Yeşil Yeni Düzen yaklaşımları, güncelliğini bir süredir koruyan bir tartışma başlattı. Giderek derinleşen iklim krizini, işsizlik gibi ekonomik sorunlara da çare bularak çözme vaadi, onu bir çekim merkezine dönüştürmüş durumda. Britanya’da Corbyn liderken İşçi Partisi, ABD’de Demokrat Parti başkan aday adayı Bernie Sanders, ABD’de, Almanya’da ve Türkiye’de olduğu gibi çeşitli ülkelerde Yeşil partiler,i Noam Chomsky gibi tanınmış solcu aydınlar, İlerici Enternasyonal oluşumu, Avrupa Birliği’nde resmileşmiş bir politika stratejisi örneklerinde, bu yaklaşımın farklı kesimlerde geniş destekçileri ve savunucuları var. Yalnızca bu sayılanlar bile, Yeşil Yeni Düzen’in farklı ideolojilerin elinde yayılmacı bir politikaya dönüştüğünü göstermek için yeterli.
Yaklaşımın yayılmacı özelliğinin birkaç kaynaktan beslendiği ileri sürülebilir. Birincisi, uluslararası iklim rejiminin, iklim sorununa çözüm üretmek bakımından aciz kalmış olması. Uluslararası iklim tartışmalarında küresel sıcaklık artışının, 2100 yılına gelindiğinde 19. yüzyıl ortasına göre 1,5 derecelik bir artış düzeyinde tutulması hedefleniyor. Bilimsel senaryolara göre, 1,5 derece hedefi için sera gazı salımlarının (emisyonlarının) 2030 yılına gelindiğinde 2010 yılı düzeyine göre yüzde 45 azaltılması, 2050’de de salımların “net sıfır” olması gereklidir. Günümüzde sıcaklı artışı 1 dereceyi geçmiş durumda. 2015 yılında imzalanan Paris Anlaşması’na göre ülkeler söz verdikleri oranda salımlarını azaltsalar bile, bunun katkısı 2030 için öngörülen yüzde 45 azaltma hedefinin çok uzağında. Son yüzyıllık sıcaklık artış eğilimi durdurulamazsa, daha 2040 yılında 1,5 derecelik artışa ulaşılacaktır.ii Bu kötü gidiş karşısında Yeşil Yeni Düzen yaklaşımı, kurtarıcı bir politikaymışçasına popülerlik kazanmış olabilir.
Yayılmacı bir özellik kazanmasının ikinci nedeni, Yeşil Yeni Düzen yaklaşımının, var olan kapitalist ilişkileri sarsmayan bir öneri paketi sunmasında aranabilir. Kimi önerileri, merkez siyasete yakınlığını korumak isteyenler için albenisini artırıyor, ana akım medyada yer bulmasını kolaylaştırıyor olabilir. Üçüncüsü de önerilerinin, gerçekçi, akla yatkın, uygulanabilir kabul edilmesidir. Bu da alternatif siyasal stratejilere karşı ona bir üstünlük kazandırabilir.
Bu yazıda Yeşil Yeni Düzen yaklaşımının kapitalizmle barışık olup olmadığı ve iklim krizine uygulanabilir bir çözüm üretip üretmediği iddialarını, şu sorulara yanıt arayarak araştıracağım:
- Emek sömürüsünü yok ediyor mu?
- Doğanın kapitalist kullanımına son veriyor mu?
- Adında olduğu gibi yeni bir düzen kuruyor mu? Daha önce uygulamaya konmuş sürdürülebilir kalkınma (= yeşil ekonomi = döngüsel ekonomi) yaklaşımlarından farklı mı?
- Vaatleri, öngörüldüğü gibi var olan toplumsal düzen içinde gerçekleştirilebilir mi? Bu bakımdan iç çelişkileri neler?
Tohumlanma
Yeşil yeni düzen terimini ilk kullananlardan birisi, Amerikalı bir gazeteci, Thomas Fiedman. Bu terimden hareketle Friedman, ABD’nin 2007-2008 krizinden çıkması için yeşil teknolojik yeniliklerin desteklenmesini önerir. İngiltere’de aynı tarihlerde Greenpeace’in eski iktisatçılarından Colin Hines ve Guardian Gazetesi iktisat editörlerinden Larry Elliott da terimi kullanırlar. 2008 başkanlık kampanyasında Barak Obama, 2009 yılında Amerikan Yeşilleri, yeşil iktisadi canlanmaya ilişkin önerileri dile getirirler. 2008 krizinin Avrupa versiyonlarında da örneğin Avrupa Birliği Yeşilleri, iktisadi ve ekolojik sorunları bir arada çözmeye yönelik olarak kamu fonlarıyla desteklenen teknolojik yenilikler, yenilenebilir enerji, ekolojik modernleşme önerdiler.iii Demek ki, iki yıldır daha sık duyulan bir politika yaklaşımı olsa da geçmişi eski.
Yeşil Yeni Düzen, içerik olarak geliştirilmesini de kapitalizmin yerleşik kurumlarının yayımladığı raporlara borçlu. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (BMÇP) mali ve iktisadi krizden çıkış için, 2009 yılında Küresel Yeşil Yeni Düzen programı önermişti. Buna göre, üç trilyon dolarlık bir destek paketi devreye sokulmalıdır. Paketin destekleyeceği beş alan şunlar:iv
- Eski ve yeni yapılarda enerji verimliliği
- Rüzgar, güneş, jeotermal ve biyokütle gibi yenilenebilir enerji teknolojileri
- Sürdürülebilir ulaşım teknolojileri (hibrit araçlar, hızlı tren)
- Su, orman, toprak, mercan kayalıkları gibi yeryüzünün ekolojik altyapısı
- Organik besin üretimini de içeren sürdürülebilir tarım
BMÇP için hazırlanan Küresel Yeşil Yeni Düzen başlıklı, 2009 tarihli bir raporda da, yeni düzenin amaçları belirginleştirilmiştir: Dünya ekonomisini yeniden canlandırmak, istihdam fırsatları yaratmak, kırılgan nüfus gruplarını korumak, karbon bağımlılığını, ekosistemlerin bozulmasını ve su kıtlığını azaltmak.v Alıntıladığım amaçlar ve destekleme alanlarıyla aşağıda ele alacağım güncel öneriler arasındaki benzerlik kolayca kurulabilecektir.
Güncel Yeşil Yeni Düzen Yaklaşımları
Son yıllarda çeşitli Yeşil Yeni Düzen yaklaşımları oluşturulmuştur. Bunların arasındaki kimi farklılıklara karşın ortak hedefleri listelenebilir:
- İklimin dengeye kavuşturulması için salımların azaltılması
- Enerji üretiminde yenilenebilir kaynaklara geçilmesi
- Enerji verimliliğinin sağlanması
- Yeşil iş olanaklarının yaratılması ve adil geçiş
- Herkese sağlık güvencesi
- Kimsenin yoksulluğa terk edilmemesi
- Bu hedeflerin kamu yatırımlarıyla sağlanması
Bunlar, hatta daha kapsamlı bir program, 2015 yılında yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 17 başlık altında sürdürülebilir kalkınma hedefleri olarak kabul edilmiş, 2030 yılında gerçekleşmesi takvime bağlanmıştır. İklim bakımından ise sera gazları azaltım hedefi 2050’dir. Kimi Yeşil Yeni Düzen yaklaşımlarında öngörülen iklim takvimi 2030 (Corbyn dönemi İşçi Partisi, Amerikan Yeşiller Partisi, Sunrise, İlerici Enternasyonel) kimilerindeyse 2050’dir (Avrupa Yeşil Düzeni planı, Chomsky, Pollin ve Polychroniou’nun tartıştıkları model).
Bu eksende yürüyen Yeşil Yeni Düzen tartışmaları sürdürülebilir kalkınma, yeşil büyüme, döngüsel ekonomi politikalarıyla paralel bir bakışa sahip. Amaçları benzer. Çünkü Yeşil Yeni Düzen’in ve andığım kalkınma politikalarının üç amacı var: Büyümenin sürdürülmesi, çevrenin (iklimin) korunması, toplumsal adaletin gözetilmesi. Takvimleri benzer (2030, 2050). Ayrıca, BMÇP bünyesinde yayımlanan 2009 tarihli raporların önerileri göz önüne alındığında Birleşmiş Milletler sistemi içinde filizlendirilmiş olmaları bakımından da benzerlik taşıyorlar.
Eski Şişede Yeni Şarap
“Eski şişeye yeni şarap koymak” deyişinin Hristiyan öğretisindeki yorumuna göre, yeni şarap eski şişeye konulduğunda şişe parçalanır, içecek de elden gider. Bu nedenle, yerleşik düzen korunmalı; yeni pratiklerden, eski köye yeni adet getirmekten uzak durulmalıdır.
