Close Menu
polenekoloji.org
  • BİZ KİMİZ
    • Manifesto (Türkçe)
    • Manifesto (Kurdî)
    • Manifest (English)
    • Amaç ve İşleyiş
    • Faaliyet Raporları
  • NE YAPABİLİRİM
  • ENSTİTÜ
  • POLEN BÜLTEN
  • POLEN DERGİ
  • GÜNDEM
  • TEORİ
    • Emekoloji
    • Gıda Egemenliği
    • Hayvan Özgürlüğü
    • İklim
    • Kent Ekolojisi
    • Mücadele ve Örgütlenme
    • Marksist Ekoloji
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi
Sitede Gezinin
  • ADALET MÜCADELELERİ (27)
  • EKOLOJİ/İKLİM HAREKETLERİ (68)
  • GÜNDEM (278)
    • ETKİNLİKLER (9)
  • MEDYA (13)
    • PODCAST (6)
    • VIDEO (7)
  • SÖYLEŞİ (42)
  • TEORİ (242)
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım (26)
    • Emekoloji (18)
    • Gıda Egemenliği (17)
    • Hayvan Özgürlüğü (7)
    • İklim (20)
    • Kent Ekolojisi (26)
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi (24)
    • Marksist Ekoloji (15)
    • Mücadele ve Örgütlenme (20)
  • YAYINLAR (48)
    • Faaliyet Raporları (2)
    • Polen Bülten (18)
    • Polen Dergi Yazıları (6)
    • Polen Ekoloji Kitaplığı (7)
Facebook X (Twitter) Instagram
polenekoloji.org
  • BİZ KİMİZ
    • Manifesto (Türkçe)
    • Manifesto (Kurdî)
    • Manifest (English)
    • Amaç ve İşleyiş
    • Faaliyet Raporları
  • NE YAPABİLİRİM
  • ENSTİTÜ
  • POLEN BÜLTEN
  • POLEN DERGİ
  • GÜNDEM
  • TEORİ
    • Emekoloji
    • Gıda Egemenliği
    • Hayvan Özgürlüğü
    • İklim
    • Kent Ekolojisi
    • Mücadele ve Örgütlenme
    • Marksist Ekoloji
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi
Facebook X (Twitter) Instagram
polenekoloji.org
Home » Söyleşi: Ani Sıcaklık Değişimleri, Kapitalizm ve Ekososyalizm

Söyleşi: Ani Sıcaklık Değişimleri, Kapitalizm ve Ekososyalizm

By Polen Ekoloji20 Nisan 2025Updated:20 Nisan 202515 Mins Read
Share
Twitter Email Telegram Facebook WhatsApp

Mezopotamya Haber Ajansı’ndan Ömer Güngör’ün Kolektifimizin İklim Çalışma Grubu’ndan Onur Yılmaz ile gerçekleştirdiği söyleşinin tam halini konunun detayları açısından tekrar paylaşıyoruz.


Söyleşi: Ömer Güngör
1) Türkiye ve dünyada yaşanan ani hava değişimini (bir hafta içinde 25 dereceden -5 dereceye düşmesi veya önümüzdeki hafta 15 dereceye kadar yükselmesi bekleniyor.) iklimsel bağlamda nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum, iklim değişikliğinin hangi yönleriyle ilişkilidir?

