Hayatın her alanında yıkım olarak Türkiye tarihine kaydedilen 6 Şubat depremlerinin aynı zamanda ekolojik yıkım olduğu konusundaki düşüncemiz aradan geçen iki yılda değişmedi. Bizler önyargılı olduğumuz için, sabit fikirli olduğumuz için değil; depremin yaşandığı ilk andan itibaren sergilenen politik pratikle yıkımı besleyen, derinleştiren bir süreç olduğu için böyle düşünüyoruz. Düşüncemizin bir mücadele ve örgütlenme zorunluluğu taşıdığını da baştan söylemeliyiz, çünkü gerçekler devrimcidir!
Öldüren kapitalizmdir, bugün deprem bölgelerinde dayanışma ve yaşam savunuculuğunun iç içeliğini zorunlu kılan tam da budur. Deprem, oluş biçimiyle jeolojik bir olay olsa da, sonuçları açısından toplumsal olaydır. Önlenebilir her ölüm cinayettir denilen yerde, depremin yaşandığı sahanın tamamı da olay yeridir. Bu nedenle, depremlerin sonrasında yıkımın yaşandığı alanların özel afet bölgesi ilan edilerek, her şeyin kayıt altına alınması ve bu yolla hak kayıplarının en aza indirilmesi gerekirken, bunlar yapılmadı. İki yılın sonunda afetin maddi sonuçlarına ilişkin sayısal verilerin yok denecek kadar az olmasının sebebi budur.
Diğer yandan devrimci kurum ve örgütlerin, TTB ve TMMOB gibi ilgili meslek örgütlerinin güncel raporları bile sonucun bizzat devlet eliyle derinleştirilmiş bir yıkım olduğunu gözler önüne sermektedir. Süreç içinde yapılanlara genel hatlarıyla bile bakıldığında bu sonucun kaçınılmaz olduğu da açıktır.
Depremin hemen ardından ilan edilen OHAL ve yönetmeliklerle yapılan düzenlemelerde şirketlerin elde edeceği rant ve el koyma yoluyla büyütülecek sermaye dışında hiçbir gerçek sorun gündeme alınmamıştır. Depremde hayatını kaybeden insan sayısı ile ilgili bilgiler bile üzerinden iki yıl geçmesine rağmen sınırlıdır ve resmi bilgilerin gerçeği yansıtmadığını düşünenler çoğunluktadır. Bu atmosferde ekolojik unsurların tamamını içeren toplam canlı kaybına ilişkin bilgilere ulaşmak yıllar sonra bile zor olacaktır, bu da işin bir başka yönüdür.
Sürecin yönetilme biçimi depremi başlı başına bir halk sağlığı sorununa dönüştürmüştür. Molozların hiçbir güvenlik önlemi alınmadan kaldırılması, hatta hurda demir ayırma işinin de daha masrafsız olması sebebiyle enkaz üzerinde yapılmasından dolayı halk asbest ve diğer zehirli tozlara sürekli maruz kalacağı bir koşula terk edilmiştir.
Üstelik molozlar su kaynakları ve sulak alanlara, tarım alanlarına, zeytinliklere, yerleşim yerlerinin (konteyner alanları) yakınlarına denetimsiz ve kontrolsüz olarak boşaltılmıştır. Bir uçtan öbür uca dev şantiyelere dönüşen yaşam alanlarında inşaat sektörünün kullanması için ekolojik yıkımı boyutlandıran faaliyetlere girişilmiştir. Sürekli artçı sarsıntı ve küçük depremlerin yaşandığı, jeolojik olarak hareketliliği bitmeyen ve bu nedenle travmatize olmuş halkın olumsuz etkilendiği koşullar varken dinamitle patlama yapılan taş ocakları açılmıştır. Barınma sorunu çözülmediği için konteynerlerde yaşamaya mahkûm edilen insanların fazlasıyla zorlu koşullarda yaşamaya çalıştıkları alanların yanıbaşına beton santralleri kurulmuş ve yaşam hakkı ihlali bu yolla devam ettirilmiştir.
