Bir Halk Düşmanı oyun ekibinden Sertaç Sayın ile konuşuyoruz.
Merhaba Sertaç! Öncelikle Dil Tarih’in en talihsiz dönemlerine tanıklık etmiş iki kişinin bu röportajın iki tarafında bulunmasından ötürü hissettiğim tuhaf gurur ile sana selam vermek istedim.
Merhabalar… Öncelikle seninle bu röportajı yapmaktan dolayı çok mutluyum. Direnmeyi ve mücadele etmeyi yıllar önce üniversite yıllarında beraberce deneyimlemiştik. Sadece orada değil, sanırım ikimizin de hayatı bu tip mücadelelerle geçti. Ama sanat üretiminde mücadelenin her zaman büyük olduğunu hocalarımızın ihraç edildiği ve halen devam etmekte olan o karanlık dönemde bize bir kere daha hatırlattılar. Aslında yüzyıllardır durum böyle. Bazı ülkelerde nispeten daha kolay olsa da bizim coğrafyamızda sanat üretimi yapmak büyük mücadeleler gerektiriyor. Ama her şeye rağmen üretebilmeye devam etmemiz beni ülkeme ve geleceğe dair çok umutlandırıyor. Tabii sadece sanat üretimiyle değil her alanda bu mücadele devam ediyor. Ben de bu zorlu mücadelelerin, kavgaların her zaman bir parçası olan sana, arkadaşlarına ve okurlarınıza yürekten bir selam gönderiyorum.
Polen Ekoloji Kolektifi olarak, bu röportajı vermeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Öncelikle bize ekipten biraz bahseder misin? Nasıl bir araya geldiniz? Bu oyunu nasıl seçtiniz?
Ben de ekoloji konusundaki çalışmalarınızdan dolayı sizlere teşekkür ediyorum. Ekibimizin adı “Perdeci Oyuncular”. Aslında Rutkay Aziz’in kurduğu bir oluşum. Ben Dil Tarih’te okumadan önce Ankara Sanat Tiyatrosu Henrik Ibsengeçmişi olan biriyim. Rutkay Hocamla yollarım o zamanlar kesişmişti ancak uzun soluklu bir çalışmamız olmamıştı. Yıllar sonra oyun seçimi sırasında tekrar bir araya geldik. Aklında Ibsen oynamak vardı. Ben de mezuniyet oyunumuz için ciddi bir Ibsen çalışması yapmıştım. Belki hatırlarsın, tüm oyunlarından bir kolaj yapmıştık mezuniyet oyununda… Hocamız, daha sonra maalesef KHK ile ihraç edilen barış akademisyeni hocamız Tülin Sağlam liderliğinde iki yıllık bir çalışma yürütmüştük. -Pardon bir buçuk… Çünkü son yarım dönemde onu bizden aldılar.- Rutkay Hocam da zaten oyun için bir dramaturg arıyordu ve birlikte çalışmaya karar verdik. Ayrıca Kaptan Horster rolünü oynamamı da istedi ve maceramız başlamış oldu.
Oyun seçimini Rutkay Hocam yapmıştı. Rutkay Aziz’in zaten tüm tiyatro yaşamına baktığınızda aslında tüm yaşamının, oyunun baş kahramanı Doktor gibi mücadele ve direnmeyle geçtiğini görüyoruz. Rutkay Aziz ülkede politik tiyatronun çok önemli figürlerinden biridir. Tiyatro yaşamı boyunca da bu çizgisinden hiç sapmamıştır. Daha önce Bir Halk Düşmanı oyunun farklı rejilerle Ankara Sanat Tiyatrosu’nda yönetmiş. Ama her rejisinde dönemin güncel olaylarını, mücadelelerini göz önünde bulundurarak bir reji yapmış. Mesela daha önceki rejisi sırasında basın emekçilerinin direnişi varmış ve son sahnede basın emekçilerini de çıkarmış, mücadelelerine destek olmuş. Bu oyunu tekrar seçmesinin nedeni de son zamanlarda doğa katliamlarının akıl almaz boyutlara ulaşması ve bunlara olan anlık tepkilerden sonra karşı seslerin giderek azalması. Bu sesleri daha diri tutmak istiyoruz. Her zaman hatırlatmak istiyoruz.
