Close Menu
polenekoloji.org
  • BİZ KİMİZ
    • Manifesto (Türkçe)
    • Manifesto (Kurdî)
    • Manifesto (English)
    • Manifesto (Español)
    • Amaç ve İşleyiş
    • Faaliyet Raporları
  • NE YAPABİLİRİM
  • ENSTİTÜ
  • POLEN BÜLTEN
  • POLEN DERGİ
  • GÜNDEM
  • TEORİ
    • Emekoloji
    • Gıda Egemenliği
    • Hayvan Özgürlüğü
    • İklim
    • Kent Ekolojisi
    • Mücadele ve Örgütlenme
    • Marksist Ekoloji
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi
Sitede Gezinin
  • ADALET MÜCADELELERİ (29)
  • EKOLOJİ/İKLİM HAREKETLERİ (69)
  • GÜNDEM (292)
    • ETKİNLİKLER (10)
  • MEDYA (13)
    • PODCAST (6)
    • VIDEO (7)
  • SÖYLEŞİ (44)
  • TEORİ (257)
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım (26)
    • Emekoloji (20)
    • Genel (1)
    • Gıda Egemenliği (20)
    • Hayvan Özgürlüğü (7)
    • İklim (25)
    • Kent Ekolojisi (26)
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi (25)
    • Marksist Ekoloji (17)
    • Mücadele ve Örgütlenme (24)
  • YAYINLAR (56)
    • Faaliyet Raporları (2)
    • Polen Bülten (23)
    • Polen Dergi Yazıları (7)
    • Polen Ekoloji Kitaplığı (8)
Facebook X (Twitter) Instagram
polenekoloji.org
  • BİZ KİMİZ
    • Manifesto (Türkçe)
    • Manifesto (Kurdî)
    • Manifesto (English)
    • Manifesto (Español)
    • Amaç ve İşleyiş
    • Faaliyet Raporları
  • NE YAPABİLİRİM
  • ENSTİTÜ
  • POLEN BÜLTEN
  • POLEN DERGİ
  • GÜNDEM
  • TEORİ
    • Emekoloji
    • Gıda Egemenliği
    • Hayvan Özgürlüğü
    • İklim
    • Kent Ekolojisi
    • Mücadele ve Örgütlenme
    • Marksist Ekoloji
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi
Facebook X (Twitter) Instagram
polenekoloji.org
Home » “İklim Krizine Karşı Sosyalizmi Birleştirici Bir Kuvvet Olarak Görüp, Örgütlenmeliyiz”

“İklim Krizine Karşı Sosyalizmi Birleştirici Bir Kuvvet Olarak Görüp, Örgütlenmeliyiz”

By Derya Sever1 Kasım 20257 Mins Read
Share
Twitter Email Telegram Facebook WhatsApp

Gazete Patika’dan Yadigar Aygün, iklim krizi ve mücadele üzerine Kolektifimizden Derya Sever ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

Gazete Patika | 1 Kasım 2025


İnsanı ve doğayı yok etmek üzerine kurulu olan kapitalist sistem emeği, doğayı sömürme, yok etmek üzerine kuruludur. Kapitalist devletler ve sermaye sınıfın, rant ve talan politikaları, daha çok kazanma hırsı ile birlikte iklim krizini giderek derinleştiriyor. Kapitalist devletler daha çok kazanabilme hırsından kaynaklı, canlıların, halkların yaşam alanlarını ve ekolojik dengeyi yok etmeye hızını artırarak devam ediyor. Hem dünyada hem de Türkiye’de derinleşen iklim krizine karşı ve buna neden olan sisteme karşı devrimci politikalara ihtiyacımız var. Kapitalist devletler, ekolojik krize karşı “yenilenebilir enerji”, “sürdürülebilir kalkınma planları” adı altında kılıflar bulsa da bu yeşil dönüşüm politikaları aslında kapitalizmin kendini yeniden üretme projelerinden biridir. Gerek maden gerek enerji politikaları ile ekolojik dengenin bozulması ile birlikte Türkiye’de kuraklık artıyor. Birçok ilde susuzluk yaşanıyor. Bu yıl kuraklık nedeniyle birçok gıda yetişmedi. Polen Ekoloji üyesi Derya Sever ile iklim krizini ve iklim krizine karşı çözüm önerilerini konuştuk.

İklim krizi giderek derinleşti. İklim krizinin asıl kaynağı nelerdir? İklim krizi ile ilgili biraz bilgi verir misiniz?

