Max Ajl (Çatışma ve Kalkınma Çalışmaları Bölümü, Gent Üniversitesi, MECAM/Tunus Üniversitesi, Gıda Egemenliği ve Çevre Gözlemevi, Tunus | max.ajl@ugent.be)
Özet: Bu makalede İsmail-Sabri Abdallah’ın çalışmaları, güncel marksist tartışmalarda marjinalleştirilen iki düşünce alanıyla bağlantılı olarak incelenmektedir: toplumsal ve ekolojik olarak “uygun” planlama ve teknolojiler ile daha geniş anlamda ulusal özgürleşme ve sömürge sonrası planlamalar. Abdallah, Cemal Abdül Nasır ve ardından Enver Sedat yönetiminde Mısır Ulusal Planlama Enstitüsü’nde kıdemli bir yetkiliydi. Ayrıca Üçüncü Dünya Forumu gibi alanlarda da önde gelen isimlerden biriydi. Kuramcı ve uygulayıcı olarak, post-kolonyal bir devlette planlamanın çok ölçekli sorunları ile uğraştı. Çalışmalarında, ağırlıklı olarak kırsal kesimde ya da gecekondularda yaşayan nüfusun temel ihtiyaçlarının karşılanması için kullanılacak uygun teknolojiler; ivedi işsizlik sorunu; ekolojik tahribat sorunu; tükenebilir doğal kaynakların hızla tükenmesi sorunu; Üçüncü Dünya kalkınmasının bir bileşeni olarak ulusal savunmanın varoluşsal sorunu gibi sorunsalları bir araya getirmiştir. Dolayısıyla bu çalışma, onun eserlerini ulusal özgürleşme geleneği içerisinde yer alan çeperci ekolojik düşüncenin bir eklemlenmesi olarak okurken, temel ihtiyaçlar, kalkınma hakkı, ayrışma ve Üçüncü Dünya’nın karşılaştığı ekolojik krizin özgünlükleri ile ilgili tartışmalar içerisine yerleştirmektedir.
Anahtar Kelimeler: Arap marksizmi; ayrışma; temel ihtiyaçlar; Mısır komünizmi; kalkınma
Teşekkür: Zeyad el Nabolsy ve Archana Prasad’a yorumları için teşekkür ederiz.

Giriş
Mısırlı komünist entelektüel İsmail-Sabri Abdallah, Üçüncü Dünya kalkınma teorisinin hazırlanması, küratörlüğü ve geliştirilmesinde en önemli figürlerden biriydi.1 Planlamacı, ekonomist, aktivist ve tutsak olan Abdallah’ın müdahaleleri, Bolşevik ve Maoist devrimlerle sömürgecilik karşıtı hareketlerin beslediği kalkınma alanındaki neredeyse tüm önemli düşünce akımlarını sentezleyerek bir araya getirdi.
Bu makale, Abdallah’ın ekoloji, kalkınma, sanayileşme, teknoloji ve özgürleşmenin kesişimi üzerine düşüncesini, Arap milliyetçi geleneğinden diğerleriyle birlikte Abdallah’ın tek bir bütünlüğü ifade etmek için tekil tutma eğiliminde olduğu bir ifade olan ulusal özgürleşme hareketinin emperyalizme karşı ve devlet iktidarını elde etme mücadelelerinde ortaya çıktığı şekliyle ele almaktadır. Çalışma, yazarın 1970’lerin başı ve sonrasında şekillenen ekolojik ve teknolojik tartışmalara yaptığı müdahalelere odağına almaktadır. Yaptığı en belirgin müdahale, ekoloji ve sanayileşmeyi kalkınmaya, kalkınmayı da özgürleşmeye tabi kılma çağrısıydı. Ters giden şeyleri anlamasında sanayileşmenin kilit taşı rolü nedeniyle, bu makale onun kapitalist tarihte ve kapitalist olmayan olası bir çizgide teknolojiyi nasıl gördüğüne odaklanmaktadır.
Ayrıca Abdallah, bir “temizlik” operasyonu ya da insan-insan dışı etkileşimlerin tarafsız bilimi olmaktan çok uzak olan ekoloji hakkında ortaya çıkan tartışmaların, Güney halklarının temel ihtiyaç taleplerine karşı nasıl bir silah olarak kullanılabileceğini gösterdi. Bunun karşısında Abdallah yaratıcılık ve çeviklikle ekoloji davasını ve bunun heterodoks ve Üçüncü Dünya merkezli çevrelerdeki “başka bir kalkınma” tanımına ilişkin sonuçlarını ele aldı (bkz. Nemchenok, 2013). O ve Enrique Iglesias, Gamani Corea, Samir Amin ve Mahbub el-Huq gibi ortak düşünürler Üçüncü Dünya kalkınma alanında bir araya gelerek Uluslararası Kalkınma Alternatifleri Vakfı ile Üçüncü Dünya Forumu gibi dergi ve kurumların yanı sıra destekçileri olan devletlerin radikalleşmesi nedeniyle özgürleşme düşüncesini barındırabilen Birleşmiş Milletler kurumları aracılığıyla yayınlar yaptılar.2 Bu kişiler sanayileşmeye ya da sofistike ve esnek bir iş bölümüne sahip kapsamlı ve iç içe geçmiş bir topluma sırtlarını dönmemişlerdir. Ne de yalnızca taklitçi sanayileşmeyi ne pahasına olursa olsun benimsemişlerdir. Daha ziyade, en azından egemen kalkınma girişiminde bulunan Asya deneyimlerinden ders alarak, niceliksel büyüme olarak görülen sanayileşmeye ve hatta kalkınmaya kendi başına amaçlar olarak teslim olmadan sanayileşme ve kalkınma arayışına girmişlerdir. Bu perspektif içinde, Abdallah ekolojik sorunu Üçüncü Dünya çerçevesine yerleştirmiştir. Bu problemi esasen Kuzey’in suçu olarak değerlendirmiştir. Yine de Birinci Dünya kalkınma yollarını kopyalamanın biyofiziksel-tarihsel imkânsızlığı, Üçüncü Dünya’nın kendi yolunu bulmasını gerektiriyordu ki bu yol da Çin tarafından aydınlatılmıştı.
Ayrıca bu çalışma, sömürge sonrası ya da sömürgeleştirilmiş Arap toplumlarının İsrail’in ve Batılı hamilerinin varlığıyla karşı karşıya kalan doğasını ve ulusal öz savunmanın Abdallah’ın ulusal özgürleşme anlayışını nasıl şekillendirip biçimlendirdiğini kaydetmektedir.3
Bu makale aşağıdaki şekilde yapılandırılmıştır. Yazının ilk bölümü, Abdallah’ın düşüncelerinin planlamacı ve karşıt olarak yüzleştiği durumlardan nasıl ortaya çıktığını göstermek üzere bazı biyografik bağlamlar sunmaktadır. İkinci bölüm, yeni ortaya çıkan ve gitgide artan bağımlı Üçüncü Dünya sanayileşmesi eğilimi de dahil olmak üzere, onun dünya çapında kutuplaşmış birikim anlayışını ele almaktadır. Üçüncü bölüm, yazarın birikimin ekolojik sonuçlarını nasıl anladığını incelemektedir. Dördüncü bölüm, Abdallah’ın teknolojiyi bu süreçler için kritik bir vektör ve aslında egemen dönüşüm için potansiyel bir katalizör veya menteşe olarak nasıl analiz ettiğini incelemektedir. Beşinci bölüm, Abdallah’ın Üçüncü Dünya kalkınması ve genel olarak kalkınma vizyonunun taslağını çizmektedir. Altıncı bölüm, Abdallah’ın Polonyalı ekonomist Ignacy Sachs’tan aldığı bir kavramı radikalleştirerek popüler, demokratik, eşitlikçi ve katılımcı eko-kalkınmayı nasıl detaylandırdığını göstermektedir. Bu makale, Abdallah’ın kitapları, ekonomik memorandumları, dergi makaleleri, Cocoyoc gibi büyük kalkınma forumları ve toplantılarındaki ortak yayınlanmış müdahaleleri ve Üçüncü Dünya Forumu ile bağlantılı çalışmaları gibi geniş bir çalışma alanından yararlanmaktadır.
İsmail-Sabri Abdallah’ın Dünyası
İsmail-Sabri Abdallah 1924 yılında İngiliz sömürgeciliğinin ve Mısır’daki kısa ömürlü bağımsızlığın gölgesinde doğdu. Doktorasını ekonomi alanında yapmış, farklı kalkınma modelleri ve ekonomik sistemler altında para ve fiyat ilişkisi üzerine çalıştı. Etkilendikleri arasında Fransız maocu iktisatçı Charles Bettelheim ve “Üçüncü Yol” kalkınma yollarını destekleyen ve gelecekte Üçüncü Dünya olarak adlandırılacak bölgeyle yakından ilgilenen eklektik bir korporatist iktisatçı olan Francois Perroux ile İngiliz Keynesyen iktisadı da vardı (Abdallah, 1952). Erken yıllarda Mısır’daki okumaları aracılığıyla sosyalizmle ilişki kurdu ve bu ilişki Paris’e gidip Fransız Komünist Partisi ile karşılaştığında derinleşti (Botman, 1988, s. 104-108). Daha sonra, ekonomi öğretmek için Mısır’a dönerek 1951’den 1954’e kadar İskenderiye Üniversitesi’nde ders verdi. Başkan o yıl onu danışman olarak göreve getirdi. Hükümet Eylül 1955’te kendisini tutuklayıp işkenceden geçirdi. 1958 yılında Cemal Abdülnasır döneminde, aralarında Samir Amin’in de (2006b, 2006a) bulunduğu bir grup komünist iktisatçının arasında yer aldı ve 1959 yılında Mısırlı komünistlerin toplu olarak mahkûm edilmesi sırasında Abdallah’ın yeniden tutuklanmasından önce ilk olarak İktisat Enstitüsü’nde (Müessese İktisadiye) ulusal planlama üzerine çalıştı. Abdallah, 1964’te serbest bırakıldıktan ve 1965’te komünist partilerin feshedilip kadrolarının Arap Sosyalist Birliği’ne dâhil edilmesinden sonra, kısa süre sonra kapatılacak olan Nasır başkanlığı döneminde planlama ve siyasette demokrasiyi yeniden düşünmeye yönelik başarısız ve gecikmiş bir girişimin parçası olarak kamu sektöründe yönetim teorisi geliştirmeye başladı (Abdallah, 1968). Daha sonra Enver Sedat döneminde planlama bakanı olacak, Afrika’da Sosyal Bilimler Araştırmalarını Geliştirme Konseyi (CODESRIA) ve Uluslararası Kalkınma Alternatifleri Vakfı ile yakından çalışıp Üçüncü Dünya Forumu’nun başkanlığını yapacaktı.
Diğer Mısırlı ve Üçüncü Dünya komünistlerinde olduğu gibi, kalkınma ve anti-emperyalizm arasındaki ilişki Abdallah’ın düşüncesinde de vardı. Filistin’deki Nakba onu derinden etkiledi. Filistin’in kaybedilmesi, Arapların zayıflığının, Avrupa ve sömürgeleri karşısındaki akut, hatta ölümcül düzeydeki teknolojik yetersizliğe asla indirgenemez olsa da, bundan ayrılamaz olduğunu ona hissettirdi. Bu kayıp, birçokları için Napoleon’un Mısır’ı işgalinin ve Mehmet Ali döneminde sanayileşmenin engellenmesinin tarihsel bir yankısıydı (Abdel-Malek, 1977, 2008). Abdallah’ın nesli, Nahda hafızasıyla iç içe büyümüş, Mısır’ın en önemli modernleşme teorisyenlerinden biri olan Rıfat et-Tahtavi’nin hayatı ve düşünceleri hakkında bilgi sahibi olmuştur.4 Milli uyanış kritik önem taşıyor5 ve üstelik Mısırlı marksistler için Çin, bu yeniden doğuşu başarmak konusunda ilham kaynağı oluyordu (Abou-El-Fadl, 2023; Ajl, 2021b; Ginat, 2013).6 1970 sonrasında Abdallah, Amin, Fawzy Mansour ve diğerleri, her ne kadar Abdallah modellerden hoşlanmasa da, Çin’in kendi kırsalını yeniden şekillendirme, egemen sanayileşme ve temel ihtiyaçları karşılama konusundaki başarısına baktılar ve bunu bir model olarak gördüler. Her ne kadar Amin, Çin deneyimi ile partinin Nasırcılık eleştirisi arasında bir yakınlaşma görse de, pek maocu değillerdi. Yine de, her ne kadar ideolojik bağlılık her bir bireyin siyaseti nasıl gördüğüne etki etse bile, Nasır sonrası dönemde planlamaya bakışları üzerinde daha az etkiye sahipti. Çin, ulusal özgürleşme mücadeleleri ile birlikte sömürgecilikten siyasi kopuş, kitlesel seferberlik, artık emeğin kullanımı, kırsal ve kentsel üretici güçlerin aynı şekilde geliştirilmesi ve tarım reformu sorunlarını ortaya koyuyordu. Bu arada, Zimbabwe (Rodezya), Güney Afrika, Namibya ve Filistin’in siyasi egemenlik rejimini aynı şekilde ortaya koyması ve çerçevelemesi nedeniyle, sızlayan sömürge yaraları anti-kolonyal mücadeleyi zihinlerde taze tutuyordu.