Oyunun içeriği hem coğrafi hem de tarihsel olarak gündemle neredeyse mükemmel bir tutarlılık içinde. Ancak oyun bundan yıllar önce ve Norveç’te yazılmış. “Geliyorum” diyen bir felaketten bahsettiğimizi söyleyebilir miyiz?
Bir Halk Düşmanı, Ibsen tarafından 1882 yılında yazılmış ama işte evrensel eserlerin zamanı ve mekanı ne olursa olsun günceli yakalama gibi bir özelliği var. Kısaca bir kasabanın kurtuluşu olarak açılan bir kaplıca var. Ancak kaplıcanın maliyetlerini düşürmek için günümüzde olduğu gibi her şey ucuza çıkarılmak istenerek özensiz bir süreç yönetiliyor. Kaplıcanın yaratıcısı olan Doktor Stockmann ise bu yapılan eksikliklerden dolayı sudan şüpheleniyor ve üniversiteden gelen tahlil sonuçlarına göre suyun zehirli olduğunu fark ediyor. Doktor bunun büyük bir buluş olduğunu, herkesin ona teşekkür edeceğini zannederken, başta kardeşi olan belediye başkanı ve liberal, kapitalist çoğunluk olayın üstünü örtmek için her şeyi yapıyor. Aslında vahşi kapitalizmin nasıl kendi çıkarları için doğayı, insan sağlığını hiçe saydığını çok net görüyoruz. Doktor mücadelesine devam ettikçe onu bu sistem, harcamaktan geri durmuyor ve halk düşmanı ilan ediliyor. Nasıl da günümüze benziyor değil mi? HES’ler, altın aramaları, orman katliamları, doğa katliamlarına rağmen yapılan köprüler tıpkı bu oyunda olduğu gibi kapitalist liberal çevre tarafından savunuluyor. Bilim insanları, çevre gönüllüleri karşı çıktığında ise hepimiz birer halk düşmanı olup çıkıyoruz. 1882’de geliyorum diyen felaket günümüzde hala geliyorum diyor. Hatta küresel ısınmanın geldiği noktaya bakılırsa maalesef çoktan geldi. Hatta bununla maalesef 100-150 yıl gibi kısa bir sürede yüzleştik. İşin gerçekten acı olan kısmı bu… Keşke bu oyun evrenselliğini korumasaydı ve biz okuduğumuzda zamanında neler olmuş ama şimdi her şey çok farklı diyebilseydik.
Oyunun dokusuna güçlü bir değişim hakim. Özellikle gazeteciler başta olmak üzere, 180 derece dönüvermek, çıkarları gözetirken konumunun ne kadar değişebileceğini göstermek için mükemmel bir örnek sunuyor. Ekoloji haberlerinde de sıkça karşılaştığımız bir şey, büyük büyük verilerin sürekli değişmesi, “aslında öyle olmuyormuş da böyleymiş onun aslı” gibi güncellemeler, zaten gündemimize yeri giren ekoloji haberlerini anlamayı ve yorumlamayı zorlaştırıyor sanki. Siz oyunu kurgularken bu kısmı nasıl ele aldınız? Buraya dair neler düşündünüz?