Rezerv alan adı altında büyük bir arazi gaspı ve talanı yaşanırken, hak sahipleri hem mülksüzleştirilmiş, hem de atıldıkları zorunlu barınma alanlarında her türlü hak arayışından tecrit edilmiştir.
Sağlam okul binaları kolluk, adliye gibi kurumlara tahsis edilmiş ve eğitim hakkı bu yolla gasp edilmiştir.
Hafıza mekanlarının, kültürel sosyal alanların depremle yıkılmış ve sadece moloz muamelesi görmüş olması nedeniyle, toplumsal hafızada tamiri imkânsız ve kent hakkının ihlali anlamına gelen bir yıkım yaşanmıştır.
Depremin yaşandığı bölgenin tamamı Türkiye’de tarımsal üretimin en çok yapıldığı yerlerin başında geliyor-du. Dünyanın en eski ve verimli tarım alanı olan Fırat- Dicle Havzası ve mevsimlik hasat yapma koşulları sayesinde sofralık üretimde Türkiye’nin en büyük üretim alanı olan Çukurova’nın depremin yaşandığı alan olması gıda hakkı ve güvenliğini ortadan kalkma noktasına getirmiştir.
Bölgede ve bölgenin gıda ürünlerini sattığı Türkiye genelinde yoksulluk, açlık sınırının altında yaşayanların sayısında artış, beslenme yetersizliği ve enflasyon/ hayat pahalılığı/ gıda enflasyonu gibi sorunlar deprem öncesinden beri vardır. Sınıfsal sorunlara ek olarak, kaynağı farklı olsa da -deprem gibi- sonucu toplumsal olan olaylar nedeniyle dezavantajlı gruplar ve sorunlar çoğalmıştır.
Food and Agriculture Organization (FAO) bülteni ve verileri yıkımla ilgili görüşümüzü desteklemektedir. FAO Türkiye’nin Temmuz 2023 tarihli bülteninde (sayı 14) 6 Şubat depremlerine de yer verilmiştir. Deprem nedeniyle üreticilerin üretim yapamama riski olduğu düşüncesine değinilen bültende toprak bozulması yer verilen ve riskleri çoğaltan bir başka etmen olarak ortaya konulmuştur.
DB, Birleşmiş Milletler ve BM Kalkınma Programı (UNDP), FAO gibi emperyalist kuruluşlar depremin zararlarının karşılanması için ayni ve nakdi desteklerde bulunmuşlar, fakat en yoksullar, durumunu belgeleyemeyenler, aile üretimi yapan küçük toprak sahipleri ve topraksız üreticiler destekten yararlanamamış ya da çok az yararlanabilmiştir. Adıyaman’da günlük yevmiye ile çadırlarda tütün dizen kadın tarım işçilerini izlemiştik haberlerde. Çünkü, en dipte olanın yaşam koşulları daha da geriye gitmiştir ve halkların yaşamına dair olumlu herhangi bir değişiklik olmamıştır.
Deprem suçlarının ve suçlularının göstermelik davalarla yargıılanması, iktidarın, bu sürecin sorumluluğunu üstlenmediğinin en açık kanıtıdır. Eyleme dönüşen anmalarda dile getirilen “730 gün, Sıfır istifa!” sloganı durumun özetidir. Bilinen can kayıpları ile ilgili somut durum bile bu kadar adaletsizken, kayıplarla, depreme bağlı ölümlerle, intiharlarla birlikte düşünüldüğünde depremin adeta bir katliama dönüştüğü ve hayati sonuçlarıyla devam eden bir süreç olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız.
“Düşüncemizin bir mücadele ve örgütlenme zorunluluğu taşıdığını da baştan söylemeliyiz, çünkü gerçekler devrimcidir!” demiştik.
Depremin ikinci yıldönümünde; sorulacak hesabın da, kurulması gereken hayatın da bilincindeyiz. Öfkemiz ve umudumuz halklarımızla birdir, ortaktır.
Halklarımızın haklarıyla yaşayacağı gelecek günlere olan inançla, depremde kaybettiklerimizi saygıyla anıyor; tüm afetzede dostlarımızı dayanışma, birlik ve mücadele duygularıyla selamlıyoruz.