankara’nın hangi küresel aktörle ortaklık kuracağı, sadece madencilik değil, jeopolitik eksen tercihidir. Ekim 2024’te Çin ile imzalanan “Doğal Kaynaklar ve Madencilik İşbirliği Mutabakat Zaptı”, teknoloji transferi açısından en kısa yol gibi görünüyor, ama Pekin’in piyasa tekelini pekiştirme riski taşıyor. Erdoğan-Trump görüşmesinde konunun gündeme geldiği iddiaları, ABD eksenli bir ortaklığı işaret ediyor. Bu durumda Türkiye, Washington’un Çin’e karşı alternatif tedarik zincirinin halkası olur. AB ise coğrafi yakınlık ve Gümrük Birliği avantajıyla “yakın bölge tedarikçisi” rolü sunuyor. Muhalefet sahanın ABD’ye devredileceği endişelerini dile getirirken, hükümet “yerli ve milli” çalışma iddiasında. Fakat asıl mesele, ortaklık ne olursa olsun, katma değerin nerede kalacağı, teknolojinin kime ait olacağı ve ekolojik-toplumsal maliyetin kimin sırtına yükleneceğidir.

Yıkım ve sömürü

Bir ton NTE elde etmek için binlerce ton cevher işlenmek zorunda. Bu süreçte kullanılan güçlü asitler, radyoaktif yan ürünler (toryum, uranyum) ve devasa su tüketimi, ekolojik felaketin habercisidir. Çin’in Baotou bölgesi bu yıkımın simgesi oldu: kilometrelerce radyoaktif atık göleti, kronik hastalıklarla boğuşan halk ve kullanılamaz hâle gelmiş topraklar. Rüzgâr türbinlerinin döndüğü Avrupa’da bu tahribat görünmez kalır, ama üretim zincirinin başlangıç noktasında doğa ve emek aynı şiddete maruz kalır. Beylikova için de aynı tehlike söz konusu. Asidik çözeltilerin yeraltı sularına sızması, radyoaktif atıkların güvenli depolanamaması, su stresi yaşanan bir bölgede yüksek su kullanımı. Sürdürülebilirlik söylemi, bu maliyetleri görmezden gelen bir ekolojik adaletsizlik üretir. Yeşil kapitalizm, fosil kapitalizmden farklı bir şiddet değildir; farklı bir retorikle sunulan aynı yıkımdır.

NTE madenciliği, güvencesiz iş sözleşmeleri, tehlikeli çalışma koşulları ve düşük ücretler demektir. Beylikova’da vadedilen istihdam, büyük olasılıkla kısa süreli, enformel ve sağlık güvencesinden yoksun işler olacak. Toksik kimyasallara, radyoaktif atıklara maruz kalan işçiler, kronik hastalıkların kurbanı olacak. Kongo’daki kobalt madenlerinde çocuk işçiliği, Çin’in iç bölgelerindeki NTE tesislerinde kronikleşen sağlık sorunları, Latin Amerika’daki lityum havzalarında yerinden edilen yerel topluluklar, yeşil dönüşümün öbür yüzüdür. Türkiye’de de benzer bir tablo beliriyor: sendikasızlaştırma, esnek çalışma, emek süreçlerinin dışsallaştırılması. Yerel halk, demokratik katılım mekanizmalarının dışında bırakılarak, sürecin nesnesi hâline getiriliyor. “Kimin için kalkınma?” sorusu burada kritik önem taşır. Beylikova’nın kaynakları, yerel halkın refahı için mi, yoksa küresel sermayenin birikim rejimi için mi seferber ediliyor?

Mekânda eşitsizlik

Batarya üretim tesisleri, Ar-Ge merkezleri, katma değerli aşamalar büyük şehirlerde yoğunlaşırken, çıkarım ve ilk işleme gibi ekolojik maliyeti yüksek aşamalar taşraya yükleniyor. Eskişehir-Beylikova, ekolojik tahribat ve sağlık sorunlarıyla boğuşan bir kurban bölgeye dönüşme ve ekonomik kazanımların başka yerlere aktarılması ihtimaline çok yakın. Bu, klasik merkez-çevre ilişkisinin yeniden üretimi demektir. Taşrada yaşayan emekçi sınıflar hem ekolojik yıkımın hem ekonomik sömürünün ağır yükünü omuzlarken, kentsel orta sınıflar temiz enerji retoriğinin konforunu yaşar. NTE çıkarımı, kaynak temelli kalkınma miti üzerinden inşa edilen yeni bir sermaye birikim stratejisinin parçasıdır. Yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri karar alma süreçlerinin dışında bırakılır. Çevresel etki değerlendirmeleri yetersizdir. Kamusal denetim imkânları sınırlıdır. Bu mekânsal eşitsizlik sınıfsal bir dinamiktir ve toplumsal eşitsizlikleri derinleştirir.

