Merkez-Kapitalist Devletler, Ezilen Halkları ve İklim Krizinden En Çok Etkilenen Toplulukları Oyalamaya Devam Edecek Mi – Yoksa Kapitalizmi Yıkma Görevini Üstlenecek Miyiz?
2025 yılı sona ererken dünya, 2015’te kabul edilen ve bugüne kadar müzakere edilmiş en önemli küresel iklim anlaşması olarak görülen Paris Anlaşması’nın[1] 10. yılında küresel emisyonlar artmayı sürdürüyor ve uyum programları iklim felaketlerinden etkilenen milyonları koruyamıyor. “1,5°C hedefini hayatta tutması” beklenen bu 10 yıl, bunun yerine derin bir ahlaki başarısızlığı, büyüyen eşitsizlikleri ve şirket çıkarlarına göre şekillenen yerleşik siyasi gücün, fosil yakıt lobilerinin ve sömürgeci ekonomik yapıların iklim değişikliğine yön vermeyi sürdürdüğünü gözler önüne sermiştir.
İklim Adaleti ve “Farklılaştırılmış Sorumluluklar”
İklim adaleti basit bir gerçekle başlar: Krizden sorumlu olanlarla onun sonuçlarına mahkûm edilenler aynı toplumsal kesimler değildir. İlk ve en ağır darbeyi alanlar – yoksul ve ırkçı ayrımcılığa maruz kalan topluluklar, yerli halklar – aslında kapitalizmin yüzyıllardır sömürdüğü, zehirlediği ve sistematik biçimde dışladığı topluluklardır. Üstelik iklim krizine neredeyse hiçbir katkıları olmadığı hâlde, faturanın en ağır kısmı yine onlara kesilmektedir. Bu durum, emperyalist yağma ve sermaye birikimi üzerine kurulu bir düzenin mirasıdır; eski sömürgeleri ve düşük gelirli toplulukları bugün hâlâ orantısız biçimde iklim değişikliğinin zararlarına karşı kırılganlaştıran aynı tarihsel miras.
Bu bir politika hatasının tesadüfî sonucu değil; daha derin bir hastalığın belirtisidir: Doğayı sınırsız bir kaynak, toplulukları harcanabilir birer unsur ve sınırsız kar arayışını yaşamdan değerli gören kapitalist ekonomi. Fosil yakıt şirketleri ve sanayileşmiş devletler gezegeni yakarak zenginleşti; maliyetlerini ise dünyanın yoksullarına yükleyip buna “kalkınma” adını verdiler. İklim politikaları hâlâ, fosil yakıt şirketlerinin ve sanayileşmiş ülkelerin tarihsel ve güncel sorumluluğunu görünmez kılarak, ‘insanlık’ı tek ve eşit bir bütünmüş gibi ele almaktadır.
Oysa bu krizde aynı rolü oynamadık. Krizi yaratan ve sürdüren bir avuç ülke ve şirkettir. Bu nedenle “Ortak fakat Farklılaştırılmış Sorumluluklar”[2] (CBDR) ilkesi hayati önemdedir. CBDR, iklim adaleti hareketlerinin onlarca yıldır dile getirdiği temel gerçeği açıkça ifade eder: Sorumluluklarımız eşit değildir ve eşitmişiz gibi davranmamız beklenemez.
Amazon’daki yerli halkların defalarca vurguladığı gibi, onlar yüzyıllardır iklimi istikrarsızlaştırmadan yaşadılar. Buna karşılık emperyalist devletler zenginliğini sömürgeci fetihle – toprak gasbıyla, ormanların yok edilmesiyle, maden çıkarımıyla ve sermaye birikimini beslemek için endüstriyel ölçekte fosil yakıt yakarak – elde etti. Sömürülen ülkeler ise bu süreçte “feda edilmiş bölgeler”e dönüştürüldü: “Kaynak” çıkarılan, atık bırakılan ve çöküşü planlanmış, işi bitince terk edilen coğrafyalar… Bugün aynı güç hiyerarşisi, kimin yaşamının korunacağını, hangi ekonomilerin finansman bulacağını ve hangi toplulukların harcanabilir olacağını belirlemeye devam ediyor.