Abdallah ve diğer Mısırlı komünistler de aynı şekilde yeni milliyetçi hükümete nasıl uyum sağlayacakları noktasında zorlandılar. Nasır başkanlığı ile Mısır komünizmi ve marksizmi arasındaki ilişkinin ve ikincisi içindeki farklı unsurların birincisine karşı izlediği farklı çizgilerin ayrıntılı incelemesi burada konumuzun dışındadır (Beinin, 1990; Botman, 1988, s. 142ff; Salem, 2019; Ṣāliḥ, 2018). Fakat milli planlama deneyleri, Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi, çalışan halkın yaşam standartlarını yükseltme dürtüsü, pan-Afrika ve pan-Arap dış politikası ve ideolojik vizyon (Abou-El-Fadl, 2022), hatta Mısır’ın kitlesel seferberlik ve kapsayıcılık ile halkın katkısı ve icadı için uygun kurumsal ve siyasi çerçeveler arayışıyla ilgili sıkıntılı deneyleri, Abdallah’ın kuşağına damgasını vurdu (1968, 1970). Nasır hükümetinin radikal anti-emperyalist milliyetçiliği, çoğu komünistin bu hükümetin ellerinde hapis, işkence ve ölüme rağmen onu desteklemesine yol açtı. Yine de bu yaşananlar, Arap cumhuriyetçiliğinde planlama ve siyaset alanında demokrasi meselesini köklü bir şekilde yerleştirdi.7
Dahası, Abdallah’ın düşüncesi süreklilik arz etse de, Mısır komünist düşüncesinde Nehrucu etkinin ağır bastığı Nasırcı kalkınma stratejisi üzerine daha önceki yazılarından (Ide, 2015), daha esnek ve merkezi olmayan bir sanayi dokusu ve kalkınma stratejisine yapılan daha sonraki vurgulara doğru kaymış ve evrildi. Nitekim 1970’lerin ortaları ve sonrasındaki yazılarda, en azından daha uluslararası eksenli müdahalelerde iyisiyle kötüsüyle Kuzey-Güney diyaloğunun bir parçası olarak, ağır sanayi gelişimi ve savunmacı sanayileşme ihtiyacına belki de daha az önem verildi. Gerçekten de daha sonraki dönem, sanayileşme ihtiyacına Sovyet dengesizliklerinin sorunlarına dair daha fazla farkındalık ve nispeten daha dengeli Çin stratejisinin daha fazla savunulmasını ekledi.
Abdallah’ın konumlanışı, yaptığı müdahale çeşitlerini ve hatta bunları yaparken kullandığı dili şekillendirmiştir. Amin (Hassan Riad takma adıyla yazıyor, 1964), Mahmoud Hussein (1975) ve Abdel-Malek (1968) gibi Mısır komünist solundaki ortak düşünürlerden gelen Nasırcılık eleştirilerinin farkındaydı, bu nedenle Nasırcılık ve Sedatçılık sosyolojilerini içeren derlemelerin editörlüğünü yaptı (Abdallah vd., 1978) ve aylık bir marksist yayın olan Al-Talia’ya katkıda bulundu, daha sonra da yayın komitesinde yer aldı. 1981’deki tutuklanmasına kadar devlet içinde ve dışında bir planlamacı olarak, o dönemde yerel sınıf yapılarına yönelik eleştirileri genellikle normatifti: daha fazla demokrasi ya da halk sınıflarına hitap eden yeni bir kalkınma stratejisi yönünde çağrılardı. Paralel olarak, marksizmi, süregelen emperyalist sömürü ve bağımlılıktan bahsederken daha açık, iç sömürü söz konusu olduğunda ise daha az açık olma eğilimindeydi. Üstelik kullandığı dil, çoğu zaman popülist eğilimlerle yapısalcılığa ve ekonomik milliyetçiliğe meyleden heteroglot bir topluluğa hitap ediyordu. Yani, komünist olmasına rağmen, devlet makamlarında otururken marksizmini diğerlerinden daha hafif bir şekilde kullandı.
Şimdi de onun kapitalizm ve emperyalizm anlayışına döneceğiz.
Dünya ölçeğinde birikim
Abdallah’ın etkileri ve genel birikim modeli en çok Üçüncü Dünya heterodoks iktisadına, özellikle de bağımlılık okuluna ve özellikle de Amin’e (Abdallah’ın doktora tezini okumuş ve atıfta bulunmuştur) borçludur. Her ne kadar geleneksel bağımlılık açıklamaları genellikle bağımlılığı ulusal düzeydeki tahakküme indirgese de, en etkin Arap bağımlılık düşünürü Amin, doktora danışmanı Perroux tarafından geliştirilen ve “bağımlılık” dilini kullanan ve bazı ulusal ekonomilerin diğerleri üzerinde nasıl güç uyguladığını göstermek için mekanizmalar ortaya koyan “tahakküm etkisi”nin (Beaud, 2003) ancak tarım reformu yoluyla bir iç artığın harekete geçirilmesiyle kırılabileceğini (Amin, 1957) ve böylece yerel tarımsal yapı ile az gelişmişlik arasında bir bağlantı olduğunu sürekli olarak açıkça ortaya koymuştur. Daha sonra Amin, “düalist” teşhisleri tamamen reddederek, kutuplaşmış birikimde emek havuzlarının rolünü daha açık bir şekilde gördü.
Abdallah’ın zaman içinde evrilen kapitalizm analizi, en doğrudan Amin’in Dünya Ölçeğinde Birikim ve Eşitsiz Kalkınma (1974, 1977) adlı eserlerinden faydalanmıştır. Aynı zamanda, Arap bölgesinde ve Üçüncü Dünya’da yaygın olduğu üzere, Paul Baran’ın (1957) az gelişmişlik üzerine yaptığı çalışmalardan yararlanmış ve Latin Amerika’nın katkılarına bağlı kalarak yapısalcı ve marksist bağımlılık teorisiyle ilgilenmiştir. Abdallah, Birinci Dünya kalkınmasının kanla sulanmış bir yolda ilerlediğini belirterek şunları sıralamıştır: Latin Amerika’nın sömürgeleştirilmesi ve yağmalanması, Amerika’da yerleşimcilerin topraklarından sürülmesi, toprakların yabancılaştırılması ve ilkel toprak birikimi ve Batı Afrika’nın demografik olarak düzleştirilmesi. Bu durum, Avrupa’da ve onun yerleşimci nesillerinde endojen olmayan bir kalkınma (ve sanayileşme) modelinin temelini oluşturmuştur. Özellikle Baran’ın (marksist olmayan) artık kavramından ya da bir toplumu idame ettirmenin ötesindeki artıktan yararlanmıştır. Bütün toplumlar böyle bir artık üretir, ancak tahakküm altındaki ülkelerde bu artık yerli işbirlikçilere gider ya da emperyalizm tarafından tüketilir. Burada üstü kapalı olarak ileri sürülen argüman, böyle bir artığın üretici güçlerin geliştirilmesine geri yatırılmadığıdır. Bu nedenle, geri kalmışlık ilerlemenin diğer yüzüdür – kapitalizm küresel olarak doğmuştur (Abdallah, 1983, s. 26). Dolayısıyla Abdallah’ın vizyonu, çeper dahilindeki iç farklılaşmayı inkar etme anlamında Üçüncü Dünyacı değildi. Sürekli olarak Birinci-Üçüncü Dünya iç içe geçmişliğini vurgulamış ve herhangi bir analizde iç faktörlerin ihmal edilemeyeceğini söylemiştir (Abdallah, 1976, s. 127). Gerçekten de, Birinci Dünya’nın “kalkınmasının ” yaygın yabancılaşma ve kirlilik arseniğiyle kaplı zehirli bir meyve olduğunu sık sık vurgulamıştır.
Abdallah’a göre emperyalizm, çeperlerde kısıtlanmış bir egemenliğe indirgenemezdi. Sömürgeciliğin alacakaranlığı ile yeni sömürgeciliğin şafağı arasında hiçbir vakit geçmeyecektir; ikincisi “merkezin çeper üzerinde kurduğu sömürü ve tahakkümün sürekliliği” ile kendini gösterecektir (Sabri-Abdalla, 1980, s. 39). Bu, tahakkümün daha “incelikli” biçimlerine doğru bir geçişe işaret etmiştir. Ekonomik çıkarcılığın günlük rutin işleyişinin dışında kalan siyasi baskılar devam etmiş ve sistemin idamesi için gerekli olmuş, ticaret sistemi içindeki güç “dengesizliğini” sömürge rejiminden daha az çıplak bir şekilde, ancak yine de gerektiğinde kullanılmak üzere “askeri gücün” kurşundan borusuyla ağırlaştırmıştır (a.g.e.). Tüm bunlar emperyalist yapıları sürdürmek için tasarlanmıştır: “Ekonomik artığın yabancılar tarafından temellük edilmesi yoluyla ekonomik sömürü” (Abdalla, 1979b, s. 112), sömürgecilik ve yabancıların fiziksel varlığıyla ilişkili daha belirgin biçimlere indirgenemez. Gerçekten de, bu tür mekanizmalar arasında eşitsiz alış veriş de yer almakta olup, bu durumun malın doğasıyla değil toplumsal güçle ilgili olduğunu savunmuş ve ABD pamuk fiyatlarını, imalat sanayi karşısında ticaret hadlerinin düşmesinden zarar görmemiş bir hammadde örneği olarak göstermiştir. Dahası, emperyalizm sosyolojikti: kalkınma mücadelesini siyasi düzeyde felce uğratarak, bölünmeyi körükleyerek, şartlı yardım dağıtarak, temel sanayileri kurmayarak (Abdallah 1983, s. 32, 33) ve gıdayı bir silah olarak kullanarak ilerlemiştir.
Bu sistemdeki değişimleri, Arap bölgesinde artık çoğunlukla Amin ile ilişkilendirilen, ancak o dönemde giderek küreselleşen endüstriyel dokunun ortasında yeni sömürgeci gücün anatomisini çıkarmak için ortak bir kelime dağarcığı haline gelen terimlerle analiz etti (Dowidar, 1973; ʻAlī, 1983; Rodney, 1972).8 Meselenin en azından kısmen meta akışlarının fiziksel bileşiminden ziyade artı-değere el konulması olduğunu kabul eden Abdallah, 1970’lerde giderek yaygınlaşan bir anlayış olan küresel işbölümündeki değişikliklerin kalkınma olmadan sanayileşmeyi nasıl üreteceğini yazdı. Yazdığı gibi, birincil malların işlenip dönüştürülmesi giderek çeperde gerçekleşebilir. Düşük fiyatlı işlenmemiş ürün ihracatına dayalı geleneksel sömürge rejimi, kısmen düşük fiyatlı işlenmiş ürünlerin çeperden ihracına dönüşecektir (Abdallah, 1970, s. 77). Yeni kapitalist politikaları meşrulaştıran modeller, yerli ve yabancı sermayenin uyum içinde çalışması gerektiğinden ve büyük toprak sahipleri ve kapitalistler bu iç kaynaklı paralar için potansiyel bir pota olduğundan, sosyal adaleti tamamen bir kenara bıraktı. Bu teoriye göre, kişi başına düşen GSYİH’nin düşük olması ve sanayileşme hızının yavaşlaması göz önüne alındığında, herhangi bir iç dağıtım daha genel bir yoksulluk yaratacaktır. Onun da yazdığı gibi, bu durum iç bağlantılarla işaretlenmiş bir kalkınma yerine, dışa dönük “çarpık” bir kalkınmaya yol açmıştır. Dolayısıyla bu, sürekli sömürünün damgasını vurduğu “bağımlı” bir kalkınmaydı (Abdallah, 1987, s. 34).
