1990’lı yıllar Türkiye’si gittikçe yükselen Kürt ulusal hareketinin yanı sıra iki önemli olaya daha tanıklık etti. Bunlardan birisi 1990’ın sonlarında başlayıp 1991 başlarında “Büyük Ankara Yürüyüşü” şeklinde gelişen Zonguldak maden işçilerinin grevi, diğeri ise 90’ların sonları, 2000’li yılların başında en yüksek seviyesine çıkan Bergama Köylülerinin siyanürle altına karşı direnişi idi.
Bu yazıda Bergama köylülerinin altın madeni karşıtı mücadelesinin başlaması, gelişimine de değinmekle birlikte asıl olarak daha çok harekete karşı bir cephenin oluşması ve hareketin zayıflayıp giderek sönümlenmesi sürecine kısa bir göz atacağız. Başka birçok etkenin de işin içine girmesine rağmen hareketi gerileten ve sönümlendiren “psikolojik harekat”ın izlerini sürüp, bu harekatta önemli bir rol oynayan Dr. Necip Hablemitoğlu ve yazdığı kitabı da konu edineceğiz.
Hareketin Üç Dönemi
Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Hayriye Özen “Bergama Mücadelesi: Doğuşu, Gelişimi ve Sonuçları” adlı makalesinde Bergama hareketinin “bir yandan son 25 yıldır tecrübe edilen neo-liberal dönüşümün yarattığı birtakım toplumsal problemlere ve bunlarla ilişkili toplumsal taleplere dikkat çeker, diğer yandan ise toplumun tabanından doğan ve mücadelesini yasal sınırlar içerisinde veren bir toplumsal hareketin gerek taleplerini seslendirme yönünde gerekse taleplerinin karşılanması doğrultusunda ne gibi fırsat ve engellerle karşılaştığını ve ne gibi sonuçlara ulaştığını ortaya koyarak, Türkiye siyasetinin toplumsal taleplere açıklığı hakkında önemli ipuçları” verdiğini söyler.
Özen, Bergama hareketinin 1990-2005 yılları arasını kapsayan 15 yıllık mücadele sürecini, üç döneme ayırarak ele almaktadır;
- “…yerel halkın yanı sıra farklı toplumsal grupların da çeşitli toplumsal talepler etrafında maden şirketinin faaliyetlerine karşı seferber olmalarıyla” şekillenen ilk dönem (1990- Nisan 1996)”,
- “Hareketin dile getirdiği toplumsal taleplerin artması ve bu talepler doğrultusunda önemli kazanımlar edinmesiyle birlikte güçlendiği ve yayıldığı ikinci dönemi (Nisan 1996- 1998)”,
- “Bergama hareketine karşı bir cephenin oluşması ve harekete karşı yoğun bir mücadele başlatmasıyla Bergama hareketinin zayıfladığı üçüncü ve son dönemi (1999- 2005)”.
Özen yazısında, başlangıçta yaşam alanlarında altın işletmeciliği yapılmaması talebi ile gelişen direnişin zamanla, “… hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi farklı toplumsal talepleri dile getirdiğini ve bu niteliğiyle Türkiye’nin toplumsal yapısında mevcut olan iki tür tabiyet/itaat ilişkisini sorguladığı”nın altını çizer.
İtiraf
Bergama’nın Ovacık, Çamköy, Narlıca Köyleri ortasındaki altın işletmesi ilk kez 1989 yılında gündeme geldi. Eczacıbaşı Esan şirketi tarafından alınan altın arama ruhsatı çokuluslu Eurogold şirketine 1991 yılında satıldı. Eurogold, madenle ilgili kısa sürede hazırlayıp, onaylattığı oldukça kapsamlı bir ÇED raporunun Maden İşleri Dairesi tarafından hiç inceleme yapılmadan aynen onayladığı sonradan anlaşıldı. Şirketin Prof. Dr. Orhan Uslu Başkanlığı’nda Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Çevre Mühendisliği bölümlerine yaptırdığı ÇED raporla ilgili Eurogold yetkilileri, ülkedeki teknik olanaklarla gerçekleştirilmesi olanaksız olan bazı ölçümlerin yerine kendileri tarafından benzer özellikli olduğu savlanan farklı maden alanlarındaki ölçümlerin koyduğunu itiraf ettiler. (Alethea-Hakikat. E. Özgüven-Petra Holzer. Belgesel. 2007, Emür Henden’in konuşması).
