Bugünlerde meclis alt komisyonlarında ardı ardına “torba yasa” saldırıları yaşanıyor. Önce 5 Ekim’de komisyona getirilen ve tutanaklarda geçen adıyla “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, 7 kanunda ve toplam 46 maddede değişiklik öngören bir torba yasaydı. Bu teklif, 13 Ekim ve 20-21 Ekim tarihlerinde Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarında görüşüldü ve kamuoyu gündeminde çok sınırlı bir yer tutarak komisyonlara geldiği hızla geçti ve 21 Ekim’de üst komisyon görüşmesi ile tamamlandı. Komisyon görüşmelerine ekoloji hareketinin hiçbir bileşeni kabul edilmezken enerji piyasasında yer alan her bir sermayedar grubu kendi örgütleriyle oturumlarda yer aldı.1 Ardından Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’na “İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” adıyla gelen torba yasa ise gündemde geniş bir yer kapladı. Bu kez kıdem tazminatına göz diken ve emeklilik hakkını tehdit eden 21, 33 ve 37. maddeler sendikaların ve siyasi partilerin eylemleri ve baskısı ile geri çekildi.
Elektrik Piyasası Kanunu son 7 yılda 9 kez, Yenilenebilir Enerji Kanunu ise son 15 yılda 5 kez değişti. Her düzenleme sermayeye daha fazla kolaylık ve destek sağlarken ekonomik krizin gün geçtikçe derinleşmesi, enerji sektöründe sermayenin sömürü çarklarını sıkılaştırabileceği alanın olması ve bu sektörün dolaysız kaynak aktarımı için uygun bir alan olması bu yasaları sık sık karşımıza çıkarıyor.
Bu kez yapılan düzenlemenin detayları Ekoloji Birliği ve meslek odalarının çalışmalarında açıkça ortaya konuldu ve itiraz dile getirildi.2 Bu torba yasanın rejimin güncel haline uygun bir tarzda yazıldığı ilk dikkat çeken nokta. Her türlü denetim mekanizmasının ortadan kaldırıldığı, enerji şirketleri kurma ve yenilenebilir enerji kaynaklarına ayrılacak desteklerde karar verme yetkisi dahil pek çok yetkinin Cumhurbaşkanlığına devredildiği, şirketlere doğrudan mali destek, vergi indirimi, lisans kolaylığı, acele kamulaştırmalarla arazi tahsisi, alım garantili sözleşmeler gibi mekanizmalarla her türlü imkanın sunulduğu 46 madde.
Aslında Ekoloji Birliğinin açıklamasındaki şu kısım durumu özetliyor: “Görüldüğü gibi; ‘torba yasa’ ile getirilen kanun teklifinde halk yok, enerji demokrasisi yok, enerji tasarrufu yok, enerji verimliliği yok, ekolojik duyarlılık yok. Sadece enerji ve maden şirketlerine daha fazla destek, daha fazla kıyak, kamu denetiminin ortadan kaldırılması, tüm yetkilerin tek adamda, Cumhurbaşkanı’nda toplanması, kârın şirketlere, zararın halka yıkılması ve ekolojik yıkım var.”
Her bir madde ekoloji mücadelesi yürüten örgütlerin ilgi alanına giriyor olsa da zaten sorunlu “yenilenebilir enerji” kavramının içeriğinin boşaltılması özellikle dikkat çekiyor. 2016’daki yasa değişikliğinin ardından bir buçuk yıl içinde açılan Kocaeli ve Düzce’deki elektrik üretim tesisleri ile Erzincan’da 2012’den beri lisansa sahip tesisin, plastiğin yakılarak işleme sokulmasıyla elde edilen petrol türevi maddeyi biyoyakıt statüsünde saydırarak YEKDEM (yenilenebilir enerji kaynaklarını desteleme mekanizması) desteği almaları, doğa katliamının parçası HES-JES-RES projeleriyle birlikte “yenilenebilir enerji” kullanımının zaten ne kadar sorunlu olduğunu gösteriyordu. Bu torba yasa ile birlikte, araba lastiği dahil lastik ve plastik yakarak üretim yapan elektrik tesislerinin bu kez belediyelerin topladığı kent çöpü ve orman artığını da “biyoyakıt” olarak kullanmasının ve YEKDEM desteği almaya devam etmesinin önü açılıyor. Elbette, ortaya çıkan toksik gazlar, lastiklerin yakılmasıyla oluşan karbondioksit ve doğaya salınan diğer atıklar ile bu santrallerin asla “temiz enerji” kaynağı olarak kabul edilemeyeceği görülüyor.
