Glasgow Anlaşması’nın Türkçe çevirisini ve yazdığımız kısa sunuşu sizlerle paylaşıyoruz. – 25 Şubat 2021
23 Şubat 2021’de Güney Sudan’ın da meclisinde onaylamasıyla Paris Anlaşması’nı imzalamış ama onaylamamış ülke sayısı dünyada 6’ya indi ve Türkiye kalan bu son 6 ülkeden biri. 2015’te imzalanan Paris İklim Anlaşması gereği ülkelerin kendilerinin belirledikleri ulusal katkı beyanlarına göre hazırladıkları eylem planlarının 2020’de başlaması gerekiyordu. ABD’nin Anlaşma’dan çekilmesinin ardından Paris’in tamamen bir fiyaskoya dönüşmemesi için 2020’nin son günlerine doğru aralarında Çin ve Güney Kore gibi sera gazı salımlarını sıfıra indirmeyi taahhüt eden bir planı ilk kez açıklayan ülkelerin yanı sıra AB gibi sera gazı sıfırlama hedefini 2040’tan 2035’e çekerek iklim eylem planını güncelleyen ülkeler oldu. Covid-19 salgınıyla birlikte Glasgow’daki 26. Taraflar Konferansı COP26’nın ertelenmesinin ardından tüm bu taahhütlerin, güncellemelerinin derli toplu bir değerlendirmesi yapılmadı. Oysa bütün Dünya, internet üzerinden çevrimiçi toplantıların zirve yaptığı bir dönemi yaşıyordu, ancak devletler internet üzerinden bir araya gelmeyi tercih etmeyerek Konferansı 1 yıl ertelediler (ki konferansın 2021’de de yine kısıtlı şekilde yüz yüze ancak çoğunlukla çevrimiçi toplantılarla geçmesi bekleniyor).
2019’da Greta’nın öncülüğünü yaptığı iklim için okul boykotlarıyla yükselişe geçen küresel iklim hareketi özellikle Avrupa’da daha militan yöntemleri eylem repertuarına katan genç kuşağın enerjisiyle Covid-19 öncesinde kendini politik gündemde iyice hissettirmişti. Geçmişten ders çıkarır şekilde bu yeni hareket emperyalizm, sömürgecilik, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ırkçılık gibi konularda ilkesel yaklaşımları olan ve taktik/stratejilerini bu ilkeler çerçevesinde daha enternasyonal düzlemde kuran bir hatta girdi. By2020WeRiseUp adıyla bir platform kurarak 2020’yi bir olağanüstü hareketlilik yılı olarak planlayan bu dinamik iklim örgütleri salgının araya girmesiyle eylemlerinde 2019 momentini korumakta zorlandılar. Ancak 2020 artık yeni bir düşünüş tarzının iyice mayalandığı, yeni bir hareket tarzının kabul gördüğü, yeni bir yapının ihtiyacının hissedildiği ve bu yapının inşasına girişildiği bir yıl oldu.
Çekirdeğini Avrupa’daki örgütlerin oluşturduğu ancak tüm kıtalardan üye örgütlerin katılımıyla iyi bir hazırlık süreci geçiren bu kümelenme, kendini iptal edilen zirveye atıfla Glasgow Anlaşması adını verdikleri bir çerçeve metin etrafında örgütledi (tüm üyeler için bakınız). Metnin yazım süreci, 2020 boyunca her hafta çevrimiçi toplantılarla herkesin katılımıyla adım adım ilerledi. Nihayetinde, COP26 iptal edilse de tam da konferans gününde ilan edilen bu anlaşmayla örgütler kurumsal müzakerelere dayanan eylem ve söylem tarzından vazgeçtiklerini ve yollarına doğrudan eylemlerle devam edeceklerini açıkladılar. Salgının fiili meşru eylem biçimlerini sınırlandırması nedeniyle henüz istenen kamuoyu etkisini gösteremese de Glasgow Anlaşması etrafında bir araya gelen ekoloji örgütleri, kapitalizmin adını anmadan asgari ilkelerle bir araya gelmeyi başardılar. Anlaşmanın sitesinde anlaşmanın amacı şöyle ifade edilmiş:
Glasgow Anlaşmasının amacı, hükümetlerden ve uluslararası kurumlardan inisiyatifi geri almak ve iklim adaleti hareketi için alternatif bir eylem ve işbirliği aracı oluşturmaktır. Şimdiye kadar iklim adaleti hareketi, hükümetlere iklim konusunda harekete geçmeleri için baskı yapmaya ya da 1997 Kyoto Protokolü ve 2015 Paris Anlaşması gibi BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) çerçevesinde daha güçlü uluslararası anlaşmalar yapılması için zorlamaya oldukça fazla odaklandı. Bu arada emisyonlar ise artmaya devam etti. Dolayısıyla, Glasgow Anlaşması, sivil toplumun kendi eylem planını önermesini, artık hükümetlerin ve uluslararası kurumların bunu yapmasını beklememeyi önermektedir. 2100 yılına kadar 1,5 °C’lik bir sıcaklık artışını önlemek için gerekli emisyon kesintilerini sağlamak için sivil itaatsizlik dahil çok geniş çeşitlilikte bir dizi strateji ve taktikler kullanmayı hedefliyoruz.