Ezilenlerin perspektifinden bakıldığında, iklim adaleti yalnızca bu süreçlerdeki adımlara tek tek odaklanan reformları değil, krizi üreten kapitalist düzenin kesintiye uğratılmasını, dağıtılmasını gerektirir. Bu, fosil yakıtlara bağlı kapitalist üretim altyapısının dönüştürülmesini, toprağın ve egemenliğin yerli halklara geri verilmesini, şirketlerin el koyduğu doğal varlıkların ekosistemlerin iyileşmesini önceleyecek şekilde planı ekonomide ele alınmasını, güvenliğin ve yaşamın kâra tâbi olmadığı ya da yönetici bir elitin ayrıcalığı olmadığı bir dünyanın inşasını gerektirir.
Küresel kapitalizmin yapısına kazınmış eşitsizliklerle yüzleşip onları ortadan kaldırmadığımız sürece iklim krizi çözülemeyecek ve sunulan her “çözüm”, felaketi yaratan sistemin daha da kökleşmesine hizmet edecektir.
Paris Anlaşması’nın 10. Yılında Gerçekler
- 2024, küresel sıcaklıkların sanayi öncesi seviyelerin 1,5°C üzerine çıktığı ilk yıl oldu.[3]
- Gezegenin üçte ikisi rekor kıran sıcaklıklarla karşı karşıya kaldı.
- Fosil yakıt emisyonları tarihin en yüksek seviyesine ulaştı.[4]
- Uluslararası Adalet Divanı, 1.5°C hedefinin tüm devletler için hukuken bağlayıcı bir yükümlülük olduğuna hükmetti.[5]
- Doğal karbon yutakları hızla zayıflıyor; kara (ormanlar, topraklar) ve okyanus yutakları ısınma arttıkça CO₂ emme kapasitelerini kaybediyor.
- Metan-permafrost geri besleme döngüleri son derece tehlikeli bir noktada; sert bir metan azaltımı dahi bu aşamada geri beslemelerin küresel ısınmayı artırmasını tamamen engelleyemeyebilir.[6]
- Özellikle iklim değişikliğinden en çok etkilenen bölgelerde, yeraltı suyu tükenmesi tarımı, içme suyunu ve şehirlerde su güvenliğini tehdit ediyor.
- Atmosferden büyük ölçekli projelerle karbon çekilmesine aşırı güven azaltım politikalarını yavaşlatırken olmayan bir teknolojiye dayanarak yapılan projeksiyonlar çalışmaların bilimselliğini zedelemektedir.
- Kritik altyapılar (ulaşım, enerji, kentsel) aşırı iklim olaylarına uygun inşa edilmediler ve giderek daha sık çöküyorlar.
- David Harvey’nin kavramıyla “mülksüzleştirme yoluyla birikim”, iklim politikaları aracılığıyla müştereklerin çitlenmesi yoluyla genişliyor.[7]
- “Farklılaştırılmış Sorumluluklar” ilkesi kapitalist eşitsiz gelişimi ve eşitsiz değişimi azaltacak yetersiz bir yeniden dağıtımı dahi sağlamıyor ve simgeselliğe indirgenmiş durumda.
- İklim rejiminin değişimi kapitalist devletlerin politik sınırlarını görünür kılarken uluslararası kurumların kararları uygulanmaz hale geliyor.
- Paris Anlaşması, karbon azaltım mekanizmasından çok sermayenin istikrar arayışında bir araç gibi kullanılmış ve hedefleri geçersiz hale gelmiştir.
1. İnsan Hakları
Bu yılki COP’ta açıklanan karar metni insan haklarına ilişkin güçlü bir dil içermekle birlikte, bu dil yapısal bir sınıra sahiptir. Kapitalist devlet aygıtı “hakları” yalnızca sermaye birikimini tehdit etmediği ölçüde tanır. Bu nedenle insan hakları söylemi, dikkatle yönetilen bir araç hâline gelir. Ahlaki niyeti gösterecek kadar güçlü, fakat sömürüyü mümkün kılan ekonomik ilişkileri dönüştürmemeyi hedefleyen bir araç.