Türkiye’de enerji konusu hiçbir zaman iklim krizi ya da ekolojik duyarlılık temelinde ele alınmadı. Bu, daha birkaç ay önce kurulan ilk güneş enerji paneli üretimi fabrikası gibi bakıldığında dünyadaki yenilenebilir enerjiye geçiş eğilimiyle uyumlu adımlar için de geçerli. Her adım sermayenin kârlılığını korumak ve ona gelişip serpilebileceği yeni alanlar yaratmakla ilgili.
İki şeyi vurgulamak gerekiyor. Türkiye’de kapitalizmin krizi her geçen gün derinleşiyor ve krizin bedelini kimin ödeyeceği, ekonomik ya da ekolojik yükünü kimin taşıyacağı o günkü sınıflar mücadelesindeki güç dengesine göre belirleniyor. Korona salgınıyla fiili OHAL düzeni için kendine kullanışlı bir araç bulan sermaye yalnızca Türkiye’de değil dünyada da krizin yükünü artık bıçağın kemiğe dayandığı işçi sınıfına ödetmek için daha azgınca saldırmaktan başka çare bulamıyor. Esneme, taviz verme ve böylece rıza üretme yetisini kaybetmiş durumda. Bugün Türkiye’de, özellikle son 5 yıldaki ağır politik koşullara ve her türlü devlet zoruna rağmen sindirilememiş bir toplumsal güç ve mücadele dinamiği yine de mevcut. Bu nedenle sömürü ve talanı sürdürecek devlet zorunun yasal kılıfı haline gelmiş bu torba yasa tekliflerine karşı mücadele sınıf mücadelesinin bir parçası olmakla birlikte onun sadece bir kısmını oluşturuyor.
Bunlara karşı verilecek mücadelenin yalnızca mecliste komisyonlarda vekillerin “bilgi donanımlı” sunumlarıyla verileceği ya da halkın bu sunumları dinleyip aydınlanarak mücadeleye sevk olacağı yanılgısına düşmemek gerekir. Halk günlük yaşamında bu ve önceki yasalarla gelen sefaleti her an deneyimliyor zaten. Yani, Türkiye’de hiçbir yasa meclisteki muhalefetle durdurulmadı. Sokaktaki fiili meşru direniş çizgisi sermayeye ve onun temsilcisi iktidara geri adım attırdı.
İkincisi, Marx’ın sermayenin doğayı “bedava armağanlar” topladığı bir mekan olarak gördüğünü belirtmesindeki gibi, sermayenin kârlılık krizi nedeniyle yatırımdan geri durmasına karşı bulduğu ilk çözüm, mülksüzleştirme ve daha fazla “kaynak” kullanımı yoluyla doğa üzerindeki baskıyı artırmak. Yani sermayenin saldırısının hedefinde işçi sınıfıyla birlikte bir bütün olarak ekosistemler ve yaşam var. Doğanın hızı, sermaye için nesnel bir sınırlayıcı olsa da sermaye giderek artan kendi hızına göre bir doğa kurgulamaya kalktıkça doğa-sermaye çelişkisi gezegende yaşamı sürdürülemez hale getiriyor. Yani torba yasa saldırıları, emek-sermaye ve doğa-sermaye çelişkilerinin doğal bir sonucu. Yani sadece AKP’nin enerji-inşaat odaklı kendi sermaye kliğini inşa çabasının ötesinde kapitalizmin güncel durumunun Türkiye’ye olan yansıması söz konusu.
