Avustralya’da kıta çapında süren orman ve çalı yangınları “can yaktıkça” gündemde kalmaya devam ediyor. Yangınların doğal döngünün mevsimsel bir parçası olduğu kıtada bu yılki çalı ve orman yangınları ilkin Temmuz’da küçük çaplı şekilde başlamış, ancak Eylül’e gelindiğinde özellikle doğu kıyılarında etkili olmak üzere yüzlerce noktada, adanın neredeyse tamamına yayılmıştı. Adada şu ana dek 15 milyon hektarın üzerinde bir alanın yandığı belirtiliyor. Hava sıcaklığının birkaç derece düşmesi ve kısa yağış aralıklarıyla yavaşlasa da kontrol altına alınamayan yangınlar aylardır sürüyor olmasına rağmen sosyal medyada tüm kıtayı yangınlarla kaplanmış gösteren fotoğraf[1], dumanlarla kaplanan başkent Canberra ve Sydney’in ve küle dönmüş hayvanların kıyamet günü görüntüleriyle birleşerek meseleyi birden dünya çapında ana tartışma gündemlerinden biri haline getirdi.
Bahsi geçen fotoğraf
Bilim insanları yangınların Mart’a kadar süreceğini tahmin ediyorlar. Şu ana dek en az 28 kişinin hayatını kaybettiği, yaklaşık 2 bin evin küle döndüğü ülkede çok sayıda kent ve kasabada elektrik ve internet bağlantısı kesintileri yaşanıyor.[2] Yangınların çapı öyle büyük ki çıkan dumanlar 17,7 km yüksekliğe ulaşarak stratosferde dünyayı dolaşmaya başladı. Dumanlar 8 Ocak’ta Güney Amerika’ya ulaşırken yangınların tüm dünyadaki atmosferik olayları etkileyecek büyüklükte olduğunu gösteriyor.[3] Sydney Üniversitesi’nden profesör Chris Dickman’a göre 1 milyarın üzerinde, Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) en son açıklamasına göre ise 1.25 milyar memeli, kuş ve sürüngenin yanarak veya yaşam yerlerini terk ettikten sonra açlıktan yaşamını kaybettiği hesaplanıyor ki bu sayıya böcek, kurbağa ve balık ölümleri dahil değil.[4] Zengin tür çeşitliliği olan kıtada kıtaya özgü özellikle kanguru, koala gibi büyük memelilerden 300’ün üzerinde canlı türünün bir kısmı maalesef yeryüzünden silinecek. Yağışlarla birlikte sulara taşınacak birikintilerle su ekosistemleri de ciddi darbe alacak ve artacak alglerle kirlenen içme suları ülkede su stresine yol açacak.[5] Ayrıca ülkenin en büyük spor organizasyonlarından Avustralya Açık tenis turnuvası elemelerinin ilk gününde oluşan hava kirliliği sporcuların performansını etkileyerek meseleyi dünya gündeminde tutmaya devam etti.[6] Bazı sporcular turnuvanın ertelenmesini isterken bazıları turnuvaya katılmaktan vazgeçtiler. Barbarlığa dönüşten söz ediyorsak olan biten işte budur.