Derya Sever: İklim krizi, kapitalist sermaye sömürüsünün neoliberal politikaların getirdiği bir sonuçtur. İklim sorununu kapitalist ve emperyalist sistemi eleştirerek analiz etmemiz gerekiyor. Çok katmanlı bir kriz aslında. İklim krizini hem seller olarak görüyoruz hem kuraklık olarak, gıda egemenliğinin yok oluşuyla görüyoruz hem de doğal yaşamda, bitki örtüsünde var olan normal dengelerin bozulması ile birlikte sağlığımızın bozulması olarak da görüyoruz. İklim krizi kapitalist sistemin, devletlerin sömürücü talan politikasından kaynaklanıyor. Paris Anlaşması’nda küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme göre 2°C’nin oldukça altında tutulması, tercihen 1.5°C ile sınırlandırılması hedeflenmiştir. Tüm uluslararası iklim politikaları da bu 1.5°C hedefini esas almaktadır. Son yıllarda görüyoruz ki bazı aylarda küresel ortalama sıcaklık sanayi öncesi döneme göre 1.5°C’yi aşıyor. Türkiye’de ise devletin ve sermayenin politikaları ekolojik yıkımı ve iklim sorununu önlemek yerine derinleştiriyor. Gerek “Süper İzin Yasası” olarak bilinen düzenlemeler, gerek 12. Kalkınma Planı ve İklim Değişikliği Kanunu, kömürden çıkış, fosil yakıtların azaltılması veya doğa talanının durdurulması yönünde somut adımlar içermediği gibi bu politikaları daha da artırıyor. Aksine, sermayeye emisyon ticaret sistemleri aracılığıyla “kirletme hakkı” tanınarak, kârı koruyan bir sistem sürdürülüyor. Böylece sermaye, iklim krizinin ortasında bile kendine yeni büyüme alanları açıyor. ABD ve Avrupa Birliği’nin önerdiği yeşil dönüşüm de bu çerçevede ele alınmalı. “Yeşil dönüşüm” görünürde iklim krizine çözüm gibi sunulsa da aslında kapitalist sistemin yeni bir biçimde sürdürülmesidir. Fosil yakıtları azaltmak hedeflenirken, bunun yükü yine işçilere, emekçilere, halka ve doğaya yükleniyor. Yenilenebilir enerji yatırımları çoğu zaman halkın yaşam alanlarını tehdit ediyor; ormanlar tahrip ediliyor, sulak alanlar ve su kaynakları kirleniyor. Ayrıca yenilenebilir enerji teknolojileri için gerekli kritik ve diğer gerekli minerallerin çıkarılması, yeni bir madencilik dalgasını beraberinde getiriyor. Bu nedenle, yeşil dönüşüm iklim krizine gerçek bir çözüm değil; kapitalist sistemin daha vahşi bir biçimde devam etmesidir. Buna karşı hakların enerji egemenliği ve sermayeden bağımsız ihtiyaç kadar üretilmesi önem arz ediyor.

İklim krizine karşı Türkiye’nin tutumu nedir? İktidarın politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Derya Sever: Türkiye’deki devlet ve sermaye politikalarının iklim sorununu ne kadar görmezden geldiğini aslında ekolojik yaşamı, halkın geçim kaynaklarını, halkın yaşam alanlarını, halkın sağlığını ne kadar görmezden geldiğini gösteriyor. Şu anki kuraklığı iklim krizine bağlıyoruz ancak bu kuraklık ve su varlıklarını artarak yok edilmesi, kapitalist madencilik enerji ve sanayileşme politikaları ve endüstriyel tarımın ve hayvancılığın bir sonucudur. Türkiye’nin mevcut politika ve eylemleri değerlendirildiğinde son derece yetersiz düzeydedir; bu politikalar 2030’a kadar emisyonların artmasına yol açmakta, 1,5°C hedefiyle hiçbir şekilde uyum göstermemekte. Örneğin, Türkiye, 2025 yılı için Diyarbakır, Kırklareli, Şırnak ve Batman’da petrol ve kaya gazı için en az 270 sondaj operasyonu planlayarak petrol ve gaz arama faaliyetlerine yoğun şekilde yatırım yapmaktadır. Bir araştırmaya göre, eğer tüm ülkeler Türkiye’nin yaklaşımını izlerse, küresel ısınmanın 3 ila 4°C’ye kadar çıkabileceğini göstermektedir ve bunun sonucunda milyarlarca tür yok olabilir.