Gerek kıdem tazminatıyla ilgili torba yasa gerekse Elektrik Piyasası Kanunu torba yasası için yapılan eylemler sokağın gücünü bir kez daha göstermiş oldu. Her iki yasada da bazı maddeler geri çekilirken genel saldırı dalgasını püskürtecek bir basınç henüz oluşturulamadı. Torba yasaya karşı Polen Ekoloji’nin aralarında olduğu ekoloji örgütleri 31 Ekim’de pek çok il ve ilçede eşzamanlı basın açıklamaları düzenlediler. Hemen hemen her ildeki çevre dernekleri ve platformları süreç boyunca yine basın açıklamalarıyla yasanın geri çekilmesini talep ettiler. Yine komisyonlardan geçmesinden sonra 350 Ankara, Anıtpark Forumu, Doğanın Çocukları ve SAMÇEP’in çağrısıyla 14 Kasım’da Ankara Kuğulu Park’ta #LESleryasaklansın talebiyle bir grup Ankaralı bir araya gelerek “lastik yakmama” eylemi yaptılar ve yasanın içeriğini teşhir ettiler.3 Ancak bunlar teşhir düzeyini aşmayan birer niyet beyanı düzeyinde kaldı. Mücadelenin öznelerinin niyeti böyle olduğu için değil, ekoloji mücadelesinin de dahil olduğu toplumsal mücadelenin seviyesi nedeniyle bu düzeyde kaldı.
Bu durum bizi faşizme karşı birleşik mücadele hattına dair genel tartışmaya götürüyor doğrudan. İster kıdem tazminatı, ister lastik yakılması, ister İstanbul Sözleşmesi, ister işsizlik-geleceksizlik, ister uzaktan eğitimdeki eşitsizlik, ister sağlıkçıların, kargo-posta işçilerinin, avukatların, öğretmenlerin salgındaki tükenmişliği olsun. Hiçbir sorunun tekil olmadığı, her bir konunun doğrudan tüm toplumu etkilediği ve doğrudan rejimi karşısına aldığı ve bir politik iktidar sorunu olduğu bir konjonktürde ekoloji mücadelesindeki öznelerin, ekolojistlerin kendi acil güncel görevlerini, gündemlerini antifaşist mücadele dışında belirleme şansları kalmamış durumda. Polen Ekoloji olarak konunun kamuoyunda ele alınış biçiminin ve mücadele hattının bu çok yönlü bakış açısını içermesi için çabalıyoruz. Bugün bu yasa meclisten geçse dahi her bir maden, her bir santral, her bir köy, kent, orman ve kıyı bizim için yüzlerini çok iyi bildiğimiz sermayeyi durdurma ve iktidarla yüzleşme sahasıdır. Ekolojik krize neden olan yıkım bize umutsuzluk ve çaresizlik olarak değil elimizde kalan az şeyden biri olan geleceğimizi korumak için öfke ve azim olarak geri dönmeli. Bugün atılan her adım bugünü ve geleceği daha yaşanılabilir kılacaktır.
1Kamu kurum ve kuruluşları (Bakanlıklar, EPDK, BOTAŞ, MTA vb.) dışında davet edilen sektör temsilcisi kurumlar “TOBB, MÜSİAD, TÜSİAD, ASKON, YASED, Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği (TÜREB), Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları Derneği (JESDER), Elektrik Üreticileri Derneği, Türkiye Madenciler Derneği, Hidroelektrik Santralları Sanayi İş Adamları Derneği, Güneş Enerjisi Yatırımcıları Derneği, Elektrik Dağıtım Hizmetleri Derneği, Türkiye Doğal Gaz Dağıtıcıları Birliği”. Komisyona sermaye örgütleri dışında sadece Maden Mühendisleri Odası ve Elektrik Mühendisleri Odası davet edildi.