Nitekim Abdallah, Latin Amerikalı iktisatçı ve sosyologlar Fernando Henrique Cardoso, Celso Furtado ve Rodolfo Stavenhagen’den yararlanmış ve bu isimlerin Brezilya ve Meksika deneyimlerine dayanarak hazırladıkları ithal ikameci sanayileşmeden ihracata yönelik sanayileşmeye geçiş eleştirilerini genelleştirmiştir.9 Eleştirileri, bu geçişin yeni bağımlılıklara yol açmış olduğunu açıklıyordu. Abdallah bunları, yoksulluğa, “geleneksel” sektörün ihmal edilmesine, dış sermaye akışlarına artan bağımlılığa ve benzer patolojilere yol açan sermaye yoğun ve yabancı kontrolündeki sanayileşme olarak özetlemiştir (Abdallah, 1976, s. 162-175; Abdallah, 1983, s. 107). En önemlisi de medeniyet ve teknoloji bağımlılığını görmüştür. İlki, Nahda’dan aldıkları ilham doğrultusunda medeniyet açısından bir yeniden canlanma isteyen marksist Arap milliyetçileri için sürekli bir kaçınma davranışı oluşturmuş; ikincisini özellikle dert edinen Abdallah ve diğerlerinin endişelerinin temelini oluşturmuştur. Son olarak Abdallah, iç çelişkileri keskinleştirirken, yeni sanayileşme modellerinden yararlananların yeni kurulan toplumsal düzeni korumak için büyük bir şiddet uyguladıklarına dikkat çekti. Bu unsurlar eski sömürgeleştirilmiş dünyayı Batı’nın askeri, siyasi ve ekonomik güç kullanarak dünyayı nasıl tek bir ekonomik sistem altında birleştirdiğini gösteren bir çeper biçiminde oluşturmuştur (Abdallah, 1987, s. 35).
Özetle, Abdallah’ın genel çerçevesi uluslararası artık transferlerini vurgulamıştır. Yine de, artıktaki bu tür değişimlerin yarar sağladığı ve bu değişimlere dayanak olan iç sosyal yapılardan her zaman bahsetmiştir. Bunu yaparken de Arap ve Latin Amerika bağımlılık geleneklerine iyice girmişti ki bu geleneklerden ilki en verimli yıllarında o bölgede, özellikle de Kuzey Afrika’da giderek daha baskın hale gelecekti. Bu konuda bir sentezciydi, yenilikçi değil. O dönemde, kamu sektörü yönetimi ve özsavunma (ki, bu makalenin kapsamı dışındadır) konularını ele alırken daha özgündü. Bununla birlikte, her ikisi de ekolojinin bağımlılık ve yapısalcı düşünceye erken girişinin temelini oluşturmuştur ve bu makale şimdi bunlara eğilecektir.
Batının başını çektiği kapitalizmin ekolojik sonuçları
En geniş zeminde, ekolojik düşünce Arap bağımlılık okulunda (Ajl, 2021a) Amin ve diğerlerinin yazılarında, pratikte bu tarzın başlangıcından beri mevcuttu ve Walter Rodney (1976, s. 36-41, 2018, s. Bölüm 2) ve Amilcar Cabral (1988) gibi pan-Afrikacı düşünürlerde, özellikle monokültürlerin ve özellikle yer fıstığı yetiştiriciliğinin yıkıcı etkilerine yaptıkları vurgularla kesinlikle mevcuttu. Gerçekten de, örneğin toprak sağlığına olan ilgileri, sömürge ve sömürge dışı tarımı ve bunun insan dışı çevreyle etkileşimini tanımlama ve teorileştirme konusundaki vurguları göz önüne alındığında mantıklıydı. Ancak sanayileşme ve kentleşme Üçüncü Dünya’yı daha fazla kapsadığı için yeni bir dikkat gerektiriyordu. Abdallah, ekolojiye yoğun ve bütüncül bir şekilde odaklanan, Batı Afrika tarımından Kuzey Afrika sosyolojisine uzanan toprak bozulması sorunlarının ötesine geçen ve Üçüncü Dünya ekolojilerini etkileyen kirlilik, yeni kimyasallar ve altyapısı olmayan şişmiş şehirlerdeki kanalizasyon gibi merkez kaynaklı az gelişmişliğin yeni biçimlerine odaklanan ilk büyük Arap ekonomistlerden biriydi. Ayrıca, ekolojik krizin tarihsel kapitalizmin ve onun büyümesine eşlik eden teknolojik örüntülerin içine nasıl yerleştirildiğini göstermek için bağımlılık modellerini yeniden ele aldı.
Eşitsiz birikimin ekolojik sonuçları yaygındı, paylaşılan ancak farklılaşmış ve eşit olmayan ekolojik etkiler yarattı. Abdallah’ın belirttiği gibi, Batı’nın büyüme modeli düşük maliyetlerle (görünüşte) sınırsız hammadde ve enerji arzına dayanıyordu. Bu ise yenilenemeyen kaynakların israfına yol açtı; israf, insanların yaşam standartlarını yükseltmek için nesnel – ya da teorik olarak – gerekli olmayan “akıl dışı” kullanım anlamına gelmektedir (1976, s. 144). Abdallah, bu tüketim kalıplarının yalnızca Amerikalı emeğinin ve genel üretkenliğinin bir sonucu olmadığını, aynı zamanda çeperin ya da Üçüncü Dünya’nın sömürülmesine de dayandığını ileri sürdü (Abdalla, 1977, s. 146). Bu argümanın sınırları, eşitsiz mübadele üzerine gelişen daha geniş tartışmayla (Amin, 1973; Brolin, 2007; Emmanuel, 1972; Raffer, 1987) ve çeperden ihracat için doğrudan yağmalanan ya da dolaylı olarak bastırılan fiyatlarla ilişkilenmenin altını çiziyordu. Bu durum, kapitalist mantıkla tasarlanmış üretim ve tüketimin belirli kalıplarının tekeller ve onların kâr ihtiyacı açısından rasyonel olacağı bir sistem yaratıyordu.10 Fiyatlar, sömürgelerde ve ardından çeper ülkelerde üretilenlerin Birinci Dünya’daki kalkınmaya yakıt olmak için ucuza temin edilebilmesini sağlıyordu.
Abdallah’ın eleştirisi, millileştirme ve değişen uluslararası hukuki içtihat yoluyla doğal kaynaklar üzerinde kalıcı egemenlik elde etmeye yönelik artan girişimlerin (AlShehabi, 2023) ve eşitsiz ticaret koşullarına ilişkin daha geniş Üçüncü Dünya tartışmalarının (Love, 1980; Prebisch, 1950) birleşimi üzerine inşa edilen Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen (NIEO) için daha geniş bir Üçüncü Dünya hareketinin içine gömülü haldedir. Fiyat sisteminin “doğal” işleyişi yoluyla Kuzey-Güney sömürü kalıpları, 1962’deki Kahire Konferansı, 1964’teki UNCTAD ve 1974’teki NIEO çağrısı da dahil olmak üzere Abdullah’ın kritik bir katılımcı olduğu konferanslarda kısmi bir meydan okumayla karşılaşmaya başladı (Nemchenok, 2013). Bu eşitsiz model, Üçüncü Dünya işgücüne ve kaynaklarına düşük maliyetli erişime dayanıyordu; yeni eleştiri bu tür kavramlara meydan okudu. Abdallah (1977, s. 143) “Gelişmekte olan ülkeler pazarlık güçlerinin öneminin farkına vardılar” diye yazıyordu. Doğal kaynak egemenliği Abdallah’ın vizyonunun bir parçasıydı, çünkü bu kaynaklar üzerinde yeniden kontrol sağlamak, Birinci Dünya’nın üretim maliyetlerini ve piyasa fiyatlarını kontrol etme kapasitesine meydan okumanın ilk adımı olacaktı.
Ticaret şartları ve doğal kaynak gelirlerindeki eşitsizlik tehdidine karşı, büyümenin sınırları tartışması, anti-natalist kalkınma ve toplumsal cinsiyet politikaları anlayışlarıyla ve Malthusçu hayaletin yeniden zuhur etmesiyle birlikte yeniden ortaya çıktı (Tilley & Ajl, 2022). Belirli bir büyüme modelinin birincil mallar için belirli bir maliyet yapısına dayandığı göz önüne alındığında, bu maliyet yapısına yönelik tehditler karşısında “büyümenin” Birinci Dünya için aniden daha az iyi bir anlaşma gibi görünmesi doğaldı; ki aslında, NIEO’nun çelişkileri ve yenilgisi göz önüne alındığında erken bir endişeydi. Birinci Dünya Malthusçu ekolojisinde ortaya çıkan “sınırlar” hakkındaki ani paranoya, aslında öncelikle yoksulların tüketimini bastırmakla ilgilenen eski Malthusçu fikirleri yeniden kullanıma soktu (Ajl, 2019c). Ekolojik eşitsiz mübadele tartışmalarının habercisi olan (Bunker, 1988) ve Üçüncü Dünya’da baş gösteren ekolojik krizin öngörülü bir analizi olan (Faber, 1992) ticaret şartlarına ilişkin tartışmaların kritik ve ani ortaya çıkan bağlantılarına dair bu kavrayış, Abdullah’ı Kuzey’de var olan tüm kalkınma modellerini – ya da tarzlarını – eleştirmeye yöneltti. Burada, Kuzey’de ve kalkınma kurumlarında “dış sınırlar” ya da “büyümenin sınırları” konusunda yükselen tartışmaya müdahale edebildi ve 1971’de İsviçre’de Amin ve diğerlerinin katıldığı Founex toplantısı aracılığıyla Üçüncü Dünya forumlarına katıldı. Orada, “dış sınırlar” soruları gündeme gelmeye başlarken, Üçüncü Dünya katılımcıları kalkınmanın yoksulluk ve az gelişmişlikten kaynaklanan çevresel krizi çözeceğini savundu (Komite, 1971).
Abdallah, bu arka plana karşı olarak “dış sınırlar” sorusuyla ilgilenmiştir. Dünya çapındaki kaynakların gerçek sınırları hakkındaki muğlak soruya girmezken, zira sınırların üretici güçlerle etkileşimden kaynaklanan tarihsel şeyler olduğunu anlamıştı, arz ve kaynak sorularının her şeyden önce Dünya’dan belirli malları elde etmenin fiyatıyla ilgili olduğunu açıkladı – bu minvalde, ekolojik ekonominin özellikle maden sektöründeki enerji yatırım getirisi (EROI) ile ilgili endişelerini öngördü. Kuzey modelindeki Güney sanayileşmesi, daha fazla talebe yol açacağı ve en kolay ve ucuz erişilebilir hammaddeleri tüketeceği için fiyat artışlarına yönelik kalıcı eğilimler yaratacaktır (Abdalla, 1977, s. 119). Abdallah bu kalkınma modelinin, dünya çapında erişilebilir kaynakların olmaması ve “zengin ulusların refahının” kısmen “diğer ulusların sömürülmesine” bağlı olması nedeniyle küresel olarak yayılamayacağını anlad (Abdalla, 1977, s. 85): Ekoloji ve ekonomi tek bir tarihsel ve sosyal sürecin iki yüzüdür. Üçüncü Dünya’nın Merkezi taklit etmeye çalışmasının, Güney toplumlarının sadece küçük bir kesimine fayda sağlarken mevcut artığın çarçur edilmesine yol açacağını savunmuştur (Abdalla, 1977, s. 146).
Abdallah, belirli kalkınma modelleri ile göreli fiyatların küresel yapısı arasındaki etkileşimi açıklığa kavuşturduktan sonra, dünya çapındaki ekolojik tartışmayı doğuran mevcut üretim kalıplarının eşitsiz sonuçlarını tartıştı. Merkez içinde, kriz kendini artan kirlilik yoluyla göstermiş ve yatıştırılması krizin yer değiştirmesini gerektirmiştir (Abdallah, 1976, s. 95). Abdallah, endüstriyel yoğunlaşmanın, kanser ve kirlilik oranlarının ve devasa şehirlerin etkilerini incelemiş ve karbondioksit emisyonlarının sonuçları konusunda öngörülü bir şekilde uyarıda bulunmuştur (Abdallah’ın 1970’lerin ortalarında yazdığını unutmayın). Bu arada, çeper içinde, firmalar rekabetçi bir ortamda göreli avantaj aradıkça, bu durum kapitalizmin maliyetleri dışsallaştırma arayışıyla bağlantılı çok çeşitli etkilere yol açmıştır. Bu durum, firma düzeyinde bir perspektiften mikroekonomik bir analiz kullanarak sanayileşmenin kısa vadede rasyonel görünmesini sağlayacak, ancak Abdallah’a göre, sadece mikro düzeydeki perspektiften ekolojik kaygıların dışlanması veya bunlara dikkat edilmemesi nedeniyle genel makroekonomik planlamada güçlü bir endüstriyel yanlılığa neden olacaktır (Abdalla, 1977).11 Diğer etkileri genel “geri kalmışlık” ile ilişkilendirerek yoksulluğun doğaya aşırı zenginlik kadar zararlı olabileceğini göstermiştir. Yoksulluğun patolojileri (Abdallah, 1976, s. 243) arasında gübre yoksunluğu ya da genellikle tarımsal yapılanmanın eşitsizliğiyle bağlantılı olarak yoksulluktan kaynaklanan drenaj altyapısı eksikliği nedeniyle toprağın aşırı kullanımı; ya da ormanların diğer seçenekler yerine yakıt olarak kullanılması; ya da aşırı balıkçılık ve deniz ekolojilerinin bozulmasına yol açan küçük balıkların aşırı avlanması, atıkların açıktan havaya ya da su yollarına atılması yer alıyordu. Kuzeyli bir dinleyici kitlesine ve uluslararası kalkınma kurumlarına konuşan Abdallah, kirliliğin ulusal sınırların ötesine yayılma eğiliminde olduğunu da açıkladı. Ona göre kirlilik az gelişmişliğin ve Birinci Dünya refahının bir sonucu olduğu için, çeperdeki aşırı yoksulluğun ortadan kaldırılmasında Birinci Dünya’nın çıkarı vardı ya da olmalıydı: “Bir kez daha tek bir dünya olması sorunuyla karşı karşıyayız” (Abdalla, 1977, p. 120).