COP müzakerelerinde de haklar soyut düzeyde tanınır; ancak bu hakları kullanılmasını sağlayacak gerekli sosyal ve ekonomik ilişkiler dokunulmadan bırakılır. Bu durum derin bir çelişki yaratır: Üretim ilişkileri değişmediği sürece haklar kâğıt üzerinde kalır. Hakların tanınması ile uygulanması arasındaki uçurum tesadüf değildir; çünkü küresel kapitalizmin zorunlulukları tarafından sürekli yeniden üretilir.
2. Çocuk İşçiliği ve Sömürü
COP çerçevesinde “sosyal adalet”in kutlanması, dünya genelinde çocuk işçiliğinin artmaya devam ettiği, kayıt dışı ekonomilerin genişlediği, maden ve tarım sektöründeki işçilerin koşullarının kötüleştiği şu dönemde özellikle çarpıcıdır. Sömürülen ülkeler borç sarmalında sıkışmaya devam ederken, fosil yakıt şirketleri rekor kârlar açıklamaktadır. Kapitalizmde krizler sömürüyü ortadan kaldırmak yerine sömürü mekanizmalarını güçlendirecek biçimde çözülür.
Bu maddi gerçeklikler görmezden gelindiğinde “adil geçiş”, performatif bir jest, yani mülksüzleştirme ve toplumsal zararın üzerini örten bir söylem olmaktan öteye gidemez.
3. “Geçiş”in Diyalektiği
COP çerçevesinde kullanılan “geçiş” kavramının kendisi derin bir çelişki taşır. Bir yandan COP, geçişi fosil yakıtlardan uzaklaşmayı işaret eden “temiz ekonomilere yönelim” olarak çerçeveler. Öte yandan bu geçişin tasarımı büyük ölçüde sermayeye hizmet eder: Yeni pazarların açılması, temiz enerji sektöründe kârların maksimize edilmesi, fosil yakıtlar ve bağlı sermaye altyapısının yeniden yapılandırılması ve ezilen halkların merkez kapitalist ülkelerin finansına ve teknolojisine daha da bağımlı hâle getirilmesi.
Gerçek bir toplumsal dönüşüm; üretim araçlarının mülkiyetinin değişmesini, servet ve kaynakların yeniden dağıtılmasını ve sömürücü emek ilişkilerinin ortadan kaldırılmasını gerektirir. COP30’un kararı ise bu dönüşümlerin hiçbirine değinmez. “Adil geçiş” olarak sunulan şey, gerçekte sistemi koruyan bir reform çabasıdır: Sömürünün biçimini değiştirir, özünü değil. Dolayısıyla olan şey bir “geçiş” değildir, kılık değiştirme bile değildir.
4. Finans, Borç ve Sömürülen Ülkelerin Bağımlılığı Üzerine
Kararda borç yükleri ve mali alan üzerine yapılan vurgu dikkat çekici ancak sorunlu. Borç, merkez kapitalist devletler sermayesinin bağımlı ve sömürgeleştirilmiş ülkelerin kalkınma yollarını şekillendirmeye ve sınırlamaya devam ettiği bir araçtır – üstelik bu kez “yeşil geçiş” kisvesi altında. Bu finansal mekanizmalar ülkeleri güçlendirmek yerine yeni bir yeşil emperyalizm biçimi yaratabilir.