Öncelikle bu gibi “hava durumu” anomalileri ile “iklim değişikliği”nin ayrı şeyler olduğunu belirteyim. Hava durumundaki bu aşırı sıcaklık, yağış, yağışsızlık, hortumdan fırtınalara hava olayları iklim değişikliğiyle bağlantılı olarak daha sık, daha şiddetli ve daha yaygın hale geldi ve ne yazık ki veriler daha da kötüleşeceğini gösteriyor. Kısa süreli hava durumundan farklı olarak iklim ise bölgesel ya da dünyasal uzun vadede görülen döngüleri ve tahmin edilebilir olguları ifade ediyor. Bu tahmin edilebilir ve medeniyetlerin gelişiminin zemini olan iklimdeki değişiklik küresel bir olgu, ancak etkileri bölgesel olarak farklı sonuçlar doğuruyor. Ülkelerin bulunduğu enlem, kıtasındaki sularla yakınlık ve bağı iklimindeki değişikliğin de biçimini belirliyor. Artık “iklim krizi” olarak yaygınca ifade edilmeden önce “küresel ısınma” deniyordu, ki burada da iklimdeki etkinin hep ısınma yönlü etkiler olacağı gibi yanlış bir algı vardı.

Ancak mevcut iklim değişikliği, 1) yeryüzünün daha önce yaşadığı değişikliklerden farklı olarak çok kısa bir süre içinde ilerliyor; 2) dünya çapındaki yıllık yüzey sıcaklık ortalamasının yükselmeye (meşhur 1,5-2 °C olarak bahsi geçen artış) devam etmesi tüm yeryüzünü etkileyen kritik ekosistemlerin (yağmur ormanları, donmuş topraklar -permafrost-, kutup buzları, resifler, vb.) bazı eşik noktalarını geçirecek ve geri dönülmez zararlar görecek; 3) daha önce 10 yılda bir gibi seyrek görünen aşırı yağış, sıcak ve soğuk dalgaları, fırtına, kuraklık, sel, orman yangını gibi felaketler sıklaşırken bu gibi mevsimlerdeki kaymalar, ani geçişler, bahar mevsimlerinin kısalması gibi durumlar belirginleşecek. 2023 ve 2024 yıl ortalamaları  1,5 °C’nin üzerinde gerçekleşmişti, La Niña denilen daha soğuk geçen evrenin ardından bu Mart ayında bir kez daha küresel sıcaklık ortalaması 1,55 °C ile bu eşiğin üzerine çıktı. [1]

Bütün bu “sürpriz” günlük hava durumu geçişleri, işte iklim değişikliğinin kontrolden çıkmaya doğru gidiyor oluşu, yeni iklim dengesinin henüz oluşmamasıyla ilgili.

İklim sistemi yalnızca atmosferi değil, yeryüzündeki su ve buzul kütleleri de kapsayan dinamik ve kaotik bir sistem. Ancak sera gazı etkisiyle hızlanan ortalama sıcaklıklardaki artış havadaki nemi arttırıyor, bu hem daha güçlü hava olayları demek hem de okyanus asitliği, sıcaklığı ve akışlarında bozulmalar demek. Bu dengeler bir pozitif geri besleme mekanizması olarak iklim değişikliğini kendiliğinden hızlandırır halde şu an. Yine buzulların erimesi güneş ışınlarını daha az geri yansıtması ve deniz seviyelerinin artışı ile böyle bir mekanizma. Emperyalist kapitalist üretim tarzının tüm krizlerine rağmen yol açtığı emisyonların artmaya devam edişi bölgesel olarak da öngörülemeyen böyle yeni mekanizmaları ortaya çıkarıyor. Örneğin emsiyonları azaltmak için gemi ticaretinde alınan önlemler sonucunda atmosferdeki ani aerosol azalması atmosferdeki soğutucu etkiyi azalttığı için özellikle Kuzey Yarımküre’de bu tür beklenmedik sıcaklık sıçramaları daha sık görülebiliyor. İklim bilimcileri en yüksek uydu veri kapasitesi ve bilgisayar işlem gücüne erişerek artık çok daha çözünürlüğü yüksek modellemeler yapabiliyorlar. Son bulgular sıcaklık artışının hızlandığını ortaya koydu.[2] Ancak halen okyanusların tahmin edilenden hızlı ısınması, Atlantik Meridyonal Devirdaim Sistemi (AMOC) akıntısının yavaşlaması[3] ve çok hızlı bir şekilde durma ihtimali, Pasifik Okyanusu’nda Güney Amerika’nın batısından kaynağı anlaşılamayan doğrusal soğuk akıntı[4] ve bunun yol açtığı Kuzey Amerika’daki yağış rejimlerinin kuzeye doğru kayması gibi iklim modellerinin yetersiz kaldığı gözlemler bulunuyor.

