Hazırlayan: Polen Ekoloji Kolektifi İklim Çalışma Grubu
AKP’nin yıllardır geleceğini duyurduğu ama yönetmelik düzenlemeleri daha çıkmadan yapılan1 İklim Kanunu teklifi, sonunda geçtiğimiz hafta görüşülmek üzere Çevre Komisyonu başta olmak üzere meclisin Adalet, Plan ve Bütçe, Sanayi, Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji komisyonlarına iletildi. Kanunun bu kadar çok komisyonu birden ilgilendirmesi yasal kapsamını ve etkileyeceği sektörleri şimdiden gösteriyor. Bu, çok anılan tabirle bir düzenin kendinde yapılabilir gördüğü bir “yapısal reform”.
Teklifin Küresel Ekonomik Bağlamı
İklim kanunu teklifi, “yeşil büyüme”, “net sıfır emisyon” ve piyasa temelli mekanizmalar (ör. Emisyon Ticaret Sistemi, karbon kredileri) çerçevesinde şekillendiriliyor.2 Bu tür yaklaşımlar, kapitalizmin ekolojik ve toplumsal yıkıma neden olan dinamiklerini (kâr maksimizasyonu, rekabetçi piyasalar, emek-doğa sömürüsü) görmezden gelerek iklim değişikliği bahanesiyle ve küresel çaptaki ticaret ekseninde neoliberalizmin tıkanan dinamiklerini açacak bir şekilde ekonomiye yeni entegrasyonlar sağlamaya çalışmaktadır. Bu yaklaşım, aslında gerçek bir “yapısal dönüşümü” reddedip, neoliberal paradigmanın devamını tek seçenek olarak sunmakta ve ekolojik çöküşle mücadeledeki “radikal” dönüşümün bu tek “bilimsel” seçenek olduğunu iddia etmektedir.
2008’den bu yana istikrarlı bir büyüme temposu yakalayamayan ve durgunlaşan sermaye, batısıyla doğusuyla bu uzun süreli durgunluğu aşmanın yollarını aramaktadır. Yeniden bir pazar paylaşımını dayatan askeri ve siyasi rekabetin yanında büyüme modellerini revize eden yeni bir emperyalist kapitalist işbölümü işte tam da bu seçeneğe işaret ediyor. Küreselleşmiş üretim ve dolaşımı “verimli” hale getirmek için tedarik zincirlerini kısaltmak ve emperyalist merkez ülkelerde de emek gücünü ucuzlatmak hem yeni “yeşil” enerji ve sanayi hamlelerini hem de ucuz hammadde ülkelerinde enerji yoğun üretimin yanında yeni mali bağımlılık ilişkilerini gerektiriyor. Bu da Türkiye gibi ülkelerde yoğun bir madencilikle doğa talanını, ucuz emek gücüyle “kirli” sektörlerin “özel sanayi bölgelerinde” yoğunlaşmasını ve mali sermayenin karbon piyasası gibi yeni mali piyasalarda sızdırdığı kârı arttırmasını sağlıyor. Kısaca, yeni iklim kanunu teklifinin bu kadar çok başka kanunu ve sektörü bağlaması onun özünde bir ticaret ve kamu kaynaklarını yönlendirme kanunu olmasından kaynaklanıyor.3
Sermaye düzeni sorgulanmaksızın yeni yatırımlara bu küresel yeni işbölümü ve paylaşımla yön verilirken elbette kısmen iklim hareketinin başarısı, kısmen göç-savaş sorunlarının yönetimine yönelik bir hamle, kısmen yeni hegemonya aracı, kısmen sermaye işleyişine olası engellere karşı bir yol temizliği, kısmen düşen kârları toparlama adımı olarak ortaya çıkıyor bu yasa tasarıları.
Teklifin İklim Değişikliğiyle İlişkisi
Kanun teklifi iklim değişikliğine neden olan kapitalist üretimin en emek ve enerji yoğun süreçlerinin parçası olan vahşi madenciliği ve fosil yakıt üretimini sonlandırma üzerine hiçbir madde içermediği gibi emeği ve doğayı konu dışı tutarak sömürü ve tahribatın devam etmesi için AB’nin “Yeşil Yeni Düzeni” çerçevesinde alternatif bir saha yaratmak istemektedir. Absürt olan şu ki, teklifin merkezinde yer alan Emisyon Ticaret Sistemi ile sermayeye “kirletme ve tahribat hakkı” verilirken bu kirletme ve tahribat, bir ticaret aygıtı haline getiriliyor. Sermaye açık açık “ya paranı ya canını” diyor, ama esasen “hem paranı hem canını” yasası işlemiş oluyor.