5. Neden Yapısal Bir Kopuş Olmadan Sosyal Adalet Mümkün Değildir?
Sonuç olarak COP30 kararları temel bir gerçeği açığa çıkarır: Yapısal bir kopuş olmadan kapitalizm içinde sosyal adalet mümkün değildir. Üretim ilişkileri, mülkiyet yapıları ve sermaye birikiminin zorunlulukları değişmeden kalmaktadır. Fosil yakıt şirketleri bşata olmak üzere dünya tekelleri, bunların hakimiyetindeki küresel yönetici sınıf ve borç mekanizmaları hâlâ hakimiyetlerini sürdürmekte. Bu ilişkiler kökten değiştirilmediği sürece, kapitalist üretim tarzı tarihsel bağlamıyla ele alınmadığı sürece herhangi bir konuda “adil” bir sonuç üretilemez. En kötü ihtimalle bu geçiş programları iklim ve toplumsal krizleri derinleştirirken sistemi meşrulaştıran kötünün iyisine ikna bir yeşil aklama olacaktır.
COP30’a Gerçekte Kimler Katılıyor?
UNFCCC’nin geçici katılımcı listesine dair bir analiz[8], COP30’da fosil sermayesinin şok edici yoğunluğunu ortaya koyuyor. Bağımsız izleme kuruluşlarına göre yaklaşık 1600 fosil yakıt lobicisi akredite edilmiş. Bu sayı, neredeyse tüm ulusal heyetleri geride bırakıyor. Bunlar arasında ExxonMobil, BP ve TotalEnergies gibi güçlü çokuluslu şirketler Uluslararası Emisyon Ticareti Birliği’nin (IETA) 60 kişilik delegasyonu aracılığıyla temsil ediliyor. Bazı devletler de fosil bağlantılı temsilciler getiriyor: AB üyesi devletler toplam 84, İsveç 18, İtalya 12 fosil şirketlerle bağlantılı temsilciyle katılıyor.
Bu etki gözardı edilebilecek bir nüfuz değil; fosil sermaye müzakerelerin merkezinde oturuyor. Pek çok lobici bağlantılarını gizleyerek veya örtük sunarak şeffaflığı ve hesap verebilirliği zayıflatıyor. Fosil sermayenin bu ölçekteki varlığı COP’un sınıfsal niteliğini açığa çıkarıyor: Bu, hiçbir zaman halkların demokratik bir meclisi değildi; her zaman için iklim politikasının çerçevesini belirlemede sermaye hegemonyasının mücadele alanıydı. COP30, marjinalleştirilmiş topluluklara hizmet etmekten ziyade, iklim yıkımını sürdüren aktörlerin sermaye birikiminin koşullarını müzakere ettiği bir mekân.
COP30’da fosil şirketler sadece gözlemci değildir; varlıklarını ve gelecekteki genişlemelerini meşrulaştırmaya çalışan merkezi siyasi aktörlerdir. Örneğin; TotalEnergies geçtiğimiz günlerde Fransa’da yasadışı yeşil aklama reklamlarını geri çekmek ve mahkeme kararını kamuya açıklamak zorunda kaldı.[9] Küresel ölçekte ise düzenleyici denetim zayıf kaldığından, büyük fosil şirketleri COP benzeri platformları imaj yönetimi için kullanmaya devam ediyor.
Fosil yakıt üretimlerini arttırmayı sürdüren şirketlere platform sunmak, bunların kendirlerini “geçiş aktörleri” olarak yeniden konumlandırma amacına hizmet ediyor. Hesap vermek bir yana, ahlaki meşruiyet kazanıyorlar – sorunun değil çözümün parçası gibi sunuluyorlar. Bu dinamik klasik bir ideolojik manevradır: Sermaye mantığını korumak için adalet dilini araçsallaştırmak.
Finansal İçerilme: GFANZ[10] ve Gönüllü Geçişin Miti
Glasgow Net Sıfır için Finansal İttifak (GFANZ), COP içinde adil geçişin kilit araçlarından biri olarak kutlanıyor. Oysa kapsamlı bir eleştiri, gerçek işlevini ortaya koyuyor. Bağımsız araştırmalar, GFANZ üyelerinin fosil yakıtların genişlemesini büyük ölçeklerde finanse etmeye devam ettiğini gösteriyor. Net-Zero Banking Alliance bünyesindeki büyük bankalar – Türkiye’nin en büyük bankalarının da dâhil olduğu bu yapı – fosil altyapısını büyüten şirketlere on milyarlarca dolar kredi sağlamış durumda. Önde gelen varlık yöneticileri hâlâ fosil projelerine yoğun biçimde yatırım yapıyor. Sermayeyi bu sektörlerden uzaklaştırmak yerine, GFANZ yeşil aklama yoluyla sektörlerin istikrarını ve sürekliliğini sağlıyor. Bu finansal mimari gücü dağıtmaz; ancak yeniden organize eder. Fosil yakıt kullanımının artışını ve lobiciliği “geçiş” ve “gönüllü taahhütler” örtüsü altında gizler.