Bu kısa vadede umut vadeden bir gelişme olsa da kapitalizmle ekolojik çöküşün, iklim krizinin bağını kurmak gibi ideolojik olarak netleşme gerektiren noktalar orta ve uzun vadede Anlaşma’daki örgütlerin işbirliğinin kaderini etkileyecektir. Öte yandan, bu anlaşma Paris Anlaşması’nın yaratacağı finansal, ekonomik, politik sonuçlara karşı devletleri “uyum sağlamaya” çağıran anlayışından belirgin bir farklılık göstermektedir. Gerek dili, gerekse reform ve geçişlerden değil, kontrolü ele almak için eyleme geçmekten ve örgütlenmekten bahsetmesi anlayıştaki bu kopuşu temsil etmektedir.
Tüm dünyada eski ve yeni kuşaklar için kapitalizmde yolun sonuna gelindi. Korkunç toplumsal eşitsizliğin beslediği öfke, zaten tüm esneme, taviz verme kapasitesini kaybetmiş emperyalist kapitalist sisteme karşı çeşitli kanallardan darbe indirecek birikimi sağlıyor. 2019’daki iklim eylemleri 42 ülkede gelişen halk ayaklanmalarıyla eş zamanlıydı. 2020’de salgına rağmen ABD’de başlayıp yayılan siyah halkın öncülüğündeki isyana tanıklık etti. Bu isyan sayesinde faşist Trump’ı iktidardan indirecek toplumsal bir güç oluşturuldu. Son 2 yılda Avustralya, Kaliforniya, Sibirya ve Amazonlar’da aylarca söndürülemeyen dev yangınlar, sayısı Yunan alfabesini aşan sayıda kasırgalar, ani ve aşırı hava olayları, bölgesel kuraklıklar, kutup vorteksinin bozulması sonucu en son da Teksas’taki felakete yol açan aşırı soğuklar yaşandı. Bütün bunlar iklim krizinin bilimsel verilerin iyimser senaryolarından çok kötümser senaryolarına benzer bir çapta ve hızda gerçekleşeceğine işaret ediyor. İşte, bugünden yüzbinlercesini yollara düşüren, binlercesinin canını alan, büyük çoğunluğu Afrika, Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Batı Asya’da yaşayan milyonlarca insanın yaşamının tehlikede olduğu bir felaket karşısında, 2030 ya da 2050’leri kasıtlı olarak yetersiz ve umursamaz “eylem planlarının” insafına bırakma niyeti yok bu öfke dolu kitlenin.
Giderek politikleşen, giderek devrimci bir öznenin inşasında merkezi rolünün farkına varan, giderek devrimci parti ve örgütlerle gerek eylem, gerek söylem gerekse de stratejik açıdan mesafenin kapandığı küresel iklim hareketinde yer alan örgüt ve bireyler, antikapitalist, antiemperyalist, anti-sömürgeci, antifaşist, cins özgürlükçü ve ekolojist bir devrim için belki de ilk adımlarını bu süreçte atıyorlar.
Bulunduğumuz yerden seyirci olarak değil, aksine bu tarihsel sürece dahil olarak, tarihin öznesi olarak bu anlaşmanın gerektirdiği mücadeleye omuz vermeye çağırıyoruz biz de herkesi.