Ama eski köye yeni adet getirilmesini zorunlu kılan koşullar var. İklim değişikliğini, ekonomik, toplumsal sorunları yaratan eski düzenin çözüm yolu bulma konusundaki yetersizliği, yenilik getiren politikaları aramaya yönlendiriyor. Açmazları giderilemediği için eski düzenin sürmesi, korunması olanaksız. Bir bakıma Yeşil Yeni Düzen, ekolojik mücadelelerin, iklim ve ekolojik sorunlara ilişkin toplumsal taleplerinin bir sonucudur. Toplumsal taleplerde dile getirilen bir gereksinime verilen siyasal bir karşılıktır. Bu anlamda yükselen iklim mücadelelerinin bir başarısı sayılmalıdır. Hemen seçimler öncesinde Britanya İşçi Partisi’nin, ABD başkan adaylığı yarışında Sanders’ın, Amerikan demokratlarının Yeşil Yeni Düzen vaat etmeleri, iklim mücadelelerinin rüzgarıyla yelkenleri şişirme çabası olarak değerlendirilebilir.
Bir yandan eski şişeye yeni şarap koymaya çalışmanın statükocu tepkilerle karşılaşması, öbür yandan da mevcut düzenin bu haliyle sürmesinin ekolojik olanaksızlığı, Yeşil Yeni Düzen yaklaşımında bir denge arayışı yaratmış olmalı. Toplumsal taleplere yansıyan ağır sorunları, mevcut toplumsal kurumları zedelemeden, kapitalist düzen içinde çözme arayışı biçiminde bir denge sağlanması. Düzen içi siyaset konusunu, Yeşil Yeni Düzen yaklaşımının iki örneğine ağırlık vererek tartışacağım. Yeri geldikçe ayrıksı önerilere de değineceğim. Bu ikisi, yaklaşımın en kapsamlı, geliştirilmiş örnekleri arasında yer almaları bakımından incelenmeye değer.
Avrupa Yeşil Düzeni
İnceleyeceğim örneklerden ilki, 2019 yılında Avrupa Komisyonu’nun kabul ettiği, Avrupa Yeşil Düzen Belgesi’dir.vi
Belgede AB ülkeleri için bir büyüme stratejisi oluşturulur. Büyüme sürdürülürken iklim değişikliği ve ekolojik örselenmeye çözüm önerilir, şimdiki ve gelecek kuşakların yaşam kalitesi yükseltilerek adil bir geçiş öngörülür. Avrupa Yeşil Düzeni’nde, adil ama kaynakların etkin kullanıldığı “rekabetçi bir ekonomi” amaçlanır. Rekabetçi, büyümeci, sermeye birikimine dayalı bir ekonomik modelin hem emek sömürüsü hem de doğanın metalaştırılması konusunda kapitalizme bağlılığı açıktır. İklim konusundaki hedef, 2050 yılında “net salımların sıfırlandığı” bir Avrupa Birliği’dir. Ekonominin çevreyle ilişkisi “ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrıştırılması” olarak belirlenir. Bunun anlamı şu: Kapitalist büyümeden ödün verilmeksizin doğal kaynaklar üzerindeki baskının görece azaltılmasına çalışılacaktır. Katılımcılık da önemsenir, çünkü katılım süreçlerinde çeşitli ölçeklerde yurttaşlar, sivil toplum ve sermaye temsilcileri AB kurumlarıyla eşgüdümlü biçimde çalışırlar. Belgede açıkça belirtildiği üzere, Avrupa Yeşil Düzeni, sürdürülebilir kalkınmanın 17 hedefini gerçekleştirmenin yoludur.
Sera gazı salımlarında ek azaltımlar, büyük miktarda kamusal yatırımların ve özel sermayenin çevrenin korunmasına yönlendirilmesiyle mümkün olacaktır. Avrupa Birliği’nin var olan iklim politikaları, 2050’de 1990 yılına göre salımların yüzde 60 azalmasını öngörmektedir. Yeşil Düzen Belgesi bu hedefi yükseltir. Avrupa Birliği’nin 2050 yılında “iklim denkliği” sağlanacak, yani salım miktarı ile atmosferden topladığı gaz miktarı denk olacak (net-zero emissions), atmosferde ek salım yükü oluşturulmayacak. Bu, salımların sıfır olmasından farklıdır, çünkü salımlar yine olacak, ama ağaçlandırma, karbon tutma ve benzeri yollarla o salımlar dengelenecek. Karbon dengelemesini başarmak için kapitalist ekonominin piyasa mekanizmalarına başvurulur. Var olan salım belgesi (karbon) ticareti farklı sektörlere yaygınlaştırılacak, karbon fiyatlandırılması yapılacak. Ayrıca, ormanlaştırmaya önem verilecek, Enerji Vergilendirme Direktifi gözden geçirilecek, enerjide akıllı altyapılar ve yeni teknolojiler (akıllı elektrik iletimi, hidrojen ağları, karbon tutma ve depolama, enerji depolama sistemleri) geliştirilecek.
Temiz, maliyeti karşılanabilir ve güvenli enerji başlığı altında enerji verimliliğine öncelik verilmesi ve kömürden hızla uzaklaşılması hedeflenmektedir. Enerji üretiminin büyük bölümü, yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanacak. Enerji üretiminde yeni teknolojiler için de kamusal destek verilecek.
Britanya İşçi Partisi’nin Yeşil Yeni Düzen yaklaşımında, enerjide kamu mülkiyetine geçilmesi hedefi önemlidir. Bununla birlikte ısıtma, ulaşım ve sanayide fosil yakıtları terk etmek için Birleşik Krallık’ta yenilenebilir elektrik üretiminin üç katına çıkarılması gerektiği hesaplanır. 2030 yılında korbonsuzlaştırma hedefinin başarılması için, her yıl 1000 adetten toplam 10.000 büyük rüzgar türbininin devreye alınması gereklidir.vii Dünyada 200’den çok ülke olduğu düşünülürse fosilden yenilenebilir enerji üretimine geçiş önerisinin, iklim sorununa yetersiz bir çözüm bulmaya çalışırken ekolojik örselenmeyi de derinleştirdiği açıktır. Meta üretiminin terk edildiği bir üretim tarzı sayesinde enerji talebi azaltılmadan, sürekli artan talebi yenilenebilir enerjiyle karşılamaya çalışmak doğa üzerindeki yükü artırır.
Yenilenebilir enerji türlerinin her biri, ekolojik bakımdan pek çok sorun içerirler. Fosil enerjiye göre yeğlenebilir görünürler, ama ekolojik açıdan zararsız oldukları kesinlikle söylenemez. Her şey bir yana, güneş ve rüzgar gibi görece “masum” görünen türlerinde bile panel, pil ve türbinlerin yapımında gerekli elementlerin ve metallerin sağlanması için, beraberinde ekolojik yıkım getiren madencilik yapılır. Türkiye’de sayısız örneğin gösterdiği gibi, haklı olarak yerel halk rüzgar, hidroelektrik, jeotermal ve biyokütle enerji santrallerine yarattıkları pek çok ekolojik ve toplumsal sorun nedeniyle şiddetle karşı çıkmaktadır.viii Halkın karşı çıktığı yenilenebilir enerji projeleri, ne toplumsal adalet, ne demokratik yönetim ne de katılımcılık ilkeleriyle bağdaşır.
Yurttaş katılımı, Avrupa Yeşil Düzeni’ne geçişin itici gücü olarak sunulur. Halk iklim ve çevre konularında bilgilendirilecek, insanların bireysel ve kolektif çeşitli iklim eylemleri geliştirmeleri desteklenecek, taban hareketleri için kapasite geliştirilmesi sağlanacak. Buna, Avrupa İklim Paktı adı verilmiş. Oysa yaşanan gerçeklik bunun tersinin geçerli olduğunu gösteriyor. AB’nin ve üye devletin resmi politikasıyla etkileşim halindeki güdümlü katılım yollarından sapanlar cezalandırılır. AB’ye üye hemen her devlette ekolojik protestolar, iklim eylemleri polis zoruyla bastırılmaya çalışılmakta, taleplerini barışçıl yöntemlerle dile getiren katılımcılar gözaltına alınmaktadır.
Avrupa Yeşil Düzeni’ne göre, iklim değişikliğine karşı önlemler çerçevesinde enerji verimliliğini sağlamak amacıyla ev sahiplerinin evlerini onararak yenilemelerini destekleyecek mali programlar geliştirilecek. Enerji verimliliğini artırmak için kamu ve özel binalar yenilenecek. Binalardan kaynaklanan salımların, salım ticaretine dahil edilmesi için çalışma yürütülecek. Enerji faturalarını ödeme güçlüğü yaşayanlara destek olmak için sosyal konutların yenilenmesine dikkat edilecektir. Yeşil Yeni Düzen yaklaşımlarında barınma sorununun özel mülk konut piyasası dışında karşılanmasına ilişkin bir tartışmaya rastlanmaz. Bunun bir istisnası Sanders’ın Amerikan Senatosu’na sunduğu, genellikle yerlilerin oturduğu mevcut “kamu konutları”nın yenilenmesini öngören yasa önerisidir.ix Yasalaşmayan bu metinde, yoksul hanelerin barınma koşullarını iklim önlemleriyle uyumlu biçimde iyileştirmeye yönelik toplumsal adalet boyutu önemlidir.