2) Bu tür uç hava olaylarında artış yaşanmasının arkasında, sadece doğal değil, insan kaynaklı hangi dinamikler etkili? Fosil yakıt kullanımı, sanayi üretimi gibi faktörleri nasıl açıklarsınız?

Aşırı hava olayları iklim değişikliği nedeniyle gerçekleşiyor. Yeryüzü var olduğundan beri iklimi sürekli değişmiş, daha önceki kitlesel türlerin yokoluşunda da iklim belirleyici olmuştur. Günümüzde yaşanan iklim değişikliği ise tamamen kendisi 250 yıllık, kendisini ortaya çıkaran sömürgecilik ve küresel yayılma süreci 500 yıllık olan kapitalizm kaynaklıdır. Kapitalist üretim tarzı, en kısa sürede en çok kârı elde etmek için üretimin sürekli hızlandırıldığı, doğaya hammadde ve atık alanı olarak sürekli el konulduğu, kendisi dışında herhangi bir toplumsal örgütlenmeye imkan vermeyen bir sömürü sistemi. Üretim faaliyeti insanın varoluşunun bir parçasıdır ve her toplumsal düzende doğayla etkileşiminin adıdır, ancak daha önceki toplumsal düzenler üretici güçler (nicel ve nitel, teknik yönden) gelişkin olmadığından doğa ve iklim üzerindeki etkisi sınırlıydı. Dolayısıyla soyut olarak “insan kaynaklı” demek yerine somut olarak içinde bulunduğumuz tarihsel toplum düzenini işaret etmek sorunun kaynağını belirlemek için önemli.

Fosil yakıtlar, üretimi zaman ve mekan kısıtlarından çıkararak her yerde her an üretime imkan vermiş kapitalizme büyük ivme kazandırmıştır.[5] Sanayi, fosil yakıtların yaygın kullanımından önce de olmasına rağmen makineler sisteminin ortaya çıkarak fabrikaya dönüşüm ve her yeni teknik atılımla yoğunlaşan ve merkezileşen sermayeyle bugün artık dünya fabrikasına dönüşüm elbette fosil yakıtların kullanımı katlayarak arttırdı. Özellikle, 2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası çok büyük bir ivme gösteren metaların üretimi, dolaşımı ve tüketiminin her aşaması giderek daha enerji yoğun hale geldi. Fosil yakıtların yakılmasıyla ortaya çıkan karbon gazlarının sera etkisine yol açtığı 20. Yüzyılın başlarından beri biliniyordu. 1980’lerin sonuna gelindiğinde iklim değişikliğinin felaket noktasına gittiği bilimsel olarak ortaya konmuştu. Ama mesele fosil yakıtlardan da öte, doğanın hammade için yağmalanması, her türlü kimyasal atıklarla darmadağın edilmesi yeryüzünün adaptasyon kapasitesini, direncini azaltır. Bu iklimi de ani değişikliklere daha açık hale getirir. Emperyalist hiyerarşi içinde her biri kendi rolünü oynayan küresel kapitalist sınıf, tarihsel varoluşu gereği sadece kısa vadeli kârını hesap eder, rekabetlerini son tahlilde emperyalist savaşlarla çözer, iklim felaketleri gibi yıkımlar belirli bir sermaye kaybına yol açsa da yeni sermaye yatırımı için imkan sağlar.

3) Küresel ölçekte sermaye yoğun sanayi faaliyetleri, doğaya ve atmosfere ne tür etkiler bırakıyor? Bu etkiler Türkiye gibi ülkelerde neden bu kadar görünür hale geldi?

