Bünyesinde yüzlerce bilim insanının çalıştığı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) en son 2013’te yayınladığı 5. değerlendirme raporunun ardından iklim krizine dair en kapsamlı değerlendirmesini önümüzdeki yıl 6. değerlendirme raporuyla paylaşacak. 9 Ağustos günü ise bu dört bölümlük nihai raporun ilk ara değerlendirmesi paylaşılacak. Rapora dair okurken yine karnımıza ağrıların gireceği yorumlar birkaç gün boyunca önümüzde olacak. İklim krizi mevcut üretim tarzının ve üretim ilişkilerinin bir sonucu olarak insanlık tarihindeki belki de en büyük tehdit anlamına geliyor. İklim bilimi iklime dair bu en kritik bulguları ortaya koyarken krize dair reçeteler onları aşan politik mücadelenin konusu. Ancak bilimde belirli kesinlikler vardır, müzakereye kapalıdır, su aynı koşullardaysa hep aynı sıcaklıkta kaynarken sınıflar arası güncel güç dengesinin konusu olan politik mücadele alanı öyle değildir. İşte burada Greta’nın “bilimin arkasında birleşin!” çağrısının zayıf karnı olan bilimin politik mücadeleye doğrudan tahvil edilecek bir alan olmadığı aksine mevcut sistemsel ilişkiler içinde tuttuğu yer kadar ya da oradan temel alarak etki yapabileceği gerçekliğiyle yüzleşiriz. Peki, 2030’ların ortasında geri dönülmez sıcaklık eşiklerini aşacağımız bilimsel olarak öngörülüyorsa, 2050’lerde milyarlarca insanın yaşam alanlarının yaşanılamaz hale geleceğini şimdiden biliyorsak bu gelecekten gelen kıyamet havadislerini bugün nasıl ele almalıyız? Bunu uzun uzun başka yerlerde tartıştık, ancak burada konuyla ilgili yerinde bir gelişmeyi sizlerle paylaşmak istiyoruz.
İklim krizi şimdi ve burada yaşanıyor. Dünyanın dört bir yanında yüz binlerce insan iklim mültecisi konumuna geliyor; yüz binlercesi geçimlik faaliyetlerini, alanlarını yitiriyor; sıklaşıp şiddetlendikçe birer iklim felaketine dönüşen aşırı hava olayları tüm ülkelerde kapitalizmin özgün koşullarıyla ve çelişkileriyle iç içe geçerek toplumsal krizi derinleştiriyor. İklim krizi bir yandan gelecekten gelmiş acımasız bir heyula gibi insanlığın üzerine çökmüş gibi görünürken alınacak önlemler, iklim değişikliğini durdurmak ve krizden çıkmak için yapılacaklar da aynı derecede bariz olarak ortada gibi görünüyor. Bu iki somut durumun yarattığı çelişki iklim krizine karşı mücadeleyi yavaşlatmada, bu mücadeleyi kendi çıkarları doğrultusunda saptırmada ya da yine çıkarları doğrultusunda bu krizi bariz bir şekilde büyütmede bir fırsat görenler için çeşitli siyasi söylemler üretmeye imkân sunuyor.
Tabi ki sadece bu bunaltıcı içinden çıkılmazlık ve çözümün barizliği değil, başka birçok açıdan da insanlığın başına gelmiş en büyük felaket olarak iklim krizini nasıl ele aldığımız bugün yürüttüğümüz sınıf siyasetiyle birebir örtüşür durumda. Kapitalist ya da küçük burjuva sınıfsal kesimlerin bu anlamda iklim krizine gerçek bir çözüm üretme imkanı, daha doğrusu isteği yok. Ancak kendisiyle birlikte tüm sınıfları ortadan kaldırmak için mücadele eden işçi sınıfı ve ezilenlerin devrimci mücadelesi iklim krizinin sebebi olan emperyalist kapitalizmle yüzleşebilir ve sınıf çıkarlarını tüm insanlığın kurtuluşuyla bir hâle getirebilir. İşte bu mücadeleyi güçlendirmek, ideolojik olarak sağlamlaştırmak ve güncel gelişmeler karşısında doğru refleksleri vermesini sağlamak için burjuva ideolojisinin her türlü çarpıtma içeren hamlesine karşılık vermek gerekiyor.
Almanya’da yaşayan ekolojist çizer Céline Keller geçtiğimiz yıl yayımlanan çok yazarlı “Discourses of Climate Delay” makalesini çizgi romana dönüştürdü. Yazarlar William F. Lamb, Giulio Mattioli, Sebastian Levi, J. Timmons Roberts, Stuart Capstick, Felix Creutzig, Jan C. Minx, Finn Müller-Hansen,Trevor Culhane ve Julia K. Steinberger bu makalede incelikli bir araştırmayla iklim krizine karşı 50 yılı aşkın süredir atılan kurumsal müzakerelere dayalı adımların nasıl aslında politik doğrucu bir şekilde reddedilen iklim krizi inkârcılığıyla aynı kapıya çıktığını başarılı bir şekilde ortaya koyuyorlar. Keller ise makaledeki argümanları özellikle AB ve Almanya’daki siyasi izdüşümleriyle, örnekleriyle mizahi bir şekilde birleştirerek daha geniş okuyucu kitlesine ulaşmasını sağlıyor.
Türkiye devleti bir yandan TBMM’de iklim krizi ve kuraklıkla mücadele komisyonu kurup kömür kullanımını artıran, bir yandan çökmeye yazgılı Paris Anlaşması’nı imzalamayıp yeşil fonlara erişim isteyen, bir yandan aralarında iklim mültecisi de olan mülteci dalgasını bir şantaj unsuru olarak kullanıp ırkçılık sopasıyla mültecileri en ağır koşullarda ve iklim açısından kirli işlerde çalıştıran, bir yandan en kıymetli karbon yutakları olan ormanları maden ve imar talanına açıp Karadeniz’de ve Akdeniz’de fosil yakıt aramayı sürdüren, bir yandan hiçbir sera gazı azaltım sözü vermeyip 2023’teki AB’nin sınırdaki karbon düzenlemesinin etrafından dolanmak için şirketlere uydurma karbon sertifikaları vermeyi ve karbon piyasası oluşturmayı planlayan,… velhasıl kelam iklim suçlusu bir devlet.
İklim krizinin en çok vuracağı coğrafyalardan olan Akdeniz havzasındaki böyle bir ülkede yaşıyorken iklim krizine karşı mücadele tüm politik mücadeleleri, tüm gelecek tahayyüllerini kesen merkezi bir yerde durmak zorunda. Bu çizgi roman çevirisi umarız ekokırımcı, iklim inkârcısı devlet-şirket işbirliğinin vücut bulduğu sözcülere karşı uyanık olmamızda elimizi güçlendirir, özgüvenimizi yükseltir. Herkese iyi okumalar.
Çizgi romana bu sayfadan ulaşabilirsiniz: https://www.celinekeller.com/inkarin-yeni-adi-erteleme-comic