Bu yazıda, önümüzdeki haftalarda Polen Ekoloji Kolektifi olarak Türkçeleştireceğimiz, Climaximo’dan dostlarımız Sinan Eden ve Mariana Rodrigues’in kaleme aldığı All In: A Revolutionary Theory to Stop Climate Collapse kitabı öne çıkan yanlarıyla incelenmiştir. Kitabın bizce de oynayabileceği en kritik rol devrimci iddialı parti ve kitle örgütlerinin devrimci stratejilerini iklim değişikliğinin sonuçlarıyla değişen ve daha hızlı değişmeyi sürdürecek olan nesnel koşullara göre güncelleme gerekliliğine yönelik vurgusudur. Dahası, kitap devrimci yol arayışındaki kitle örgütlerine, düzenle bağını koparmak isteyen örgütçü militanlara somut, uygulanabilir yol haritaları sunmaktadır. Kitabın yaptığı devrimcileşme çağrısını ve vurguladığı ekolojik çöküş bağlamını, mevcut devrimci harekette, onun doğal en geniş antifaşist tabanında yankılandırmak, coğrafyamızın koşullarına uyarlamak, mekana yayılan devrim stratejilerine zaman bağlamını ekleyerek kapitalizmin çürümüş cenazesini kaldırmayı bizzat üstlenen nesiller olmak henüz yazılmamış bölümleri oluşturuyor.
Brendan Montague | 10 Şubat 2025 | The Ecologist
İktidardakiler artık iklimsel çöküşü engellemek için hiçbir şey yapmayacaklarını şüpheye yer bırakmayacak şekilde gösterdiler: Bu, cüzdanını fosil yakıtlarla doldurmuş plütokrasinin egemenliği. İklim aktivistlerinin her daim karşılarına çıkan soru, iktidardakilerin zihinlerini değiştirmek için mi çalışmalı, yoksa iktidarda olanları mı değiştirmeli ya da iktidar denen şeyin kendi doğasını mı değiştirmeli oldu.
İlk seçenek ortadan kalkmış gibi görünüyor. Donald Trump’ın ABD’de demokrasiye yönelik saldırısı, dünyanın halihazırdaki süper gücünün, iklimin çöküşü gerçeği bir yana, her türlü gerçeklikten kopuk görünen bir klik tarafından kontrol edildiği anlamına geliyor. Joe Biden iklim bilimini kabul etmiş olabilir – ancak Demokratlar yine de her yıl insanlık tarihindeki tüm ulus devletlerden daha büyük miktardaki fosil yakıtın üretiminde yönetimdeydiler.
Aynı ders yakın İngiliz tarihinden de çıkarılmalıdır. Son gelişmeler, temsili demokrasi içinde yeni bir hükümet seçmek için oy kullanarak iktidardakini değiştirme olasılığının bile ortadan kaldırıldığını gösteriyor. Oligarklar, Jeremey Corbyn’in İşçi Partisi’nin başbakan adayı olma ihtimalini ortadan kaldırmak için ortak bir davayı üstlendiler, zira Corbyn, bir milyon geçinilebilir güvenli iş imkanı yaratırken iklim çöküşü meydan okumasını da çözecek bir Yeşil Yeni Anlaşma önermişti.
Oligarşik
Corbyn’in iklim planını koruyacağına söz vererek sonradan İşçi Partisi’nden başbakan olan Sör Keir Starmer, mevcut hükümetimizin emisyon azaltımı sağlama olasılığını kasıtlı olarak sabote etti: CCS ve nükleerin arkasında durdu, Heathrow’un genişlemesini destekledi ve şu an Rosebank ve Jackdaw petrol sahası projelerinin önünü açacak gibi görünüyor.
O halde tek seçenek, iktidarın doğasını değiştirmektir. “Toplumumuzun tüm örgütlenme biçimi devrim yoluyla kökten değiştirilmelidir”. Channel 4’ün geçen ay yayınladığı Z Kuşağı: Eğilimler Gerçekler ve Güven, raporunda yer alan anket sonuçlarına göre, bu duygu 13 ila 27 yaş arasındaki -genellikle Z Kuşağı olarak tanımlanan – insanların yüzde 47’si tarafından paylaşılıyor. Aynı araştırma X kuşağının yüzde 62’sinin “zenginler için ayrı, yoksullar için ayrı bir hukuk olduğuna inandığını” ortaya koyuyor. Bu araştırmanın verdiği izlenim, Z kuşağında siyasetle bir şekilde ilgilenenlerin, ileriye götürecek tek yolun devrim olduğuna inandıkları yönündedir.