Kapitalist üretimin 1950’lerle birlikte sıçramalı geliştiğini söylemiştik. Bunda hem savaş sonrası yıkımın telafi edilmesi için yapılan yatırım atılımları etkili oldu hem de üretici güçlerde, özellikle de otomasyon ve ulaştırma teknolojilerinin gelişimi etkili oldu. Dünya nüfusu 1980’lere kadar çok hızlı arttı. Bu dönemde sözde bir “gıda yetmezliği” lafzıyla aşırı kimyasal gübre kullanımına ve monokültüre dayalı büyük tarımsal üretim “yeşil devrim” olarak sunuldu. 1980’lerle birlikte kapitalizm sadece meta dolaşımını değil, üretim alanını da uluslararasılaştıracak kadar sermaye yoğunlaşmasını sağlamış durumdaydı ve ağır sanayi ucuz iş gücü ülkelerine kaydırıldı. Bugün ABD’ye emperyalist rekabette rakip olan Çin bu ülkelerin başında geldi. Tüm bu süreç elbette çok büyük bir atık ve emisyon sorunu yarattı. Sermaye döngüsü hızlandıkça özellikle emperyalist ülkelerde“kullan-at” tüketim toplumu kültürü yerleşti. Kimyasal kirliliğe, plastik ve mikroplastik kirlilikleri eklendi. Okyanusların dibinden anne sütüne kadar her yerde rastlanılır hale gedli. Salgın hastalıklar artarken kanser, parkinson gibi kimyasal maruziyetiyle gelişen hastalıklar Türkiye gibi kirli sanayi ülkelerinde patlama yaptı. 1990’larda Doğu blokunun dağılmasıyla kapitalizm zincirinden boşaldı ama çelişkileri de keskinleşmişti. Toplumsal hareketlerin yükselişe geçtiği bu dönemde “yeşil kapitalizm”, “yeşil metalar” pazarlandı. Ancak krizlere yazgılı sistem 2008’de hızla bir varoluşsal krize sürüklendi. Tüm bu yıllar çeşitli ülkelerde soykırımların, bölgesel savaşların yaşandığı şekilde geçti. Kürdistan dahil bu savaşların çok ağır doğa tahribatı sonuçları oldu. Endüstriyel hayvancılığa yem olması için ya da sözde biyoyakıtlar için ekilen tahıllara ormanlar kesilerek alanlar açıldı. Daha fazla üretim için madencilik furyası mali-ekonomik olarak sömürgeleştirilmiş ülkelerde hiç durmadan sürdü, her yeni sermaye genişlemesinde doğa daha fazla temellük edildi.

Türkiye’de bu süreçlerin hepsini günbegün yaşıyoruz. Özellikle emperyalist bölge politikalarının parçası olan Türk devlet tıkanıklığını aşmak için coğrafyada savaşlara girişerek geri dönüşsüz doğa tahribatına yol açtı. AKP iktidalarının alamet-i farikası olan enerji-inşaat-maden sektörleri ihya olurken bu yoğun saldırıdan nasibini almamış kent kalmadı. Türkiye devlet eliyle yürütülen bu doğal varlıkları yok etme saldırısının yanında bir felaketler ülkesi haline geldi. Her yıl birkaç büyük can kayıplı sel, yangın, toprak kayması, bina çökmesi, fırtına, vb. felaketlerle geçiyor. İklim değişikliği ve diğer tahribatlar sonucu ortaya çıkan bu felaketler asla “doğal” olarak değerlendirilemez, işçi sınıf ve ezilenlere yönelik sömürü ve baskı sisteminin bir parçasıdır. Altyapı uygun koşullara getirilmez, hastalıklara önleyici tedbirler alınmaz, felaket sonrası hızlı toparlanma sağlanmaz, kamusal hizmetler olabildiğince kesilir ve elbette sağlıklı bir çevre havası, suyu, toprağı, gıdasıyla ortadan kaldırılır.