İklim kanunu teklifi, “döngüsel ekonomi” ve “sıfır atık” gibi kavramlarla sermaye odaklı politikayı net bir açıklama göstermeksizin yeşile boyarken; madencilik, fosil yakıt ve diğer ekstraktif sektörlerde devam eden yıkıcı üretim biçimlerinin hafifletilmesi için hiçbir madde içermiyor. Bu durum, doğanın ve toplumun sadece ekonomik değeriyle ele alındığını, yönetildiğini gösteriyor; yaşamın her bir noktasındaki her şey alınır satılır birer metaya dönüşmüşken buna ciğerimize çektiğimiz havanın metalaştırılması da ekleniyor. İklim kanunu teklifinde “adil geçiş” gibi kavramlar yer alsa da, uygulama düzeyinde bu sözdizimi, neoliberal piyasa düzeninin çıkarlarını korumaya hizmet eden mekanizmalarla iç içe girmiş; iklim adaleti ve emekçinin adaleti yine sermaye çıkarlarına kurban edilmiştir.
Teklif, 2021’de mecliste tam da bu yasa için onaylanan Paris Anlaşması çerçevesinde açıklanan Ulusal Katkı Beyanı ve daha sonra OVP’’yle uyumlu ulusal azaltım ve uyum “strateji ve eylem planları”nın bugüne kadar uygulamada kapsamlı bir yasal mevzuata dayanmadığının, yani boş laflardan ibaret olduğunun itirafı. Bu “strateji ve eylem planları” yerele, bölgesele, somut durumlara dair planlamaların olmadığı, denetimin, uygulamanın belirsiz olduğu yüzlerce maddeden oluşan göz boyamalarıydı.
Teklifte “iklim adaleti” kavramı tanımlandığı yer dışında bir kez İlkeler, 3. maddesinde şu şekilde geçmektedir: “(a) iklim değişikliği ile mücadelede, ülkemizin ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler ilkesi dikkate alınarak, eşitlik, iklim adaleti, ihtiyatlılık, katılım, entegrasyon, sürdürülebilirlik, şeffaflık, adil geçiş ve ilerleme yaklaşımları esas alınır.” ve bendin gerekçesi şöyle belirtmektedir: “(a) bendi ile insan haklarının ve çevre hukukunun ana ilkelerini de içinde barındıran temel ilkelere, iklim değişikliğiyle beraber ortaya çıkan iklim adaleti ve adil geçiş gibi ilkeler de eklenmektedir.” Hiçbir şekilde somutlanmamış bu kavramın gerektiği yerde esasında “ulusal çıkar” denilerek ülkeler arası diplomaside bir araç olarak kullanılacağı COP’lardaki tutumlarda anlaşılmıştır; ülke içinde ise farklı sermaye fraksiyonlarının çıkarlarının ortaklaştırılması anlamında “sermayeler arası adalet” için devreye sokulacağı ifade edilmiştir.4
Yasa teklifi tam da AKP/Saray ile TÜSİAD arasında bir “gerilim”in yaşandığı günlerde gündeme geliyor. Burada dünyadaki güncel eğilimle uyumlu bir şekilde “yeşil” sermayenin faşizmle uyumu göze çarpıyor. Yeni yeşil sömürgecilik alanları, nadir toprak elementleri ve kritik minerallerin olduğu ülkelerde askeri işgal ve iç savaşlar sürece eşlik ediyor.5 Suriye’de cihatçılar eliyle kurulmaya çalışılan yeni rejim ile İsrail’in soykırımıyla genişleyen etki alanı Türkiye’deki sermaye kesimleri açısından bu uyumu daha da arttıran gelişmeler açığa çıkardı. Mesele buradaki pay paylaşımının nasıl olacağı üzerinedir sadece. “Yeşil” programlar farklı sermaye bloklarını etrafında toplayacak esnekliğe ve boşluklara sahiptir.
Neden Emisyon Ticaret Sistemi Bir Çözüm Olamaz?
Kanun teklifinin genel çerçevesini yeni neoliberal politikaların uygulama düzenlemeleri oluşturmaktadır ve merkezinde Emisyon Ticaret Sistemi yer almaktadır. Teklif, esasen Türkiye’nin en büyük ihracat kanalı olan AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’na uyum yasası şeklindedir. Amacı, Türkiye kapitalizminin ‘rekabetçilikte’ herhangi bir sorun yaşamadan kirletmeye devam etmesini sağlamak için sermayenin TÜSİAD ve MÜSİAD’da cisimleşen iki bloklu yapısında da yer alan ihracatçı, kirletici şirketlere fayda sağlamaktadır.