Çevreci yazar ve aktivist George Monbiot, bu kuşağın kaygılarını yansıtan az sayıdaki ana akım muhabirden biri. Oligarşinin gücünü nasıl pekiştirdiğini ve sadece kitlesel toplumsal hareketlerin bu iktidara el koyan oligarşiyi ve iklim kıyametine doğru kaymaya devam eden zemini önleyebileceğini açıklayan kısa bir video yayınladı. “Şu anda gördüğümüz şey oligarşik gücün büyük bir geri dönüşüdür,” diye açıklıyordu videoda: “Ve bu tarih boyunca gördüğümüz bir olgudur. Oligarşik iktidarlar sık sık geriletilir ama sonra yavaş yavaş yeniden toplanmaya başlar ve siz yeterince mücadele etmediğiniz sürece yeniden başlarlar.”
Monbiot, bu çıkmazı daha iyi anlamak için Walter Scheidel‘in The Great Leveler: Violence and the History of Inequality from the Stone Age to the Twenty-First Century (Büyük Düzleme: Taş Devrinden Yirmi Birinci Yüzyıla Şiddet ve Eşitsizliğin Tarihi) adlı kitabına başvuruyor. Burada, şimdiye kadar, yaygın siyasi ve ekonomik eşitsizliğin tersine çevrilmesinin yalnızca dört yolu olduğunu tespit ediyor: topyekün savaş, topyekün ve şiddetli devrim, devletin çöküşü ve büyük salgınlar. Eğer Scheidel haklıysa, korkunç bir paradoksla karşı karşıyayız demektir. Şiddet içermeyen bir toplumsal hareketin, iktidarın, saçmalık derecesinde aşırı varlıklı azınlıktan çoğunluğa geçmesini sağladığı, bir devri kapatıp yenisini açan bir örnek yok henüz. Oysa iktidarın bu devri, iklimin kontrolden çıkmasını ve toplumsal çöküşü önlemenin tek yoludur – ki bunlar da korkunç bir şiddeti beraberinde getirecektir.
Monbiot şöyle diyor: “Başka bir topyekün savaş çıkana kadar beklemek istemiyorum; milyonlarca insanın öldüğü büyük şiddet içeren bir devrimi görmek istemiyorum; devletin çöküşünü görmek istemiyorum; nüfusun üçte birini yok eden büyük bir veba salgını görmek istemiyorum.” “Bunlar geçmişte oligarşik iktidarı yok eden güçlerdir. Bunlar olmadan bunu yapmanın yollarını bulmak için oldukça zeki olmak zorundayız.”
Kopuş
Monbiot’nun iddiası, şiddete dayanmayan tamamen yeni bir toplumsal dönüşüm yöntemi geliştirebileceğimiz yönünde. O halde soru şu: Geçmişin şiddet içeren devrimleri şiddet içerdikleri için mi başarılı oldular, yoksa şiddete duyulan hayranlığın gölgesinde kalmış başka bir belirleyici faktör mü vardı? Tarihte Roma’nın düşüşünden Şeyh Hasina’nın geçen yıl Bangladeş başbakanlığından istifasına kadar, iktidarın kökten değiştiği pek çok olay yaşanmıştır. Eğer bunların gerçekleşmesini sağlayan, şiddetin kaba kullanımı dışında bir yöntem varsa, o zaman elbette bunu bulmamız gerekmez mi?
Mariana Rodrigues ve Sinan Eden neredeyse on yıldır Portekiz’deki Climáximo örgütü ile iklim aktivizminin ön saflarında yer alıyor. İlk kitapları All In A Revolutionary Theory to Stop Climate Collapse adlı ilk kitaplarını henüz yayınladılar. Bu kitap, iklim krizine verilecek yanıtın oligarşik iktidar ve daha genel olarak kapitalizm sorunuyla nihai bir hesaplaşmayı zorunlu kıldığı gerçeğini bu kadar doğrudan ele alması bakımından neredeyse benzersiz. Climáximo son derece başarılı bir doğrudan eylem hareketi olageldi. Hareketin iki temel örgütçüsünün teorik çalışmaları ciddiye alınmalı.