İlk Karşı Çıkışlar
Bergama köylüleri topraklarında altın çıkarılacağını ilk duyduklarında sevinirler. Altın, zenginlik demek değil midir? Ancak kısa bir süre sonra bu altının siyanür ile ayrıştırılacağını ve bu yönteminde son derece tehlikeli olduğunu öğrenen köylülerin sevinci yerini yavaş yavaş endişe ve korkuya bırakır.
Bu arada gerekli izinleri hızla tamamlayan şirket civar köylerden madende çalışacak işçi alımına başlamıştır bile. Bu işçilerin ilk yaptıkları iş ise, maden alanı olan tepedeki ormanlık alanın tıraşlanması olur! Gelişmelerden son derece endişeli olan yöre köylüleri ve Bergamalıları konuyla ilgili bilgilendirmek için Bergama’da bir panel düzenlenir. Panelin adı “Altının Sağlayacağı Zenginlikler mi? Çevrenin Yok Olması mı?”dır. Bu panele çağrılmalarına rağmen yöre milletvekilleri ve bakanlar ve devlet bürokratlarının hiçbiri gelmez. Toplantıda yapılan konuşmalarda siyanürle altın işletmeciliğinin zararlarına vurgu yapılır ve yetkililerden bu proje için halkın onayının alınması istenir. Bir süre sonra Bergama’da “Siyanürlü Altına Hayır Mitingi” düzenlenir. İlçede, iktidardaki DYP, Ticaret Odası ve Kaymakam hariç madene herkes karşıdır.
Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın’ın daveti ile Bergama’ya gelen Münih Teknik Üniversitesi Kimya Bölüm Başkanı Prof. Dr. Friedhelm Korte, Eurogold’un projesinde önemli eksiklikler olduğunu söyler.
Davalar Açılıyor
Bundan sonraki süreç, bilgilendirme toplantıları, paneller ve altın madeni karşıtı eylemlerle gelişir. Diğer yandan İzmir Barosundan Av. Senih Özay 8 Kasım 1994 tarihinde vekaletini aldığı 652 Bergama köylüsü ve yurttaş adına İzmir 1. İdare Mahkemesi’nde altın madenine karşı üç ayrı dava açarak hukuki süreci de başlatır. Davalarda Çevre Bakanlığı’nın Eurogold A.Ş’ye verdiği faaliyet izninin iptali istenmektedir. Hukuk mücadelesi bir taraftan devam ederken, madene karşı verilen halk mücadelesinde de ilginç eylemler görülmektedir. Ülkenin değişik yerlerinden gelen çevreciler, 16 Şubat 1996’da, Eurogold Genel Müdürü Jack Tesdard’ı sembolik olarak katranlayıp kuş tüyüne bularlar ve Bergama’dan kovarlar. Ertesi gün de Ovacık köyünde şirketin arazisine incir ağacı dikilir. Şirket işletme sahasında kesmek istediği ağaçlar için, köy muhtarlarının karşı çıkmasına rağmen, Orman Genel Müdürlüğü’ne ağaç bedellerini yatırmıştır. 11 Ekim 1996 günü şirket sahada tespit edilen 2400 çam ağacının kesimine başlar. Bu hareket bardağı taşıran hamle olur. Köylülerin 7 saat süreyle Çanakkale-İzmir karayolunu kapatması sonrası ağaç kesimi durdurulur. 1996’nın son günlerinde 23 Aralık’ta Bergama köylüleri belden yukarıları çıplak bir şekilde altın madenine karşı Bergama’da bildiri dağıtımı yaparlar. Madenin çevresinde bulunan 8 köyde yapılan referandumda oy kullanan 2.886 köylünün tamamı siyanürlü altına hayır oyu verir. Köylülerin bu kararlılıklarına rağmen hükümetten geri adım gelmez. İzmir Valisi Kutlu Aktaş, 20 Ocak 1997’de yaptığı açıklamada madenin çalışacağını söylemektedir.