Doğrusu, inşaat sektörü daha kapsamlı bir politikayla ele alınmalıdır. Özel mülkiyete dayalı inşaat sektörünün ekolojik açıdan yıkıcı etkilerini giderecek köklü bir dönüşüm gereklidir. Değilse, Yeşil Yeni Düzen yaklaşımlarında olduğu gibi enerji verimliliği, yalıtım ve benzeri nedenlerle bakanlık binalarının ve özel yapı stoğunun yenilenmesi, enerji performansı yüksek yeni özel mülk konutların üretilmesi önerileri inşaat sektörünü canlandırmaya yol açar. Özellikle yeni yapı üretimine koşut olarak çakıl, kum, taş, çimento, demir, tuğla, kiremit, seramik, mermer, cam, ahşap, plastik malzeme üretimi artar. Bunların tümü doğadan elde edildiğine göre, taş-kum-kiremit-tuğla ocakları, toprağın alt-üst edilmesi, demir madenciliği, arazi kullanımının değişmesi, keresteciliğin yol açtığı ormansızlaşma, hava ve su kirliliği, iklim değişikliği sorunları daha da yoğunlaşır. Kapitalist ülkelerde yüzbinlerce konut boş dururken yoksul insanların çatısı akan, yalıtımı olmayan, ısınmak için enerji faturası ödenemeyen, barınma gereksinimini ve iklim önlemlerini karşılamayan yapılarda yaşaması, kâr ve rantla beslenen konut sektöründeki özel mülkiyet ilişkilerinin bir sonucudur.
Avrupa Yeşil Düzen Belgesi, döngüsel ekonomi için sanayinin seferber edilmesini vurgular. Döngüsellikle enerji, maden, materyal tüketiminin, dolayısıyla karbon salımlarının ve kirliliğin azalması düşünülür. Döngüsel ekonominin başlıca yöntemleri, atıkların azaltılması ve materyallerin dönüştürülerek üretim döngüsüne sokulması, ürünlerin eskiyinceye kadar yeniden kullanılmasıdır. Belgede döngüsellik için gerekli önlemler sıralanır: Şirketlerin tüketicilere yeniden kullanılabilir, dayanıklı ve onarılabilir ürünler sunmasının özendirilmesi. Elektronik ürün pasaportu uygulamasıyla, kullanıcıya, ürünün kaynağı, içeriği, onarım olanakları ve nasıl bertaraf edilmesi gerektiğine ilişkin bilgiler sunulması. Kiralama ve ürün paylaşmaya dayalı işletmelerin sürdürülebilir büyümede rol alması. AB pazarındaki tüm paketlemelerin yeniden kullanılabilir ya da dönüştürülebilir olmasının 2030 yılına kadar sağlanması. Sürdürülebilir ve emek yoğun iktisadi etkinliklerin artırılması. AB içinde ve dışında döngüsel ürünler için pazarların gelişmesinin desteklenmesi. Enerji-yoğun sektörler olan çelik, çimento ve kimya sanayilerinin teknolojik olarak modernleştirilmesi ve karbondan arındırılması. Dönüştürülmüş içeriğe sahip hammadde pazarının canlandırılması için yasal düzenleme yapılması.
Atıklardan dönüştürülerek yeniden kullanılan materyallerin toplam materyal kullanımına oranı (yani döngüsellik oranı), Avrupa Birliği’nde yüzde 12’nin altındadır. Bu rakam 2006 yılında yüzde 9’du. Günümüz dünya ortalaması ise yüzde 8,6’dır. Demek ki, döngüsel ekonomiye geçiş çok yavaş işleyen bir süreç. Kaldı ki, döngüsellik çabalarına karşın madencilikle çıkartılan, özütlenen (extracted) materyal miktarı da artmaya devam etmektedir. Malzemeleri atıklardan dönüştürme ve yeniden üretime sokma işlemi sırasında da enerji kullanılır ve sera gazları ortaya çıkar. Nitekim, yapılan araştırmalar, döngüsel ekonominin tek başına iklim sorununun çözümüne katkısının oldukça sınırlı olduğunu gösteriyor.x
Avrupa Yeşil Düzen Belgesi’nde döngüsel ekonomi başlığı altında, teknolojik uygulamaların geliştirilmesi için uygun desteklerin sağlanması vurgulanır. Özellikle “temiz hidrojen, yakıt hücreleri ve diğer alternatif yakıtlar, enerji depolama, karbon tutma, depolama ve karbondan döngüsel amaçlarla yararlanma” alanlarında teknolojilerin geliştirilmesi üzerinde durulmaktadır.
Hidrojenden enerji elde edilmesi, iklim bakımından sanıldığı gibi sorunsuz ya da “temiz” bir alternatif değildir. Sudaki hidrojeni elde etmek için, hidrojenin elektrolizle ayrıştırılması sırasında yoğun enerji harcanır. Harcanan o enerji fosil kaynaktan üretiliyorsa karbondioksit oluşur, başka bir yenilenebilir kaynaktan sağlanmışsa yukarıda özetlediğim sorunlar ortaya çıkar. Kaldı ki, sudan hidrojen elde edilirken harcanan enerji, hidrojenden elde edilecek enerjiden daha çoktur! Hidrojenin, doğal gaz, kömür ve metandan elde edilmesi durumunda ise karbondioksit oluşur.xi Böylece, karbonsuzlaştırma için önerilen hidrojen enerjisinin, sudan ya da fosil kaynaklardan elde edilmesi sürecinde karbondioksit salımının artırıldığı bir çelişki doğar. Karbon etkisinin giderilmesi için karbon tutma ve yakalama yöntemine başvurulabileceği vurgulanır. Oysa salımların denkleştirilmesi söz konusu olduğunda da öne çıkarılan bu yöntem, tutulan karbonun toprak altında ya da deniz dibinde depolanmasının ekolojik riskleri bakımından güvenli değildir. Yüksek iktisadi maliyetleri nedeniyle de uygulanabilir olmaktan uzaktır.
Karbon denkleştirme konusunda, ayrıca ormanlaştırma seçeneği üzerinde durulmaktadır. Ama bugün dikilen fidanların karbon depolayan ormanlar olarak etkili olması, ancak yirmi yıl kadar uzun bir süre sonra mümkün. Bu sürede salımların birikimli etkisi devam edecektir. Kaldı ki, ormanlaştırmanın bir katkısı olmakla birlikte, çok geniş ölçekli bir ormanlaştırmayla bile atmosferde birikmekte olan toplam karbon miktarının ancak küçük bir bölümü dengelenebilir. Görülüyor ki, salımların mutlak miktarını azaltma zorunluluğundan bir kaçış yolu yok.
Ulaşım sektöründeki salımları azaltacak etkili bir yöntem, otomobilin terk edilmesi ve toplu taşımanın ücretsiz kılınmasıdır. Yeşil Yeni Düzen bu politikayı benimsemiş değil. Corbyn’in İşçi Partisi, toplu taşımanın ucuzlatılmasını vaat ediyordu. Avrupa Yeşil Düzen Belgesi ise ulaşım sektöründeki salımların azaltılması için deniz ve demir yolunu bütünleştiren çoklu, bütünleşik ulaşım sistemlerinin yaygınlaştırılmasıyla yetinmiş. Otomobilden caydıracak bir önleme yer verilmediği gibi, tersine özendiren bir yol tutturulmuş. Çünkü elektrikli araç şarj istasyonlarının desteklenmesinden yana. Bunun yanında, fosil yakıt desteklerinin kaldırılması dileğinde bulunulmuş. Bu bir politika hedefinden çok dileğe dönüşmüş durumda çünkü bu önlem uzun yıllardır dile pelesenk olduğu halde fosil şirketlerin gücü nedeniyle sonuçsuz kalmaktadır. Belge, ulaşım sektöründe de yine piyasa mekanizmalarından büyük bir beklenti içinde. Denizcilik sektöründe ve karayolu taşımacılığında Avrupa salım ticareti sisteminin uygulanması planlanmaktadır.
Vaatlerinin Uygulanabilirliği Sorunu
Yeşil Yeni Düzen, “siyasal olarak gerçekçi” ve “iktisadi olarak uygulanabilir” bir yaklaşım olduğu iddiasıyla sahiplenilmektedir. Bu iddia geçerli mi? Bir politika yaklaşımının gerçekleştirilebilir olup olmaması, öngördüğü önlemlerle hedefleri arasındaki uyumunu olduğu kadar onun içeriğinin var olan toplumsal yapılarla ve sınıfsal ilişkilerle çelişki, çatışma ya da uyumunu da değerlendirmeyi gerekli kılar. Bu saptamadan yola çıkarak, Robert Pollin’in ayrıntılı biçimde modellediği yaklaşımını, ikinci örnek olarak incelemeye geçebilirim şimdi.xii
Robert Pollin, iklim konusundaki önlemlerin gerçekleşmesi için gerekli küresel bütçeyi oluşturmak ister. Küresel gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 2,5’luk bölümünün yıllık olarak ayrılması halinde 2050 yılında karbondioksit salımlarının sıfır olarak denkleştirilebileceğini belirtir. Bu bütçe ile şu iki şey yapılacak: Bir, binalarda, otomobil ve kamu toplu taşıma sistemlerinde, sanayi üretim süreçlerinde enerji verimliliği standartları yükseltilecek. İki, özellikle güneşten ve rüzgar gücünden sağlanan yenilenebilir enerji payı büyük ölçüde genişletilecek.