Yangının İklim Kriziyle İlgisi
Dünya’daki en kuru kıta olan Avustralya her yıl yağışlı mevsimin sona ermesiyle birlikte mevsimsel bir yangın dönemine giriyor, bu dönemde yaşanan yangınlar belli sıklıklarla büyük çaplı felaketlere de yol açabiliyor. Yangın özellikle Avustralya yerli halklarının alışkın oldukları, kültürlerine de işledikleri doğal bir olgu. Yangınların küresel ısınmanın etkilerinin belirginleşmesinden önce doğanın kendini yenilemesi, bitkilerin tohumlarını yeni alanlara saçması gibi etkileri mevcuttu. Ancak özellikle son 30 yılda bu yangınlar giderek kontrolden çıkmaya ve doğal bir döngünün parçası olmaktan doğal olmayan doğal afetlere evrildi. 1983’te Kül Çarşamba, 2001’de Kara Noel, 2009’da 180 kişinin öldüğü Kara Cumartesi gibi felaketlere yol açtı.[7] 15 milyon hektardan fazla alanı karşılaştırmak gerekirse geçen yıl Ocak ayındaki Amazon ormanı yangınlarında 906 bin hektar, yine geçen yıl Temmuz ayındaki Sibirya steplerindeki yangınlarda 2,6 milyon hektar alan yanmıştı.[8]
Yangınlar nedeniyle ne kadar karbon salımı olduğu tam hesaplanamasa da 400 milyon ton CO2 eşdeğeri karbon salımı tahmini yapılıyor. Halihazırda tüm dünyada etkilerini felaketlerle hissettiren iklim kriziyle bunun bağını Tuna Emren’in yazısından5 alıntılayarak açıklarsak:
“El Nino’yu bilmeyen yoktur. Küresel ısınma onu güçlendirerek batıya kaydırdı. El Nino salınımlarının Hint Okyanusu’nda etkili olması, Avustralya’da kuraklık yaşanmasıyla sonuçlanıyor. Sıcaklıkların bu yıl rekor seviyelerde seyrettiği kıtada rüzgârlar da durmak bilmedi. Bu koşullar altında başlayan yangınlar hızla yayılıp büyüdükleri için, alevlerin etkisiyle ortaya çıkan yıldırımlara da şahit olduk ki bunlar da yeni yangınları başlatıyor.”
“İklim uzmanı Michael Mann alevler içindeki Avustralya’yı ziyaret ettiğinde, kendisini bile şaşırtan yeni bir sürecin oluştuğunu gördü; ‘Yangınlar kendilerine özgü bir geri besleme sistemi yaratmış gibi görünüyor.’ Alevlerden beslenen pyrocumulus’lar, yani yangın bulutları yıldırım üretmeye devam ettikçe sistem besleniyor. İşte bu tuhaf durum hiçbir iklim modelinde yer almıyordu çünkü kendi sistemini oluşturan bir örneğine ilk defa rastlıyoruz. Bunların hiçbirine hazırlıklı değildik. Yakın gelecekte kim bilir daha neler göreceğiz.”
Yani, Hint Okyanusu’ndaki La Nina denilen okyanus suyunun kıtalar arasındaki sıcaklık farkına göre çift kutuplu akıntı döngüsünün küresel ısınma kaynaklı rüzgâr rejimindeki değişiklikler nedeniyle aksamaya uğraması sonucu aşırı iklim olayları tetikleniyor, daha önce görülmemiş çapta sel, yangın, kuraklık ve sıcaklık dalgaları yaşanıyor. Örneğin bunun sonucu olarak Avustralya Ulusal Bilim Ajansı CSIRO’dan Wenju Cai’ın çalışmasından alıntılayarak yine aynı yazıdan aktarırsak “Hint Okyanusu’nun doğusu normal seviyeden daha soğuk, batısıysa olması gerekenden daha sıcak. Bu fark, yağmurların batıya taşınmasına sebep olunca, Avustralya yanarken Doğu Afrika ülkelerinde sel felaketleri yaşanıyor. Normalde bahar yağmurlarının etkisiyle toprağın yeterince nem tutmuş olması gerekirdi. Fakat yağmurlar batıya kayınca toprak nem kaybetti, yangınların büyüyüp yayılmasına engel olabilecek doğal faktörlerden biri ortadan kalktı. Olağanüstü sıcaklığa bir de bu kuraklığı ekleyince böyle bir tablo çıkıyor karşımıza.”