İklime dönersek; küresel sera gazı emisyonları 1990’dan 2021’e kadar yüzde 51 arttı. Sera gazı emisyonları beş kategoriye ayrılarak izleniyor: Enerji, tarım, endüstriyel süreçler, atık, arazi kullanımı, arazi kullanım değişimi ve ormancılık (AKAKDO).

2021’deki istatistiklere göre enerji sektörü, dünya çapında %75,7’lik bir oranla en fazla sera gazı emisyonu üretilen alan. Bu sektör, elektrik ve ısıtmadan kaynaklanan emisyonları (tüm emisyonların %29,7’si), ulaşım (% 13,7), imalat ve inşaattan (%12,7) ve binalardan (% 6,6) kaynaklanan emisyonları içerir. Örneğin, konutlar (elektrik, ısıtma, ocaklar dahil) enerji sektörü emisyonlarının en büyük payını, küresel emisyonların % 12,5 oluşturuyor. Yine enerji sektörüne dahil olan karayolu taşımacılığı küresel emisyonların %12,2’sini oluşturuyor.

Hayvancılık da dahil tarım, küresel emisyonların % 11,7’sini oluşturan enerjiden sonra ikinci en yüksek emisyonlu kesim sektörüdür. Dahası arazi kullanım değişikliklerine yol açarak etkisini arttırır. İmalat, kimyasal ve çimento üretimi gibi endüstriyel süreçler (enerji hariç) küresel emisyonların %6,5’ini oluşturuyor. Çöp sahalarından gelen metan ve azot oksit gibi atık emisyonları, küresel toplamın %3,4’üdür. Hem topraklar ve ormanlar tarafından salınan emisyonları hem ağaçların kesildiği veya organik maddenin toprakta parçalanması gibi süreçleri içeren arazi kullanımı, arazi kullanımı değişikliği ve ormancılık ise % 2.7 daha oluşturur.

Bu sektörlerin her birinde Türkiye’de de benzer oranlar geçerli. Türkiye’de emisyonlar en çok, sanayideki enerji ihtiyacını gideren elektrik ve ısıtma süreçlerinden kaynaklanıyor. En ağır sömürü ve doğa tahribatına yol açan sektörler aynı zamanda en çok emisyona neden olanlar. İklim değişikliğinin bu etkisiyle işçiler daha sağlıksız koşullarda, aşırı sıcak ve soğukta çalışmak zorunda kalırken Akdeniz havzasındaki ülkelerin giderek daha karasal iklime dönüşmesiyle tarımdaki istikrar da ortadan kalkıyor.

4) İklim krizi sadece çevresel değil, aynı zamanda sistemsel bir kriz midir sizce? Bugünkü üretim-tüketim modelleriyle bu krizin çözülmesi mümkün mü?

İklim değişikliğinin ekosistemlerin zayıflamasıyla büyük çevresel krizlere yol açtığından bahsettik. Bu krizler kimi zaman malların üretilmesi ve tedarikinde aksamalara da yol açabiliyor. Ya da salgında gördüğümüz gibi tedarik zincirleri kopabiliyor. Emperyalist rekabet devreye giriyor ve “kaynak milliyetçiliği” ile ekonomik dengeleri değiştirebiliyor. Suriye iç savaşının başlamasından hemen önceki gibi kuraklı ve tarımsal üretimdeki kayıplarla büyük halk isyanlarını tetikleyen faktörlerden olabiliyor. Ama en nihayetinde askeri güçle, siyasi zor ile belirlenen bir toplumsal baskı düzenidir bu “sistem” ve bu “çevresel krizi” insanların, canlıların bir kısmını yok ederek, feda ederek yoluna devam etmenin yolunu bulabiliyor. Bugünkü iklim krizinin geldiği nokta çok daha büyük altüst oluşlara gebe ve bu nedenle sermayenin çatı örgütleri, IMF’den NATO’ya iklim değişikliğin en büyük tehdit olarak başa yazıyorlar. Belirli bir aşamada paylaşım savaşlarıyla çözülemeyecek kadar ağır toplumsal kaoslar, üretiimin yapılamaması, belirli coğrafyaların yaşanılamaz hale gelmesi ve iklim göçleri önümüzdeki birkaç on yıl içinde gelişecek. Dolayısıyla kapitalizm her şeye muktedir gibi görünse de doğanın güçleri nihai olarak belirleyicidir, tarihsel materyalist ve bilimsel yaklaşım bize bunu söylüyor.