Bu modelde, “temiz enerji” dönüşüm programı için 2024-2050 arasında her yıl 4,5 trilyon dolar gerekli. Bu rakam, kamu ve özel yatırımlar toplamıdır. Kanımca sorun bu rakamın yüksek olup olmaması değil… Sorun, var olan siyasal düzende bu bütçenin ayrılmayacak olmasıdır. İklim rejimine taraf olan gelişmiş ülkeler, taraf oldukları uluslararası iklim sözleşmesinin ilkelerinin uygulanması için, azgelişmiş ülkelere destek olmak üzere, yıllık 100 milyar dolarlık bütçeyi, yan yana getirme irade ve kararlılığını göstermekten uzaklar. Öngörülen 4,5 trilyon rakamı, söz verildiği halde uzun zaman toplanamayan o bütçenin 45 katıdır. Pollin, 4,5 trilyonluk yatırımların kamu ve özel kesimler arasında yarı yarıya yapılmasını önerir. Bunun anlamı, sermayenin iklime meydan okuyan kirli etkinliklerinin temiz enerjiyle donatılmasının maliyetinin tam yarısı, adil olmayan biçimde kamunun sırtına yüklenmektedir. Temiz enerji programıyla, sermaye için ucuzlatılmış yenilenebilir enerji olarak destek sunulmaktadır. Fosil yakıtlarda kaldırılmak istenen fosil yakıt desteklerinin, bu kez yenilenebilir enerji desteği olarak sermayeye aktarılmaya çalışıldığı söylenebilir.
Öte yandan Pollin’in hesabında, yeraltında çıkarılmak üzere bekleyen petrol, kömür ve doğalgazın toplam değeri, 3 triyon dolardır. Geçmişten bugüne ve dahası 2050 yılında karbonsuzlaşmaya kadar fosil şirketlerin çıkarı korunsun diye, bunun bir buçuk katının her yıl harcandığı bir model, ancak kapitalist irrasyonalitede akla yatkın bulunabilir. Modelde fosil yakıt tüketiminin yıllar içinde oransal olarak azaltılarak ancak 2050’de sıfırlanacağı belirtilir. Bunun olması için özel ya da devlet şirketlerinin güçlü çıkarlarının yenilgiye uğratılması gerektiği vurgulanır. Ama bu zorlu işin de nasıl başarılacağı, siyasal mücadele, siyasal özne, mücadelelerin arasındaki ittifaklar, kullanılacak yöntemler konusuna girilmez. Kısacası, 2050’ye kadar yenilgiye uğratılacağı belli olmayan sermaye bloğu için 2024’ten başlanarak desteklerin peşin peşin ödenmesi öngörülür.
Var olan enerji kullanımını azaltmak, onu azaltmak için de meta üretimini kısmak zorunludur. Meta üretimini kontrol etmek, tıpkı fosil yakıt şirketlerini etkisiz kılmayı başarmak da olduğu gibi siyasal bir sorundur. Siyasal sorunun çözümü ise siyasal güç dengesini tersine çevirmeye bağlıdır. Şirketleri canlandıracak, yeşillendirecek, mali olarak destekleyecek, masada “paydaş” olarak gücünü koruyacak yöntemler, sermayenin belirleyici olduğu siyasal güç dengesini sürdürür. Sermayenin tarihsel olarak ekolojik etkileri; fosil, yenilenebilir, temiz enerji üreten, karbonu tutan, depolayan, salım ticaretinden para kazanan, yalıtımlı bina yapan vs. biçimlerine bürünmüş sermaye grupları desteklenerek devlet tarafından himaye edilmiş olur. İşte tam da bu çerçevede iklim krizi, sermayenin devletle simbiyotik (ortakyaşam) ilişkisinin sonucudur, bu nedenle siyasal bir sorundur, çözümü de bu simbiyotik ilişkinin parçalanmasını, şirket-devlet aygıtlarının dağıtılmasını gerektirir. Yeşil Yeni Düzen yaklaşımı ise iklim krizini siyasal bir sorun olarak ele almaz, karbon salımları olarak teknik bir iş olarak görür. Bu salımları, yenilenebilir enerjiyle, karbon tutma teknolojisiyle, piyasa mekanizmalarıyla, fiyatlandırmayla azaltmayı hedefler. Ama kapitalizmin işleyiş düzenini bozmaz. O düzeni bozmadığı için sermayeyi dizginleyemez, tersine sermayenin sırtını sıvazlar. Sermayeyi dizginlemeyeceği için iklim hedeflerinin gerçekleşmeyeceğini öngörmek zor değildir.
Adil Geçiş: Emek Sömürüsünün Kefareti
Yeşil Yeni Düzen kurulurken emekçiler için “adil geçiş” önerilir. Buna göre, yenilenebilir enerji yatırımlarının yaratacağı istihdam olanakları, işsizliği azaltacak. Zaman içinde fosil ekonomiden çıkış nedeniyle işlerini kaybedecek olan işçilerin istihdamı da yenilenebilir enerji sektöründe karşılanacak. Yeni “yeşil” işler yaratılacak.
Yeşil işlerden bazıları, yapılarda enerji verimliliği programlarıyla sağlanır. Avrupa Komisyonu’nun bir çalışmasında, konutların yüzde 80’inin 2050 yılına değin onarımdan geçirilerek kapsamlı biçimde yenilenmesi öngörülür. Böylece, enerji verimsizliği nedeniyle konutlarda harcanan enerjinin yüzde 57’sinden tasarruf sağlanması olasıdır. Böyle kapsamlı ve uzun dönemli bir konut yenileme programının inşaat sektöründe yüzde 20’lik bir istihdam artışı yaratması beklenmektedir.xiii Bunlar gerçekleşirse önemli sonuçlar. Ama madalyonun öteki yüzüne de bakalım. Başka başlıklarda olduğu gibi enerji verimliliği-istihdam ilişkisi de dikkatleri sermayenin çıkarlarından başka yöne doğru uzaklaştırır. Yeşil Yeni Düzen’in mantığı, iklim sorununda sermayeyle hesaplaşmak yerine sıradan yurttaşın sorumluluğunu, mali katkısını, konutunu enerji-verimli kılarak çeşitli bireysel ve toplumsal kazançları öne çıkartır.
Adil geçişten bir başka beklenti, yoksulluğun da görece azalmasıdır. Bu çerçevede emekçilerin yaşam standardını yükseltecek bir ücret vaat edilir. Avrupa Yeşil Düzen Belgesi’nde, bir adil geçiş fonu öngörülmektedir. Bu fonla, ekolojik bozulmadan en çok etkilenen “kırılgan nüfus kümeleri” desteklenecek, böylece kimse arkada bırakılmayacak. Fosil enerji kaynaklarının terk edilmesiyle işlerini kaybeden emekçilerin yeni beceriler kazanmalarına yönelik programlar yapılacaktır. Bunlar emekçilerle ilgili cılız vaatler, içi boş umutlar. Çünkü ücret artışı ve yaşam koşullarının iyileşmesi, her zaman emekçilerin sermeye düzenine karşı vereceği kararlı mücadelelerin bir fonksiyonudur.
Yeşil Yeni Düzen’in adil geçiş planı, emek sömürüsünün ortadan kaldırılmasıyla ilgilenmez. Bunun yerine emek sömürüsünün derecesinin azaltılmasıyla ilgilenir. Sömürünün hangi oranda azaltılacağını da, söylemedikleri için, bilmiyoruz. Ne oranda bir emek sömürüsü kabul edilebilir sayılacak? İklim sorununu yaratan sermayenin sırtı sıvazlanırken, iklim sorununun yaratılmasında katkısı göz ardı edilebilir ölçüde küçük olan emek kesimi için öngörülen hedefler ise çok çelimsiz bırakılmıştır.