All In kısa, keskin, şok edici bir kitap; ve tam olarak ne diyorsa onu yapıyor. Kitap şöyle başlıyor: “Kapitalist sistem iklim krizinin temel nedenidir ve bu krizi çözme perspektifi kesinlikle yoktur. Bunun mantıksal sonucu, iklim adaletini talep eden her hareketin görevinin kapitalizmi yıkmak olduğudur…” Şu noktanın altını özellikle kalınca çiziyorlar: “Kapitalizm ve fosil yakıtlar arasındaki iç içe geçmiş yapı şunu dikte eder: iklim krizini durdurmak kapitalizmin sonunu ima eder, buna eşlik eder ve bunu gerektirir.”
Rodrigues ve Eden, iklimin çöküşünü zamanında önlemenin tek yolu olarak toplumu temelden değiştirmek istiyor. Şu üç gözlemde bulunuyorlar: İklim küresel bir krizdir; küresel bir harekete ihtiyacımız var; küresel işçi sınıfının hareketine ihtiyacımız var. “İşçi sınıfı parçalanmışken sermayenin küresel olarak örgütlenmiş olması bizim çözmemiz gereken bir sorundur” diyorlar. Buradan da sadece “kopuşu” hedefleyen bir hareketin başarılı olabileceği sonucuna varıyorlar. Bu hareket, toplumu içeriden değiştirmek isteyen ya da sadece sistemin dışında değişim yaratmak isteyen aktivist gruplardan mutlaka ayrışmalıdır.
Yazarlar ayrıca oligarşiye karşı esaslı bir meydan okuma olmadığı sürece aşırı sağın yarattığı tehdidin artacağı yönündeki Monbiot’nun dile getirdiği endişeyi de taşıyorlar. Ancak, Trump’ın ve Elon Musk gibi insanların yükselişinin, bu iktidara meydan okuyuşa verilen bir yanıt olduğunu öne sürüyorlar. “Sermayenin karşılık vereceğini” ve “aşırı sağın (örgütler, politikalar ve kültürel kodlar biçiminde) yükselişinin buna doğru kayışın bir tezahürü olduğunu” savunuyorlar.
Kapasite Biçimleri
Kitabın amacı böylece aslında kopuş için bir hareket inşa etmek oluyor. Kopuş modeli, çatlakları doldurma ve simbiyotik olandan farklı olarak bir dönüşüm modeli olarak tanımlanmaktadır. Bu ayrım Erik Olin Wright ve kitabı Envisioning Real Utopias‘tan alınmış. Sistemdeki çatlakları dolduran hareketler devletin etki alanının dışında, simbiyotik hareketler mevcut devletin etki alanının içinde alternatifler inşa etmek isterken, kopuşsal dönüşüm modeli ise devletin kendisinin ve ondan daha fazlasının devrimci bir dönüşümünü gerektirir. Almanya’daki Ende Gelände‘nin çatlakları dolduran, İngiltere’deki Just Stop Oil‘in (JSO) simbiyotik, Climáximo‘nun ise kopuşsal olduğunu söylüyorlar. Gerçekten de Yokoluş İsyanı’nın (XR) ve daha sonra JSO’nun kurucularından Roger Hallam’ın şiddet içermeyen devrim çağrısı yapan açıklamaları, bu son örgütün simbiyotikten kopuşa geçtiğine işaret ediyor olabilir.
Rodrigues ve Eden için kopuş ideolojik olmaktan ziyade pragmatik bir seçim. “Kopuşçu bir kitle hareketi inşa etmemiz ve bunu hızlı bir şekilde yapmamız gerektiği gerçeğini aynı anda hem kabul ediyor hem de bundan dehşete düşüyoruz,” diye açıklıyor yazarlar. Kitap, kendini kopuşa adamış çevre aktivistlerinin bir araya gelerek yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde kendi hareket ekosistemlerini yaratmalarını öneriyor. Kopuş hareketindeki her örgüt ya da grubun bu küresel ağları oluşturmak için önemli kaynaklara sahip olması gerekiyor.