Kaynak: BBC Türkçe [2]
Yangınların iklim bilimsel açıklaması bu, ancak bu noktaya gelinmesine neden olan sistemsel faktörleri incelemek de bütünlüklü bir çıkarım yapmak için gerekli. Avustralya özellikle yangınların etkili doğu eyaleti Yeni Güney Galler’deki dev linyit ve taş kömürü rezervleriyle dünyanın en büyük kömür ihracatçısı konumunda. Toplam dünya taş kömürü ihracatının yüzde 30’u buradan.[9] Keza ülke içinde de sanayi ve elektrik üretiminde en çok kullanılan yakıt türü bu. Sermaye için kâr oranı çok yüksek olan bu yakıt Avustralya hükümetlerinin iklim krizi konusunda inkârcı ve yavaş bir tutum sergilemesinin en büyük nedeni. Bu kadar açık ve net bir şekilde geliyorum diyen ve adeta bir cinayet olan yangın felaketi, Avustralya Meteoroloji Bürosu (BOM) raporlarında belirtilmesine rağmen dikkate alınmadı. Raporlarda iklim krizi sonucunda karasal sıcaklıkların arttığı, sıcak hava dalgası yaşanan gün sayısının arttığını, yağışların daha çok şiddetli hale geldiğini, yağış anormallikleri ile yağış artsa bile düzensizlik nedeniyle toprağın yeterli nem tutamadığı ve beraberinde orman yangınları tehlikesinin arttığı belirtilmişti.[10]
Felaket Engellenebilir Miydi Ya Da Sermaye Düzeni Ne Yaptı
Yangınların başladığı temmuz ayında federal hükümet Yeni Güney Galler eyaletindeki itfaiye biriminin bütçesini %35 kısarken 22 eski itfaiye şefi yaklaşan mevsimle ilgili iklim krizini ciddiye almayan hükümeti uyarmıştı. Nisan ve Eylül ayında hükümete doğrudan mektup yazan itfaiye şeflerine hükümetten hiçbir yanıt gelmemişti.[11] Hükümet aksine yangın teşkilatında tam zamanlı ücretli çalışanların sayısını azaltıp ABD menşeili The Volunteer Fire Fighters Association adlı STK üzerinden “gönüllü” sayısının artırılması için basında çevrecileri de suçlayan yoğun bir kampanya yürüttü.
Scott Morrison hükümeti, yangınlar yerleşim yerlerinin boşaltılması noktasına geldiğinde, yani ancak 4 ay sonra, ki bunu da itfaiye teşkilatına danışmadan, orduyu göreve davet etti. 4 Ocak’ta 3 bin asker yangınla mücadeleye katılırken sıcaklığın 48,9 °C ölçüldüğü ülkenin güney batısındaki Penrith o gün dünyanın en sıcak noktasıydı. Ülkenin tanıtımı için milyon dolarlık reklam kampanyaları yürüten turizm eski bakanı, koyu dindar Başbakan Morrison, ya da basındaki kısa adıyla ScoMo, tıpkı Trump gibi küresel ısınmanın varlığını reddediyor. Bu onun şu günlerdeki gözde projesinin neden Hindistan şirketi Adani Grubu’nun işletmeyi planladığı Queensland’daki yok olmakta olan resiflere yakın kömür madeni olduğunu da açıklıyor.[12] Keza 8 Ocak’taki açıklamasında ülkenin iklim politikasında bir değişiklik olmayacağını yangınlarla iklim değişikliği arasında bir bağ kurulamayacağını söylerken sermayenin çıkarları uğruna politik doğruculuğu dahi bırakarak iklim krizini reddetmeyi sürdürüyordu.
Halk yeni yıl kutlamaları sırasında itfaiye teşkilatına destek olmak için 2 milyon dolar toplarken ScoMo hükümeti 100 milyar dolarlık bütçeyi denizaltı alımı için ayırıyordu. Yıllık 25 milyar dolarlık askeri harcamasıyla hem iklim krizi karşısında umursamaz tavrını sürdüren hükümet hem de ülkenin ABD’ye bağımlılığını artırıyordu.[13] Başbakan bunun doğal bir afet olduğunu vurgularken bu gerçekler felaketin doğal olmaktan çıktığını ortaya koyuyor.