Yaşam standardı yükselen emekçilerin, kapitalist ekonominin var olan düzeneklerine dokunulmadığı için, daha çok tüketmenin çekiciliğine kapılmaları beklenebilir. Kaldı ki Yeşil Yeni Düzen yaklaşımında sermayedarların olsun, yüksek gelir kümesindekilerin olsun tüketim alışkanlıklarıyla ilgili olumsuz bir kaygı oluşturmamaya özen gösterilir. Pollin’in söylediği gibi, “Yeşil Yeni Mutabakat süreç boyunca tüketiciye hiçbir şeye mal olmayacak.”xiv Oysa, üretim-tüketim döngüsünün sürmesi, sermaye birikiminin sürmesidir. Toplum içinde zenginle yoksul, uluslararası ölçekte Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki uçurumun korunmasıdır. Yeşil Yeni Düzen yaklaşımlarının bağlı kaldığı 2100’de 1,5 derece hedefi düşünüldüğünde, bir çalışmaya göre, 2030 yılına gelindiğinde dünya nüfusunun yüzde biri olan en zenginlerin tüketimlerini 35 kat azaltmaları gerekir.xv Demek ki sermaye kesimlerinin tüketimlerine dokunmamak, hem toplumsal ve uluslararası adalet hem de iklim bakımından konulan hedeflerle çelişir. Bu da yaklaşımın, ileri sürülen “gerçekçi, uygulanabilir, hedefleri başarılabilir” niteliklerine kuşkuyla yaklaşmayı gerektiren bir başka neden.
Chomsky, “Yeşil Yeni Düzen, kapitalizmi mi yoksa gezegeni mi kurtarıyor” eleştirisine, “projenin nasıl gelişeceğine bağlı” yanıtını verir. Ona göre, bu projenin kimi başarıları kapitalizmi başka bir biçime doğru yönlendirip şimdikinden daha gevşek bir kapitalizm ortaya çıkartıp gezegenle birlikte kapitalizmi de kurtarma olasılığına açık. Bu olasılık karşısında Chomsky’nin umudu, Yeşil Yeni Düzen ile kapitalizmin ötesine gidileceği yönünde. Böylece Chomsky, kapitalizmle gezegenin birbirine alternatif olmadığını vurgular.xvi
ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in 1933-1939 yılları arasında uyguladığı, günümüzde yeşil olanına da isim ve esin kaynağı olan “Yeni Düzen” yoksulluğu ve işsizliği hafifletti, ama ortadan kaldırmadı. Kapitalizmin 1929 yılındaki gibi tekrar iktisadi bunalıma girmemesi için mali düzenlemeler getirdi ama sonraki bunalımları önleyemedi. İktisadi başarısı, şirazesinden çıkan kapitalist ekonomiyi sermaye yararına tekrar rayına oturtmak oldu. Siyasal olarak Demokrat Parti’nin uzun yıllar seçim başarıları elde etmesine yardım etti. Ama o seçim başarılarına karşın 1970’li yıllarla birlikte Amerikan siyaseti bütünüyle neoliberalizme teslim oldu. Roosevelt’in Yeni Düzen’inin kurtardığı kapitalizm, sonraki krizde en vahşi biçimiyle, neoliberal politikalarla hem emek sömürüsünü derinleştirdi hem de doğanın yağmasını gezegen ölçüsünde bir yıkıma dönüştürdü.
Özcesi, kapitalizmin yarattığı ekolojik ve toplumsal sorunlar, kapitalizmin işleyiş yasaları tekrar tekrar çalıştırılarak çözülemez.
Kârlılığın denetlenerek sürdürülmesi, vergi yükünün işgücünden kirleticilere kaydırılması, istihdamın genişletilmesi, emeğiyle geçinenlerin yaşam standartlarının yükseltilmesi, bunlar emek sömürüsü olgusunu ortadan kaldırmaz. Emek sömürüldüğü için kâr ortaya çıkar. Köleliğin geçerli olduğu dönemlerde köle sahibi olmak olağan sayılırdı. Bunun gibi, günümüzde de emekçinin emeğinin sömürülmesi sorgulanmadan kabul görebiliyor. İşçinin gelirinin artırılması, temel gelir uygulaması, emek sömürüsünün sona erdirilmesi tartışmasının önünü kesen bir işleve bürünüyor. Köleci üretim tarzı köle emeğiyle, kapitalizm de emek sömürüsüyle var olur. Emek sömürüsü normal kabul ediliyor mu, edilmiyor mu? Kritik soru budur. Yeşil Yeni Düzen yaklaşımlarında emek sömürüsünün, diyelim 2030 ya da 2050’de ortadan kaldırılması hedefi yoktur.
İklim sorununu çözmeye yönelik adımlar atılırken yeni eşitsizliklerin yaratılmaması, olmazsa olmaz koşuldur. Çünkü şirketlerle siyasal iktidarların ortaklaşa sorumlu olduğu ekolojik sorunlardan en çok etkilenen emekçi sınıfların, işsizlerin, yoksulların, kadınların, ezilen etnik toplulukların omuzlarına bir de fosilden uzaklaşmanın işsizlik ve yoksulluk olarak etkisinin yüklenmesi, ekolojik işkence kategorisine girer. Adil geçiş planı, sermaye ile emek arasındaki ekolojik eşitsizliği gidermeye girişmez, vaat ettiği şey yalnızca karbonsuzlaştırmanın işsizliği ve yoksulluğu besleyebilecek etkisini denkleştirmeye yöneliktir. Kaldı ki, fosilin yerine yenilenebilir konulurken istihdamın daralma olasılığı, çalışanların Yeşil Yeni Düzen’e desteğinin alınamayacağı anlamına gelir. Bunun yanında o çalışanların işsiz kalması; onlardan toplanan vergilerden yoksun kalınması, kredi kartı borçlarının ödenmemesi, ipotekli konut piyasasının daralması demektir. İşini kaybedecek olanların işe yerleştirilmesiyle ekonominin dişlileri dönmeye devam eder. Yeni düzen için emeğin rızası sağlanırken emek sömürüsü de sürdürülmüş olur. Bu çerçevede Yeşil Yeni Düzen’de adil geçiş, emeği sömürmenin kefaretidir.
Bütçe Sermayeden Değil Halkın Sırtından
Ekolojik ve toplumsal adaletsizliği görece azaltmak için gerekli bütçenin, ekolojik sorunlara yol açan şirketlerden çok kamusal kaynaklardan sağlanması planlanmaktadır.
Robert Pollin, Avrupa Yeşil Düzen Belgesi’ini, gerekli bütçeyi oluşturmadığı için çok yetersiz bulur. Avrupa Birliği’nde yenilenebilir enerji ve adil geçiş için 2021-2030 arasında ayrılan kaynak 1 trilyon, yıllık olarak düşünüldüğündeyse 100 milyar eurodur. Onun hesaplamalarına göreyse, yalnızca “temiz enerji” için gereken miktar, her yıl gayri safi yurtiçi gelirin yüzde 2,5’u olduğu halde AB planında ayrılan bunun yüzde 0,5’idir. Pollin yenilenebilir enerji alanında yapılacak kamu yatırımları için bütçenin dört kaynaktan sağlanabileceğini belirtir: karbon vergisinin yüzde 25’i, askeri harcamalar kaleminden yapılan transfer, Yeşil Tahvil borçlanması, fosil yakıtlara verilen desteklerin (sübvansiyonların) tümüyle kesilerek bunun yüzde 25’iyle yenilenebilir enerji yatırımlarının desteklenmesi.xvii
Her ne kadar vergi, borçlanma, askeri harcama, destekler gibi adlar alsa da bunların tümü, kamu bütçesinden yapılan aktarmalar. Yenilenebilir enerjide olduğu gibi, adil geçiş, enerji verimliliği, binaların dönüştürülmesi, yapı stoğunun yenilenmesi, değişen iklime uyum önlemleri konularında da kamu kaynakları seferber edilir. Doğrudan şirketlerden elde edilen bir mali kaynağa başvurulmadığında, sermaye, neden olduğu yıkımın mali yükünden kurtulur.
Robert Pollin, yenilenebilir kaynaklardan elektrik üreten şirketlere uzun süreli alım garantisi (feed-in tariffs) verilerek yatırımcıya kâr elde etme olanağı sağlanmasını önerir. Bu, Türkiye dahil pek çok ülkede uygulanıyor. Yenilenebilir enerji, gezegenin kurtuluşu amacından önce gelen, kârlı bir yatırım alanı olarak düşünülmektedir. Bir çözüm yolunun aciliyetinden, kamusal ve ekolojik yararından, adil olmasından önce, kapitalizmin işleyişine uygunluğu sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu önemli bir sorun. Çünkü sermayeyle karşı karşıya gelmekten kaçınıldığının açık bir işaretidir. Sermayenin ikna edilemediği, kârlılığı olmayan, şirketlerin çıkarına zarar verebilecek başka önlemlerin uygulamaya konmasıyla ilgili bir çekimserliği gösterir. Şirketlerin atmosfere saldığı karbondioksit miktarına üst sınır konulması bile sancılı olurken fosil şirketlerinin etkinliklerinin yıllar içinde kısıtlanması ve sonuçta durdurulmasının kağıt üzerinde kalan bir öneri olma olasılığı yüksektir. Avrupa Birliği’nde yeni üretilen otomobillerden atmosfere salınan karbondioksitin azaltılmasına ilişkin bir düzenlemede, otomobil üreticisi şirketlerin taleplerine yıllarca boyun eğilmiş, sulandırılmış önlemlerin uygulamaya konulması 15 yıl almıştır. Ardından da Volkswagen’in yaptığı gibi yazılım marifetiyle salımların azaltılmış gibi gösterildiği skandal örnekler yaşanmıştır.