Kopuş hareketi zorunlu olarak kendi içinde farklılaşacaktır ve yazarlar burada üç farklı büyük strateji tanımlamaktadır: Kendiliğinden ayaklanma, kitlesel ajitasyon ve ideolojik seferberlik. Öneri, aktivistlerin bir strateji seçmesi ve bu stratejiye sıkı sıkıya sarılmasıdır. Bu aktivistler aynı zamanda hareket ekolojisi düşüncesini uygulamalı ve görünüşte rakip olan gruplarla birlikte çalışmalıdır: Bu, farklı bir büyük strateji seçen diğerlerini eleştirmekten kaçınmayı da içerir. “Birbirimizle tek bir büyük strateji üzerinde tartışmayacağız. Tartışmamalıyız da. Bu bölünmeye ihtiyacımız var çünkü farklı yerlere ve farklı fırsatlara bakıyoruz. Farklı senaryolar için hazırlanıyoruz.”
Yazarlar ayrıca farklı büyük stratejiler arasında ortak olan farklı “kapasiteler” tanımlamaktadır. Zeynep Tüfekçi’nin Twitter ve Gözyaşartıcı Gaz adlı kitabında ortaya koyduğu başlıca kapasiteler ya da kabiliyetler ‘anlatı oluşturma’, ‘kesintiye uğratma’ ve ‘kurumsallık’tır. Hareketlerin “bu üç ana yeteneğin hepsine yatırım yapmaları beklenmektedir”. Rodrigues ve Eden ayrıca ‘dayanıklılık’, “hareketin baskı altında kendini yeniden üretme kapasitesi”; ‘kuruculuk’, “eylemlerimizle dünyaya ne istediğimizi doğrudan göstermek”, ‘koordinasyon’, “ortak kampanyalar, küresel eylem günleri ve uluslararası konferanslar” olarak sunulan destekleyici kabiliyetleri de tartışmaktadır.
Metodolojiler
All In, aktivist bir grubun kopuşsal bir değişim yaratmak için uygulayabileceği net bir faaliyet programı ortaya koyuyor. Bu program, kopuşa yönelik çalışma, büyük stratejiler ve kapasiteler hakkındaki tüm teorileri uygulamaya yönelik: “zafer için planlama” aşamaları şunlardır: 1) Hareketin haritalanması; 2) Uygulama ve 3) Enternasyonalizm.
İlk adım hareketin haritalanmasıdır. Yeni bir grup kopuş görüş açısına sahip mevcut hareketlerle ilişkilenecek ve bu hareketlerin içinde yer alacaktır. Amaç, yeni örgütün mevcut aktivist ekosisteminde en iyi nereyi tamamlayacağını ve ona nerede değer katacağını bulmaktır. “Hareket düzeyinde strateji için şunu soruyoruz: Hangi kabiliyet/kapasiteler eksik? Kimsenin bakmadığı eksik ne? Büyük stratejilerden hangisi yeterince gelişmemiş? Hangi bağlantılar iyi kullanılmıyor? Hangi bağlantılar eksik?”
Kitap, hareket-ekolojisi çerçevesinde tartışılan bir “parti olarak hareket” çağrısında bulunması bakımından ayırt edicidir. Burada vurgulanmak istenen, aktivistlerin yaratıcı ve teorik çeşitliliğe sahip bir hareket oluşturabilecekleri ve oluşturmaları gerektiğidir. Bu aktivistlerin hareketin haritasını çıkarmaları ve farklı büyük stratejiler, farklı yetenekler ve farklı gruplar olmasını sağlamaları gerekir. Ancak hareket, bütünlüğü içinde kopuşa doğru ilerlemektedir. “Hareket düzeyinde strateji belirlemek korkutucu ve güçlendiricidir.”
Ana nokta, aktivistlerin eldeki kapasite havuzunun hareket ekolojisi genelinde eyleme geçirilmesini sağlamaları ve endişelerini tek bir örgütün veya partinin başarısıyla sınırlamamaları gerektiğidir. Kitap, bireylerin, grupların ve hatta siyasi partilerin belirli bir alandaki kapasitesini geliştirmeye ve hayata geçirmeye odaklanmak isteyebileceğini öne sürüyor. Ancak bir sistem olarak hareket “tüm bu yeteneklere ihtiyaç duyacaktır”. Bu nedenle, harekette hangi yeteneklerin eksik olabileceğini anlamak ve bu alana girmek herkesin sorumluluğudur.