COP30 Kararlarında Uygulama Yanılsaması
COP30 metinleri çok taraflılık, haklar ve uygulamadan söz ediyor. Ulusal katkı beyanlarının hızlandırılmasından, şeffaflıktan, akran öğrenmesinden, artırılmış finanstan bahsediyor. Ancak bunlar bağlayıcılığı olmayan, rıza üretimi için tasarlanmış teknokratik tartışmalar.
Karar dili sürekli mevcut mimariye sadakati tekrarlar: Sözleşmede, Kyoto ve Paris Anlaşması “temel” olarak korunur; “mevcut araçların ötesine geçen hiçbir yeni yükümlülük” getirilmez. Sosyal adalet talidir: Mülkiyeti, sınıf ilişkilerini ya da üretim araçları üzerindeki denetimi sorgulamaz. Üstelik, finansal mekanizmalar – özellikle Madde 9 – koşullu, borca bağlı çerçevelerle sunulur. Tarihsel olarak sömürülmüş ulusları güçlendirmek yerine, iklim işbirliği adına bağımlılığı derinleştirme riski taşır. Önerilen “uyum finansmanının üç katına çıkarılması” çeşitli koşullarla gelebilir; “mali alan” ise halklar tarafından değil, kreditörler tarafından belirlenmektedir.
COP30’un kararları özündeki reformist temel güçlenerek retorik olarak iddialılaşıyor. İklim “yönetişiminin” görünümünü değiştiriyor. Fosil yakıt ve ilgili sektörlerin kamulaştırılması; finansal kurumların demokratikleştirilmesi; enerji altyapılarında kolektif mülkiyet ve denetim; borçların silinmesi ve mali kaynakların yeniden dağıtılması; marjinalleştirilmiş topluluklara karar alma süreçlerinde gerçek güç ve karar yetkisi sağlanması gibi iklim adaletine yönelecek adımlar ise burada yer almıyor.
UNFCCC Kapsamında Gelişmekte Olan Ülkelerin İhtiyaçlarının ve NCQG’nin Değerlendirilmesi
UNFCCC’nin iklim finansmanı mekanizmaları – İhtiyaçların İkinci Belirlenmesi (NDR2)[11] ve Yeni Kolektif Nicel Hedef (NCQG)[12] – küresel dayanışmayı sağlayabilecek tarafsız araçlar değildir. Aksine, kapitalist ve emperyalist güç dinamikleri içinde işler ve bu ilişkileri yeniden üretir. Bu çerçeveler, gelişmekte olan ülkelerin üstlendiği devasa maliyetleri kabul etse bile bu eşitsizlikleri yaratan sistemi sorgulamaz. Bunun yerine yönetilen bir bağımlılık biçimini kurumsallaştırır.
İhtiyaçların İkinci Belirlenmesi (NDR2): Rakamların Ortaya Koyduğu Gerçekler
UNFCCC Mali Komitesi tarafından yayımlanan Gelişmekte Olan Ülke Taraflarının İhtiyaçlarının İkinci Belirlenmesi Raporu (NDR2), Paris Anlaşması kapsamındaki taahhütlerini yerine getirmek için gelişmekte olan ülkelerin talep ettiği kaynaklara dair net bir tablo sunmaktadır.
- 98 gelişmekte olan ülkenin maliyetlendirilmiş ihtiyaçları 2030’a kadar toplam 5,01–6,85 trilyon USD arasındadır.