Çin’in etkisi giderek artsa da Avustralya’da ABD halen baskın emperyalist güç konumunda. Ekonominin kilit sektörleri, keza ordu ve ana akım medya ABD’nin mali-ekonomik egemenliği altında. Alamet-i farikalarından biri azılı bir eko-kırımcı olmak olan Trump’ın ekolünden olan ScoMo, sermayenin hibe ve fonlarıyla elde ettiği seçim başarısıyla Avustralya’daki işçi sınıfının duygularına da oynayarak onları yaklaşan iklim felaketleri öncesinde yalıtmaya, ülkedeki ezilen sınıflarla birlikte hareket etmesinin önüne geçmeye yöneldi.[14]
Sermayenin iklim kriziyle ilgili burjuva ideolojik kuşatması esasında daha önce tütün ve asbest için kullandıkları stratejiyle aynı. Önce sorunu inkâr etme, sonra varlığını zorla kabul etse de etkilerini küçümseme ve en son da PR çalışmaları etkisini yitirip halk gerçeklerle yüzleştiğinde çözümü erteleme.[15] Bu süreçte yangınlarla ilgili önce kundakçılık, sonra da yeşillerin sabotajı suçlamaları yapıldı, en son IŞİD’in intikam aldığı bile söylendi medyada. Ancak Avustralya’da durum yangından bağımsız olarak üçüncü aşamaya gelmiş durumda. Bir araştırmaya göre halkın %78’i fosil yakıtların kullanımının azaltılmasını ve vergilerin bunun için kullanılmasını savunuyor.[16] Hükümetin başı durumu inkâr etmeyi sürdürse de burjuva politik zeminde adım atmaksızın iktidarını koruyamayacağının da farkında.
Geçen yıl Türkiye’de çıkan orman yangınlarında iktidarın yerden uçak dahi kaldıramazken olan biteni “teröristlere” havale etmesine benzer bir durum yaşanıyor Avustralya’da. Devletin operasyonlar bahanesiyle Dersim ormanlarını yakmasıyla Avustralya’daki bu doğa katliamı esasında aynı temel sebepten, kapitalizmin iki farklı ülkedeki işleyişinin özgünlüklerinden ve genel olarak onun dünyasal ekolojik tahribatından kaynaklanıyor. Yani en soyut olarak evet, Avustralya’daki yangın felaketi sermayenin önceliklerine göre hareket edilemeseydi bugünkü iklim krizi koşullarında dahi önlenebilirdi. Yeni yangın uçakları siparişi veren ve uluslararası yardım için çağrı yapan ScoMo Hawaii tatilinin ardından temsilcisi olduğu sermaye düzeninin devamı için şimdi fazla mesaiye kalıyor. Sonuçta “sermaye düzeni için dünyanın sonunu düşünmek kapitalizmin sonunu düşünmekten daha kolay. Sorunun basitçe para harcanarak çözüleceği inancı hala yaygın.” Bu inançla ilgili Twitter’daki şu bilgisel yine konuyla ilgili bir başka durum:
“European Changemaker Summit’de katıldığım en iyi oturum ‘filantropinin eleştirisi’ konusundaydı: Seçilmemişlerin -sermaye sahiplerinin- toplumda istedikleri kişi ve kurumlara istedikleri miktarda para dağıtması hangi toplumsal sorunun önceliklendirileceğini etkiliyor. Normalde seçilmişlerin temsil ettikleri halk adına karar vermesi gereken konularda sermaye sahipleri hibe fon vererek toplumsal ihtiyaçları önceliklendirme gücünü kazanıyor, üstelik bu güç vergi muafiyeti ile kendilerine altın tepside sunuluyor. Örneğin Avustralya’daki yangınlar için Amazon’un sahibi Jeff Bezos 690 bin dolar bağış yapmış. Bir düşün. Bezos her 4.5 dakikada bu parayı kazanıyor. Yani kendisi için ancak bir Avustralyalı yurttaşın cebinden 70 cent vermesi kadar değerli. Amazon Avustralya’da geçen sene 1 milyar dolar yapmış ve sadece %2 vergi vermiş (20 Milyon dolar). Eğer normal %30 gelir vergisi alınabilseydi 300 milyon dolar ile şu yaptığı bağışın 435 katını toplum kullansın diye vermiş olacaktı.”[17]