Yeşil Yeni Düzen’in mali kaynaklarının nasıl belirleneceği konusunda farklı öneriler bulunabilir. Amerikan başkanlık seçimi için Demokrat Parti’den iki kez aday adayı olmasına karşın partisinde yeterli desteğe ulaşamayan Barnie Sanders’in öngördüğü Yeşil Yeni Düzen bütçesi, şirketlere yönelik kimi tehditler içeriyordu. Gerekli mali kaynakların önemli bir bölümü; kirletici etkinlik yürüten şirketlerin vergilendirilmesi, fosil kaynaklara yatırım yapan yatırımcıların vergilendirilmesi, kirletme cezaları, şirketlerin ve zengin kişilerin “adil payları”nı üstlenmelerinin sağlanması, bölgesel enerji üreten kurumların sattığı enerjiden elde edilen gelirler ile fosil kaynaklara yapılan desteklerin kesilmesinden, askeri harcamaların da azaltılmasından gelen miktarın aktarılmasıyla oluşur.xviii
Buna karşılık Pollin’in önerisi tümüyle şirketler yararına bir bütçelemedir. Örneğin, karbon vergisinin benzin fiyatına yansıtılmasıyla elde edilen kaynağın yüzde 25’i yenilenebilir enerji şirketlerinin yatırımlarına aktarılırken yüzde 75’i de halka geri verilecektir. Böylece şirketlerin yatırım projeleri için yıllık 160 milyar dolarlık büyük bir kaynak sağlanırken dünyada her bir insan için de 60 dolarlık bir vergi iadesi yapılacaktır. Buna benzer bütçelemelerde, yenilenebilir enerji ve adil geçiş konularında olduğu gibi toplumsal adaletsizliğe yönelik önerilerde de, şirketlerden alıp halka vermek yerine önce halktan toplayıp sonra zaten halkın olan paranın bir bölümünü halka geri vermek biçiminde bir anlayış var. Dörtte birini kurtların yediği kayıp eşeğini bulan emekçinin böyle bir öneriyi sevinçle karşılaması mı bekleniyor?
Yeşil Yeni Düzen yaklaşımlarında planlı küçülme bir seçenek olarak görülmez. Buna ilişkin verilen bir gerekçe şu: Japonya’nın 25 yıllık büyüme rakamı yüzde 0,7 ile küçülmecilerin öngördüğü büyümemeye çok yakın olduğu halde karbondioksit salımları, en yüksek ülkeler arasındadır. Çünkü Japonya fosil enerji kaynaklarına bağımlıdır. İklim politikası bakımından durağan ya da küçülen bir ekonomiden daha çoğunu başarmak gerekir. Yeşil Yeni Düzen yaklaşımına göre, sürdürülebilir enerjiye geçiş bakımından gereksinilen altyapının, malzemelerin, donanımların ve dönüşümlerin yapılması için büyüme kaçınılmazdır. Bununla birlikte savaş sanayisinde, fosil kaynaklar sektöründe ise küçülme istenir.xix
Bütçe konusunun bir boyutu da Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki ilişkileri içerir. Yeşil Yeni Düzen yaklaşımına göre, gelişmiş ülkeler azgelişmiş ülkelere mali ve teknolojik yardım yapmalıdır. Bu öneri 1992 Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı’ndan bu yana sıkça tekrarlanır. Uygulamasının yetersiz ve başarısız olduğu ortadadır. İnandırıcılığı kalmamış bu dileğin yinelendiği Yeşil Yeni Düzen politikalarında, Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki iktisadi, siyasal ve kültürel olarak emperyalist sömürü ilişkilerinin nasıl değiştirileceği konusu tartışılmadan öylece bırakılmıştır. Bu bakımdan kimi yaklaşımlarda görülen Kuzey’in yarattığı iklim ve toplumsal eşitsizlikleri denkleştirmek için Güney ülkelerinin dış borçlarının silinmesi önerisi de kulağa hoş gelen ama emperyalist dünya düzeni içinde ne yazık ki içi boş bir vaattir.
Avrupa Yeşil Düzeni planının, azgelişmiş ülkelerle ilişkiler bakımından “sirkatin söylemesi” ayrıca kayda değer. Avrupa Yeşil Düzeni çerçevesinde eldeki araçlardan biri, hazırlık çalışmaları yapılan Sınırda Karbon Uyarlama (SKU) mekanizmasıdır. SKU sayesinde Avrupa Birliği içinde uygulanan emisyon ticareti sistemi, AB ile ticaret yapan ülkelere genişletilecektir. “Bugüne kadar AB ülkelerinin emisyonlarına odaklanan AB, SKU ile karbon fiyatlama sistemini ticaret ortaklarına yaygınlaştırmayı, böylelikle karbon düzenlemesi kaynaklı maliyet dezavantajını AB-içi üreticiler lehine dengelemeyi ve küresel sera gazı emisyonlarında gereken azaltımı sağlamayı hedeflemektedir.”xx Böylece, mal aldığı gelişmiş ve azgelişmiş ülkelere ürün maliyet artışı getirerek, zaten iklim adaletsizliğinin tarihsel ekolojik yüküne katlanan yoksul ülkelere bir de güncel mali yükler bindirilmektedir.
Karbon Fetişizmi
Dolaşımdaki iklim politikaları genellikle karbon fetişizmine dayanırlar. Karbon fetişizmi, iklim sorununun temel nedeni olarak artan sera gazlarını görür. Yeşil Yeni Düzen de karbon fetişizmi kolaycılığına saplanır. Şöyle ki: Sorun, karbondioksit gazlarıdır. Bu gazlar da fosil yakıtların kullanılmasıyla oluşur. Salımları azaltmak için fosili terk etmek, fosilden uzaklaşmak için de yenilenebilir kaynaklara yönelmek gerekir. Sermayeye destek olunursa yenilenebilir enerji üretimi hızlanır. Yenilenebilir enerji projeleri hem fosil sektörin daralmasıyla işsiz kalanlara (adil geçiş) hem de başka sektörlerdeki işsizlere iş kapısı açar. Ekonomi salımlardan arınırken adil bir toplum oluşur. Kurulan denklem bu.
Bu denklemde karbon fetişleştirilmiştir, çünkü karbon hem iklim sorununun gerçek nedenlerini örten hem de sorunu ve çözümü belirleyen gizemli bir elemente dönüştürülmüştür. Karbon salımları bir yok edilebilse her şey düzeliverecektir. Böylece, ekolojik yıkımla kurtuluş arasındaki fark, enerjinin hangi enerji kaynağından sağlandığına kenetlenmiş bir fark olarak sunulur. Kapitalizmin ekolojik yıkıma sürükleyen yapısal sorunları ve çelişkileri dikkate alınmaz. Örneğin, üretim araçlarının özel mülkiyeti, meta üretimi, emek sömürüsü, sermayenin doğaya tahakkümü, ülkeler arasında emperyalist ilişkiler, nesnelerin bireysel tüketimi, hileli gereksinimleri doyurmaya adanmış tüketim sistemi, kapitalist devletin sermaye taleplerini karşılayan kapitalist niteliği, ve benzeri olgularla uğraşılmaz. O nedenle, ülkelerin fosilden yenilenebilir enerjiye, ekolojik ve toplumsal eşitsizliklerden adil bölüşüme, ülkeler arası sömürge ilişkilerinden gezegenin kurtuluşuna geçiş; karbonsuzlaştırma ve bunun için de kamu kaynaklarından bütçe denkleştirilen bir muhasebe işleminden ibarettir.
Bir bakıma siyaset de can havliyle bütçe yapıp karbondan kurtulmak olarak anlaşılır. Chomsky’e göre, ekososyalizm için çaba göstermek yersizdir. Bunun ilk nedeni, iklim sorununun aciliyetidir. Gerekli olan şey ekososyalizm gibi bir siyasal proje değil, Yeşil Yeni Düzen’in sunduğu “yapılacak işler kılavuzu”dur. Çünkü kapitalizmi sona erdirmek zaman alır oysa acil olarak yapılması gereken işler, kapitalizm içinde kısa zamanda başarılır. İkinci olarak, kriz engellenmek isteniyorsa var olan koşullarda ulusal ve uluslararası seferberlik sağlanmalıdır. Üçüncü gerekçe de ekolojik yıkıma engel olma çabası ile daha özgür ve adil bir topluma doğru kapitalizmi parçalarına ayırmak birlikte kotarılabilir ve öyle de olmalıdır. Bu üçüncüsünü şöyle yorumlamaktan yanayım: kapitalizmi sona erdirme hedefini iklim için eylemlilikle birlikte örgütlemek. Kanımca en doğru strateji bu olur. Bununla birlikte Chomsky’nin üçüncü gerekçesi, sermaye düzeni içinde hızlıca çözüm bulunmasının mümkün olduğunu belirten ilk iki gerekçesiyle çelişir. Benzer biçimde Pollin de üretim araçlarında özel mülkiyet ilişkilerini sona erdirmenin otuz yıl süreceği kanısında. Kaldı ki o, özel mülkiyete son vermenin işçi sınıfının durumunu iyileştireceğinden emin olmadığı gibi, sermayeyi tasfiye etmenin de toplumsal adalete uygun düşmeyeceğini ileri sürer.xxi Chomsky ve Pollin, sosyalizme geçiş takvimi, iklim için önlemleri geciktireceği için Yeşil Yeni Düzen’i savunurlar. Gelgelelim Pollin’in önerdiği yeşil düzen programı, özel mülkiyeti sona erdirmeye biçtiği ve çok uzun bulduğu süre olan otuz yıl sonra, yani 2050’de tamamlanacak! Bu tarih nedeniyle, kapitalizmin içinde çözüm aranması iddiasını iklim aciliyeti ve zaman darlığı özrüne dayandırmak kendi içinde çelişkilidir.