- Yıllık bazda bu, 455–584 milyar USD’ye karşılık gelir (NDC çerçevesine ve zaman kısıtına bağlı olarak).
- Bu ihtiyaçların yaklaşık %48’i koşulludur (dolaylı finansman aktarımı, yani dış desteğe bağlıdır); yalnızca %18’i koşulsuzdur (direkt finansman aktarımı).
- Finansman kaynaklarına ilişkin dağılım sorunludur: ihtiyaçların yalnızca %8’i uluslararası kaynaklardan, %1’i yurtiçi kamu kaynaklarından beklenmekte; %46’sı ise henüz kanalize edilmemiştir.
- Coğrafi dağılım eşitsizdir: büyük bir pay Asya’da yoğunlaşırken, maliyetlendirilmiş ihtiyaç ifade eden en fazla ülke Afrika’dadır.
- Tematik dağılım, yapısal adaletsizliği yansıtır: “politika ve planlar” yaklaşık 4 trilyon Dolar ile baskınken, küçük ölçekli faaliyetler sadece 326 milyar Dolar’dır. Bu durum, talep edilen finansmanın büyük bölümünün yönetişimsel ve yapısal dönüşümler için olduğuna işaret eder.

Bu rakamlar finansman ihtiyacının ölçeği muazzam olduğu ve bu ihtiyacın önemli bir bölümünün dış desteğe bağımlı olduğu gerçeklerini gösteriyor, yani egemenlikten ziyade yapısal bağımlılık yeniden üretilmektedir.
Yeni Kolektif Nicel Hedef (NCQG): Vaatler, Çelişkiler ve Güç İlişkileri
Bakü’deki COP29 kapsamında ülkeler yeni bir iklim finansmanı hedefi olan NCQG üzerinde anlaşmaya vardı. Bu hedef, Paris Anlaşması sonrası 100 milyar Dolar taahhüdünün ötesine geçmeyi amaçlıyordu. Buradaki temel taahhüt ve öneriler şöyleydi:
- Resmî hedef: gelişmiş ülkeler 2035’e kadar yılda en az 300 milyar Dolar harekete geçirmelidir.
- Ölçek büyütme çağrısı: kamu ve özel kaynaklardan 2035’e kadar 1,3 trilyon Dolara ulaşmak yönündedir.
- UNCTAD analizine göre, gelişmekte olan ülkelerin gerekli iklim finansmanı 2025’te 1,1 trilyon Dolar, 2030’da 1,8 trilyon Dolar olabilir.
- UNCTAD, gelişmiş ülkelerin adil payının 2025’te 0,89 trilyon Dolar, 2030’da 1,46 trilyon Dolar olacağını; bunun gelişmiş ekonomilerin GSYH’sinin yaklaşık %1,4’üne denk geldiğini belirtir.
- UNCTAD’a göre NCQG finansmanı borç bazlı olmamalı, mali alan yaratmaya, hibeye, düşük maliyetli finansa, şeffaflığa, erişilebilirliğe dayanmalıdır.
Finansmanların Halk Açısından Görünümü
“Koşullu” ihtiyaçların neredeyse yarıya yakın olması, UNFCCC finansmanının bağımlılığı kırmak yerine pekiştirdiğini gösteriyor. Merkez kapitalist ülkeler gelişmekte olan ülkeleri yapısal olarak bağımlı tutmak için şartlar koyarak kredi vermeye veya destek sözü vermeye devam ediyor.
NCQG’nin 300 milyar Dolar toplama hedefi ve 1,3 trilyon Dolara ölçek büyütme çağrısı, bu fonların hibe veya imtiyazlı destek olarak dağıtılacağını garanti etmez. NCQG söyleminde erişilebilirlik, şeffaflık, insan hakları gibi “nitelik unsurları” yer alır. Ancak mevcut müzakerelerde yatırım kararlarının kontrolünün en çok etkilenen topluluklara – işçiler, yerli halklar, köylü hareketleri – devredilmesini sağlayacak bir mekanizma yoktur.