Anlaşmanın Türkçe çevirisini sizlerle paylaşıyoruz:
Glasgow Anlaşması
Hükümetler, uluslararası kuruluşlar ve tüm ekonomik sistemin iklim krizini ele almada kullandığı kurumsal çerçeve, 2100 yılına kadar küresel ısınmayı 1,5 veya 2 °C’nin altında tutmada başarısız oluyor. Bu çerçevenin ortaya konulmasından bu yana gelişmiş ülkeler ve fosil yakıt endüstrisi gibi kirletici sektörler bu kurumsal çerçevenin tekrar eden başarısızlığını el altından yönettiler. Bunun yerine, sonuç alıcı adımlar ertelenir ve sera gazı salımlarının artışının sürmesine izin verilirken sanki bir iklim eylemi yürütülüyormuş yanılsaması yaratıldı. Bu aktörlerin on yıllar süren müdahalesinin sonucunda zayıf taahhütlerin dahi gereğinin yapılması sürekli olarak reddedildi ve böylece iklim değişikliğiyle ilgili temel kurumsal düzenlemeler olan Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması, küresel sera gazı salımlarında iklim değişikliğinin en kötü etkilerini durdurmak için gerekli olan azalmayı sağlamamış oldu. Bir prosedür olmaktan öteye gitmeyen Paris Anlaşması da belirlemiş olduğu iklim değişikliğinin en kötü sonuçlarını önleme hedefine ulaşamayacak.
Yüzlerce hükümet, belediye ve kuruluş iklim acil durumu ilan etti. Dünyanın dört bir yanında sokaklardaki kitlesel protestolarda, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarının en az % 50 azaltılması gerekliliği üzerinde oluşan bilimsel konsensüs ile birlikte, aynı zaman dilimi içinde iklim adaleti için sonuç alıcı eylemlere geçilmesi çağrılarında bulunuldu. Bu hedeflerin herhangi bir aşamasına ulaşmak için hiçbir yeni fosil yakıt (kömür, petrol ve gaz) projesi ve altyapısı geliştirilmemelidir. Güçlü bir iklim adaleti hareketinin, bu köklü çelişkileri ele almak ve küresel anlatıyı kurumsal yetersizlikten kalıcı değişim getirecek toplumsal güce kanalize etmek için yeni ve güçlendirilmiş araçlara ihtiyacı var.
Bu nedenle, aşağıda imzası bulunan örgütleri ve toplumsal hareketler şunları kabul eder:
- Gerekli azaltımların ve iklim eyleminin politik çerçevesi, iklim adaletinin politik çerçevesidir.
Bu çerçevesi iktidarın, bilginin ve refahın yeniden dağıtılmasını savunan toplumsal ve politik bir talep olarak tanımlanmaktadır. İklim adaleti, doğal limitler ve kaynakların adil dağılımı çerçevesinde, geleneksel ve batılılaşmış bilgi sistemleri arasında gerçek bir bağlantı kurulmasını savunan yeni bir refah anlayışı önerir. İnsanlığın ve dünyanın, öncelikle de iklim krizini durdurmak için, ihtiyaçlarını ele alan kamusal ve katılımcı bir bilim çağrısı yapar.
Bu anlamda:
• Tüm türlerin birbirine bağımlı olduğunu kabul eder. Sera gazlarının ve bağlantılı kirletici maddelerin üretilmesini ortadan kaldırmak amacıyla azaltım yapma ihtiyacını teyit eder;
• Bakım ekonomisini, toplumsal cinsiyet kimlikleri ne olursa olsun, hem evlerde hem de toplumsal yaşamda, bakım ve geçindirme faaliyetleri için kişilerin ortak sorumluluğu olarak kabul eder ve günlük hayata entegre eder – iklim adaleti yaşamı merkeze koyar;
• Yüzyıllardır süren sistemik ırkçılığı, sömürgeciliği ve emperyalizmi çözmek üzere toplumdaki yapısal değişiklikleri destekler – iklim adaleti ırksal adalettir;
• Gerçek ihtiyaçlara dayanan demokratik bir planlamayıii savunarak ve baskı, dayatma ve el koymanın yerine iş birliği, dayanışma ve karşılıklı yardımlaşmayı koyarak çevreyi ekonominin kuralları altında değil, tam tersi, ekonomiyi çevrenin kuralları altında olduğu şekilde kavrar;