Abdallah ayrıca, ihracata yönelik sanayileşmeye ve sanayi üretim zincirlerinin çepere kaymasına dayanan yeni uluslararası işbölümünün ekolojik tehditlerini de anlamıştı. Teknoloji transferinin kirliliği Üçüncü Dünya’ya kaydırabileceğini daha en başından görmüştü. Bu konu, istikrarlı siyasi sistemleri ve süper-sömürüye maruz kalan mevcut işgücü nedeniyle büyük ölçekli doğrudan yabancı yatırımların alıcısı olan Arap dünyasında ve özellikle Kuzey Afrika’da giderek daha büyük bir tartışmanın konusu haline geliyordu. Gerçekten de Avrupalı teknokratlar Üçüncü Dünya’nın kendisine atfedilen emme kapasitesine göre az kirlendiğini savunmaya başlamışlardı (Abdalla, 1977, s. 99).
Dahası, Abdallah israfı başka bir perspektiften tanımlamıştır: toplumsal zenginliğin ve doğal kaynakların Kuzey silahlanma endüstrisinde irrasyonel bir şekilde kullanılması, ki savunma amaçlı silahlanma ihtiyacı göz önüne alındığında Güney’deki silah alımlarını aynı derecede israf olarak görmemiştir (1976, s. 145). Abdallah ekolojik yıkımı yoksulluk, az gelişmişlik ve belirli sanayileşme modelleriyle ilişkilendirdiği için, ekolojik olarak duyarlı ve egemenlik altındaki sanayileşmeyi kapsayan “başka” bir kalkınma için bu alanın güvence altına alınması çağrısında bulunmuştur.
Son olarak Abdallah, doğanın varlığını insanlık tarihinin dışında hayal eden ya da üretici güçlerin gelişimi için kullanımını sorgulayan yaklaşımları reddetti. Abdullah için doğaya insanlığın dışında değer vermek söz konusu değildi. Korumacı ve “asil vahşi” ya da “bozulmamış vahşi doğa” yaklaşımlarını reddetti. İnsanlar açlık, hastalık, sefalet içinde ve mağaralardan pek de farklı olmayan konutlarda yaşarken çevreyi “koruma” tartışmalarını küçümsedi. Aksine, “gelişmekte olan ülkelerde çevrenin korunmasının büyümenin sınırlandırılması anlamına gelmediğini” açıkça belirtti. (Abdallah, 1976, s. 243). “İnsanın doğal olaylara veya eko-sistemlere her türlü müdahalesini” kınayan ‘arkeolog duruş’ ile mücadele etti (Abdallah, 1977, s. 88). Muhtemelen Abdallah, insanın “bilim ve teknoloji yoluyla [doğaya] hakim olarak hayatta kalmayı ve ilerlemeyi sağlayabileceği” iddiasıyla marksizmin üretimci ve prometheci yönlerinin bir kısmını benimsemişti (1977, s. 88).12 Ancak bu onu sınırların sonsuza kadar aşılabileceği fikrini kategorik olarak benimsemeye götürmemiş, doğal kaynakların düşük maliyetle ve “sınırsız miktarda” sonsuza kadar mevcut olmadığını ve nihai “kıt bölüştürme”den kaçınmak için kullanımlarının ’rasyonelleştirilmesi” gerektiğini kabul etmiştir (Abdallah, 1977, s. 88). Belirli bir büyüme modelini (s. 84) ve büyüme ideolojisini inceledi: Niteliksel kalkınmanın yerine geçen sonsuz niceliksel artışı. Yine de, “kaçınılmaz sonuçlarıyla birlikte büyüme fikrini asla reddetmedi: doğal kaynakların kullanımı ve fiziksel çevrenin dönüşümü [sic]” (s. 88).
Büyüme, sanayileşme, kaynak kullanımı ve kalkınmayı savunmasıyla Abdallah, uluslararası alanda çevre ile kalkınmanın ayrıştırılmasını önlemeye yönelik çabalarda merkezi bir figür olmuştur. Üçüncü Dünya kalkınma söyleminde ve Üçüncü Dünya’nın ağırlık koyabildiği uluslararası forumlarda (Cocoyoc Deklarasyonu, 1975) dünya çapında, modern, kaynak kullanan, ancak evrenselleştirilebilen büyüme tartışmalarına öncülük etti. Üçüncü Dünya heterodoks ekonomistleri arasında, çeperdeki kalkınmanın temel hedefi olarak kendine yeterlilik ve temel ihtiyaçların karşılanması (Temin, 2024) etrafında bir fikir birliğini yansıtan önemli bildirgelerin yazılmasına yardımcı oldu. Kalkınmayı sürekli olarak özgürleşmeye ve sanayileşmeyi de her ikisine bağlayarak özgürleşmenin her zaman hedef olduğunu ve bunun için de belirli araçlara ihtiyaç duyulduğunu açıkça ortaya koydu. Ekonomik ilerleme ve kalkınmaya yapılan kamu yatırımlarıyla iç içe geçen sanayileşme, özsavunmanın (ve İsrail’le yüzleşmenin) gerekli bir unsuru olan askeri gücü ortaya çıkardı (Abdallah, 1970, s. 275-276). Yine de tüm bu tartışmaların özü teknolojiydi. Bu nedenle, teknoloji transferinin kusurlarına dair ortaya çıkan bulgulardan yola çıkarak mantıksal olarak bir teknoloji teorisi taslağı çizdi.
Teknoloji Transferi Sorunları
1970’ler boyunca, hızla değişen endüstriyel doku Üçüncü Dünya’yı kaplarken, teknoloji bir eleştiri nesnesi ve sistemik dönüşümün olası bir kaldıracı haline geldi. Abdallah, sözde “teknoloji transferi”nin maliyetleri ve faydaları ile bunun kalkınma üzerindeki etkileri konusunda büyük bir tartışmaya katıldı: başlangıçta burjuva milliyetçi kalkınmacı çevrelerle ve birincil ürünlere karşılık ikincil ürünlerde ticaret hadlerinin düşmesi meselesiyle bağlantılı olan eşitsiz mübadeleye ilişkin bir tartışma. Ticaret hadleri mekanizması kalkınma patolojilerinin kaynağı olarak tanımlandığında, Üçüncü Dünya toplumları içinde geniş bir sanayi dokusu örmek -teknolojik-kalkınmacı hat üzerine düşüncede baskın olduğu gibi- mantıklı olurdu, çünkü bunun endüstriyel kalkınmadaki dengesizliği ve buna bağlı değerin yoğunlaşması sorununu gidereceği iddia ediliyordu (Amin, 1977; Conference on Problems of Economic Development, 1962; Emmanuel, 1972; Abdallah, 1976, s. 1-80). Açıkçası, bu dönüşümler çok az istisna dışında gerçekleşmemiştir. Abdallah’ın da belirttiği gibi, kalkınma ortodoksilerinde lanse edilen Brezilya mucizesi aslında bir kabustu.13
Abdallah ve diğerlerinin bir tür antik folklor olarak gördüğü bu durumun geri teptiği bir nokta, “uygun teknolojilere” yönelik eğreti ilgiydi.Özellikle E.F. Schumacher’in (2011) ve daha az ölçüde Ivan Illich’in (1985) çalışmalarıyla ilişkilendirildi ve Çin deneyiminin ender rastlanan bir yorumuydu (Amin, 1977, s. 384). Buna karşılık Abdallah, Üçüncü Dünya’daki planlama tartışmalarını etkilemeyi amaçlayan bir dizi noktaya değindi. Mevcut sanayileşme modellerinin teorik gerekçelerinin hatalı olduğunu ve bunun Birinci Dünya teknolojisinin ithalinin ve uygulanışının sonuçları incelenerek kanıtlanabileceğini savundu. Teorik düzeyde, Üçüncü Dünya kalkınması, tarımın aleyhine olacak şekilde sanayiye verilen öncelik ile damgalanmıştır. Dahası, kalkınma ekonomik büyümeye, büyüme sanayileşmeye ve sanayileşme de Birinci Dünya sanayilerine indirgenerek birbirini izleyen indirgemelerle lekelenmiştir. Bu teorik çalılarla mücadele ederken, makasını çıkardı ve bazı temel noktaları açıklığa kavuşturdu: sanayileşme, insan ya da hayvan enerjisinin insan dışı enerji kaynaklarıyla değiştirilmesiydi. Sanayileşmenin uzlaşmaz sanayi-tarım çelişkilerini kışkırtmasına gerek yoktu. Üçüncü Dünya kalkınmasındaki bu tür çelişkiler, ithal ikameci sanayileşme ya da ihracata yönelik sanayileşme tercihinin bir sonucuydu (Abdalla, 1979a, s. 6). Sanayileşmenin birleşik bir planlama politikasının organik bir bileşeni olmasına izin vermek yerine, entegre planlama etrafında yapılan onca konuşmaya rağmen, ulusal ekonomi yavaş yavaş “geleneksel” ve “modern” sektörler olarak ayrışmış (Abdalla, 1979a, s. 7), birincisinin aşağılanmasına ve ikincisi için yerleşim bölgelerinin yaratılmasına tanık olunmuştur.
Teknolojinin ilerleme saçtığı sihirli tozları uçuşturan kavramsallaştırmayı reddetti. Bu düşünce Arap devletlerinde Paul Rosenstein-Rodan’ın14 öncülük ettiği “büyük hamle” kavramları veya Perroux’nun öğrencisi Gérard Destanne de Bernis’in15 etkisiyle erken dönem Mağrip planlama literatürüne hakim olan “sanayileşen endüstriler” veya “endüstriyel kutup” düşüncesi aracılığıyla revaçtaydı (Ajl, 2019b, bölüm 3; Haouas ve Lin, 2024). Abdallah bu argümanları “metafizik” (Abdallah, 1977, s. 38) – somut veya maddi gerçeklikten kopuk teoriler anlamına gelen yaygın bir hakaret – ve teknoloji transferini yeni emperyal iş bölümünü gizlemek için bir truva atı olarak değerlendirdi.
Teknolojinin, verili bir toplumun somut sorunları çözmek için bilgiyi kullanması olduğunu savundu. Ancak bu, tekniklerle aynı şey değildi. Teknikler daha geniş bir sürecin ürünleriydi. Nakledilenler tekniklerdi. Yine de bunların bir “genetik kod” taşıdığını ve belirli bir donörün biyolojisini taşıyan bir organ gibi, düşünülmeden yapılan naklin “büyük bir reddedilme şansı” taşıdığını iddia etti (Abdallah, 1977, s. 31, 32, 40). Çeşitli sanayileşme biçimleri için düşünülen teknolojiler, içinde tasarlandıkları, doğup büyüdükleri ve kapitalist birikimin genel yasası tarafından şekillendirildikleri toplumların çocuklarıydı. Hiçbir zaman reddetmediği ithal teknikler, yüksek ücretli Birinci Dünya’da geliştirilmiş beceriler gerektiriyordu (Abdalla, 1977, s. 97). Üçüncü Dünya emek/sermaye oranları farklıydı.