Örneğin dikkat verici bir analiz var, TÜİK’in 2020 verilerine göre, su kaynaklarından çekilen toplam 18,2 milyar metreküp suyun yüzde 45,4’ü termik santraller, yüzde 35,6’sı belediyeler ve yüzde 14,2’si imalat sanayisi tarafından kullanıldı. Çekilen suyun yüzde 56’sı denizden, yüzde 22,5’i yeraltından ve yüzde 21,5’i yüzey sularından sağlanırken, kullanılan suyun yaklaşık yüzde 44’ü tatlı su kaynaklarından geliyor. Bu veriler, enerji ve sanayi sektörlerinin su krizindeki belirleyici rolünü açıkça ortaya koyuyor. Termik santraller ve madenler genellikle su havzalarının ve sulak alanların yakınına kuruluyor; üretim süreçleri için büyük miktarda suya ihtiyaç duymaları hem yeraltı hem yüzey sularını hızla tüketiyor hem de ağır metal sızıntıları ve asit maden drenajı ile kirletiyor. Dolayısıyla bugünkü kuraklık iklim değişikliğinin değil, sermayenin suyu metalaştıran ve doğayı üretim girdisine indirgeyen politikalarının bir sonucudur. Su, yaşamın değil üretimin aracı haline gelirken; halk, ekosistemler ve yerel yaşam biçimleri susuzlukla baş başa bırakılıyor. Bu da başlı başına ekolojik bir adaletsizlik yaratıyor.

Türkiye’de susuzluk ve kuraklık çok dikkat çekiyor. Gelecek yıllarda Türkiye nasıl bir su krizine girecek?

Derya Sever: World Resources Institute’un (WRI) Aqueduct Water Risk Atlas verilerine göre Türkiye, dünya genelinde “yüksek su stresi” yaşayan ülkeler arasında yer alıyor. Özellikle İç Anadolu, Ege ve Akdeniz havzaları son derece yüksek su kıtlığı riski taşırken; Diyarbakır, Mardin, Batman, Şırnak, Van ve Siirt gibi Kürt illeri de artan kuraklık, barajlardaki düşüş ve yeraltı su seviyesindeki azalma nedeniyle ciddi bir susuzluk kriziyle karşı karşıya. Giresun, Hatay, İzmir ve İç Anadolu’da artık insanlar suya erişimde güçlük çekiyor; İzmir’in bazı mahallelerinde yurttaşlar ellerinde kovalarla su sırasına giriyor ya da sular belli aralıklarla kesik. Bu tablo, su krizinin artık gündelik hayatın bir parçası haline geldiğini gösteriyor.

2030 yılında Türkiye’de yaşanacak su stresi tahminleri

Su krizine karşı önleyici bir bakış açısına sahip olmamız gerekiyor. Genellikle ekolojik yıkımlardaki sorunun farkına ancak yıkım kapımıza geldiğinde, örneğin musluğu açtığımızda su olmadığında varıyoruz. Özellikle 2050’ye kadar bu kapitalist sistem değişmez ve madencilik ile enerji kaynaklı yıkımlar sona ermezse, yaşanmaz bir dünya bizi bekliyor. En önemli unsurlardan biri de suyun metalaşması ve su fiyatlarının artmasıdır. Su varlıkları sermayeye devredilirken ya da kapitalist politikalarla yok edilirken biz, kendi temel hakkımız olan suya para veriyoruz. İleride musluğumuzdan su akmayacak; şirketler, içme suyunun dışında kullanacağımız suyu bile bize satmaya başlayacak. Kuraklığın bir sonraki adımı gıda krizidir. Bu yıl tarım hem zirai don hem de kuraklıktan etkilendi ve çok az ürün verdi. İşçilerin ve emekçilerin yoksullaştırılmasıyla birlikte gıdaya erişim giderek daha da zorlaşıyor. Eğitim yılı açıldı ama öğrencilerin beslenme çantaları boş. İşçi ve emekçiler, çocuklarını okula gönderirken onlara besin veremiyor. Toprak gaspı ve mülksüzleştirme politikalarıyla tarım alanları sanayiye ve madenlere veriliyor; halkın sürdürülebilir tarım alanları yok ediliyor. Yoksulluğun arttığı, kölelik koşullarında çalıştığımız, gıdaya erişimin giderek azaldığı ve bu yıkımları yaratan sermayenin yükünü çektiğimiz günlerdeyiz. Eğer gereken mücadeleyi vermezsek, bu durum daha da derinleşecek.

İklim krizine, susuzluğa ve kuraklığa karşı çözüm önerileriniz nelerdir? Neler yapılmalıdır?