Yargı Kararı ve Müdahale
Mayıs 1997 tarihli Danıştay kararı sonrası herkes Bergama’da altın madeni işletmeciliğinin önünün kesildiğini düşündü. Danıştay açık açık “siyanürle altın işletmeciliğinde kamu yararı yoktur” diyerek siyanür liç yöntemi ile altın işletmeciliğinin önünü kesiyordu. Buna rağmen Eurogold ile içinde siyasilerin ve bürokratların da olduğu yandaşları ise, Anayasa’nın 138. maddesinde yer alan “Mahkeme kararları değiştirilemez” hükmüne rağmen şeytani bir formül bulmakta gecikmediler.
“Yeni önlemler alarak Danıştayın kararındaki ana etken olan risk faktörünü ortadan kaldırdık. Madenin tekrar incelenmesini istiyoruz,” diye Çevre Bakanlığı’na bir dilekçeyle başvurdular. Bu dilekçeyi Çevre Bakanlığı Başbakanlığa, orası da TÜBİTAK’a gönderdi. Başında Prof. Dr. Naci Görür’ün bulunduğu TÜBİTAK üzerinde her kesimin çokça tartıştığı madeni aklayıcı bir rapor hazırladı. Başbakanlık bu raporu aldıktan sonra Nisan 2000’de bütün ilgili bakanlıklara ve ilgili kuruluşlara birer genelge göndererek “Madenin çalıştırılması için yardımcı olunması” talimatını verdi. İzinlerden sonra maden çalışmaya başladı. Bergamalılar da avukatları aracılığıyla yürütmenin durdurulması için tekrar idari mahkemeye başvurdular.
1 Haziran 2001 tarihli İzmir 1. İdare Mahkemesi’nin madenin çalışmasıyla ilgili verdiği yürütmeyi durdurma kararı Bergamalı’lar tarafından bir kez daha sevinçle karşılanırken, altın işletmesinin her şart altında çalışmasını isteyenlerin de boş durmayacağı da artık biliniyordu. 1 Haziran 2001’de sonuçlanan ve madenin faaliyetlerini durduran mahkeme kararı da, en az 1997 yılındaki Danıştay kararı kadar açıktı; “siyanür kullanılarak madenin işletilmesi kesinlikle mümkün değil, risklerin giderilmesi konusundaki Eurogold’un iddiası geçersizdir“.
Kriz Günleri
2001 yılında, DSP, ANAP, MHP Koalisyon hükümeti ile yönetilen ülke, tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birisini yaşıyordu. Umut, İMF’den alınacak kredilere bağlanmış, İMF ise istenen krediyi vermek için çok acı bir reçete’nin yanı sıra, yasalarda da değişiklikler yapılması istiyordu. İşte tam bu iklimde iki DSP milletvekilinin hazırlayıp Başbakan Erdoğan’a sundukları rapor, bir anda gündeme oturuyordu. Raporda krizden çıkış yolu olarak altın madenlerinin işletilmesi gösteriliyordu. Bunun önündeki en büyük engel olan yöre köylülerinin direnişinde ise yabancı bir devletin parmağı olduğu ileri sürülüyordu.