• Ortadan kaldırılması, yeniden yapılandırılması ya da daraltılması gereken sektörlerde hâlihazırda çalışmakta olan işçiler için, bu işçilere başka bir ekonomi ve toplum koşullarında destek sağlayarak, enerji egemenliğiiii ve enerji yeterliliğiniiv önceleyerek gerçekleşecek adil bir geçişi savunur. Bu geçiş eşit ve adil olmalı, geçmiş zararları telafi ederek işçilerin ve toplulukların gelecek geçim kaynaklarını güvence altına almalı, yenileyici bir ekonomi için ekonomik ve politik güç biriktirmek üzere ekstraktif bir ekonomiden iklim açısından güvenli bir topluma gereken geçişi sağlamalıdır;
• Bu, yerli toplulukların bilgi birikimlerini yeniden kazanmak, yaşam döngüleri ve ekosistemler üzerinde yararlı etkileri olan pratik insan faaliyetini teşvik etmek anlamına gelir;
• Küresel Güney’e ödenmesi gereken tarihsel ve ekolojik bir borç olduğunu ve söz konusu borçların kökenlerinin durdurulması gerektiğini ortaya koyarak sömürgecilik, küreselleşme ve sömürüden en ön saflarda etkilenen topluluklar ve halkların zararlarının tazmin edilmesi gerektiğini savunur;
• İklimsel çöküşün etkilerinin burada ve şimdi olduğunu kabul eder. Dünyanın en yoksul toplulukları evlerini ve geçim kaynaklarını kaybediyor, topraklarına ve kültürlerine verilen zararı yaşıyor ve acil mali kaynak ihtiyacı içindeler. Kayıp ve hasardan sorumlu şirket ve hükümetleri teşhir etmek ve en çok etkilenen insanların ve yerlerin sesini yükseltmek için küresel dayanışma ve baskıya ihtiyaç var;
• Göçmenlerin tam korumasını, hareket özgürlüğünü ve medeni, siyasi ve ekonomik haklarını savunur;
• Üçüncü ülkelere karşı herhangi bir ucuzlatma olmaksızın, halkların kendi tarım ve gıda politikalarını tanımlama hakkı olarak gıda egemenliğini savunur;
• Kapitalizmi yaşam sistemlerinin ilkeleriyle bağdaşmaz bir sistem olarak kavrayarak, – güncel olarak sermaye egemenliğinde yansıyan – üstel ve sınırsız ekonomik büyümeye karşı çıkar;
• Yeşil kapitalizmi ve onun çevre ve toplum üzerindeki tüm etkilerini göz ardı ederek önerdiği “çözümleri” (bunlar ister “doğa temelli” jeomühendislik, karbon ticareti, karbon piyasaları veya diğerleri olsun) yanı sıra ekstraktivizmiv reddeder.
- Sera gazı emisyonlarını kolektif olarak azaltma ve fosil yakıtları yeraltında tutma ihtiyacını kendi ellerine almayı kabul eder.
Glasgow Anlaşmasına katılırken örgütler odaklarını kurumsal mücadelenin, yani hükümetler ve Birleşmiş Milletler ile müzakereler üzerine odaklanmanın dışında tutmayı sürdürecekler.
- Envanter oluşturulması:
Ulusal ve uluslararası alanda paylaşılmak üzere her bölgedeki sera gazı salımlarından sorumlu ana sektörler, altyapılar ve gelecek projelerin bir envanteri oluşturulacak. Bu envanterin oluşturulmasını desteklemek ve takip etmek için teknik bir çalışma grubu olacak;
- Envantere dayalı bir bölgesel iklim gündeminin oluşturulması:
İklim gündemi, ilgili alandaki en büyük sera gazı emisyon kaynaklarının (mevcut ve planlanan) envanterinin içeriğini oluşturduğu, sahada çalışan topluluklar, hareketler ve örgütler tarafından tasarlanan bir eylem planıdır. Bizi, net bir iklim adaleti çerçevesi içinde 2100 yılına kadar küresel ısınmanın 1,5 ºC’nin altında kalacağı yola sokmayı hedefler;
- Bahsedilen kurumsal çerçevedekilerle politik ve ekonomik işbirliğinden kaçınma ve şiddetsiz müdahale, özellikle de sivil itaatsizlik eylemleri Glasgow Anlaşması’nı gerçekleştirmede kullanılacak temel araçlardır.
Aynı zamanda biliyoruz ki ezilen gruplar ve daha fazla baskı altında olan toplumlarda yaşayanlar için sivil itaatsizlik eylemlerinde doğrudan yer almak çok daha zor. Sivil itaatsizlik taktiğivi, Glasgow Anlaşması’nın hedeflerine ulaşması için kullanılacak taktiklerden sadece bir tanesi.