Derya Sever: Direniş hattını çok iyi kurmalıyız. Hem ekoloji mücadelesi olarak hem de köylüler, işçiler, gençler, kentliler, kadınlar ve LGBTİ+’lar olarak birleşik bir mücadele hattını örgütlü bir şekilde kurmalıyız. Su krizi, kuraklık, gıda krizi ve mülksüzleştirme birbiriyle bağlantılıdır. Bunların kapitalist sistemden kaynaklandığını görmeli ve buna karşı daha programlı, daha stratejik politikalar geliştirerek kapitalizmden kurtulmak için ekolojik mücadeleyi bir eksen haline getirmeliyiz. Tüm bu yıkımlara karşı vereceğimiz mücadele, bir sınıf mücadelesidir. Ekoloji mücadelesini sınıf mücadelesiyle yükseltmeliyiz. Şunu da bilmeliyiz ki doğayla kurduğumuz ilişki, aslında kendi kendimize yetebilmemiz ve özgür bir biçimde yaşamamız için gerekli bir bağdır. Ancak biz bu bağdan koparılıyoruz. Sosyalist örgütler, ekoloji ve çevre örgütleri, işçiler, köylüler ve gençler bir araya gelerek örgütlenmelidir. Sosyalist örgütlerin programlarında ekoloji mücadelesi mutlaka yer almalıdır. Ekoloji mücadelesini ortak bir eksen haline getirmeliyiz.

Mücadelemiz kapitalizme, emperyalizme ve faşizme karşı olmalıdır. Bu yüzden sosyalizm için örgütlenmeli ve sorunlara çözüm üretmeliyiz. Bu mücadele ortak bir direniş hattında, stratejik bir programla kapitalizme karşı yürütülmelidir. Sosyalizmi birleştirici bir kuvvet olarak görmek ve ekoloji mücadelesini de özne olarak kabul etmek son derece önemlidir.

antikapitalizm Devrimci strateji Gazete PAtika İklim Hareketi İklim Krizi Yadigar Aygün
Bizi takip edin Bizi takip edin Bizi takip edin Bizi takip edin
Share. Twitter Facebook Email Telegram

Öne Çıkan Yazılar

El Punt Gazetesi ile Türkiye’deki Ekoloji Mücadelesi Üzerine

Cemil Aksu

OGM’nin Tiyatrosu: Yangının Piyasa Matematiği

Osman Çaklı

Değişim Teorisi Nedir?

Polen Ekoloji

Adil Geçişin Yanlış Önermesi – İklim Politikasının Engeli Sayılan Emekçiler

Aykut Çoban

Söyleşi: Türkiye’de İklim Politikalarını Devlet-Halk Çelişkisi Belirler

Polen Ekoloji

Söyleşi: Ani Sıcaklık Değişimleri, Kapitalizm ve Ekososyalizm

Polen Ekoloji
Son Yazılar

“İklim Krizine Karşı Sosyalizmi Birleştirici Bir Kuvvet Olarak Görüp, Örgütlenmeliyiz”

1 Kasım 2025

El Punt Gazetesi ile Türkiye’deki Ekoloji Mücadelesi Üzerine

1 Kasım 2025

Nadir Toprak Elementleri, Yeşil Kapitalizm ve Beylikova

11 Ekim 2025

Toprak Yaşam, Maden Zehir

11 Ekim 2025

Doğayı Yok Etmek İçin Geliştirilen Teknolojiler İnsanlığa Ne Fayda Sağlar

3 Eylül 2025
Arşiv
POLEN EKOLOJİ KİTAPLIĞI

Tek İstediğimiz Dünya

4 Ağustos 2025

Kızıl Ekolojik Devrim

13 Mayıs 2025

Çoklu Krizler Çağında İktisadi Kalkınma, Büyüme ve Ekoloji

8 Nisan 2025

Çernobil

10 Şubat 2024

Marx Ve Yeryüzü

10 Şubat 2024
Hakkımızda
Hakkımızda

POLEN Ekoloji olarak, ekolojik mücadelenin kapitalizme karşı toplumsal kurtuluş mücadelesinin bir parçası ve onun tümüne sirayet edecek biçimde, örgütlü olarak sürdürülmesi gerektiğini düşünen, bu doğrultuda yeni bir program ve stratejinin geliştirilmesi ve hayata geçirilmesinde yol arkadaşlığı yapmak isteyen herkesi kolektifimize ortak olmaya çağırıyoruz.
iletişim: bilgi@polenekoloji.org - polenekoloji@gmail.com

X (Twitter) Facebook YouTube Instagram
İçerikler

“İklim Krizine Karşı Sosyalizmi Birleştirici Bir Kuvvet Olarak Görüp, Örgütlenmeliyiz”

1 Kasım 2025

El Punt Gazetesi ile Türkiye’deki Ekoloji Mücadelesi Üzerine

1 Kasım 2025

Nadir Toprak Elementleri, Yeşil Kapitalizm ve Beylikova

11 Ekim 2025

Toprak Yaşam, Maden Zehir

11 Ekim 2025
1 2 3 … 120 Next
Polen Ekoloji’ye Katıl


Kolektif’e Katıl

Destek Ol

Hızlı Destek

Enstitü Seminerlerine Katıl

Bize yaz

Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.