Beylikova ve çevresindeki köylerde yaşayan halk, geçimini tarımsal üretimle sağlıyor. Madencilik tesislerinin kurulmasıyla birlikte verimli araziler kullanılamaz hâle gelir. Su kaynakları kirlenme riski altına girer. Hava kalitesi bozulur. Yerel halkın temel geçim kaynağı olan tarım, NTE çıkarımının mantığına feda edilir. Bu, sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir yıkımdır. Yerleşik yaşam biçimlerinin, toplumsal ilişkilerin, yerel bilgi sistemlerinin tahribi demektir. Su kaynakları üzerindeki baskı, kurak bir coğrafyada daha da kritik hâle gelir. Proseslerin gerektirdiği yüksek su tüketimi, yerel halkın su hakkını tehdit eder. Dolayısıyla Beylikova projesi, sadece bir madencilik faaliyeti değil, aynı zamanda yerel toplulukların yaşam haklarına yönelik bir saldırıdır. Bu bağlamda, kent hakkı mücadelesi kırsalı da kapsayan bir mekânsal adalet mücadelesi olarak yeniden kavramsallaştırılmalıdır.

Demokratik katılım

Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünün (MTA) rezerv verileri 2005’ten sonra kamuya açık değil. Uzmanlar, açıklanan 694 milyon tonluk rezervin ne kadarının ekonomik olarak işlenebilir “görünür rezerv” olduğu konusunda belirsizlik olduğunu belirtiyor. Bu veri karartması bağımsız değerlendirmeleri zorlaştırıyor ve projenin gerçek ölçeğini muğlaklaştırıyor. Şeffaflık eksikliği, demokratik denetimi imkânsız kılıyor ve projeyi siyasi iktidarın tasarrufuna bırakıyor. Muhalefet, sahanın işletme haklarının ABD’ye devredileceği endişelerini dile getirirken, hükümet buna “yerli ve milli” söylemiyle yanıt veriyor. Ancak ne kamuoyunu bilgilendiren kapsamlı bir açıklama var, ne de sivil toplumun katılımına açık bir karar alma mekanizması. Bu durum, projenin toplumsal meşruiyetini zayıflatıyor ve yerel halkın haklarını gözetmeyen otoriter bir yönetim pratiğine işaret ediyor.

Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçleri, genellikle formaliteden ibaret kalıyor. Gerçek riskleri ortaya koymaktan uzak, sınırlı veriye dayalı ve halk katılımına kapalı raporlar üretiliyor. Beylikova projesinde de benzer bir tablo söz konusu. Bu, demokratik katılım hakkının açık ihlalidir. Yerel yönetimler, muhtarlar, köy dernekleri, çiftçi örgütleri karar alma süreçlerinin dışında kalmamalı. Projenin uzun vadeli ekolojik ve toplumsal maliyetleri görmezden gelinmemeli. Demokratik bir çevre yönetimi, etkilenen toplulukların bilgilenme, itiraz etme ve karar alma süreçlerine katılma haklarını garanti altına almalıdır. Bu haklar sistematik olarak ihlal ediliyor ve projeler yukarıdan aşağıya dayatılan merkezileşmiş bir sömürü modeli olarak şekilleniyor.