Tabi ki servetin vergilendirmesi ilk anda yaraların sarılması için bir anlam ifade etse de üretim ilişkilerine dokunmadan kapitalizmin yarattığı hiçbir krizden kurtuluşun olmayacağını vurgulamak gerekir. Hesaplamalara göre yangınların ülkeye maliyeti başlangıç olarak 700 milyon dolar. Ancak turizm geliri, tarımsal üretim, ticaret vb. kalemlerdeki kayıplar ve hava kirliliğinin temizlenmesi gibi uzun vadeli maliyetler eklendiğinde 2-3 milyar dolar olması bekleniyor.[18] Bu miktar daha önceki büyük yangınların maliyetini oldukça aşıyor. Elbette bu maliyetin bedeli iklim krizi karşısında henüz örgütsüz olan Avustralya işçi sınıfı ve ezilenlerine ödetilecek. Aslında bu konuda 2007 seçimlerinde iyi bir hafızaya sahip olan ülkede o dönem iktidarın Liberal Parti’den tekrar işçi Partisi’ne geçmesinin önemli etkenlerinden biri de sokakta ekoloji örgütlerinin kömür endüstrisine karşı giriştikleri eylemler ve iklim krizini seçim döneminde politik bir söyleme, halkın talebine dönüştürebilmesiydi.[19] Benzer bir seferberlik olmaksızın ne bu yangının bedeli ne de Paris iklim anlaşmasında sermayenin ağzına bakan devletin emek düşmanı politikaları engellenebilecektir.[20] Greta Thunberg’in COP25 konuşmasındaki veri tam da bu gerçeği ifade ediyordu: “Dünya bankaları, Paris Anlaşması’ndan bu yana 1,9 trilyon dolarlık fosil yakıt yatırımı yaptı.”
Felaketleri atlatmak tür olarak hayatta kalmaya yetmeyecek, kapitalizmden de kurtulmak şart. Belki ilk bakışta devrim ufukta görünmüyor ama çokça tartışılan-önerilen Yeşil Yeni Anlaşma gibi ilk anda kapitalizmin eko-kırımcı pençelerini törpüleme stratejisi de ekolojik krizin yıkımını durduramayacak. Farklı sermaye fraksiyonlarının şu an için çıkarlarının doğrultusunda arkasında veya karşısında durduğu Yeşil Yeni Anlaşma ile steril bir yeni insanlık, yeni ahlak inşası biraz önce bahsedilen umutsuzluk için çok ferahlatıcı bir çözüm sunuyor. Hele ki dünyada savaş tamtamlarının sesi yavaş yavaş yükselirken, özellikle Akdeniz ve kutuplardaki hidrokarbon arama faaliyetleri “ulusal çıkar” martavallarıyla anlatılırken. Elbette dile kolay uygulaması zor YYA’nın geniş ve militan bir kitle mücadelesi ile örülmesini öngören ve iktidardan sadece bölüşüm ilişkileri anlamında değil üretim ilişkileri anlamında da pay talep eden ana tartışmanın ciddiyetle ele alınması gerekiyor. Ancak hem bu mücadelenin yine steril bir emek-sermaye çelişkisi hattından gelişeceğini varsayıyor hem de Avustralya yangınındaki gibi krizin her geçen yeni eşikler atlayarak ilerlediği, milyonlarca insanın iklim mültecisi konumuna düşeceği ve üstüne kapitalizmin aşılamayan kriziyle birleşeceğini göz ardı ediyor.