İnsanlar büyük stratejileri ve metodolojileri olan farklı gruplar oluşturabilirler ve oluşturacaklardır. Parti olarak hareket yaklaşımının en ilginç iddiası şudur: “Örgütlerimizin birbirlerine ihtiyacı yok gibi görünüyor, ancak hareketin her iki örgütünüze da ihtiyacı var. İşte bu yüzden toplumsal hareketler için ekoloji kelimesini kullanıyoruz.” Yazarlar “kendi bütünlüğü içinde tamamlayıcılığa ihtiyacımız olduğu” sonucuna varıyor.
Radikal
Parti olarak hareket hem çeşitliliğe ve otonomiye hem de koordinasyona ve merkezi karar alma mekanizmalarına olanak tanır. Eski günlerin merkezi komiteleri, komuta ve denetim örgütleri, çılgınca sürekli birbiriyle iletişim halinde bir nesil için geçersiz hale gelmiştir.
Bununla birlikte, geleneksel partinin muhafaza edilmesi ya da yeniden inşa edilmesi gereken getirileri de vardır. Bunlar arasında uluslararası kurumların oluşturulması, üyeler üzerinde bağlayıcılığı olan hareket çapında anlaşma zeminleri ve planlar ile tartışmalar ve kararlar için forumlar yer almaktadır. “Devrimci bir hareketin bir anayasanın nasıl yazılacağını, demokratik bir kamu yönetiminin nasıl inşa edileceğini ve toplumsal-siyasal bir geçiş sürecinin nasıl yürütüleceğini bilmesi gerekir.” Yazarlara göre Rusya’daki ilk sovyetlerden alınacak dersler var.
All In programı için bir sonraki önemli adım uygulamaya geçirme olarak adlandırılıyor. Bu, kitapta daha önce sunulan analize dayanarak hangi eylemin gerçekleştirilmesi gerektiğini açıklamaktadır. Bu, iklim çöküşünün yaratıcısı olarak kapitalizmle “hesaplaşmayı” ya da onunla ilgili “gerçeği söylemeyi”; küresel bir hareket inşası için azmi; işçi sınıfını hareketin merkezine almayı; hareketin kopuşu hedeflemesini sağlamayı; büyük bir stratejinin benimsenmesini; hareket ekolojisinin geliştirilmesini gerektiriyor.
Uygulama aşaması bazı pratik faaliyetler de önermektedir. Bunlar arasında, toplumsal hareket örgütlerine, Yokoluş İsyanı’nın ilk döneminde benimsediğine benzer bir yaklaşımla, bir İklim Acil Durumu Bildirgesi benimsemeleri çağrısında bulunmak yer alıyor. Aktivist gruplar böyle bir belgeyi kendi hedefleri olarak benimsemeli ve diğerlerini de aynısını yapmaya çağırmalıdır.
“Bu imzalanacak herhangi başka bir belge değildir. Örgüt kültüründe radikal bir değişim, hareket içinde konformizmi ve yabancılaşmayı sürekli ve sistematik olarak reddetme konusunda bir anlaşma öneriyoruz… olağanüstü bir durumda yaşadığımızı kabul etmeliyiz ve örgütlerimizi buna göre yeniden yapılandırmalıyız.”
Güç
Kitap, yalnızca sistem içinde değişimi hedefleyen bir hareket gücü inşası yönteminden farklı olarak, iklim krizine bir yanıt olarak kopuş çağrısında bulunuyor. Yazarlar bu nedenle çok farklı bir toplumsal değişim tarihi sunuyorlar: Bu örnekler, kopuşun mümkün olduğunu ortaya koyarken, aynı zamanda kopuşun gerçek dünyada nasıl başarılabileceğine dair dersler de sunuyor. Yazarlar, “Yeni nesil örgütçülerden tarihsel deneyimlerden dersler çıkaran kesimin yeterli oranda olmadığını düşünüyoruz” diye açıklıyorlar.
Tarih bu haliyle bir eğitim konusu ve alıştırmasıdır. “Nasıl kazandıkları ve neden kazandıklarıyla ilgileniyoruz. Onların olasılık teorileriyle ilgileniyoruz: Yani, toplumda değişimin nasıl gerçekleştiğine dair inanç ve varsayımlar sistemiyle.” Böylece “bir eylem algoritması” arayışına giriyoruz.