Dahası, ithal teknolojinin baş döndüren hızda benimsenmesinin, merkezdeki tekelci sermayenin bakış açısı dışında herhangi bir açıdan bakıldığında çoğu zaman irrasyonel olabileceğini savundu. Örneğin, geleneksel teknolojileri ortadan kaldırabilir ve Mısır’da olduğu gibi geleneksel tekstil ürünlerini, bunlar için büyük bir dış pazar olmasına rağmen, yerinden edebilir. Aceleyle yapılan nakillerin başka kusurları da vardı: Üçüncü Dünya işçi sınıfının vasıfsızlaştırılması onların yaratıcı özneler olarak kapasitelerini de göz ardı etti. Ayrıca, eğitim kurumları genellikle Birinci Dünya’da kullanılan pedagoji biçimlerini benimsediği ve bilgi üretimini yansıttığı için bu, Üçüncü Dünya’ya uygun olmayan bir eğitim-beceri topluluğu yaratacak ve beyin göçünü şiddetlendirecekti. Bu olgu sadece bir “çekme” faktörü sorunu değil, Abdallah’ın (1977, s. 98) bakış açısıyla bir “itme” sorunuydu: belirli şekillerde eğitilen insanlar kendi toplumlarında yer bulamıyordu. Örneğin Mısır, mühendislerini büyük ölçüde aşırı eğitmiş ve onları petrol ülkelerine ihraç etmiştir.16
Bu perspektife karşı Abdallah, emperyalizm, özgürleşme ve kalkınmaya ilişkin daha geniş anlayışına dayanan ve bu anlayışla iç içe geçen, modüle edilmiş ve birleşik bir sanayileşme için bir karşı plan ortaya koymuştur.
Abdallah’ın Kalkınma Anlayışı
Abdallah için kalkınma, “geri kalmışlıktan” veya “az gelişmişlikten” kurtulmayı ve işçilerin planlama ve yönetime katılımını içerecek şekilde sosyalizmi inşa etme ihtiyacıyla şekillenmiştir.17
Abdallah, kalkınmanın ancak özgürleşme çerçevesinde mümkün olabileceğini düşünmüştür. Fanon, Nkrumah ve Cabral’ın pan-Afrikacı özgürleşme geleneğine atıfla, özgürleşmenin resmi bağımsızlık ya da ulusun adını taşıyan ve finansmanı “uluslararası bir şirketin” elinde olan bir “havayolu” gibi tuzaklarla gerçekleşmeyeceğini savunmuştur. Kastettiği şey, bundan ziyade ekonomik bağımsızlık ve ulusal ekonomi içindeki sömürge varlıklarının tasfiyesidir. Fakat bununla asla otarşiyi, yani ulusal üretim ve tüketimin Gilligan’ s Island’ın18 Gosplan (Sovyetler Birliği’nin devlet planlama komisyonu, -ç.n.) tarzı bir versiyonunda, insanlığın geri kalanından yalıtılmasını kastetmemiştir (Amin, 1987; Abdallah, 1976, s. 199). Nasır’ı takiben özgürleşme, halk iradesinin özgürleşmesinin yeniden tesisi anlamına gelmektedir. Bu da, ulusal ekonomiyi kontrol eden sektörlerin yabancıların elinde olamayacağı anlamına gelen bu iradeyi hayata geçirmeye uygun mekanizmalar gerektirmektedir. Üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmak, ekonomik sistemi şekillendirme kapasitesi anlamına gelmektedir (Abdallah, 1983, s. 26). Abdallah’ın, Cabral’ın (1979) ulusun üretici güçlerinin kontrolü ile ulusun bağımsızlığı ve özgürleşmesi arasındaki farka ilişkin açıklamasından yararlanması kaçınılmaz görünmektedir. Daha sonraları Amin’in Fransız yapısalcılığının kopukluk ve tahrifatını radikalleştirmesinden faydalanacaktır.19
Bu çerçevede, “iyi kalkınma” bağımlılığın kırılması ve “ulusal ekonomilerin iç entegrasyonunun” sağlanması, “dengeli, öz-merkezli ve bağımsız kalkınmaya” yol açan değişikliklerin gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir -ki bu sonuncusu onun çeperin refahını düşünürken kullandığı mihenk taşlarından biridir (Abdallah, 1979b, s. 112). Daha önceki çalışmalarında ulusal özgürleşme fikirleri hakimken, daha sonraki çalışmalarında ulusal özgürleşmeye rehberlik edecek bir kendine yeterlik ve temel ihtiyaçlar çerçevesi geliştirmiştir.20 Abdallah, hedeflerine ulaşmak için planlamayı devreye sokan öz-merkezli bir sürece odaklanmıştır. Kendine yeterlik; enerji, toprak kompozisyonu, su kaynakları ve mera gibi doğal ortam unsurları da dahil olmak üzere kendi kaynaklarını kullanmak anlamına gelmektedir (Abdalla, 1977, s. 18, 20).
Dışarıya yönelik kalkınmayla tezat oluşturan ve Kuzey’in kendi kalkınması için çeperden bir artık çıkaramayacağı anlamına gelen bu çerçevede, onun ekolojik kalkınma teorisi yerini bulmuştur. Bu, Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından yaygınlaştırılan temel ihtiyaçlar argümanına atıfta bulunan ancak siyasi koordinatlarını değiştiren bir ifade olan temel ihtiyaçların karşılanması (ishba’a al-hajaat al-asasiyya) fikrinden ayrılmıştır. Temel ihtiyaçlar, maddi ihtiyaçların “geçimlik düzeyde” karşılanması anlamında kullanılmaktadır – bu bir tavan değil tabandır ve tüm insan topluluklarında ortaktır. Kalkınma ya da üretici güçlerin geliştirilmesi, zorunlu olarak tüketimi artıracak ve insanlığı tabanın üzerine çıkaracaktır, ancak Batı normlarının üzerine değil. Bunun yerine “tavan”, “bireyin, toplumun ve doğanın gereksinimleri arasındaki doğru dengeyi her zaman sağlayan” şekilde konumlandırılacaktır (Abdalla, 1980, s. 8). Üçüncü Dünya ile sanayileşmiş ülkeler arasında, üretici güçlerin geliştirilmesini içeren ancak aynı zamanda -üretici güçlerin seviyesine bağlı olarak- toplumlar ve bu toplumların içinde yer aldığı ve etkilediği ekolojiler arasında bir tür zamana bağlı denge arayan “ortak yaklaşım” olan yakınsak tüketim çağrısında bulunmuştur (Abdalla, 1980, s. 8). Bu, kalkınmaya yönelik durağan bir yaklaşım değildir. Abdallah teknolojik ilerlemeyi tamamen benimsemiş ve ulusal ve uluslararası ölçekte planlamayı yönlendiren kalkınma fikrini asla reddetmemiştir. Aslında, Abdallah (1976, s. 239) manzara ekolojisine insan müdahaleleri konusunda dikkate değer bir bilimsel öngörüyle, herhangi bir “eko-sistemin” tarihsel olduğunu, zamansız, durağan veya ilkel olmadığını ve herhangi bir kalkınma yönteminin, insanların ilerleme ihtiyaçları ile insanların toplumlarını yeniden üretirken kullandıkları doğal unsurları yenileme ihtiyacı arasında “uyum” sağlayacak yeni bir eko-sistem türü gerektireceğini açıkça ifade etmiştir. Doğanın korunması ile kalkınma arasında zorunlu bir çatışma görmemiştir. Doğadan faydalanmak her türlü maddi gelişim anlayışı için gereklidir, ancak ekolojik zararları azaltmak için bunu mümkün olan en rasyonel şekilde yapmak gerekmektedir (Saavedra, 2014, s. 125).21
Böylesi bir ulusal kontrol, üretici güçlerin iç ve dış eklemlenmesi sorununu ele almanın bir başka yolu olan “bağımsız” ya da “kendine yeten” kalkınmaya doğru ilerlemek anlamına gelmektedir (Abdallah, 1987, s. 47). Bu kalkınmanın, artığın elde edilmesi ve akıllıca kullanılması anlamına geldiğini; bunun da hükümetin iç sosyal ve siyasi dokusu, devlet-toplum ilişkileri, ekonomik kalkınma için artığı sürekli olarak mobilize ederken temel ihtiyaçları karşılama mekanizmaları, ve -yine çağdaş doğal kaynak hakimiyeti tartışmalarıyla uyumlu olarak- doğal kaynakların kontrolü ve yabancı sermayeye açık olan pek çok alanın kapatılmasına doğrudan temas ettiğini belirtmiştir (Abdallah, 1970, s. 84, 1987, s. 55).22 Son olarak, ekonominin “temel ihtiyaçlara” yönelmesi, bu temel ihtiyaçların karşılanmasına yönelik mekanizmaların doğası gereği siyasi ve sosyal bir sorun olduğu gerçeğinden kaçmak anlamına gelmemektedir.
Temel ihtiyaçlar etrafında bütüncül eko-kalkınma
Bu anlayışa dayalı olarak Abdallah, ekolojiyi gözetirken temel ihtiyaçları karşılamayı amaçlayan ve sanayileşmeye teslim olmadan onu kucaklayan ilişkisel ve bütüncül bir kalkınma teorisi taslağı çizmiştir (Moyo vd., 2013). Düşüncesinin bir parçası olarak Abdallah, Avrupa-Amerikan ekolojik hareketinin literatürüyle diyalog kurmuştur – muhataplarından biri açıkça Illich ve onun şenlik üzerine çalışmasıdır, ancak ulusal özgürleşme ve kalkınmayı temel kabul eden bir çerçevede yeniden şekillendirilmiştir.
“Yeni bir büyüme” ile “daha az makineleşmiş” ve daha insani bir yaşam için çağrıda bulunmuştur; buna şenlikli şehir planlaması, genel olarak daha fazla şenlik ve daha fazla dinlence için zamanın yeniden düzenlenmesi (Marx’ın “özgürlük alanı”) dahildir. Bunun daha insancıl bir toplum yaratacağını, Birinci Dünya’nın Üçüncü Dünya’yı daha iyi anlamasını sağlayacağını ve “sahici bir Kuzey-Güney diyaloğuna” olanak tanıyacağını düşünmüştür (Abdalla, 1981, s. 8). Halk sağlığını ele alırken, “temel ihtiyaçların” reaktif tıbba – gelişmiş tedavilere erişime- de “hastalıksızlık” haline de indirgenemeyeceğini savunmuştur.
Daha ziyade, sağlık insan yapımı ortama bağlıdır; sosyal olarak belirlenir ve bir insanın kendini içinde bulduğu ortamla bağlantılıdır ve bu nedenle diğer temel ihtiyaçların karşılanmasıyla bağlantılıdır: gıda, giyim, yaşam alanı, eğitim ve gayrimaddi ihtiyaçlar. Temel ihtiyaçların karşılanmasının bir nicelik ya da niceliksel gösterge meselesi olmadığını, bütüncül bir kalkınma stratejisi olduğunu vurgulamıştır; bu sadece kemer sıkma politikasından ayrılamayacak bir kalkınma düzeyine ulaşmaya indirgenemez, aksine insanoğlunun kültür ihtiyaçlarıyla bağlantılıdır (Abdalla, 1980, s. 3).
Burada Abdallah teknolojiye ve teknolojinin bir yandan insan-dışı çevrenin yeniden üretimi, diğer yandan da yeniden üretimle olan ilişkisine geri dönmüştür. Farklı teknolojik tercihlerin gelişimsel rolüne ilişkin farklı ve ekolojik açıdan özenli bir kavramsallaştırmayı zorlamıştır. Abdallah, uygun teknoloji tartışmasını şu soruları soracak şekilde modifiye etmiştir: “nasıl uygun, hangi varsayımlara göre uygun ve hangi amaçlara uygun?”. 23 Bu nedenle, yerel, bölgesel ve ulusal ölçekte kısa, orta ve uzun vadeli etkilerin dengelenmesini ve ekolojik ve sosyal etkilerin yanı sıra üretici güçlerin geliştirilmesiyle ilgili çeşitli, birbiriyle rekabet eden ve hatta çelişen zorunluluklara dikkat edilmesini arzu etmiştir. Bu amaçla, teknolojinin “kapsamlı sosyal ve kültürel kalkınma” çerçevesinde yeniden yorumlanması için ısrar etmiştir (Abdallah, 1976, s. 223).
“Uygun” teknolojileri “temel ihtiyaçların” karşılanmasına yardımcı olacak şekilde tanımlamıştır. Ancak bu uygunluk soyut olarak tanımlanamaz. Onun belirttiği gibi, en gelişmiş üretim yöntemleri, sadece mühendislik açısından ele alındığında, Üçüncü Dünya sosyal formasyonuna yerleştirildiklerinde tam kapasiteyle kullanılamayacakları takdirde, her durumda en üstün olmak zorunda değildir.