Avustralya’da Ya Da Burada Fark Etmez, Ne Yapmalı?
Geçen yıla Brezilya, Endonezya, Sibirya, Kaliforniya ve son olarak Avustralya’dakiyle birlikte mega-yangınlar damga vurdu.[21] Tüm bu felaketler iklim krizinin semptomları ve bunlarla mücadele etmek tek başına hiçbir zaman yetmeyecektir ve mücadele de buradan ancak dayanışma sınırlarına varır. Buradan bakıldığında çok fazla su içtikleri için develerin itlafına başlayan aborjin ve yerel avcıların bu eylemi de kendi hayatta kalma mücadeleleri açısından anlamlı görünür. Oysa ki herhangi bir ağır sanayi kolundaki fabrikaların tükettiği su miktarı doğanın, ekosistemin, doğal dengenin bir parçası olan bu hayvanların tükettiği suyla kıyaslanamaz bile.
Kapitalizmin kriziyle ideolojik bir çürüme içinde yaşama dair anlam kaybına uğrayan insanlık, yani insanlığa çoktan yabancılaşmış egemen sınıfların dışında kalan insanlar, günün gerçekliğini de dışsal bir olgu olarak algılanmakta ve bir tür kadercilikle “başa gelen çekilir” tarzı yaklaşımla can havliyle yaşama tutunacağı anın gelmesini bekliyor. Bunun yanında psikolojik çöküntü ve umutsuzluktan-çaresizlikten eylemden vazgeçenleri de katabiliriz. Gelecek 10 yıl şu an devam eden küresel ölçekteki halk ayaklanmalarının, toplumsal huzursuzlukların kaynama noktasına ulaştığı ve ekolojik krizin tüm mücadelelerin üzerinde yürütüleceği zemini oluşturacağı bir süreç olacak.
Bir felaket yaklaşırken çaresizlik hissinden önceki belki de son soru ne yapmalı oluyor ve bu sorunun cevabı olan eylem gerçekçilik bariyerine toslayıp geri dönüyor. Benzer felaketlerin tüm dünyada kapıda olduğu su götürmez gerçeği ile yaşamanın tek yolu – onurlu, baş dik, vicdanlı, vb. erdemleri taşımaktan bahsetmiyorum- hayatta kalmanın tek yolu devrimci bir hatta bütünlüklü bir ekoloji mücadelesi yürütmek olacak. Mega projeleri durdurmak, halkı farklı ölçeklerde yereldeki ekoloji felaketlerine karşı örgütlenmeye seferber etmek, bilinçlendirmek, sermayenin doğanın sınırsız sömürüsüne karşı öz savunma temelinde pratiğe girişmek. Emek ve demokrasi güçlerinin önünde artık bu mücadeleyi örgütleme görevi felaketler ve bitmek bilmeyen eko-kırım projeleri ile daha somut bir şekilde duruyor. Bilimsel verileri devrimci, demokratik bir mücadelenin silahına dönüştüremezsek o veriler sermayenin kendi krizinden çıkışı için kullanacağı bir araca dönüştüğüne tanık oluyoruz. Ekoloji mücadelesi zemininde birleşik bir sistem karşıtı mücadele, devrimci demokratik kitle mücadelesinin ulaşamayacağı katılımcılığa ve kılcal uçlara ulaşma imkânı tanıdığı gibi ezilenlerin safında yer almayacak sınıfsal katmanları, örneğin farklı biçimleriyle kentli küçük burjuvaziyi yalıtmak ve izole etmek için de etkili bir cephe örecektir. Avrupa’da başlayan gençliğin öncülüğündeki iklim hareketi bugün Avustralya’da doğru bir şekilde fosil yakıt endüstrisini ve devleti hedefine koymayı başarıyor ve şimdilik kendi yolunu açmanın arayışında.