Oyunun dramaturgu olarak ilk hedefim oyunun dokusu bozulmadan, anlamını yitirmeden öncelikle biraz daha kısaltmaktı. Çünkü süresi çok uzun ve maalesef çağımızda her şey çok kısa zamanda oluyor. On saniyelik videolarla yaşayan insanları artık üç saat tiyatro salonlarında tutamıyoruz. Bir diğer uğraşım ise oyunda Doktor’un etrafını ören ilişkiler yumağındaki liberal kesimin dönüşümlerini gösterebilmekti. Oyunda bilim insanı olan doktor değişmiyor aslında… Yani ısrar ettiklerinin arkasında duruyor. Onun değişimi etrafındaki liberal çoğunluğun döneklerden oluştuğunu ve sisteme taptıklarını fark etmesi. Burada zaten kardeşi belediye başkanı baştan beri doktorun buluşlarını hiçe sayıyor. Onda büyük bir dönüşüm yok. Ibsen siyaset kurumunun kirli olduğunu gözler önüne seriyor. Esas dönüşüm ise basın üzerinde oluyor. Halkın Postası gazetesi doktorun buluşuna ilk başta haber değeri yüksek diye sarılıyor, ona tam destek vereceklerini söylüyor. Ama belediye başkanının telkinleri sonucunda aslında bu buluşun onlara ve şehre maddi zarar verdiğini gördükleri anda bir anda saf değiştiriyorlar ve doktorun karşısında yer alıyorlar. Tabii bu tüm basın için geçerli olmasa da Ibsen özellikle basının bu taraf değişimini göstermek istemiş. Orada büyük bir eleştiri ve uyarı var. Çünkü bu kapitalist sistem içinde var olmak için hepimize dayatılan taraf olma zorunluluğu basının kellesi üzerinde duran bir kılıç… Yani maalesef sisteme karşı hepimiz başımızın giyotinin içinde olduğunu bilerek mücadele etmeye devam ediyoruz. O giyotin bir gün inecek biliyoruz ama ona rağmen başımızı orada tutuyoruz işte… Hepimiz bunun farkında olarak mücadelemizi sürdürüyoruz.
Gelelim oyunun en güzel yerine, yani adına. Bir Halk Düşmanı. Oyunun metninde İbsen harika bir şekilde tanımlamış ama sizin nasıl yorumladığınız elbette bizim gerçekliğimize daha çok uyacak – o yüzden soruyorum: Kim bu halk? Hangi halk? Biz Marksist bir ekoloji hareketi olarak oyunun yazarı Henrik İbsen’le haliyle pek çok noktada aynı fikirdeyiz. Oyunda bahsi geçen Mülk Sahipleri Derneği’nin üyesi değiliz, Temkinliliğin Dostları Derneği’nin yerini de pek bilmeyiz 🙂 Ama sizin bu konudaki yaklaşımınız nasıl oldu, bu yaklaşım oyuna nasıl yansıdı?
Ibsen’in oyundaki en büyük tespiti aslında Doktor’un bu yaşanan olaylardan sonra yaptığı yeni bir buluş. Hatta kaplıca suyunun zararlı olduğu buluşundan daha büyük bir buluş yaptığını söylüyor. O da aslında bu liberal çoğunluğun halkı aptallaştırdığı… Bu büyük tepkiyle karşılaşsa da doktorun esas söylemek istediği halkı yoksul bırakarak, izbe, oksijensiz evlere ve hayatlara maruz bırakarak onları bir sürü haline getirdikleri. Yani aslında halkı suçlamıyor ama Mülk Sahipleri Derneği ya da Temkinliliğin Dostları Derneği gibi liberal oluşumların halkı bilerek aptallaştırdığından bahsediyor. Biz özellikle bunun altını çizmek üzerine bir reji yaptık. Tabii dönem itibarıyla kapitalizm bizi borçlandırarak daha lüks içinde yaşadığımız algısını yaratıyor. Kapitalizm de şekil değiştirdi. Ama bu lüksün, alışveriş çılgınlığının arkasında yine maalesef bir kölelik var. Çünkü eskiden yoksul bırakılan halk, şimdi lüks içinde büyük bir borç altında fakirliğini gizlemeye çalışıyor. Sonuç değişmiyor aslında… Çünkü şekil değiştiren kapitalizm en büyük oyununu, bizi okumayan, düşünmeyen bireyler yapma fikrini hala uyguluyor. Zaten oyunumuzda doktor bunu büyük buluşu olarak açıklıyor. Yani ben eminim ki Doktor Stockman da Marksist bir adam… Marksizmin ekonomik dönüşüm için söylediklerini ve halkı yoksulluğa terk etmeyecek çözümlerini biliyor ve kapitalizm eleştirisini bu yoksulluk üzerinden yapıyor.
İzleyicilerden nasıl tepkiler aldınız? Oyunla ilgili geri dönüşler nasıl? Ekoloji hareketleri ile ilişkileriniz var mı?