Finans mimarisi hâlâ kalkınma bankaları, merkez kapitalist devletler ve özel sermaye tarafından yönetilmektedir. Oysa iklim adaleti daha fazla para değil; finansın demokratikleştirilmesini talep eder.
Ne NDR2 ne NCQG enerji altyapısı, teknoloji veya toprağın kimin mülkiyetinde olduğu sorusunu gündeme alır. Tüm küresel iklim finansmanı mimarisi kapitalist ilişkilere gömülüdür: kâr, birikim ve çıkarım. Radikal bir iklim adaleti gündemi, finansal talepleri yapısal dönüşümle birleştirmelidir: enerji sistemlerinin kamusal/topluluk temelli mülkiyeti, borç silinmesi, kirletici sermayenin kamulaştırılması ve demokratik toplumsal planlama.
Halk Lehine Olası Çıkarımlar
Halkın iklim adaleti için finansa erişimle ilgili stratejisi yalnızca miktara değil; kamu kaynaklı, borçsuz finansman, demokratik kontrol ve kapitalist finans düzeninden kopuş talep etmelidir. Hareketler şunları zorlamalıdır: İklim finansmanıyla bağlantılı borç iptali, hibe temelli fonlar, iklim finansmanı kurumlarının demokratikleştirilmesi, temiz enerji altyapısında kamusal/topluluk kontrolü ve hayırseverlik haline getirilmeyen sınıfsal ve emperyalist borcun kabulü ile iklim tazminatı.
Sonuç olarak NDR2 ve NCQG, UNFCCC’de adalet mekanizmaları olarak sunulsa da, mali sermayenin egemenliği nasıl dünyadaki sömürü düzenini şekillendiriyorsa burada da farklı bir durum gerçekleşmiyor. Gerçek iklim adaleti, daha fazla kredi veya teknokratik hedeflerle değil, sistemsel bir kopuşla mümkün olacaktır.
COP30’da Yerli Halkların İsyanı
Brezilya-Belém’deki COP30’da yerli halklar resmi zirvenin sembolik paydaşları olarak değil, zirveyi zorlayan, barikatları aşan ve somut politik talepler yükselten aktörler olarak sahneye çıktı. Bu isyan yalnızca bir protesto değil; topraklarının küresel meta akışında hâlâ “kazılıp yağmalanabilir varlıklar” olarak görülmesine karşı bir başkaldırıdır. Halklar açısından bu hareketlilik iklim politikalarının yerleşimci-sömürgeci ve kapitalist mantıkla iç içeliğini açığa çıkaran güçlü bir karşı hamleydi.
Yerli protestocular tekrar tekrar “Toprağımız satılık değil” dedi. Tupinambá gibi toplulukların liderleri; tarım endüstrisi, petrol arama, yasadışı madencilik ve ormansızlaştırmanın yalnızca yaşamlarını değil, ormanın kendisini tehdit ettiğini vurguladı. Mavi Bölge’nin (yüksek güvenlikli müzakere alanı) aşılması önemli bir eylemdi, toplulukların yok oluşlarını hızlandıran kararlarda izleyici olmayı reddetmesiydi.
Protestolara karşı geniş güvenlik güçleri konuşlandırıldı. İnsan hakları örgütleri, zirvenin bu şekilde militarizasyonunu eleştirerek bunun muhalefeti bastırdığını ve yerli sesleri marjinalleştirdiğini söyledi.
COP30, Brezilya devleti tarafından “Yerlilerin COP”u olarak sunulsa da, birçok yerli lider gerçek karar alma süreçlerinden hâlâ dışlandıklarını belirtti. Yerli halklar yalnızca temsil değil, topraklarında çıkarımın tamamen durdurulmasını talep ediyor. Raoni Metuktire gibi liderler, Amazon’da petrol aramalarını durdurmadığı için Başkan Lula’yı doğrudan eleştirdi.
Zirve yanında düzenlenen “Büyük Halk Yürüyüşü” binlerce kişiyi bir araya getirdi. Yerli topluluklar iklim aktivistleriyle birlikte ormanların korunması ve yerli haklarına saygı talep etti. Yerli kadınlar ve gençler, Amazon’un yalnızca bir kaynak değil, hafıza ve yaşam olduğunu güçlü biçimde ifade etti.