Karbon ticareti bir üst sınır ve ticaret sistemi kullanır; elektrik santralleri ve sanayi tesislerinin yanı sıra havacılıktan üretilebilecek sera gazı miktarına sınırlar veya ‘üst sınırlar’ getirir. Şirketler, ideal olarak bütün bir yıl boyunca tahmini karbon emisyonlarını karşılayacak ödenekler alır ya da satın alırlar ve bu onlara belirli bir ölçüde “kirletme hakkı” verir. Tahsisatlar 1 ton CO2 emisyonu başına yapılmaktadır. Şirketler daha sonra uluslararası piyasada bu “kirletme izni”nin ticareti yapabilirler – daha fazlasına ihtiyaç duyduklarında satın alabilirler ve bu, artık ihtiyaç duymadıkları izinleri satan diğer şirketlerden veya Üye Devletler tarafından düzenlenen açık artırmalardan olabilir. Bu “offset” (denkleştirme) hesapları ile ticaret yöntemi “maliyet verimliliği”ne göredir ve emisyonların en az maliyetli olduğu yerlerde azaltılmasına dayanır. (Karbon Ticareti İklim Krizi İçin Bir Çözüm mü?, Earth.org)
Fosil yakıt endüstrileri için yüksek tazminat, en çok kirleten bazı firmaların kâr marjlarının artması anlamına geliyor. AB ETS’sine katılma yükümlülüğü olan şirketlere ihtiyaç duyduklarından daha fazla ücretsiz izin tahsis edilirken, maliyetler şirket kârlarından değil, neredeyse tamamen “tüketicilerden” karşılanıyor. Fosil yakıtlara uygulanan cap-and-trade şemaları hem enerji fiyatları hem de diğer tüm mal ve hizmetler üzerinde bir etkiye sahip oluyor. Sonuç olarak, karbon maliyetlerinin yükü, karbon fiyatlandırmasından etkilenen elektrik, yakıt ve market alışverişi gibi mallara daha fazla harcama yaptıkları için yoksul hanelere orantısız bir şekilde yükleniyor. Her genişleyen yeniden birikim sürecinde olduğu gibi bedeli halk ve doğa ödeyecek.
Tüm bu şema kapitalizmin, sermayenin olanca merkezileşmesi ve yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan dünya tekellerine rağmen bölünmüş olmasından kaynaklı olarak aralarındaki rekabete dayanan üretim kaosuna dokunmadan, mali piyasalarda büyük şirketlerin küçüklerinden, emperyalist ülkelerin mali-ekonomik sömürge ülkelerden kâr sızdırması ve birbirini soyması esasına dayanıyor. Atmosferdeki miktarı bu üretim kaosuyla katlanan ve iklim değişikliğine yol açan karbon bu açıdan alım satıma uygun bir meta haline bir kez geldiğinde artık “kâr için üretim” mantığına dahil olmuş olur. Artık karbon salmak, bir kirletme hakkı sağladığı için kârlıdır. “Cap and trade” şemasında konulan üst sınırlar giderek azaltılsa da dünyada yeniden ve yeniden sömürgeleştirilecek alanlar; artık nüfus ve coğrafyalar bulmak için tekellerin kolları her yere uzanır. 90’ların sonunda itibaren Kyoto Sözleşmesi’yle denenen ve başarısız olan, sadece AB’nin tarihsel emperyalist birikimine ve ortak pazarına dayanarak bir yol açmış görünen karbon ticareti, piyasacı düşünüşün dışına çıkamayan safsatalarla dolu emperyalist bir yönetim programıdır.