Oyunu bu ay İstanbul, İzmir ve Aydın’da oynadık. Güzel tepkiler aldığımızı söyleyebilirim. Özellikle ekolojiyle ilgili hassasiyeti olan ve bu konuda çalışmalar yapan bireyler ve kolektiflerden güzel geri dönüşler aldık. Zaten oyunumuzun sonunda çevreci bireylere güzel bir sürprizimiz de oluyor. Şimdi söyleyip sürprizini kaçırmak istemiyorum ama çevre gönüllülerini oyunun sonunda güzel bir pankartla selamlıyoruz. Ekoloji hareketleriyle direk bir bağımız olmasa da bu oyunla birlikte bu bağın giderek kuvvetleneceğini düşünüyorum. Güzel organizasyonlarda bir araya gelip oyunumuzu sergileyeceğiz. Zaten çevreci kolektiflerle her zaman diyalog halindeyiz ve onlarla birlikte bir yol yürümekten de büyük keyif alacağız.
Sizce, tiyatroda daha çok ekoloji teması görecek miyiz? Tiyatroyu direniş alanlarıyla buluşturma işini yapabilecek tiyatro grupları var mı? Ve bu alandaki imkanlar nasıl gelişir?
Kesinlikle daha çok ekoloji teması görmemiz gerekiyor. Şimdi düşününce bunun çok ihmal edildiğini görebiliyorum. Tabi yeni yazar arkadaşlarımızın birçok yeni teması var. Çünkü böyle bir dünyada yaşıyoruz. Özellikle son yıllarda büyük toplumsal meseleler yerine hayatta kalmaya çalışan genç kuşak daha çok kendi özgürlükleri üzerinden kavgalarını anlatmayı tercih ediyorlar. Bu da beraberinde özellikle alternatif tiyatroyu daha bireysel bir yere çekiyor. Anlaşılabilir bir durum. Ama bir taraftan da bu bireysel mücadelenin toplumsal anlamda söylemesi gerekenleri ihmal etmemek gerekiyor kanısındayım. Aslında bireysel anlamda mücadelelerden başlayan ve bunun toplumsala dokunan temalarını bulmalıyız. Bence buradaki en büyük ve en önemli temalardan birisi de aslında ekoloji… Ben de bir oyun yazarıyım aynı zamanda ve ekoloji temalı bir oyun yazma fikrim var. Çalışmalarım çekmecemde şimdilik. Belki Polen Ekoloji Kolektifiyle bir noktada çalışırız ve güzel bir eser ortaya çıkarabiliriz.
Her ne kadar demokrasi anlamında zor zamanlar geçirsek de aslında böyle dönemlerde direnişin kıymeti artıyor. Bu yüzden ben İstanbul özelinde böyle tiyatro gruplarının giderek hem sayı olarak arttığını hem de içerik olarak iyileştiğini görüyorum. Bu beni çok mutlu ediyor. Çünkü baskı ne kadar artarsa mücadele ve tepki de o kadar artacak. Bu yüzden daha önce dediğim gibi çok umutluyum. Ancak var olan sorunları da görmezden gelmemek lazım. Tiyatroların kapatıldığı, maalesef oyuncu arkadaşlarımızın intihar ettiği bu kötü dönemlerde şapkamızı da önümüze alıp düşünmemiz gerekiyor. Zaten kolektif bilinç bu yüzden çok önemli. Bu kara günleri tüm aydın insanların birlik olmasıyla aşabiliriz.
Polen Ekoloji Kolektifine ve yazımızı okuyanlara iletmek istediğiniz bir mesaj ya da eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Hepimiz elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Sizler ve okurlarınızın da bu konuda hassasiyetini biliyorum ve gurur duyuyorum. Çağımızın en büyük sorunlarından biri eyleme geçememek bence… Oyunda bahsedilen o liberal çoğunluğun içine dahil olup, umursamaz bir hayat sürmek en kolayı… Bizler ise tam tersini yapıp eyleme geçiyoruz. Sanat üretimiyle, kolektif çalışmalara katılarak, çevre eylemleriyle… Böyle duyarlı bir kitleye oyunumuzdan bahsetme fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum size. Oyunumuzun son repliğiyle bitirmek istiyorum izninizle röportajımı “Bu dünyadaki en güçlü kişi özgür ve direnen insandır!”
Teşekkürler!