Yerleşik Düzeni Yeşillendirme Çabası Zaman Kaybıdır
İklim sorunun aciliyeti ve emekçi kesimlerin bir süredir zaten deneyimlemekte olduğu yıkıcı etkileri, tartışmasız gerçekler. Ama denize düşenin acil yardım arayışı içinde yılana sarılmasının, çare üretmediğini de vurgulamak gerekir. 1992’de başlayan uluslararası iklim rejimi, var olan kapitalist ilişkiler ve yerleşik düzen içinde, yaklaşık otuz yılda bir arpa boyu kadar yol alamadı. Sorun kapitalizm içinde çözülmediği gibi daha da derinleşti. Derinleşen sorun için şimdi “yeni” bir politika daha öneriliyor. Oysa 1990’ların başından bu yana otuz yıldır uygulamadaki sürdürülebilir kalkınma politikalarına benzeyen yeşil düzen politikalarıyla emekçi, yoksul çoğunluğu otuz yıl daha oyalamanın zamanı değil. Seçilen politika önlemleri, ulaşılmak istenen amacın kapitalizmden kurtulmak olmadığını gösteriyor.
Yapılması gereken ekolojik yıkıma ve emek sömürüsüne karşı eşzamanlı olarak mücadele yürütmektir. Çünkü aynı toplumsal çelişkilerden, yapılardan, koşullardan, sınıf ilişkilerinden kaynaklanırlar. Tam da bu nedenle o yapıları, var olan toplumsal düzeni yıkmaksızın ekolojik yıkımı engellemek ve özgür, adil toplumu kurmak olanaksız. Asıl zaman kaybı, var olan toplumsal düzen verili kabul edildiği için, onun işleyiş düzeneklerine dokunmadan çözüm yolu arandığı için oluşmakta ve süreç bir kısır döngü olarak kendini yinelemektedir.
Nitekim Türkiye’de sermaye, çıkarlarıyla Yeşil Yeni Düzen arasındaki uyumu çabuk keşfetti. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin, tüm oda ve borsalar genel sekreterliklerine 2 Eylül 2020 tarihinde gönderdiği yazıda, Avrupa Yeşil Düzeni hedeflerinin başarılması çerçevesinde Avrupa Birliği’nin, bir milyar euro bütçeli bir fon çağrısından yararlanmak için birlik üyelerinin bilgilendirilmesi istenir.xxii
Yeşil Yeni Düzen beklentisi, ekolojik örselenmenin sürekli derinleştiği koşullarda giderek yoğunlaşan ekolojik ve toplumsal muhalefeti de kapitalist düzenin onarılması amacının lokomotifine dönüştürebilir. Ekolojik muhalefetin ve artan yoksulluğun kışkırttığı toplumsal öfkenin, uzun zamandır bilinen düzen içi çözümlere yönlendirilme çabalarına karşı uyanık olunmalıdır.
Bu tehlikeyi görenler emekten yana bir strateji gereksinimini vurguluyorlar. ABD’de siyah toplulukların yerel bir örgütlenmesi olan Jackson Kooperatifi’nden Kali Akuno, tabandan yükselen bir hareket olmadan geçiş programlarının kapitalist sistemin elinde rehineye dönüşeceğini belirtir. Bu nedenle, sendikalarla işçi kooperatiflerinin yan yana gelerek yürütecekleri bir mücadelenin önemini vurgular. Akuno’ya göre, ilk olarak, işçilerin sahip olduğu ve yönettiği ekolojik olarak sürdürülebilir girişimler kurulmalı. Var olan işletmelerin de işçiler tarafından ele geçirilerek ekolojik ve emek açısından yıkıcı etkinlikler terk edilerek sürdürülebilir pratikler örgütlenmeli. Ona göre bu yöntem, siyasal mücadelenin koşullarını seçim arenasının söylemlerine kabul ettirmenin etkili bir aracıdır. Benzer biçimde, temel gelir önerisi da mülkiyet ilişkileri bağlamından ayrılamaz. Temel gelir politikası, üretim araçlarının toplumsallaştırılması söz konusu olmadığında, kapitalist birikim rejiminin mantığının yeniden üretilmesine yarar. Yeşil Yeni Düzen gibi dönüşümcü programların başarılı olması için, ikinci olarak, sivil itaatsizlik taktikleriyle ve kitlesel sokak eylemleriyle toplumsal mücadele yükseltilmelidir. Asıl sorun, petrol ve kimya şirketleridir. Onları iktisadi ve siyasal olarak zayıflatıp geriletmek için fosil kaynaklarla ilgili yeni üretim girişimlerine, petrol, kömür, doğalgaz çıkarma projelerine etkili eylemlerle engel olunmalıdır. Üçüncü olarak da iklim ve istihdam sorunları çözüme kavuşturulmak isteniyorsa ırk, sınıf, toplumsal cinsiyet ve bölgeler bakımından eşitsizlikleri giderecek önlemler programın tam merkezine yerleştirilmelidir.xxiii
Farklı ülkelerdeki mücadele pratikleri kendi stratejilerini çizeceklerdir kuşkusuz. Ama Akuno’nun saptamaları, Yeşil Yeni Düzen programının şu eksikliklerini çok açık biçimde sergilemesi bakımından önemli: mülkiyet ilişkilerinin göz ardı edilmiş olması, sermaye karşıtı bir toplumsal mücadele zemininden kopuk olması, ırk, etnik kimlik, sınıf, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini, bölgeler arası gelir adaletsizliklerini uygulamada ortadan kaldıracak politikaların geliştirilmemiş olması.
Avrupa Birliği, Yeşil Düzen’i kurumsal mekanizmaları içinde eriterek yerleşik düzenle bütünleştirmiş oldu. Öte yandan Yeşil Yeni Düzen’i ABD’de Sanders, Demokratlar ve Yeşiller, İngiltere’de Corbyn sahiplenmişti. Her iki ülkedeki çabalar kadük kaldı. Paradoksal biçimde Yeşil Yeni Düzen, Avrupa Birliği’nde resmi politika olurken ABD ve İngiltere’de merkezden uzaklaşan sol bir program olarak görüldü. Ama bu iki ülkede Yeşil Yeni Düzen, sermayeyle hesaplaşmayan niteliğiyle, fosile dayanmayan şirketleri destekleyen çerçevesiyle siyasal iktidar olmayı başaramadı. Kaldı ki siyasal iktidar olunsaydı program hedeflerinin gerçekleşmesi için fosil sermayenin gücü nasıl kırılacaktı, o da ayrı bir soru.
Sonuç
Yeşil Yeni Düzen yaklaşımının, önemli konuları yeniden tartışma gündemine taşıyan bir rolü var. Şu noktaların geniş kitleler önünde gündemleştirilmesi bakımından olumlu katkısı olduğu söylenebilir. İklim eşitsizliğiyle toplumsal eşitsizlikler birlikte ele alınmalıdır. Neoliberal tahakkümün dayattığının tersine toplumsal ve ekolojik sorunların hafifletilmesi kamusal yatırımları zorunlu kılmaktadır. Fosil enerji sermayesinden devlet desteğinin çekilmesi ve askeri harcamaların kısılması önerilerinin, var olan düzen içinde sarsıcı etkileri olur (Bunun Sanders ve Corbyn’nin seçim yenilgileriyle ilişkisi ayrıca araştırma konusu). Bu sarsıntı göz önünde bulundurulduğunda Yeşil Yeni Düzen ya da başka bir programla bu önerileri yaşama geçirmenin yolu, ekolojik siyasetin toplumsal zemininin büyütülmesidir. Bu bakımdan ekolojik siyasetin işçi, köylü, kadın, anti-kolonyalist, anti-emperyalist, enternasyonalist kesimlerle ve hareketlerle berkitilmesi gereksinimi üzerinde düşünmek yararlı olacaktır. Yeşil Yeni Düzen politikasının Amerikan örneğinde görüldüğü gibi, toplumsal hareketin desteğini alan ve onun temsilcileri olarak Kongre’ye giren isimlerle ekolojik taleplerin siyasallaştırılması genişletilebilir. Bu temsilciler yerleşik düzenin yönünü değiştirmek için kuşkusuz yetersiz ve etkisizdirler. Yine de başka toplumsal bileşenlerle birlikte ekolojik muhalefetin, düzeni onarmak hedefiyle değil de devletle sermaye arasındaki ilişkiyi parçalamak amacıyla, siyasal iktidarı talep etmesi için bir ön alıştırma olarak düşünülebilir.