Aslında, DSP’li iki vekilin raporundaki bu iddialar pek yeni iddialar da değildi. Almanya’da yaşayan bir ‘Doğubilimci’nin 1999 yılında başlattığı tartışma, birçok yazar ve gazeteciye de ‘ışık tutmuştu’. Bununla birlikte düğmeye Fikret Bila’nın Milliyet Gazetesi’ndeki “Altın Müjdesi” manşetiyle basıldığı söylenebilir. Habere göre altın madenciliği, “eğer işletilirse IMF’ye el açmaktan kurtulmanın yolu” olabilirdi.
Psikolojik Harekât Başlıyor
İki milletvekilinin raporunun ardından altın işletmeciliği ile ilgili basın da hemen ‘kampanya’daki yerini aldı. Milliyet Gazetesi’nin koçbaşı olduğu kampanyaya Doğan Grubu’nun diğer gazetesi Hürriyet de tam destek verdi. Ekonomik krizden çıkış yolu gibi gösterilmeye çalışılan kampanyaya kısa sürede yeni katılımlar ve destekler geldi. MHP’nin yayın organı Ortadoğu Gazetesi kampanyaya manşetten girdiği “Zengin olmak elimizde” haberiyle katılırken, haberin içeriğinde de Milliyet’te Bila’nın verdiği bilgiler aynen kullanılıyordu. Aynı günlerde Türkiye ve Akşam gazeteleri de kampanyaya katıldılar.
DSP milletvekilleri Erol Al ve Hasan Özgöbek tarafından Ecevit’e sunulan Türkiye’de 6.500 ton altın rezervi olduğu yönündeki rapor, kriz içerisindeki ülke için adeta bir “ekonomik kurtuluş reçetesi” olarak gösterilmekteydi. Bu altın madenlerinin üretime açılması halinde 25 bin kişiye iş verileceği ileri sürülen haberde, en dikkat çeken yön ise Bergama’da altın madeni karşıtı mücadelenin “Alman Fian Vakfı tarafından desteklendiğinin saptanması”ydı.
Altına Asker Ayarı
Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cumhur Asparuk’un 1 Ekim 2001 tarihli sözleri, Bergama köylülerinin altın madeni karşıtı mücadelesine yönelik başlatılan “Psikolojik Harekât”ın devletin en üst yönetim aygıtı sayılan MGK’da da gündeme getirildiğinin en önemli göstergesiydi. Asparuk, Cumhurbaşkanlığı resepsiyonunda o günlerin en önemli gündem maddesi olan ABD’nin Afganistan’a müdahalesi ile ilgili soruya “Asıl Türkiye’ye bakın… Dünyanın en zengin altın rezervi bizde. Ama çıkarılamıyor. Çünkü Türkiye’ye altın ihraç eden Almanlar lobilicilik yapıyor” diye yanıt veriyordu. Bergama köylülerinin direnişine karşı başlatılan “psikolojik harekât”ta saflar askerlerin de ‘cephede’ yerini alması ile netleşmiş oldu. Daha sonra sıkça dile getirilen iddiaya göre; MGK, Bergama köylülerinin altın madenine karşı direnişini “ülke güvenliğini tehlikeye atan bir milli tehdit”, “yıkıcı faaliyet” kapsamında değerlendiriyordu. Büyük olasılıkla bu konu MGK toplantısında gündeme gelmiş, kuvvetle muhtemelen MGK Sekreterliği’ne bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığı’nda (TİB) tartışılmış ve bir psikolojik harekât ile önüne geçilmesi yönünde karar alınmıştı.
Asparuk’un bu sözlerinden bir yıl sonra askerlerden altın madenine bir destek daha geldi. Hem de madenin mahkeme kararı ile kapalı olduğu bir dönemde! 30 Ekim 2002 tarihinde aralarında Ege Ordu ve NATO Güneydoğu Müşterek Komutanı’nın da bulunduğu 45 komutan, eşleri ile birlikte Bergama’daki altın madenini gezdiler. Ege Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon, eline aldığı külçe altınla gazetecilere poz verirken, “Ülke ekonomisine ciddi katkı koyan madeni bu konuda karar vereceklerin gelip görmesini isterim” demektedir.