Mücadelede kesişim

NTE madenciliği emek yoğun bir sektördür. İşçiler hem üretim sürecinin öznesi hem de sömürünün nesnesidir. Sendikalar ve işçi örgütleri, ekolojik talepleri sınıfsal mücadeleyle birleştirerek, “adil geçiş” kavramını somut pratiklere dönüştürmelidir. Adil geçiş, sadece işsiz kalan maden işçilerinin yeniden istihdamıyla sınırlı kalamaz. Enerji sisteminin demokratikleşmesini, üretim süreçlerinin işçi denetimine açılmasını, ekolojik zararın telafi edilmesini ve yerel toplulukların karar alma süreçlerine katılımını da kapsamalıdır. Beylikova’da kurulacak tesislerde çalışma koşulları, ücret düzeyleri, sendikal örgütlenme hakları mücadelenin temel gündemleridir. Emek hareketi, yeşil dönüşümü sermayenin değil, emekçilerin ve doğanın lehine şekillendirme potansiyeline sahiptir. Bu potansiyel, ancak ekoloji hareketi ve kent hakkı mücadelesiyle güçlü bir dayanışma kurulduğunda hayata geçebilir.

Ekoloji örgütleri, yeşil kapitalizm eleştirisini, teorik eleştirinin ötesine uzanan pratik bir direniş programı olarak hayata geçirmelidir. Madencilik projelerine karşı yerel direnişler, yasal mücadeleler, kamuoyu baskısı ve doğrudan eylem bu programın temel araçlarıdır. Fakat bu mücadele, sadece doğayı koruma mantığıyla sınırlı kalmamalıdır. Ekolojik yıkım aynı zamanda sınıfsal bir yıkımdır. Yerinden edilen köylüler, zehirlenen işçiler, susuz kalan topluluklar, bu yıkımın kurbanlarıdır. Dolayısıyla ekoloji hareketi, sosyal adalet hareketi olmak zorundadır. Beylikova için somut talepler şunlar olmalıdır: bağımsız çevresel etki değerlendirmeleri, yerel halkın veto hakkı, ekolojik onarım garantisi, radyoaktif atıkların güvenli yönetimi için şeffaf protokoller. Bu talepler, projenin demokratik denetim altına alınmasının ve ekolojik adaletsizliğin önlenmesinin ön koşullarıdır.

Kentler, NTE temelli teknolojilerin en yoğun tüketildiği mekânlardır: elektrikli otobüsler, akıllı şehir sistemleri, enerji depolama altyapıları. Ancak bu teknolojilerin ekolojik maliyeti, kentin dışına, taşraya, Güney’e yükleniyor. Kent hakkı mücadelesi, bu mekânsal eşitsizliği görünür kılmalı ve kentsel tüketim ile kırsal üretim arasındaki ilişkiyi yeniden sorgulamalıdır. Kentli orta sınıfların yeşil yaşam tarzı, eğer başka yerlerdeki yıkımı görmezden geliyorsa, bir ayrıcalık pratiğidir. Kent hakkı, kentsel mekâna erişimin ötesinde, kentsel tüketim kalıplarının dönüştürülmesini ve mekânsal eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasını da kapsar. Beylikova bağlamında bu, İstanbul’daki elektrikli otobüslerin Eskişehir’in köylerinde üretilen tahribatı görmezden gelmemesi anlamına gelir. Mekânsal adalet, merkez ile çevre arasındaki sömürü ilişkisinin ortadan kaldırılmasını ve kaynak üzerinde demokratik kontrolü gerektirir.

Emek, ekoloji ve kent hakkı mücadeleleri arasında güçlü bir bağ kurmak, kolektif bir karşı-hegemonya inşa etmenin anahtarıdır. NTE tartışmasını teknik veya çevresel bir meseleye indirgemek hata olur. Bu tartışmayı toplumsal mücadelelerin kesişim alanı olarak kavramsallaştırmak, gerçek bir dönüşüm perspektifi için zorunludur. Beylikova, bu kesişimin somut bir laboratuvarıdır. Burada emek sömürüsü, ekolojik yıkım ve mekânsal adaletsizlik iç içe geçer. Sendikalar, çevre örgütleri, köy dernekleri, kadın platformları, kent hareketleri ortak bir mücadele platformu kurmalıdır. Bu platform, enerji demokrasisi, mekânsal adalet, ekolojik onarım ve emek özgürlüğü gibi kavramları merkeze almalıdır. Ancak böyle bir perspektifle, yeşil dönüşümün karanlık yüzünü aydınlatmak ve gerçek bir ekolojik ve sosyal adalet mücadelesi örmek mümkün olacaktır. Bu mücadele, yereldir ama küreseldir; özgüldür ama evrenseldir.