Ayrıca “uygun olmak”, hangi kaynakların erişilebilir olduğu sorusunu göz ardı etmek anlamına da gelmemektedir. Abdallah ne sosyo-kültürel ortamı doğal ortamdan ne de bunları kendine yeterlik istencinden ayırmıştır. Kriter, su ve enerji kaynakları da dahil olmak üzere yerel olarak neyin erişilebilir olduğunu değerlendirmeye dayanmaktadır; örneğin, daha yoksul bölgelerdeki bol güneş ışığı göz önüne alındığında güneş enerjisinin araştırılmasını teşvik etmiştir (Abdallah, 1978). Bu, ithal edilen teknolojinin yerelci bir şekilde reddedilmesine değil, mümkün olduğunda bu teknolojiyi benimseyip uyarlamaya yönelik “yaratıcı bir çabaya” yol açmıştır. Bu anlamda uygunluk teknoloji ithalatının etkisini sadece mikro düzeyde, firma ya da fabrika düzeyinde değil, tüm ulusal ekonomi açısından anlamak anlamına gelmektedir. Ayrıca, mevcut nüfus dağılımları da dahil olmak üzere doğal mekan rasyonelleştirilmelidir; bununla kastedilen, köyleri olmayan bir sanayileşmiş ülke fikrinin kabul edilemeyeceğidir.
-Hirschman tipi büyüme modellerinin dengesiz büyümesi yerine- dengeli büyümeye ve sektörler arası bağlantılara izin verecek bir sanayileşme ile kalkınma mümkün olacaktır. Bu, “sanayileşmenin genel olarak Kuzey’de aldığı somut tarihsel biçimle özdeşleştirilmesini” reddetmek anlamına gelir ki bunu bir çıkmaz sokak olarak değerlendirmiştir. Sanayileşme ya da üretkenlik artışı fikrini, büyük tesislerin özünde iyi olduğu fikrinden şu açıklamayı yaparak ayırmıştır: “Meşhur ‘küçük güzeldir’ sözünü körü körüne benimsemeden, birçok ölçek ekonomisinin, dışsallıkların, konum kriterlerinin (…) vb. ancak ekonomik hesaplama mikro düzeyde ve orta vadede yapıldığında geçerli olduğunu belirtmek istiyorum” (Abdalla, 1977, s. 48-51). Uzun vade göz ardı edilemez – Abdallah uzak geleceğe bakmaktadır. Bu nedenle, doğanın fayda-maliyet hesaplamalarına dahil edilmesi gerekmektedir. Bu tür denklemler verimlilikten/etkililikten feragat etmeyecek, toplumun uzun vadeli ihtiyaçlarını ve “gelecek nesillerle dayanışmayı” da içerecektir (Abdalla, 1981, s. 8). Abdallah, planlamanın kapsamını, o zamanlar Üçüncü Dünya’da yaygın olan beş ya da on yıllık planlar dahilindeki ekonomik büyümenin ötesine, Mısır ve Arap bölgesi için “Gelecekler” tasavvur ederken geliştirdiği bir tema olan insanlığın geleceğini planlamaya taşımıştır (Abdalla, 1994; El-Issawy, 2005; Abdallah, 1983).
Ölçek, teknoloji ile bağlantılı bir başka sabittir, çünkü ulusal sosyal dokuyu planlanabilir bir şey olarak değerlendirmek, mümkün olan yerlerde merkeziyetçilikten uzaklaşmaya yatkın teknolojik gelişme biçimlerini teşvik edecektir. Çin örneğinden (Mao, 1945) yola çıkan Abdallah, Arap ekonomik organizmasının ilgili en küçük hücrelerine kadar kendi kendine yeterliğinin pekiştirilmesi gerektiği çağrısında bulunmuştur: kırsal topluluk, “kentsel mahalle”, bölgesel düzey ve (pan-Arap ve Arap milliyetçi politikalara, planlama kapsamına ve arzusuna işaret edecek şekilde) “tüm Arap Kademeleri” (Abdalla, 1980, s. 12).
Kendisinin de detaylandırdığı gibi, sanayileşmeye bu şekilde yaklaşmanın iki sütunu olacaktır. Çin’den ödünç alma hususu açıktır: ‘Çinliler ‘iki ayak üzerinde yürümeye’ çalışmaktadır’, bunu ideolojik bir tercih meselesi olarak değil, genel olarak kendine yeterlik stratejisi anlayışında olduğu gibi, zorunlu olarak kıt olan kaynakların kolektif sosyal hedefler doğrultusunda harekete geçirilmesi anlamında “ilk etapta ekonomik bir gereklilik” olarak görmektedir. Abdallah, birleşik teknoloji konusunda ortaya çıkan tartışmaya dayanarak ve katkıda bulunarak, küresel teknolojinin seçilmesi ve uyarlanması, “geleneksel” teknolojinin incelenmesi ve geliştirilmesi ve ülkenin ihtiyaçlarına cevap verecek yerel bir teknolojinin üretilmesi çağrısında bulunmuştur. Bu, Üçüncü Dünya ülkelerini “dilenmeye” terk etmek yerine (Abdallah, 1976, s. 223), mümkün olduğunda en sermaye-yoğun ve en ileri teknikleri kullanarak, ancak gerektiğinde ve sosyal ve ekonomik açıdan anlamlı olduğunda kırsal kesimin ve daha küçük nüfus merkezlerinin sanayileşmesi ve bilimselleşmesi için alan bırakarak (Perkins, 1981) Üçüncü Dünya’nın teknolojik bağımsızlığını artırmayı gerektirecektir. Gerçekten de, teknolojinin bir tahakküm vektörü olmasına izin vermemek adına teknolojiyi yenilemek ve birleştirmek için bilimsel uzmanlığın geliştirilmesinde ısrar etmiştir.24
Bu yaklaşım – seçme, uyarlama, benimseme, yenileştirme – bir sektörü oluşturan küçük ölçekli, emek yoğun ve “eski” ya da “geleneksel” teknolojiler ile öteki sektörü oluşturan tamamen ithal modern sermaye yoğun teknolojiler arasında tam bir eşleşme sağlamamaktadır. Uygunluk, teknoloji karşısında nasıl çağdaş olunabileceğini düşünmek anlamına gelmektedir. Fakat bu, her yolun serbest olduğu anlamına gelmemektedir. Bir ayak ağır sanayileşme olmalıdır -ki bu Abdallah’ın bir tutkusudur ve Çin ve Sovyet deneyimlerinden çıkardığı ders olarak anlaşılmalıdır- ve Arapların savunma amaçlı sanayileşmeye olan varoluşsal ihtiyacına dayanır ki bu endişenin izleri en eski post-Nakba düşüncesine kadar uzanır ve her ülkenin erken sanayileşme deneyimleri göz önüne alındığında Mısır ve Tunus’un kalkınma düşüncesinde değişmez bir unsurdur (Batou, 1993; Chater, 1984; Zouari, 1998). Nasırcı deneyimi savunan ama yine de onun köklü bir radikalizasyonunu öneren ilk yazılarından itibaren Abdallah, askeri güç ile onun temelleri olan ekonomik ve teknolojik ilerlemeyle ulusal sanayileşme arasında bağlantı kurmuş (1970) ve İsrail’le karşı karşıya gelmenin ülke içindeki az gelişmişliği ortadan kaldırmaktan ayrılamayacağı konusunda ısrarcı olmuştur (1969). Bu nedenle, çelikten mühendisliğe oradan da elektriğe kadar uzanan, devlet kontrolü altında ve kamu sektörünün güçlü katılımıyla sağlam bir temel ve ağır sanayi ayağı kurulması çağrısında bulunmuştur (Abdallah, 1976, s. 95-97). Ancak bu uyarlamaya tabidir: örneğin Japonya’da transistörlerin emek yoğun hane içi üretimi gerçekleşmiş ve gelişmekte olan ülkeler doğal gaz kullanımını geliştirmeye çalışmak yerine, sırf Birinci Dünya ülkeleri öyle yaptığından çelik üretimi için kömür ithal etmiştir (Abdallah, 1978, s. 539). Bu şekilde, Abdallah modern teknolojinin belli bir ölçüde savunulmasında ısrar etmiş, ancak ithal edilen araçların ulusal bir ekonomiye nasıl uygun hale getirileceğini belirlemek için ulusal teknolojik değerlendirmeyi kullanmıştır.
İkinci ayak, zanaat/el sanatları sektörünün analitik olarak giderek daha fazla dahil edildiği enformel sektöre dayalı daha esnek bir sanayileşme modelidir. Bu tür el sanatları ithalatın yerini alabilir ve ihracat sağlayabilir ve tamir atölyeleri ekipmanın ömrünü uzatabilir, böylece döviz tasarrufu sağlanabilir (Abdalla, 1980, s. 12). Sanayinin tarıma nasıl hizmet edebileceğini değerlendirirken, uygulamadaki Çin modelinden ve Hirschmann’ın üretimde geriye ve ileriye doğru bağlantılar üzerine yaptığı çalışmalardan yararlanarak, insan ve hayvan atıklarının gübre olarak kullanılmasını, küçük teraslama ve diğer toprak ve su koruma önlemlerinin yoğun insan emeği girdisine dayanmasını ve tarımsal atıkları kullanan zanaatkar üretimini savunmuştur (bkz. Schmalzer, 2016).25 Bu da hümanist, planlamacı ve ekolojist olarak “geleneksel” sektöre ve bununla ilişkili endüstriyel ve zanaatkâr teknolojilere duyduğu ilgiyle organik bir şekilde bağlantılıdır; Abdallah bu teknolojilerin neo-kolonyal parçalamanın çözücüleri arasında tamamen yok olmadan önce ulusal kalkınmaya potansiyel katkıları açısından incelenmesi gerektiği uyarısında bulunmuştur (Abdalla, 1979a, s. 13). Aslında bu, folklorik ya da romantik bir perspektiften dolayı değil, “hiç kimsenin tüm geleneksel tekniklerin tamamen eskidiğini kanıtlayamadığını” düşündüğü için geleneksel teknolojileri kısmen savunmasındandır (Abdalla, 1977, s. 58ff). Bunların hemen bir kenara atılmasını, ikili ekonomi tohumlarının atılmasının meyvesi olarak görmüştür (çok kabaca, neredeyse tanımlayıcı bir şekilde, yalnızca görünüşte yan yana duran iki ekonomik yaşam biçiminin yüzeysel gerçeğine atıfta bulunmak için kullanılmıştır). Bu, öncelikle üst düzey teknolojinin getirilmesiyle, ama aynı zamanda yerel teknolojiyi değerlendirmenin “etolojik [sic]” yolunu da ithal eden yerel unsurlar aracılığıyla gerçekleşecekti; bu da orada yaşayan insanları marjinalleştirmek ve kalkınmadaki herhangi bir katılımcı rolden uzaklaştırmak, dolayısıyla “onlar sayesinde hayatta kalan insanları ve toplulukları ihmal etmek” anlamına geliyordu (Abdalla, 1977, s. 64-65). Gerçekten de Abdallah, kalkınmanın gerçek sürecinin ve “başka” bir kalkınmanın yeniden düşünülmesinin genellikle örtük karşı-olgulardan hareket ettiğini savunmuştur. Çeperdeki kapitalizmin seyri, kişinin kendi teknolojilerinin gelişim sürecini dondurmuş, genç ve dinamik olanları evrimlerine ve ilerleyişlerine yatırım yapmaktan alıkoyan bir geleneksellik havası yaratarak onları felce uğratmış ve “bozulmalarına” yol açmıştır – bu açıdan yine Cabral’ın üretici güçlerin gelişim yörüngesinin bütünüyle yeniden fethi olarak ulusal özgürleşmeye işaret etmesiyle güçlü paralellikler taşıyan bir formülasyon söz konusudur.
Bu, ayrıca, kırsal kesimde ve enformel sektörde kullanılan mevcut teknolojileri ele almak ve bilimsel bilgi birikimini doğrudan bunlara uygulamak, belirli durumlarda verimliliklerini artırmak için emek yoğun tekniklerin modernizasyonunu gerçekleştirmek anlamına gelmektedir (Abdalla, 1977, s. 45). Örneğin, sağlık sektöründe teknoloji ve eğitimi değerlendirirken, o zamanlar Arap komünistleri için bir örnek teşkil eden Vietnam’a bakmıştır (Abdallah, 1970, s. 248-249; al-Ḥāfiẓ, 1976). Vietnam, -ebelik ve berberlik gibi- becerileri kademeli olarak geliştirerek, (etkinliğini inceleyip doğruladıktan sonra) mümkün olduğunda geleneksel tedavi yöntemlerini kullanarak, geleneksel teknolojilere rasyonel ve bilimsel bir yöntem uygulayarak ve böylece onları fetişleştirmeden ya da elden çıkarmadan, kademeli olarak yerelleştirilmiş tıp eğitimine geçmiştir (Abdallah, 1976, s. 225-227). Nitekim Mısır’ın el yapımı ayakkabıları da bir başka örnektir. Bu düşüncenin çağdaş Üçüncü Dünya el sanatları ve enformel sektörü için taşıdığı anlam ortadadır.