Hablemitoğlu’nun Kitabı
İşte tüm bu iddiaları ve daha fazlasını sayfalarına taşıyan Hablemitoğlu’nun “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” kitabı Ağustos 2001 tarihinde çıktı. Kitap, o günlerde anlaşılamayan bir şekilde, süratle çok geniş bir kesimin eline geçti.
Hablemitoğlu’nun kitabındaki en önemli belge kitabın 71. sayfasında yer alan “Türkiye Altın Konsepti” adlı belgedir. “Bergama Operasyonu’nun Çerçevesi” başlığı ile sunulan belgenin Ocak 1990 yılında Federal Alman İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı tarafından yayınlandığı belirtiliyor. Belge’nin nereden geldiği ile ilgili kitabın 63. no’lu dipnotunda şunlar yazıyor; “Konseptin matbu nüshası ve çevirisi, İsveç’te yaşayan Prof. Dr. Metin Deliormanlı tarafından ülkemizdeki tüm ilgili birimlere gönderilmişse de, kontr-espiyonaj kapsamında Alman istihbaratçılarına karşı alınmış –izleme dışında- somut bir tedbire tesadüf edilmemiştir…”
Kitabın En Önemli Belgesi Sahte!
İki ülke arasında diplomatik krize bile neden olabilecek içerikteki belgeyi Hablemitoğlu’ndan aralarında benim de bulunduğum birçok gazeteci sordu. Kendisi ise bu belgeyi kitabındaki iddiaların suç duyurusu kabul edilerek açılan ‘Legal Alman casusluğu’ davasında mahkemeye sunacağını belirterek geçiştirdi. Hablemitoğlu, bu mahkemenin ilk duruşmasından 8 gün önce ise hala aydınlatılmayan bir suikasta kurban gitti.
Kamuoyunda ‘Alman Casusluğu Davası’ olarak bilinen davaya bakan Ankara DGM’nin bu belge ile ilgili Dışişleri Bakanlığından istediği bilgiye verilen 25.04.2002 tarihli yanıtta, “Türkiye’de Altın Konsepti” isimli raporla ilgili Berlin Büyükelçiliğimizce yapılan araştırmada, herhangi bir bilgi veya kayda rastlanılmadığı… (abç)” belirtildi!
Bu belge hala da ortaya çıkmış değil. Üstelik bu belgeyi ilgili tüm kurumlara ilettiği ileri sürülen ‘İsveç’te yaşayan Prof. Dr. Metin Deliormanlı’ diye bir kişinin varlığına tüm yapılan araştırmalara rağmen bugüne kadar rastlanmadı!
En önemli belgesi ve bu belgeyi yaydığı ileri sürülen kişisi ‘sahte’ olan Hablemitoğlu’nun kitabındaki birçok bilgi ve veri de gerçek dışı ya da manipüle edilerek verilmişti.
İlk kuruluş aşamasından itibaren Eurogold Altın Madeni’nde 10 yıl kamu ilişkileri müdürlüğü yapan Hasan Gökvardar’ın Hablemitoğlu’nun yazdığı kitapla ilgili çok önemli tanıklıkları var. Gökvardar, basına yansıyan, İzmir Barosunda kameralar karşısında anlattığı bu iddialara göre kitap altıncı şirketin bilgi, belge ve maddi olanakları ile basılıp dağıtıldı. Madene iki kez gelen Hablemitoğlu’na klasörler dolusu bilgi belge verildi. Gökvardar, Hablemitoğlu’nun ikinci ziyaretinin ardından kısa bir süre sonra çıkan kitabın 10 bin adet basıldığını ve dağıtımının da büyük oranda altıncı şirket tarafından yapıldığını anlattı. Benzer anlatımlar madende halkla ilişkiler uzmanı olarak çalışan Nurettin Turgut’tan da geldi. Yine Gazeteci Aydın Engin, haber yapmak için gittiği madende bir oda dolusu Hablemitoğlu’nun kitabını gördüğünü açıkladı.