Sunulan tarih, 1799 Fransız Devrimi’ndeki Jakoben zaferinden başlayıp 1804 Haiti Devrimi’ne, sonraki yıllarda İtalya’daki Carbonari devrimcilerine, ütopyacı sosyalistlere ve 1848 Paris Komünü’ne, Komünist Karl Marx ve anarşist Mikhail Bakunin’in takipçileri arasındaki 1872 tarihli bölünmeye, 1917 Rus devrimi ve ardından Troçki ve Stalin arasındaki bölünmeye, 1949 Çin devriminde Mao Zedong’un yükselişine, Küba devrimi, Afrika, Güney Amerika ve diğer yerlerde sömürgecilikten kurtulmayı sağlayan gerilla hareketlerine kadar uzanıyor.
Bu yüksek hızlı tarih bizi Arap Baharı’na (2010’lar), Ukrayna’daki AB yanlısı protestolara (2014), Fransa’daki Sarı Yelekliler protestolarına (2018) ve ABD’deki Black Lives Matter protestolarına (2020) kadar götürüyor. Kitap, günümüzde gerçekleşen başarılı ‘kopuşlara’ da işaret ediyor. “Şu anda dünyanın dört bir yanında aktif olan onlarca kopuşçu kitle hareketi var. Son birkaç yıla hızlı bir bakış Bangladeş, Burkina Faso, Kenya, Myanmar, Nijer, Sierra Leone ve Sri Lanka örneklerini verecektir.”
Tüm bu tarihçenin amacı, başarılı bir köklü değişim teorisi oluşturmaktır. Tüm bu hareketlerin ortak noktası sadece şiddetin varlığı değildir. Yazarlar, her hareketin iktidarı ele geçirmek için kasıtlı ve bilinçli bir girişim içerdiğini savunuyor. Bu bazen ekonomik güç, bazen de siyasi güçtü. Bu bazen uluslararası düzeyde güç ilişkilerini değiştirmeye yönelik bir girişim olurken, bazen de ulusal kurtuluş ölçeğinde kalmıştır.
Adalet
İktidarı ele geçirmenin amacı her zaman oligarşiyi sona erdirmek ve demokrasiyi getirmek olageldi. Ve bugün demokrasi, iklim için eyleme geçmenin bir ön koşuldur. Tarihin bu anlatımı, kitle hareketlerinin değişimi gerçekleştirmek için yeterli olduğu iddiasını desteklemek için kullanılan 1960’ların ABD’deki sivil haklar hareketinin yakın zamandaki yorumlamalarına karşıt olarak sunulmaktadır.
Bu kısa manifesto aynı zamanda mevcut iklim hareketlerini keskin bir şekilde eleştirerek kendi entelektüel alanını yaratıyor ve bunu kayda değer düzeyde dürüst bir özeleştiri ile dengeliyor. Rodrigues ve Eden şu anda moda olan hareket gücü metodolojisine şüpheyle yaklaşıyor. Eleştiriler ana akım STK’lara, kopuştan bahseden ama bunu gerçekleştirmeye niyeti yokmuş gibi görünen sol örgütlere ve ekofeminist düşünceyi ve işçi sınıfı pratiğini denklemin dışında bırakan sosyal adalet kampanyalarına yönelik.
Momentum Topluluğu‘ndan Paul Engler ve Carlos Saavedra, ABD, Avrupa ve ötesindeki STK’lar ve kampanya grupları tarafından benimsenen bir hareket gücü yöntemi geliştirdiler. Bu ve benzeri hareket teorileri, bu kitapta öne sürüldüğü gibi, iktidarın ele geçirilmesi ve devrimle değil, “toplumsal ve/veya siyasi değişimle” sonuçlanır. “Bu, tasarımı gereği sosyoekonomik sistemi değiştirmeyi amaçlamayan bir değişim teorisidir”; bunlar, “derin bir hayal gücü eksikliği ile maluldür” ve ”neoliberal dünya görüşünün birinci dereceden kuzenidir.”
Bu yeni kitap, şiddet içermeyen doğrudan eylemin henüz oligarşiden iktidarı alıp başkasına taşıyan ciddi bir örnekle sonuçlanmadığı gerçeğiyle hesaplaşıyor. “Yazarlarınız… bu sisteme karşı devrimci bir potansiyele dönüşmeyen tüm isyanlar için derin bir öfke duyuyorlar.”