Karbon piyasalarının ve emisyon ticareti sistemlerinin uygulanmasında ve denetlenmesinde sık sık karşılaşılan idari zorlukları ve düzenleyici boşluklar özellikle vurgulanmalıdır. Bu boşluklar, sistemin manipülasyona açık hale gelmesini, rüşvet ve suistimal örneklerini ortaya çıkarmıştır. Kapitalizm en yasal haliyle bile açık bir mafya düzenidir. İşçi sınıfı ve ezilenlerin direnişi, örgütlü gücü, iktidar perspektifini kazanması onun mafyözlüğünü sınırlayan tek şeydir. Düzenleyici mekanizmaların yetersizliği, sistemin işleyişinde şeffaflık ve hesap verebilirlik sorunlarına yol açar. Örneğin, 2010 yılında AB ETS’sinde “döner dolandırıcılık” veya “kayıp tacir dolandırıcılığı”nın kamu bütçesinde vergi gelirlerinde 5 milyar €’dan fazla kayba neden olduğu ortaya çıkmıştı. Ve Türkiye’de EPİAŞ, yasa çıkmadan yasanın gerektirdiği düzenlemeler için AB’nin ETS yürütücüsüyle böyle bir anlaşma imzalamıştı.6
İklim Kanunu Yağmanın Yasal Kılıfıdır
Kanun, çevresel sorunların “teknolojik” veya “idari” müdahalelerle çözülebileceği varsayımını benimsemiştir. Bu yaklaşım mevcut sınıfsal güç ilişkilerini pekiştirmekten öteye gitmez. Kanun teklifinde “adil geçiş” gibi kavramlar çarpıtılmış ve içi boşaltılmış bir şekilde yer alırken uygulamada işçi sınıfı ve ezilen toplumsal kesimlerin iklim krizine karşı özsavunma geliştirmelerine engel olur.
Bir başka önemli madde, tarım alanında gıda egemenliğini daha da riske atıyor. Maddede “İklim değişikliğinin etkilerinin doğrudan gözlemlendiği alanlardan biri de tarım sektörüdür. Bu bağlamda, iklim değişikliğine dirençli ürünlerin yetiştirilmesine ilişkin politikaların üretilmesi ve gıda güvenliğinin sağlanması uyum faaliyetlerinin en önemli araçlarındandır.” şeklindeki ifade önceki yıl getirilen tarımda planlama yönetmelikleriyle paralel olarak monokültür şirket tarımının, jeomühendislik uygulamalarının küçük çiftçiye, yoksul köylülüğe dayatılacağını haber veriyor.
Kanun teklifinde çokça “uyum”dan bahsedilse de hızlanan orman yangınları, seller ve kuraklık ile ilgili elle tutulur önermeler bulunmamaktadır. Tüm bu afetlerin yükünün halka ödetilmesi “çarkların dönmesi”yle, istihdamın sürekliliğiyle gerekçelendiriliyor ve halktan soyduklarıyla kasalarında servet biriktirenlerin “zararları” hızla bu nedenle telafi edilmeli deniyor. İklim değişikliğine karşı kasalar güvende!
Dünyada bir dizi ülkede süren kampanyaya paralel olarak Türkiye’de de çevre örgütleri ve aktivistlerin öncülüğünde hazırlanan ekokırım yasasındaki gibi bir süreçle halkın siyasete katılımı bu yasa teklifinde de devre dışı bırakılmıştır. Toplumsal çelişkilerin bu kadar keskinleştiği bir siyasal ortamda halk ne pahasına olursa olsun siyaset dışında tutulmalı, öfke yatıştırılmalı, iklim değişikliği “dış güçlerin” ve takdir-i ilahinin sonucunda ve herkesin aynı gemide olduğu bir şekilde anlatılmalıdır. İklim inkarcılarının “yaşam tarzına” müdahale, yerel kültürleri yok etme, iş kaybına yol açma, “küreselcilerin” oyunu gibi safsatalarının dayandığı böyle bir zemin var. Tarihteki örnekleri gibi bugün de yeni faşist hareketler, azgınca sömürüye tabi tutulan öfkeli işçi sınıfını yedeklemek için antikapitalist söylemler kullanmaktan çekinmiyor. Bu aracı belirli gündemlerde öne çıkararak sokaktaki siyasette alan tutmayı başarmayı umuyor. Salgına karşı aşılarda, lgbti+ ve kadınlarla ilgili gündemlerde, mültecilerde, iklim değişikliğinde, sokakta yaşayan hayvanlara karşı gündemlerde benzer komplocu söylemler arayıştaki lümpen kesimleri çevresine toplayarak öfkenin hem sistem yerine ezilenlere yönelmesine hem de sermaye programlarına yedeklenmesini sağlamaktadır. Emeğe ve doğaya saldırının bu düzeyi faşizm olmaksızın sürdürülemeyeceğinden bu yasalarla kimin ne çıkarı olduğunu göstermek, bağlantıları kurmak antifaşist mücadele için de kritik bir yerde durmaktadır.