Hasankeyf’in gözümüzün önünde sulara gömülmesi gibi bütünsel mücadele içinde böyle kayıpların olabileceğini kabul ederek kesintisiz bir süreç yürütmeliyiz. “Durduramayacağız” ya da “nasıl olsa yapacaklar, kendimiz daha büyük mücadeleler için tutalım, yıpratmayalım” gibi farklı tondan mücadeleden kaçan tutumlarla da hem bireysel olarak bir iç mücadele vermeli, hem de kitleyi kolaycı bir çoğunluk olana kadar biriktirme sürecinin burjuva akılcı çıkarımlardan uzak tutacak[22] öncü pratikler sergileyerek ilerlemeliyiz. Daha büyük mücadele bugün mücadeleye girişilmezse hiçbir zaman olmayacak. Eğer tüm dünyayı, doğayı ve canlıları önemsediğimizi söylüyorsak tarihin kaydedicileri olmaktan çıkıp yapıcıları olmak zorundayız.
[1] Sanatçı Anthony Hearsey NASA’nın Yangın Bilgilendirme Birimi’nden aldığı 1 aylık veriyle abartılı bir ışıklandırma kullanarak yaptığı görselleştirme gerçek uydu görüntüsü olmamakla birlikte yangınların çıktığı yerler açısından doğrudur. Kaynak: https://www.bbc.com/news/blogs-trending-51020564
[2] Yangına dair kronolojik ve detaylı bilgiler için bkz.
[3] https://www.artigercek.com/haberler/avustralya-daki-yangin-dumanlari-dunya-yi-dolasiyor
[4] https://www.abc.net.au/news/2020-01-08/economic-bushfires-billions-ross-garnaut-climate-change/11848388
[5] Tuna Emren’in marksist.org’daki yazısı bu konuda detaylı bilgiler içeriyor.
[6] https://www.ntvspor.net/tenis/avustralya-daki-kirli-hava-teniscileri-etkiliyor-5e1dbb9223e967e814f44160
[7] https://www.theguardian.com/commentisfree/2020/jan/07/australia-fires-warning?CMP=share_btn_tw
[8] https://www.counterpunch.org/2020/01/08/australias-big-burn-and-scotty-from-marketing/
[9] https://www.industry.gov.au/resource/Mining/AustralianMineralCommodities/Pages/Coal.aspx
[10] https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/01/10/avustralyayi-kim-yakiyor/
[11] https://www.theguardian.com/commentisfree/2020/jan/07/australia-fires-warning?CMP=share_btn_tw
[12] https://www.stopadani.com/
[13] https://www.counterpunch.org/2020/01/07/the-politics-of-australias-bushfires/
[14] Avustralya KP-ML yayın organı Vanguard’daki konuyla ilgili yazı.
[15] İngilizce’de 3 D: deny, diminish, delay. İlgili yazı için bkz.
[16] https://www.theguardian.com/environment/2019/dec/18/australia-found-to-be-much-less-divided-on-need-to-tackle-climate-change-than-us
[17] https://twitter.com/arikantr/status/1216996086839152641
[18] https://www.abc.net.au/news/2020-01-08/economic-bushfires-billions-ross-garnaut-climate-change/11848388
[19] https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/05/01/komurculer-secimi-nasil-kaybetti/
[20] https://www.cpaml.org/posting1.php?id=1030
[21] 2019’da orman yangınları nedeniyle atmosfere 6.73 milyar ton CO2 eşdeğeri sera gazı salındı. Dünya’da yıllık salım miktarı ise 34 milyar ton. 2019, 2003 ve 2015’teki yaklaşık 8 milyar tonluk yangın kaynaklı salımdan sonra en yüksek miktara ulaşılan yıllardan biri oldu.
[22] http://etha15.com/haberdetay/kanal-istanbulda-referandum-aldatmacasi-ve-godotu-beklerken-109238