Ayrıca, sivil itaatsizlik stratejisinin, uzun zamandır farklı isimlerle, bizden önce çoğu tarafından, özellikle de marjinalleştirilmiş topluluklar tarafından ve Küresel Güney’de kullanıldığının farkındayız. Biliyoruz ki, bu mücadeleye onların tarihi ve güncel fedakârlıkları, fosil yakıtları yeraltında bıraktırmak için mücadeleleri ve küresel ısınmanın diğer endüstriyel nedenlerine karşı direnişleri yoluyla iklim değişikliğine karşı geliştirdikleri süreğen eylemleri olmaksızın katılamazdık;
- Karşılıklı destek ve koordinasyon:
İklim gündeminin nasıl eyleme geçirileceği üzerine yerel ve ulusal taktik ve stratejileri tanımlamak ve (ulusal ve uluslararası ölçekte) Glasgow Anlaşması’nın diğer örgütlerine destek çağrısı da yapmak her örgüt birbirini destekler ve işbirliği yapar. Küresel Kuzey’den örgütler, var olan mücadelelerle dayanışma yoluyla ve Küresel Kuzey’in hükümetleri, şirketleri, bankaları ve finansal kurumlarının yürüttüğü projeleri doğrudan ele alarak Küresel Güney’deki örgütlere destek olmaya bağlılığının altını çizer.
Notlar:
Bölgesel açıdan gerekli azaltımları belirleme, tarihsel emisyonlara ve kapasiteye dayalı adil ulusal katkılar öneren Paris Adillik Denetimi gibi metodolojiler temelinde hesaplanacaktır.
İmzalanmasından üç ay sonra, Glasgow Anlaşması’nın tüm üyeleri, yeni projeleri ve ana emisyon kaynaklarını içeren ilk bölgesel envanterlerini oluşturacaklardır. Bundan sonra, buna karşılık gelen iklim gündeminin yapılandırılması süreci kapatma ve dönüştürme için kimi öncelikleri belirterek başlamış olacak. Her bölgede üyeler bu envanteri kolektif olarak oluşturacak. Bu bilgiler Glasgow Anlaşması’nın kamuoyuna açık internet sitesinde toplanacak ve doğrudan tüm üyelere bildirilecektir.
iBu bağlamda, örgütlerden kastedilen, kâr amacı gütmeyen nitelikteki yerel, bölgesel, ulusal veya uluslararası hem resmi hem de fiili toplumsal hareketler, kolektifler, taban grupları, dernekler, topluluklar ve sivil toplum kuruluşları gibi farklı grup türleridir ve bunlara siyasi partiler ve dini kurumlar dahil değildir.
iiDemokratik planlamayı, toplumun üretken yaşamına işçilerin ve toplumun tam katılımı olarak tanımlıyoruz. Ekonominin yönlendirilmesi ve kontrolü, anlaşma, ikna, katılım, danışma ve diğer özgür demokratik yöntemlerle gerçekleştirilmelidir.
iiiEnerji egemenliği, bilinçli bireylerin, toplulukların ve halkların enerji üretimi, dağıtımı ve tüketimi ile ilgili olarak ekolojik, toplumsal, ekonomik ve kültürel koşullarına uygun şekilde, başkalarını olumsuz etkilememek kaydıyla kendi kararlarını verme hakkıdır.
ivEnerji yeterliliği, insanların enerji hizmetlerine yönelik temel ihtiyaçlarının adil bir şekilde karşılanırken, aynı zamanda enerji sisteminin etkilerinin çevresel sınırları aşmaması durumudur.
vEkstraktivizm, çevre ve toplum üzerindeki tüm etkileri göz ardı ederek yeraltındaki materyallerin ve artığın sürekli genişleyen çıkarılmasına dayanan bir üretim biçimi olarak anlaşılmaktadır.
viBu bağlamda, sivil itaatsizlik, son çare olarak kullanmayı düşündüğümüz, hükümetlere, kamu ve özel şirketlere ve altyapılara yönelik olarak kamuoyuna yönelik olarak yapılan ve geçmiş eylemlerin siyasi ve ekonomik güç, küresel çevre krizi konusunda boyun eğmez ve ilgisizdir. Bunu, hür ve eşit kişiler arasında adaleti savunan ve şiddet içermeyen meşru yollarla dikkatle seçilmiş eylemlerden oluşan, samimiyet ve ahlaki inançla kullanılan kolektif bir taktik olarak yorumluyoruz. Sivil itaatsizlik eylemlerimizden açık ve sorumlu olacağız ve sivil itaatsizlik eylemleri nedeniyle baskı veya yasal sonuçlarla karşı karşıya kalan başkalarıyla dayanışma içinde hareket edeceğiz. Kötüleşen iklim ve ekolojik acil durum göz önüne alındığında, eylemsizliğin suç teşkil ettiğine inanıyoruz ve küresel çevresel maddi durumumuzun çöküşünü tesis eden, koruyan veya yeniden üreten yasaları çiğnemezsek sorumlu tutulacağımıza inanıyoruz.