Teklifte “Kuraklık, afet, gıda güvenliği, olağanüstü hava olayları gibi etkilerin giderek artarak varoluşsal tehdit oluşturması iklim değişikliğiyle mücadele noktasında geç kalınmamasını gerekli kılmaktadır.” deniyor. Oysa pek çok açıdan geç kalındı ve ifade edilmediği üzere geçmişte işlenen suçların üstüne bir sünger çekiliyor. Yasa teklifi, esasen geçmişe dönük hesap sormanın iptalini içeriyor. Yasanın içerdiği terimler uygulanırsa devlet pek çok konuda yasadışı konuma düşecektir. Çocukları meslek eğitimi adı altında çocuk işçiliği sistemi olan MESEM’lere hapsedenlerin iklim değişikliğiyle mücadelede gelecek için vereceği tek şey daha fazla sömürü ve felaketler içinde sefil bir yaşam olacaktır ancak. Buna izin vermemek için bu yasalara da, onların arkasındaki güçlere karşı da mücadeleyi yükselteceğiz.
2Teklifin maddelerinde dikkat çeken kısımları şöyle özetleyebiliriz:
- Madde1: 2053 net sıfır emisyon hedefi ve“yeşil büyüme vizyonu” temeli oluşturuyor.
- Madde2- BM iklim zirveleri çerçevesinde gelişen iklim siyaseti terminolojisinde yer alan 39 terimin tanımı yapılıyor. ”Adil geçiş”, “birincil piyasa”, denkleştirme, ETS, “iklim adaleti”, bunlar arasında.
- Madde3’te yasanın takip edeceği temel ilkeler,
- Madde4’te bilgi, belge, veri paylaşımı esasları
- Madde5’te ilgili kurum, görev, sorumluluklar,
- Madde6’da uyum faaliyetlerinin temel esasları
- Madde7’de politika-strateji-eylem planları, YİDEP, İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu yapısı hükümleri,
- Madde8’de finansman, Türkiye Yeşil Taksonomisi, standartlar, bilinçlendirme,
- Madde9’da ETS, ETS piyasası tahsilat esasları, kapsamı, cezalar,
- Madde10’da Karbon Piyasası Kurulu, sekreteryası TOBB’da olan Danışma Kurulu, ETS Başkanlığı, EPDK, ETS piyasasını işletecek EPİAŞ’ın yetkileri,
- Madde 11’de karbon kredisi, denkleştirme sistemleri,
- Madde 12’de gelirlerin değelendirilmesi, Başkanlık, özel ödenek-gelir, döner sermaye işletilmesi,
- Madde13’te desteklerin kullanımı, gelirlerin iklim değişikliğiyle mücadeleye aktarılmasının esasları,
- Madde14’te idari yaptırımlar: para cezası, kontrol belgesi vermeme, izin iptali, EPDK cezaları,
- Madde15 ve 16’da denetim ve yaptırımların uygulama usulü,
- Madde17’de düzenleyici yetkiler, diğer kanunlara atıflar
- Madde18’de diğer kanunlarda yapılması gereken değişiklikler
- ve Geçici1’de ETS kurulana kadarki geçiş süreci (3 yıllık izin, pilot dönemde %80 indirimli cezalar, pilot dönemin süresini Karbon Piyasası Kurulu belirleyecek) ile Geçici2’de kamu kurum ve kuruluşlarının planlama araçlarını hazırlama süresi belirtiliyor (31.12.2027, Cumhubaşkanı 1 yıl uzatabilir.).
3İklim Kanunu Taslağı’nın aslında bir ticaret kanunu olduğunu şu basit analitik çıkarım gösteriyor: Taslakta ‘sermaye’ kelimesi 21 defa, ‘gelir’ 26, ‘tahsisat’ 78, ‘ticaret’ 27, ‘piyasa’ 134 (karbon piyasası, birincil ve ikincil piyasalar, ETS piyasası, enerji ve elektrik piyasaları, piyasa istikrar mekanizmaları, vb. biçiminde) defa kullanılıyor. Buna karşın ‘ekoloji’ ya da ‘ekolojik’ kelimesi 0 defa, ‘doğa’ kelimesi 5 defa (‘doğa temelli çözümler’ şeklinde) yer alıyor. Emek, emekçi, işçi, dezavantajlı gibi kelimeler ise kanun taslağında geçmiyor. 1’i tanımı olmak üzere 3 kez “iklim adaleti” kavramı geçiyor.
42023’te kanunun ilk taslakları sızdırıldığında İklim Adaleti Koalisyonu’nun yaptığı açıklamadaki belirlemeler güncel taslakta da geçerliliğini koruyor.