Beylikova’dan seslenmek

Beylikova rezervi etrafında dönen tartışmalar, çoğunlukla “Ulusal kaynaklarımız yabancılara mı verilecek?” ekseninde şekilleniyor. Bu kaynak milliyetçiliği söylemi, sorunu yanlış bir zemine oturtuyor. Asıl mesele, kaynakların kime ait olduğu değil, kimin için, nasıl bir üretim ilişkisi içinde ve hangi ekolojik-toplumsal maliyetlerle çıkarıldığıdır. “Yerli ve milli” söylemi, sömürü ilişkilerinin karakterini değiştirmez, sadece sömürenin kimliğini değiştirir. Çinli, Amerikalı ya da Türk sermayesi fark etmez; hepsi aynı birikim mantığıyla hareket eder. Dolayısıyla eleştiri, milliyetçi bir zemine değil, anti-kapitalist ve ekolojik adalet perspektifine dayanmalıdır. Beylikova’nın kaynakları, ne küresel sermayenin ne de ulusal burjuvazinin malıdır. Bu kaynaklar üzerindeki hak, bu topraklarda yaşayan, emeğiyle geçinen ve ekolojik tahribatın faturasını ödeyen halklarındır.

Beylikova gündemi, yeşil kapitalizmin yapısal çelişkilerini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Karbonsuzlaşma söylemi, malzeme-yoğun yeni bir ekstraktivizmi meşrulaştırıyor. Temiz enerji vaadi, kirli madencilik pratiklerini gizliyor. Sürdürülebilirlik retoriği, ekolojik yıkımı normalleştiriyor. Bu çelişkiler tesadüfi değildir; kapitalizmin doğa ile olan temel ilişkisinden kaynaklanıyor. Sermaye, doğayı ücretsiz bir hammadde kaynağı ve atık depolama alanı olarak görmek zorundadır. Bu mantık, hangi enerji rejimiyle çalışırsa çalışsın değişmez. Fosil kapitalizm yeşil kapitalizmle ikame edilebilir, ama ekolojik kriz aşılamaz. Çünkü kriz, enerji kaynağından doğmaz; sınırsız büyüme zorunluluğundan kaynaklanır. Gerçek çözüm yenilenebilir enerji teknolojilerinde değildir. Üretim ilişkilerinin demokratikleşmesi, tüketim kalıplarının dönüştürülmesi ve doğa ile toplum arasındaki metabolik ilişkinin yeniden kurulması gerekir.

Beylikova rezervinin geleceği, iki alternatif yol arasında şekillenecek: ya küresel sermaye bloklarının rekabet alanı olarak ekstraktivist mantığa teslim edilecek, ya da demokratik denetim altında, ekolojik ve sosyal adalet ilkeleriyle yönetilen bir kaynak hâline gelecek. İkinci yol, enerji demokrasisi kavramını merkeze alır. Enerji demokrasisi, enerji üretimi, dağıtımı ve tüketimi üzerinde toplumsal kontrolü gerektirir. Bu, NTE çıkarımında yerel halkın veto hakkına, işçilerin üretim süreçleri üzerinde söz sahibi olmasına, enerji politikalarının demokratik platformlarda belirlenmesine işaret eder. Ekolojik onarım ise, geçmişteki tahribatın telafi edilmesini ve gelecekteki zararın önlenmesini kapsar. Beylikova için bu, radyoaktif atıkların güvenli yönetimi, su kaynaklarının korunması, tarımsal arazilerin iade edilmesi ve etkilenen toplulukların tazmin edilmesi anlamına gelir. Bu alternatif yol, ütopik değil, mücadele ile kazanılabilir bir gerçekliktir.