Yazı boyunca gördük ki, Yeşil Yeni Düzen politikaları pek çok iç çelişki barındırıyor. İç çelişkilerinin kaynağında, sermaye düzeninin neden olduğu sorunların sermaye düzeninden ödün vermeden çözülebileceği yanlış inancı var. Kapitalist mülkiyet ilişkileri, olduğu gibi korunuyor. Yeşil istihdam ve adil geçişle işçi sınıfına adalet vaat edilirken emek sömürüsü dikkatlerden kaçırılmaktadır. Salımlarla ilgili önlemler öngörülmekle birlikte doğanın kapitalist kullanımının sınırlanmasına ilişkin herhangi bir öneride bulunulmaz. Var olan sınıf ilişkilerine müdahale edilmeden böyle bir sınırlandırma mümkün de değildir. İklimle ilgili otuz yıldır dile getirilen hedefler yinelenip iklim mücadelesinin aktörleri kazanılmaya çalışılırken gerçekte kapitalizmin egemen güçleri, yapıları, kurumları sağlamlaştırılmaktır. Kamu yatırımları için öngörülen bütçe sermayeden toplanmadığı gibi, o bütçe de sermayenin semirmesine ayrılır. Yenilenebilir enerjiye kamu desteği sağlanırken bir bütün olarak sermayenin enerji talebinin de ucuzlaması sağlanır. Fosil yakıtlardan geri çekilen şirketlere devlet destekli yenilenebilir enerji alanında yatırım olanağı doğar. Dahası, 150 yıldır atmosferde biriken tarihsel salımların yüzde 75’inden sorumlu olan 86 özel ve devlet şirketinin, iklim sorununun maliyetini üstlenmesine ilişkin bir plan, önlem ortaya konulmamıştır. Tersine iklimle ilgili ağır mali yük, emekçi halkın sırtına yüklenmektedir.
Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, elektrikli otomobil, enerji bakımından binaların iyileştirilmesi ve yeni inşaatların yapılması gibi enerji, sanayi ve inşaat sektörlerinin halktan toplanan bütçeyle desteklenmesi politikası, kapitalist birikimin canlandırılmasıdır. Sürdürülebilir kalkınma yaklaşımında olduğu gibi, Yeşil Yeni Düzen de doğanın korunması ve toplumsal eşitsizliklerin hafifletilmesi amaçlarını, kapitalist birikimin sürdürülmesine feda etmiş durumdadır. Kapitalist birikimin ve sınıf ilişkilerinin sürmesi ise ekolojik ve toplumsal eşitsizliği derinleştirecek, iklim eylem planının uygulamasını da suya düşürecek, iklim değişikliğine bağlı ekolojik ve toplumsal sorunları içinden çıkılmaz biçimde çözümsüzlüğe sürükleyecektir.
Notlar
iTürkiye’de Yeşiller Partisi’nin kuruluş açıklamasına göre, “Yeşil Yeni Düzen: Enerji ve ulaşım altyapısının dönüştürülmesi, enerji verimliliği, iyi işler yaratılması ve hayat kalitesinin artırılması, müşterekleşme, sürdürülebilir turizm, küçük ölçekli tarım, bakım hizmetleri, alternatif ve enformel alanlardaki işler gibi ekonomik etkinliklerin teşvikiyle topyekûn bir dönüşüm” olarak parti programında yer almaktadır. https://yesiller.org.tr/2020/09/21/yesiller-partisi-kuruldu/ 21 Eylül 2020.
ii IPCC, Special Report on Global Warming of 1.5 C, 2019, s.12 ve 81, https://www.ipcc.ch/sr15/
iii John Bellamy Foster, “On Fire This Time,” Monthly Review, 71(6), 2019, s.3, https://monthlyreview.org/2019/11/01/on-fire-this-time/ ; Gustavo García López ve Diego Andreucci, “Green New Deal(s): A Resource List for Political Ecologists,” Undisciplined Environments, https://undisciplinedenvironments.org/2020/07/16/green-new-deals-a-resource-list-for-political-ecologists/ 16 Temmuz 2020; Semra Purkis, “Krizden Çıkış Manifestosu ve Yeşil Yeni Düzen,” https://artigercek.com/haberler/krizden-cikis-manifestosu-ve-yesil-yeni-duzen 26 Mayıs 2020.
iv UNEP, Global Green New Deal: An Update for the G20 Pittsburgh Summit, 2009, s.1-2, https://wedocs.unep.org/handle/20.500.11822/7736
v Edward B. Barbier, Rethinking the Economic Recovery: A Global Green New Deal, UNEP, 2009, s.8, https://www.cbd.int/development/doc/UNEP-global-green-new-deal.pdf
vi European Commission, The European Green Deal, COM(2019) 640 final, Brussels, https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?qid=1596443911913&uri=CELEX:52019DC0640#document2 11 Aralık 2019; Türkçesi: Avrupa Komisyonu, Avrupa Yeşil Mutabakatı, Yeşil Düşünce Derneği, 2020, http://yesildusunce.org/avrupa-yesil-mutabakati-turkce-cevirisi-yayinlandi/
vii Labour for GND, Large-Scale Investment in Renewables, 2019, s.6, https://www.labourgnd.uk/gnd-explained Parti Kongresi’nde kabul edilen öneriler için bkz. Labour Party, “Labour Commits to Decarbonisation by 2030 with Green New Deal,” https://www.labourgnd.uk/news/2019/9/24/labour-backs-gnd 24 Eylül 2019.
viii Yenilenebilir enerji santrallerinin sorunları için bkz. Aykut Çoban, Çevre Politikası: Ekolojik Sorunlar ve Kuram, Ankara, İmge, 2020, s.139-40.
ix Green New Deal for Public Housing Act, 2019, https://www.congress.gov/bill/116th-congress/senate-bill/2876/text
x Çoban, agy, s.198-9.
xi Dustin Mulvaney, Sustainable Energy Transitions: Socio-Ecological Dimensions of Decarbonizations, Cham, Palgrave Macmillan, 2020, s.190-2.
xii Noam Chomsky, Robert Pollin ve C.J. Polychroniou, Climate Crisis and the Global Green New Deal: The Political Economy of Saving the Planet, Londra, Verso, epub, 2020.
xiii P. Zangheri vd., Building Energy Renovationfor Decarbonization and Covid-19 Recovery, Luxembourg, European Commision, 2020, s.4, https://publications.jrc.ec.europa.eu/repository/bitstream/JRC122143/jrc122143_renovating_the_regional_building_stock_v.13_%2528002%2529.pdf
xiv Noam Chomsky ve Robert Pollin ile C.J. Polychroniou’nun yaptığı söyleşi, “Eğer Bir Gelecek İstiyorsak Yeşil Yeni Mutabakat Bunun Anahtarı,” Çev. H. Arslan ve T. Ener, http://www.art-izan.org/artizan-arsivi/eger-bir-gelecek-istiyorsak-yesil-yeni-mutabakat-bunun-anahtari/#.X9B2VV-MUS8.twitter 9 Aralık 2020.
xv Oxfam, Confronting Carbon Inequality, https://oxfamilibrary.openrepository.com/bitstream/handle/10546/621052/mb-confronting-carbon-inequality-210920-en.pdf 21 Eylül 2020.
xvi Chomsky, Pollin ve Polychroniou, Climate Crisis and…, a.g.y., s.144-5.
xvii a.g.y., s.215 ve 181.
xviii John Bellamy Foster, “On Fire This Time,” Monthly Review, 71(6), 2019, s.6, https://monthlyreview.org/2019/11/01/on-fire-this-time/
xix Chomsky, Pollin ve Polychroniou, Climate Crisis and…, a.g.y., 2020, s.203-5.
xx Ahmet Atıl Aşıcı, Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Uyarlaması Mekanizması ve Türkiye Ekonomisi, Politika Notu, İstanbul, İstanbul Politikalar Merkezi, 2021, s.13-14.
xxi Chomsky, Pollin ve Polychroniou, Climate Crisis and…, a.g.y., 2020, s.243-6.
xxii TOBB, Avrupa Yeşil Mutabakatı Çağrısı konulu yazışma, https://karabuktso.org.tr/wp-content/uploads/2020/09/AVRUPA-YEŞİL.pdf 22 Eylül 2020.
xxiii Kali Akuno, “It’s Eco-Socialism or Death” Jacobin, https://jacobinmag.com/2019/02/kali-akuno-interview-climate-change-cooperation-jackson 15 Şubat 2019.