Bir çelişkiye işaret ediyorlar. Tüm dünyada giderek artan sayıda genç, özellikle iklim krizine yanıt olarak devrimin gerekli olduğuna inanıyor. Ancak bugün “bu hareket, sistem değişikliği perspektifini yapısal olarak engelleyen bir çerçeve altında strateji geliştiriyor. İklim adaleti hareketinin en radikal kanadının bile değişim teorisinin çıktılar listesinde post-kapitalist bir toplum yok.” Bu nedenle “yeni toplumsal hareketlerin kendi değişim teorilerini inşa etmelerini” öneriyorlar. Bu nedenle All In, hareketin güç stratejisinin hem sağlam bir eleştirisi hem de gerekli bir tamamlayıcısıdır.
Hakikat
Bu kitabın bazı sınırlamaları bulunuyor ve yazarlar bunun farkında. Giriş sayfalarında “basitleştirme derecesi öyle düzeyde ki, anlatımımız temel yönleri gözden kaçıracağı için açıkça yanlış görünecektir” itirafında bulunmaktadırlar. Ayrıca, bunun “akademik bir kitap olmadığını” ve hatta “bu kitabın amacının doğru olmak olmadığını” söyleyecek kadar ileri gittiklerini de belirtiyorlar. Daha spesifik belirtmek gerekirse, bu bir parti çizgisi girişimi değildir: “’Marksizmin doğru versiyonuna’ ulaştığımızı iddia etmiyoruz,” diyorlar.
Yazarların daveti, iklim krizini – kapitalizmin özgül bir krizi olarak – ele almak isteyen herkesi, ciddi teorik farklılıklara rağmen birlikte çalışmaya davet etmektir. Kısacası, “aynı fikirde olmamayı kabul etmeyi öğrenmeliyiz”. Bu kitapta katılmadığım çok şey var. Ancak daveti kabul ediyorum ve burada faydalı olmadığını düşündüğüm şeylerin üzerinde durmak yerine faydalı olanları güçlendirmeye çalıştım.
Projenin iddiası ikna edici, referans alınan tarihin genişliği etkileyici, entelektüel referansların derinliği ikna edici. Rodrigues ve Eden, iklim hareketini sadece bir noktaya kadar ilerleten hareket gücü inşası stratejisine alternatiflerini, şiddetli bir dönüşüm döneminde olmalarına rağmen toplumlarını değiştirmede gerçekten başarılı olmuş tarihsel aktörlerden dersler çıkararak geliştirdiler.
Müzakere edilemeyecek gerçekler var. Yüzey sıcaklıklarının sanayi öncesi ortalamadan 1,6 santigrat derece daha yüksek olduğu bir yıl yaşadık. Bu sıcaklık, yıkıcı etkiye sahip aşırı hava koşulları yarattı: Los Angeles yangınları bunun sadece bir örneği. Her yıl atmosfere salınan karbondioksit miktarı aslında artıyor. Küresel iklim politikası krizde: Amerika Birleşik Devletleri Paris Anlaşması’ndan daha yeni çekildi. Birleşik Krallık’ta, yenilenebilir enerji inşa edilmesine ayrılması gereken kamu yatırımları, menfaatlerin kamu yararının önüne geçmesi nedeniyle karbon yakalama ve depolama (CCS) ve nükleer enerji için çarçur edilecek.
Müzakereye açık olan şey, nasıl yanıt vereceğimizdir. Mevcut siyasi sistemimizde, kapitalist ekonomik sistem içinde felaket niteliğindeki iklim bozulmasını önlemenin bir yolu varsa, o zaman siyasi liderler yolu göstermelidir. Ancak biz tam tersi yönde ilerliyoruz. Ne Trump’ın ne de Starmer’ın herhangi bir çözümü yok.
Bu yüzden Z kuşağının neredeyse yarısı devrimi, iklim bozulmasını durdurmak için gerekli olan türden önemli bir toplumsal değişimin tek yöntemi olarak görüyor. Rodrigues ve Eden, bu tartışmayı ciddiye alarak muazzam bir cesaret ve dürüstlük gösterdiler. “Artık tüm mücadelelerimizin bir teslim tarihi var,” diyorlar. “Bir hakikat anındayız: sosyalizm ya da barbarlık.”