Beylikova, sadece bir maden sahası olmanın ötesinde, 21. yüzyıl kapitalizminin çelişkilerinin yoğunlaştığı bir mücadele alanıdır. Burada yeşil dönüşüm söyleminin ideolojik işlevi, küresel sermaye bloklarının jeopolitik rekabetin dinamikleri, ulusal kalkınma mitinin sınıfsal karakteri, ekolojik yıkımın somut yüzü, emek sömürüsünün yeni biçimleri ve mekânsal adaletsizliğin derinleşmesi birlikte görünür olur. Bu nedenle Beylikova, eleştirel bir analiz ve radikal bir mücadele perspektifi için kritik öneme sahiptir. Geleceğin petrolü olarak sunulan NTE, gerçekte geleceğin savaş alanıdır. Bu savaş, devletler ve sermaye blokları arasında olmuyor. Sermaye ile emek, tahakküm ile özgürleşme, yıkım ile onarım arasında cereyan ediyor. Beylikova’da verilecek mücadele, küresel yeşil kapitalizme karşı yerel direniş olarak görülmemeli. Bu mücadele, alternatif bir toplumsal düzen için evrensel mücadelenin yerel bir tezahürü olacaktır. Ancak bu perspektifle, Beylikova’nın toprağı, umudun da toprağı olabilir.


Cahit Akın’ın izniyle kendi sitesinden alınmıştır.

Beylikova Çin Ekstraktivizm Nadir Toprak Elemenleri NTE Trump
Bizi takip edin Bizi takip edin Bizi takip edin Bizi takip edin
Share. Twitter Facebook Email Telegram

Öne Çıkan Yazılar

Kitap İncelemesi: Barışçıl Sabotaj ve Çöküş Arasında

Mustafa Keseroğlu

Mexico City’nin UTOPIA’ları: Kentsel Ekososyalizm Modelinin Hayata Geçirilmesi

Ashwin Ravikumar

COP30’a Karşı Halklar Zirvesi Deklarasyonu

Polen Ekoloji

Bosna: Maden İşçileri, Toprak ve Su için Birleşin! Adaletsiz Geçişe Hayır!

Bob Myers

“İklim İçin Say” Yetmez

Gizem Sema

Ormancılığımız Üzerine “Sessiz Tartışmalar”: “Milli Ağaçlandırma Günü”

Yücel Çağlar
Son Yazılar

Kitap İncelemesi: Barışçıl Sabotaj ve Çöküş Arasında

24 Kasım 2025

Mexico City’nin UTOPIA’ları: Kentsel Ekososyalizm Modelinin Hayata Geçirilmesi

23 Kasım 2025

COP30’a Karşı Halklar Zirvesi Deklarasyonu

23 Kasım 2025

Bosna: Maden İşçileri, Toprak ve Su için Birleşin! Adaletsiz Geçişe Hayır!

17 Kasım 2025

“İklim İçin Say” Yetmez

15 Kasım 2025
Arşiv
POLEN EKOLOJİ KİTAPLIĞI

Cüret

18 Kasım 2025

Tek İstediğimiz Dünya

4 Ağustos 2025

Kızıl Ekolojik Devrim

13 Mayıs 2025

Çoklu Krizler Çağında İktisadi Kalkınma, Büyüme ve Ekoloji

8 Nisan 2025

Çernobil

10 Şubat 2024
Hakkımızda
Hakkımızda

POLEN Ekoloji olarak, ekolojik mücadelenin kapitalizme karşı toplumsal kurtuluş mücadelesinin bir parçası ve onun tümüne sirayet edecek biçimde, örgütlü olarak sürdürülmesi gerektiğini düşünen, bu doğrultuda yeni bir program ve stratejinin geliştirilmesi ve hayata geçirilmesinde yol arkadaşlığı yapmak isteyen herkesi kolektifimize ortak olmaya çağırıyoruz.
iletişim: bilgi@polenekoloji.org - polenekoloji@gmail.com

X (Twitter) Facebook YouTube Instagram
İçerikler

Kitap İncelemesi: Barışçıl Sabotaj ve Çöküş Arasında

24 Kasım 2025

Mexico City’nin UTOPIA’ları: Kentsel Ekososyalizm Modelinin Hayata Geçirilmesi

23 Kasım 2025

COP30’a Karşı Halklar Zirvesi Deklarasyonu

23 Kasım 2025

Bosna: Maden İşçileri, Toprak ve Su için Birleşin! Adaletsiz Geçişe Hayır!

17 Kasım 2025
1 2 3 … 123 Next
Polen Ekoloji’ye Katıl


Kolektif’e Katıl

Destek Ol

Hızlı Destek

Enstitü Seminerlerine Katıl

Bize yaz

Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.