Protestolar COP30 liderlerini doğrudan diyaloğa zorladı; müzakereciler yerli temsilcilerle yüz yüze görüşmek zorunda kaldı. Bu isyan, düzenin iklim siyasetinin meşruiyetinde bir kırılmayı temsil ediyor: yerli topluluklar sembolik katılımı değil, yapısal dönüşüm talep etmektedir.
[1] UNFCCC, Paris Anlaşması, 2015. Erişilebilir Adres :https://unfccc.int/process-and-meetings/the-paris-agreement
[2] UN Legal, The Principle of Common But Differentiated Responsibilities, 2016. Erişilebilir Adres: https://legal.un.org/avl/pdf/ls/Hey_outline%20EL.pdf
[3] World Meteorological Organization, WMO confirms 2024 as warmest year on record at about 1.55°C above pre-industrial level, 2025. Erişilebilir Adres:https://wmo.int/news/media-centre/wmo-confirms-2024-warmest-year-record-about-155degc-above-pre-industrial-level#:~:text=pre%2Dindustrial%20level
[4] Global Carbon Budget, Fossil fuel CO2 emissions hit record high in2025, 2025. Erişilebilir Adres:https://globalcarbon
budget.org/fossil-fuel-co2-emissions-hit-record-high-in-2025/#:~:text=Fossil%20fuel%20CO2%20emissions%20hit%
20record%20high%20in%202025,-
[5] Future Earth, The Earth League, The World Climate Research Program, 10 New Insights in Climate Science – 2025/2026, 2025. Available at:https://10insightsclimate.science/wp-content/uploads/2025/10/10NICS-2025-Report_digital.pdf
[6] SciencesPo, Delegrance, A., How Emissions From Thawing Permafrost Reshape Carbon Budgets. Erişilebilir Adres:https://www.sciencespo.fr/psia/chair-sustainable-development/2025/08/01/how-emissions-from-thawing-permafrost-reshape-carbon-budgets/
[7] Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, Ö. Erdölek Kozal. Harvey’in Mülksüzleştirme Yoluyla Birikim Kavramına Eleştirel Bir Bakış: Türkiye Örneği. Erişilebilir Adres: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/787830
[8] Fossil Free Politics, Fossil Fuel Lobbyists Flood Cop30 Climate Talks In Brazil, with Largest Ever Attendance Share, 2025. Erişilebilir Adres :https://fossilfreepolitics.org/news/fossil-fuel-lobbyists-flood-cop30-climate-talks-in-brazil-with-largest-ever-attendance-share/
[9] Les Amis de la Terra, Total condamnée pour greenwashing : un précédent juridique majeur contre la désinformation climatique des majors pétrolières, 2024. Erişilebilir adres :https://www.amisdelaterre.org/communique-presse/total-condamnee-pour-greenwashing-un-precedent-juridique-majeur-contre-la-desinformation-climatique-des-majors-petrolieres/
[10] GFANZ, COP26 kararları doğrultusunda kurulan ve dünya genelinde 500’den fazla finansal kuruluşu içeren, özel sektör liderliğinde bir girişimdir. Ancak bu girişim, sistemsel bir karbon azaltım aracı olarak değil; kapitalizmin kriz yönetim mekanizması olarak işlev görmektedir: Finansal kurumların kârlarını ve kontrolü sürdürmelerine, fosil yakıt finansmanına devam etmelerine ve operasyonlarını yeşil göstererek aklamalarına imkân tanırken, sömürü, eşitsizlik ve ekolojik yıkımın altında yatan yapıları olduğu gibi bırakmaktadır.
[11] UNFCCC, NDR2, 2025. Erişilebilir Adres:https://unfccc.int/topics/climate-finance/workstreams/needs-determination-report
[12] UNFCCC, New Collective Quantified Goal on Climate Finance, 2025. Erişilebilir Adres: https://unfccc.int/NCQG