Kime Niyet Kime Kısmet
Hablemitoğlu’nun öldürülmesinin ardından birkaç yıl sonra madenci şirket yeniden el değiştirdi. 1989 yılında Eurogold Madencilik adıyla ve çok uluslu bir sermaye yapısıyla işe başlayan altın madeni, 2002 yılında Avusturyalı Normandy Mining’e birkaç yıl sonra da (2005 yılında) 20 milyon dolar peşin, kalanı taksitle toplam 44.5 milyon dolara Koza Altın şirketine satıldı. Aradan 5 yıl geçtikten sonra şirketin halka arzda şirketin değeri 2 milyar dolar olarak gösterilecektir!..
16 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından TMSF bünyesine alınan Koza Altın şirketi, Bergama’nın yanı sıra, Havran Küçükdere’de, Eskişehir Kaymaz’da, Gümüşhane Mastra’da, Kayseri Himmetdede’de ve Kaz Dağı’nda birçok altın madeni daha işletmeye başladı.
Hablemitoğlu’nun kitabının yayınlanmasının da içinde bulunduğu süreçte, Bergama Köylülerinin mücadelesine karşı yürütülen psikolojik harekât başarı ile sonuçlandı. Köylülerin direnişi kırıldı ve itirazlar “kabul edilebilir” sınırın bile altına düştü. Direnişteki fiili eylemler bitme noktasına gelirken, mücadele sadece hukuk alanında devam eden davalar boyutuna indirgendi.
Bu süreçten sonra Türkiye’de yaşam alanlarını sermaye saldırılarına karşı korumak için başlayan ve biraz gelişen neredeyse bütün ekoloji mücadelelerinin karalanması için bu “dış güçler-Alman Vakıfları” iddiaları gündeme getirildiği söylenebilir.
Ülkemizdeki altın madenlerinin önündeki en önemli engel olarak görülen Bergama köylü hareketinin ortadan kaldırılması için, uluslararası altın tekelleri ve devlet tarafından örgütlenen psikolojik oyuna, ilerleyen günlerde cemaat ve bilumum ‘derin güçler’ de dahil oldu..
Suikast
Yazının sınırları göz önüne alınarak bu makalede Hablemitoğlu suikastinin ayrıntılarına girmedik. Suikastin ardında kimler vardı? “Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm” diye savcılara defalarca itirafta bulunduğu halde bir türlü “ciddiye alınmayan” Durmuş Anuçin adlı kişinin bağlantıları nelerdi? Hablemitoğlu suikastı da dahil, tüm bu konular Suikasttan 20 yıl sonra açılabilen ve aralarında Özel Kuvvetler Komutanlığı askerleri ve F. Gülen Cemaati yöneticilerinin de bulunduğu davanın sonucu ne olacak? Kişisel görüşüm, bu davadan da bir sonuç çıkmayacak. Tezim ise Hablemitoğlu’nu ona bu kitabı kimler yazdırdı ise onlar öldürdü!
Kuyudaki Taş kitabımızın giriş kısmının son paragrafı ile yazıyı bitirmek istiyorum. Buraya kadar anlattıklarımızın özeti bu aslında: “…Millî güvenliği tehditten öte, altın tekellerinin tekerine çomak soktuğu için Bergama köylü hareketine karşı bir ‘oyun’ tezgâhlandı. Hablemitoğlu bu oyunda çok önemli bir role soyundu. Kuyuya taşı ona attırdılar. O, bu oyundaki rolüne son nefesine kadar sadık kalırken, oyunun başarısının ancak kendi ölümüyle olanaklı olacağını elbette bilmiyordu…”