Hayvanları Koruma Kanunu’na Dair Uygulama Yönetmeliği, 13 Aralık 2024 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 30 Temmuz’da TBMM Kurulundaki oylama sonucu 17 madde üzerindeki değişiklik kabul edilerek yasalaştı ve 2 Ağustos 2024 tarihinde ise yayınlandı. Kanunda yer alan en önemli değişikliklerden biri, sokakta yaşayan köpeklerin belediyeler tarafından “kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat” maddesinin kaldırılması ve köpeklerin sokaklardan toplatılıp sahiplendirilene kadar barınaklarda bakılmasına hükmetmesidir. Yerel yönetimlere ise bakımevi kurmaları ve mevcut şartları iyileştirmeleri için 31 Aralık 2028’e kadar süre tanıyor.
5199 No’lu Hayvanları Koruma Kanunu meclisten geçtiği günden itibaren, ülkenin birçok yerinde hayvanlara yönelik şiddet artmakla kalmadı; hak savunucuları da şiddete uğramaya başladı. Sosyal medyada faşist, hayvan düşmanı ve çeşitli çıkar çevrelerinin oluşturduğu algılar, insanların ve hayvanların binlerce yıllık birlikte yaşama kültürünü altüst etmeye başladı. Güçsüzleşen iktidarın konumunu korumak için atılan ideolojik, politik adımlarla yaşatmak değil bir kez daha öldürmek seçildi.
Yönetmelik, köpekleri doğup büyüdükleri sokaklardan kopararak, “ölüm kampı” denilebilecek küçük beton alanlara hapsetmenin yollarını somutladı. Bununla da kalmadı; “yasaklı ırk” diye tabir edilen köpeklerin belediyeler tarafından katledilmesini zorunlu kıldı. Yuvalandırma/sahiplendirme süreci ise Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki yönetim planı bu doğrultuda, bağımsız bölümde köpek bulundurabileceğine dair yöneticiden temin edilen izin belgesi şartı koyarak sahiplenme konusunu zorlaştırdı. Yani, yasanın çıkışından beri itiraz edilen sorunlar yönetmelikle hem sokaklardaki hayvanların toplanıp “bakımevi” olarak tanımlanan yerlere hapsedilecek hem de bakımevlerindeki hayvanların sahiplenilmesinin önü kesilecek şekilde netleşmiş oldu.
İktidar bloku, “kamu güvenliği ve sağlığını korumak” adına, kan kokan yasalarıyla yaşam hakkı savunucularının bir kez daha karşısında durarak sokaktan yükselen seslere kulaklarını tıkadı. Sesimizi; “kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat” diye yükseltirken hayvanların ve insanların güven ve huzur içinde yaşayabileceğini defalarca vurguladık. Çözümün öldürmek değil, yaşatmak olduğunu defalarca dile getirdik. Ama iktidara bağlı yargıyla, barışçıl yöntemler sunulmasına rağmen hayvan katillerini cezasızlık politikalarıyla ödüllendirdiler. Vicdani ve etik önerileri geri çevirerek halk sağlığını öne sürüp çözümün yalnızca öldürmek olduğunu savundular. Veteriner hekimlere “ötenazi yapacaksınız” diyerek hayvanları öldürme sorumluluğunu yüklediler. Ateşli silahların kullanılmasının önünü açtılar.
Hayvanları “sahipli/sahipsiz” diye ayırarak insanları karşı karşıya getirdiler. Komşular birbirine düşman olurken Türkiye’nin her yerinden köpek katliamlarına dair görüntüler ortaya çıktı. Ağustos ayında Niğde’de çok sayıda köpeğin öldürüldüğü görüntüleri izledik. Ardından Ankara’da, Altındağ Belediyesi’ne ait barınakta vahşice öldürülen hayvanları gördük. Eylül ayında kimliği belirsiz kişilerin hayvanları zehirlediği haberlerine şahit olduk. Ekim ayında ise katliama bir yenisi daha eklendi. Bu sefer Kocaeli Gebze’de, aralarında yavru kedilerin de bulunduğu 43 hayvanın, belediyeye ait barınakta ilaçla öldürüldüğü ve çöp poşetleriyle konteynırlara atıldığı görüntülere şahit olduk. Geçtiğimiz günlerde ise Ankara Mamak Barınağı’nda açlıktan ölen ve birbirini yemeye başlayan köpeklerin durumunu sosyal medyadan izlemek zorunda kaldık.
Hayvanlara yönelik çözümsüz politikaların can almaya devam edeceğini öngörebiliyoruz. Popülasyon kontrolü sağlanmadığı sürece, barınaklar sıcak bir yuva değil, ölüm yuvası olmaya devam edecektir. Sokaklarda hayvan kalmaması için düzenlenen ve satır araları bile kan kokan bu yasanın karşısında dimdik durmaya devam edeceğiz.
Bu süreçte, her bir canın çok değerli olduğunu herkese hatırlatmak için, sokağınızda, mahallenizde yaşam hakkına önem veren insanlarla bir araya gelerek örgütlenmeniz çok önemli. Bulunduğunuz ilçeye en yakın barınaklara giderek oradaki hayvanların sağlık durumunu kontrol etmek, öncelikli görevlerimiz arasında yer almalıdır. Bu kanlı yasa karşısında birlik olmak gerektiğini ve iktidarın ölüm politikaları karşısında bütünün bir parçası olduğumuzu unutmamalıyız.