Bu şekilde Abdallah, Üçüncü Dünya’daki ve hatta Birinci Dünya’daki ortak düşünürlerle aynı doğrultuda, temel ihtiyaçları karşılarken sanayileşecek ve daha radikal uygulamalarında proto-agro-ekolojik kırsal kalkınma biçimlerini benimseyecek, kendine yeten ve öz-merkezli bir kalkınma biçimi için ulusal planlar ve soyut bir çerçeve ortaya koymuştur (ʻAlī, 1983, s. 272-284) (Ajl, 2019a). Tüm bunlar, Amin’in Delinking (Amin, 1990) ve The Future of Maoism (Amin, 1983) adlı çalışmalarında bu kavramları daha resmi makro-ekonomik ve tarihsel-sosyolojik analizlerde daha açık bir şekilde modellemesinden önce ortak bir yaklaşımdı. Gerçekten de, bu öz-merkezli kalkınma kavramı Arap dünyasındaki heterodoks iktisatçılar arasında neredeyse bir ön kabuldü (Fergany, 1987).
Sonuç
Bu makale, Mısırlı iktisatçı İsmail Sabri Abdallah’ın Üçüncü Dünya ve Birinci Dünya’daki ekolojik kriz, sanayileşme, özgürleşme ve kalkınma arasındaki kesişim üzerine düşüncelerine odaklanan bazı çalışmalarını ele almaktadır. Abdallah kendi şahsında, sadece yüksekten uçan bir ekonomi değil, devlet ve hapishane koridorlarına giren bir Arap komünist geleneğinin düşüncesini temsil ediyordu. Ayrıca kendi yaşamında, yukarıda dile getirilen meselelerle ilgilenmeye çalışan bir Arap ve Üçüncü Dünya kalkınma ve birlik vizyonunun yükselişine (ve çöküşüne) yoğunlaşırken, aynı zamanda Siyonizme karşı umutsuz savunma ihtiyacına, halkın ekonomi yönetimine katılımı sorunlarına ve kamu sektörü yönetiminin zorluklarına odaklandı. Abdallah’ın üzerinde, kendi neslinin birçoğunda olduğu gibi, bağımsız kalkınma ve planlama olasılığını açık tutan; köylülüğün yıpratıcı şekilde tasfiyesi veya kırsal dünyanın yıkımı ve geri kalması söz konusu olmaksızın bağımsız bir sanayileşme modeli sunan Çin’in etkisi ağır basmaktadır. Bu anlamda, Abdallah’ın ve ilişki içinde olduklarının düşünceleri, Üçüncü Dünya kalkınma teorisi ve pratiği tarihinde büyük ölçüde kullanılmamış bir maden olmaya devam etmektedir.
Kaynakça
ʻAlī, M. Ḥasan. (1983). Shurakāʼ fī tashwīh al-tanmiyah: Dirāsah intiqādīyah li-taḥlīlāt al-munaẓẓamāt al-dawlīyah li-iqāmat nasaq iqtiṣād dawlī jadīd: (Ḥālat al-Yūnīdū) [Partners in the distortion of development: An economic study of international organizations’ analyses of the establishment of a new international economic system: (The case of UNIDO)]. Dār al-Ṭalīʻah.
Abdalla, I. S. (1977). Development and the international order selected papers (No. 1210). Institute for National Planning.
Abdalla, I.-S. (1979a). Dépaysanisation ou développement rural? Un choix lourd de conséquences, IFDA Dossier, 9, 1–15. International Foundation for Development Alternatives.
Abdalla, I.-S. (1979b). What development? A Third World viewpoint, IFDA Dossier, 13, 109–15.
Abdalla, I.-S. (1980). Arab industrialization strategy based on self-reliance and satisfaction of basic needs, IFDA Dossier, 16, 1–12.
Abdalla, I.-S. (1981). Third world in the crisis, IFDA Dossier, 26, 1–10.
Abdalla, I.-S. (1994). Development of Egypt: two experiences and three scenarios, L’Égypte Contemporaine, 85(435–436), 5–64.
Abdallah, I.-S. (1968). Al-qiṭāʻ al-ʻāmm [The public sector]. Muʼassasat al-Ahrām.
Abdallah, I.-S. (1969). Fī muwāǧahat Isrāʼīl [On confronting Israel]. Dār al-Maʻārif bi-Miṣr.
Abdallah, I.-S. (1970). Kitabaat siyasiyya [Political writings]. al-Sha’ab.
Abdallah, I.-S. (1976). Naḥwa niẓām iqtiṣādī ʻālamī ǧadīd: Dirāsa fī qaḍāya ’t-tanmiya wa’t-taḥarrur al-iqtiṣādī wa’l-ʻalāqāt ad-daulīya. al-Haiʼa al-Miṣrīya al-ʻĀmma li’l-Kitāb.
Abdallah, I.-S. (1978). Istrātījiyyat al-Tiknūlūjiyā [Technological Strategy]. In Abdallah, Ismail-Sabri, I. al-‘Issawi, & G. Abdel-Khalek (Eds.), Istrātījiyyat al-Tanmiyya fī Miṣr [Development Strategy in Egypt] (pp. 527–554). al-Hai’a al-Miṣrīya al-ʻĀmma li-’l-Kitāb.
Abdallah, I.-S. (1983). Fi al-Tanmiya al-ʻarabīya [On Arab Development]. Dār al-Waḥda.
Abdallah, I.-S. (1987). Al-tanmīyya al-mustaqila: Muḥāwala litaḥdīd mafhūm mujahal [Independent development: an attempt to define an unknown concept]. In Fergany, N. (Ed.), Al-tanmīyya al-mustaqila fi al-waṭan al-‘arabī [Independent Development in the Arab Nation] (pp. 25–56). Center for Arab Unity Studies.
Abdallah, I.-S.., Nassar, M. A.-F. A., & Talaat, M. (1983). Images of the Arab future. St. Martin’s Press.
Abdallah, I.-S., al-ʻ Īsawī, Ibrāhīm., & ʻAbd al-Khaliq, J. (1978). Iqtiṣād al-Miṣrī fī rubʻ qarn, 1952-1977: Buḥūth wa-munāqashāt al-Muʼtamar al-ʻIlmī al-Sanawī al-Thālith lil-Iqtiṣādīyīn al-Miṣrīyīn, al-Qāhirah, 23-25 Mārs, 1978. al-Hayʼah al-Miṣrīyah al-ʻĀmmah lil-Kitāb.
Abdel-Malek, A. (1968). Egypt: military society. Vintage Books.
Abdel-Malek, A. (1977). East wind: the historical position of the civilizational project, Review (Fernand Braudel Center), 1(1), 57–64.
Abdel-Malek, A. (2008). Egypt. In S. Gopal & S. Tikhvinsky (Eds.). History of humanity: the twentieth century, Vol. VII (pp. 687–690). UNESCO/Routledge.
Abou-El-Fadl, R. (2022). Building Egypt’s Afro-Asian hub: infrastructures of solidarity in 1950s Cairo. In: Stolte, C. and Lewis, S.L. (Eds.), The lives of Cold War Afro-Asianism (pp. 167–190). Amsterdam: Leiden University Press.
Abou-El-Fadl, R. (2023). Helmi Sharawy (1935–2023). Review of African Political Economy, 50(175), 90–95.
Ajl, M. (2019a). Auto-centered development and indigenous technics: Slaheddine el-Amami and Tunisian delinking, Journal of Peasant Studies, 46(6), 1240–1263.
Ajl, M. (2019b). Farmers, Fellaga, and Frenchmen. PhD Thesis, Cornell University.
Ajl, M. (2019c). Utsa Patnaik on agrarian history and imperialism. Interview Conducted in Workshop ‘Agriculture and Imperialism.
Ajl, M. (2021a). The hidden legacy of Samir Amin: delinking’s ecological foundation, Review of African Political Economy, 48(157), 82–01.
Ajl, M. (2021b). The Arab nation, The Chinese model and theories of self-reliant development. In I. Corut & J. Jongerden (Eds.), Beyond nationalism and the nation-state: radical approaches to nation (pp. 139–157). Routledge.
Ajl, M. (2023). Theories of political ecology: monopoly capital against people and the planet, Agrarian South: Journal of Political Economy, 12(1), 12–50.
Ajl, M. (2025, forthcoming). Genealogies of auto-centered development: the afterlives of China in Arab developmental thought. In A. Al-Hardan & J. Go (Eds.), Anti-colonial thought. Cambridge Univ Press.
al-Ḥāfiẓ., Y. (1976). Al-Tajribah al-tārīkhīyah al-Fiyitnāmīyah: Taqyīm naqdī muqārin maʻa al-tajribah al-tārīkhīyah al-ʻArabīyah [The Vietnamese historical experience: a critical comparative evaluation with the Arab historical experience]. Dār al-Ṭalīʻah. https://search.worldcat.org/title/12562454
Allāh, I. Ṣabrī ʻAbd. (1952). Monnaie et structure économique: Essai sur le rôle des conditions de structure dans la détermination de la valeur de la monnaie. Impr. Mondiale.
AlShehabi, O.H. (2023). The political commodity: oil and US–Middle East relations in the historiography of Abdulrahman Munif, Contemporary Arab Affairs, 16(2), 145–172.
Amin, S. (1957). Les effets structurels de l’intégration internationale des économies précapitalistes: Une étude théorique du mécanisme qui a engendré les économies dites sous-développées [Thèse]. Université de Paris.
Amin, S. (1973). The End of a Debate (No. ET/R/2558). IDEP.
Amin, S. (1974). Accumulation on a world scale: A critique of the theory of underdevelopment. Monthly Review Press.
Amin, S. (1977). Unequal development: An essay on the social formations of peripheral capitalism. Monthly Review Press.
Amin, S. (1983). The future of Maoism. Monthly Review Pr.
Amin, S. (1987). A Note on the Concept of Delinking. Review (Fernand Braudel Center), 10(3), 435–444.
Amin, S. (1990). Delinking: Towards a polycentric world. Zed Books.
Amin, S. (2006a). Ismail Sabri Abdalla. http://patrimoinenumeriqueafricain.com:8080/jspui/handle/123456789/2282
Amin, S. (2006b). La Mouassassa Iqtisadia. http://patrimoinenumeriqueafricain.com:8080/jspui/handle/123456789/2329
Arab Republic of Egypt. (1978). Adverse economic effects resulting from Israeli aggressions and continued occupations of Egyptian territories. Institute for National Planning.
Ayubi, N. (1983). The Egyptian “brain drain”: A multidimensional problem, International Journal of Middle East Studies, 15(4), 431–450.
Baran, P.A. (1957). The political economy of growth. Monthly Review Press.
Batou, J. (1993). Nineteenth-century attempted escapes from the periphery: the cases of Egypt and Paraguay, Review, 16(3), 279–318.
Beaud, M. (2003). Effet de domination, capitalisme et économie mondiale chez François Perroux, L’Économie politique, 20(4), 64–77.
Beinin, J. (1990). Was the red flag flying there? Marxist politics & the Arab-Israeli conflict in Egypt and Israel, 1948–1965. University of California Press.
Botman, S. (1988). The rise of Egyptian Communism, 1939–1970. Syracuse University Press.
Brolin, J. (2007). The bias of the world: Theories of unequal exchange in history. Lund University.
Bunker, S.G. (1988). Underdeveloping the Amazon: Extraction, unequal exchange, and the failure of the Modern State. University of Chicago Press.
Cabral, A. (1979). Unity and struggle: Speeches and writings of Amilcar Cabral. Monthly Review Press.
Cabral, A. (1988). Estudos agrários de Amilcar Cabral. Instituto de Investigação Científica Tropical.
Chater, K. (1984). Dépendance et mutations précoloniales: La régence de Tunis de 1815 à 1857. Université de Tunis.
Committee, F. (1971). The Founex report on development and environment. Founex Committee, Founex, Switzerland.
Conference on Problems of Economic Development. (1962).
Dowidar, M. (1973). The import substitution pattern: A strategy of growth within dependency. The possible alternative pattern of development (No. ET/CS/2461/07). IDEP.
Duncan, C. (2007). The practical equivalent of war? Or, using rapid massive climate change to ease the great transition towards a new sustainable anthropocentrism. http://globetrotter-demo.berkeley.edu/GreenGovernance/papers/Rapid%20Climate%20Change.pdf
Dussel, E.D. (1988). Hacia un Marx desconocido: Un comentario de los manuscritos del 61-63. Siglo XXI.
El-Issawy, I.H. (2005). Futures studies and project Egypt 2020. Futures Research Quarterly, 21(2), 51–65.
Emmanuel, A. (1972). Unequal exchange. New York: Monthly Review Press.
Faber, D. (1992). Imperialism, revolution, and the ecological crisis of Central America, Latin American Perspectives, 19(1), 17–44.
Fergany, N. (Ed.). (1987). Al-tanmīyya al-mustaqila fi al-waṭan al-‘arabī [Independent Development in the Arab Nation]. Center for Arab Unity Studies.
Friedmann, H. (1982). The political economy of food: The rise and fall of the postwar international food order, American Journal of Sociology, 88, 248–286.
Friedmann, H. (1993). The political economy of food: A global crisis, New Left Review, 197, 29–57.
Friedmann, H., & McMichael, P. (1989). Agriculture and the state system: The rise and decline of national agricultures, 1870 to the present, Sociologia Ruralis, 29(2), 93–117.
Ghosh, A. (2024). The significance of small things: Small hydropower in the People’s Republic of China, 1949–1983, Comparative Studies in Society and History, 1–28. https://doi.org/10.1017/S001041752400029X
Ginat, R. (2013). Egypt’s incomplete revolution: Lutfi al-Khuli and Nasser’s socialism in the 1960s. Routledge.
GREDET. (1983). Tunisie, quelles technologies? Quel développement? Éditions Salammbô.
Haouas, A., & Lin, J. Y. (2024). The failure of Algeria’s industrialization strategy, 1967–1989: A new structural economics perspective, Revista de Historia Industrial—Industrial History Review, 33(90), 11–40.
Hussein, M. A.. (1975). L’Égypte: Lutte de classes et libération nationale/Mahmoud Hussein.
Ide, D.A. (2015). Socialism without socialists: Egyptian Marxists and the Nasserist state, 1952–65. The University of Toledo.
Illich, I. (1985). Tools for Conviviality. Boyars.
Kadri, A. (2019). Imperialism with reference to Syria. Springer.
Linera, Á. G. (2011). El “oenegismo”, enfermedad infantil del derechismo. Vicepresidencia del Estado Plurinacional, La Paz.
Love, J. L. (1980). Raul Prebisch and the origins of the doctrine of unequal exchange. Latin American Research Review, 15(3), 45–72.
Mintz, S. W. (1986). Sweetness and power: The place of sugar in modern history. Penguin Books.
Moyo, S., Jha, P., & Yeros, P. (2013). The classical agrarian question: Myth, reality and relevance today, Agrarian South: Journal of Political Economy, 2(1), 93–119.
Nemchenok, V. V. (2013). A dialogue of power: Development, global civil society, and the Third World challenge to international order, 1969–1981. University of Virginia.
Patnaik, U., & Patnaik, P. (2021). Capital and imperialism: Theory, history, and the present. Monthly Review Press.
Perkins, D. (1981). Rural small-scale industry in the People’s Republic of China. University of California Press.
Prebisch, R. (1950). The economic development of Latin America and its principal problems. United Nations Department of Economic Affairs.
Raffer, K. (1987). Unequal exchange and the evolution of the world system. Springer.
Riad, H. (1964). L’Egypte nasserienne. Editions de Minuit.
Rodney, W. (1972). Problems of Third World Development. Ufahamu: A Journal of African Studies, 3(2). https://escholarship.org/content/qt2th7j61n/qt2th7j61n.pdf
Rodney, W. (1976). World War II and the Tanzanian economy. Africana Studies and Research Center.
Rodney, W. (2018). How Europe underdeveloped Africa. Verso Books.
Saavedra, F. E. (2014). Historia del debate ambiental en la politica Mundial 1945–1992. Instituto de Estudios Avanzados Universidad de Santiago de Chile.
Sabri-Abdalla, I. (1980). Heterogeneity and differentiation: The end for the Third World? In Dialogue for a New Order (pp. 22–44). Elsevier.
Salem, S. (2019). Haunted histories: Nasserism and the promises of the Past, Middle East Critique, 28(3), 261–277.
Ṣāliḥ, A. (2018). The Stillborn: Notebooks of a woman from the student-movement generation in Egypt. Seagull Books.
Schmalzer, S. (2016). Red revolution, green revolution: Scientific farming in socialist China. University of Chicago Press.
Schumacher, E.F. (2011). Small Is beautiful: A study of economics as if people mattered. Random House.
Temin, D. (2024). Third World developmentalism as/in basic needs: Mahbub Ul-Haq and radical liberal developmentalism. WPSA.
The Cocoyoc Declaration. (1975). International Organization, 29(3), 893–901.
Tilley, L., & Ajl, M. (2022). Eco-socialism will be anti-eugenic or it will be nothing: Towards equal exchange and the end of population. Politics, 43(2), 201–218.
Mao, T.-t. (1945). We must learn to do economic work. In Selected works, Vol. III. https://www.marxists.org/reference/archive/mao/selected-works/volume-3/mswv3_22.htm
Zouari, A.-J. (1998). European capitalist penetration of Tunisia, 1860–1881: A case study of the regency’s debt crisis and the establishment of the international financial commission. Dissertation. University of Washington.
1 İsmail-Sabri Abdallah’ın isminin çevrimyazısı belgeye bağlı olarak değişmektedir. Soyadını “Abdallah” olarak aktarırken, referans ve bibliyografya içindeki çeşitli İngilizce kaynak belgelerde kullanılan yazım şeklini korudum. Arapça çevrimyazılar da tutarlılık adına İsmail-Sabri Abdallah olarak aksan işaretleri olmadan çevrilmiştir.
2 Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’nun (UNESCO) iç kaynaklı kalkınma konusundaki araştırma programlarıyla radikalleşmesi, Birleşmiş Milletler Üniversitesi’nin çalışmaları ve Anouar Abdel-Malek’in idaresi araştırılması gereken bir konudur.
3 Bu konuyla ilgili birçok çalışma arasında bakınız: Abdallah (1970), Mısır Arap Cumhuriyeti (1978) ve (Abdallah, 1969).
4 Bu düşünceyi geliştirmeme yardımcı olduğu için Zeyad el Nabolsy’ye teşekkür ederim.
5 İsmail-Sabri Abdallah, “Naẓrah Miṣriyyah ‘alā Tārikhinā al-Ḥaḍārī,” al-Ṭalia, s. 74-82, Haziran 1972.
6 Mısırlı ve Arap marksistlerin daha önceki, “Yeni Sol” öncesi kuşağı üzerinde Çin’in ilişkisi ve etkisi yazılmaya devam ediyor, ancak Anouar Abdel-Malek gibi kişilerin yazıları ve Amin, Abdallah, Fawzy Mansour ve diğerlerinin biyografileri ve yaşam deneyimleri Çin deneyiminin merkeziliğini gösteriyor.
7 Abdallah’ın düşüncesinde meşru müdafaa, sanayileşme, savaş ve kalkınma arasında Filistin ve Arap bölgesine özel vurgu yapan bağlantıları ele alan bir başka makale de yakında yayımlanacak.
8 Emperyalizme yönelik ekonomistik ve sosyolojik yaklaşımların tartışılması için bkz. Kadri (2019).
9Abdallah, diğerlerinde olduğu gibi, teorik alanın yetersiz kavramsallaştırılmasından ve bağımlılığın kesin tanımından muzdariptir; bkz. Dussel (1988).
10Sabit ve değişken sermayenin ucuzlamasına ilişkin argümanlarıyla birlikte bu sürecin en iyi açıklamalarından biri Mintz’de (1986) bulunabilir.
11Elbette, doğal kaynaklara yeterli değer biçme konusundaki mikro-ekonomik yetersizlikle ilgili bu argümanın olası bir çözümü, bunlara bir fiyat biçmekti, ancak Abdallah çevre ekonomisinden aşina olduğu bu yaklaşımı hiçbir zaman savunmadı.
12Bunun aksine, Duncan’ın (2007) doğanın nihai olarak nasıl karar verdiğini açıkladığı argümanlarına bakınız. Abdallah daha sonra insan-doğa ortak yaşamı için çağrıda bulunmuştur (I.-S. Abdalla, 1981, s. 9).
13Bu bağlamda tartışıldığı üzere, Avrupa kökenli ve Soğuk Savaş itkisine sahip kalkınmacı düşünce, radikal tarım reformuna karşı küresel bir savaş açmıştır; bkz. Friedmann (1993, s. 37) ve Moyo ve diğerleri (2013).
14Ç.N.: Paul Narcyz Rosenstein-Rodan (1902-1985) Kraków’da doğmuş, Viyana’da Hans Mayer’in yanında Avusturya geleneği içinde eğitim görmüş Yahudi kökenli bir iktisatçıydı. Ekonomiye ilk katkıları saf ekonomi teorisi alanında olmuştur – marjinal fayda, tamamlayıcılık, isteklerin hiyerarşik yapıları ve Avusturya Okulu’nun zamanın yaygın olan konuları (Wikipedia).
15Ç.N.: Gérard Destanne de Bernis, 10 Kasım 1928’de Bordeaux’da doğdu ve 24 Aralık 2010’da La Tronche’da öldü, marksist bir iktisatçı ve Paris’teki Institut de sciences mathématiques et économiques appliquées’nin Başkanıydı. François Perroux’dan eğitilm aldı. Onun ekonomideki güç, tahakküm ve asimetrilere ilişkin analizlerinden güçlü bir şekilde ilham almaya devam etmektedir. Kalkınma teorileri Perroux ve yapısalcı kalkınma ekonomistlerinin (Gunnar Myrdal, Prebisch, Furtado) fikirlerinden güçlü bir şekilde esinlenmiştir (Wikipedia).
16Ayubi’nin belirttiği gibi, “altmışlı yılların sonundan itibaren, yüksek nitelikli bilim insanları, öğretmenler ve mühendislerin göçünün endişe verici bir şekilde arttığına ve yetmişli yıllarda – bazı kaynaklara göre – tüm göçmenlerin yüzde 70’ini oluşturduğuna inanılmaktadır” (1983, s. 431). 431); ayrıca bkz. İsmail-Sabri Abdullah, “Hiya Qaḍīyah Sīāsīyah fī al-Maqām al-Awwal,” al-Ṭalī’ahi, Nisan 1973, s. 41-43.
17 Ismail-Sabri Abdallah, “al-Thawrah al-Tiknūlūjīyah wa al-Niẓām al-Ishtirākī,” al-Ṭalī‘ah, Şubat 1970, s. 39-43.
18Gilligan’s Island, United Artists Television tarafından yapımı gerçekleştirilen Amerikalı televizyon sitcomu. 26 Eylül 1964 ile 4 Eylül 1967 tarihleri arasında CBS kanalında üç sezon yayınlandı. Programın sponsorluğu Philip Morris & Company ile Procter & Gamble idi. Dizinin konusunu, bir gemi kazasıyla bilinmeyen bir adaya düşen yedi kişinin (iki mürettebat ekibi ve beş turist) hikâyesine dayanmaktadır. Karakterler, adadan kaçmaya çalışmanın yollarını aramaktadırlar. (Wikipedia)
19Amin’in Fransız heterodoks iktisadına ve Latin Amerika yapısalcılığına olan borcu doktora tezinde daha belirgindir (Amin, 1957).
20 Diğer tartışmalar için bkz. Ajl (2025).
21Bu tartışmanın yeniden gündeme geldiği açıktır, ancak bu kez pek çok Üçüncü Dünya akademisyeni kuzeyli neo-Malthusçularla aynı hizada yer alarak “ekstraktivizm” hakkındaki çağdaş tartışmalara katılmaktadır; bkz. Linera (2011) and Ajl (2023).
22Abdallah’ın yaklaşımı çağdaş dönemde, kısmen yabancı sermayeye açılmaya dayanan ancak birikim üzerindeki siyasi kontrolden vazgeçmeyen Çin’in kalkınma deneyimi ile tartışmalı bir şekilde çürütülmüştür.
23 Bu tartışma 1980’lerde hem Tunus hem de Fas’ta ele alınacak ve genişletilecektir; bkz GREDET (1983).
24Ismail-Sabri Abdallah, “al-Thawrah al-Tiknūlūjīyah wa al-Niẓām al-Ishtirākī,” al-Ṭalīa, February 1970, pp. 39–43.
25 Tarih yazımının bir muhasebesinin yanı sıra başka bir örnek için bakınız (Ghosh, 2024). Ne yazık ki, Mao dönemi “birleşik” teknolojisinin henüz yaygın bir ilgi görmediği ve muhtemelen Abdallah ve Amin’in kınadığı folklorist yaklaşımların birçoğuna asimile olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu görülmektedir.