Kapitalizm kârın sürdürülebilirliği ile yaşar, bugün işçilerin sömürülmesinde de, doğanın yağmalanmasında da sınıf savaşımının güç dengeleri içinde son noktasına kadar dayanmış durumda. Üretici güçler tamamen robotlu üretime geçmeye hazır olmasına rağmen robotlar artı değer üretmediğinden üretim alanına sınırlı şekilde uygulanıyor, Afrika, Güney Asya ülkelerinde kölece sömürü daha kârlı sürüyor. Dünya tekelleri o düzeyde bir sermayeyi merkezileştirmiş durumdalar ki milyarlarca insanı proleterleştirirken, milyarlarcasını ise “artık nüfus” olarak yaşatıyor. Bir önceki paragraftaki tabloyla birleşince insanlığın kapitalist üretim tarzıyla iklim değişikliğini atlatma imkanı bulunmuyor.

5) Birçok bilimsel raporda “küresel sıcaklık artışını 1.5°C ile sınırlamak için üretim ve tüketim alışkanlıklarında radikal dönüşümler gerekiyor” deniyor. Bu dönüşümün önündeki en büyük engel ne sizce? Siyasi irade mi, sermaye yapıları mı, yoksa başka bir şey mi?

Buradaki 1.5°C iklim değişikliğini kontrolden çıkmasından önceki güvenli eşiklerden biri olarak iklim bilimsel bir anlam taşısa da gerçekte politik boyutu daha çok öne çıkıyor. Birkaç yıl öncesine kadar 19. yüzyıl ortalamalarına göre artış 1,1-1,2 °C düzeyinde idi ve bu eşik hedefi çok büyük bir aciliyeti işaret ediyordu. Bu aciliyet bahsedilen “radikal” dönüşümleri gerektiriyordu ve bunu da ancak devlet çapında büyük örgütlenmeler yapabilirdi. Bu yaklaşım bütün bir iklim siyasetini, devletler arası diplomasiye ve hükümetlerin dönüşüm programlarına indirgedi ve halkları düzeni sonra değiştirirsiniz, önce iklimi kurtarın söylemine ikna etti. Ancak bu söylemin giderek çöktüğünü görüyoruz, zira ne diploması ne yeşil düzen programları iklimi iyileştirmedi, aksine felaketleri katladı. Dolayısıyla en büyük engel tabi ki nesnel olarak sermaye güçleri, devletler, ordular, sınırlar, çeteler, vb. Ancak öznel olarak ise toplumsal hareketlerdeki antikapitalist ve devrimci dinamiklerin zayıflığı, düzeniçi eğilimlerin etkisini koruması. Burjuva siyasetin çözüm olamadğı görüldükçe ezilenler zaten siyaseten uçlara doğru savruluyor; ya faşizmin sosyal yörüngesine giriyor ya da devrimcileşiyor. Bir diğer engelin tabi ki bu yeni faşist hareketler olduğunu söyleyebiliriz.

6) Türkiye gibi ülkelerde iklim değişikliğinin etkileri giderek daha yoğun hissediliyor. Ancak bu kriz küresel ölçekte sorumluluğu farklı olan aktörler tarafından mı yaratılıyor? “En az sorumlu ülkeler, en çok etkilenenler” dengesizliğini nasıl değerlendirirsiniz?

Güncel iklim değişikliği birikimli bir süreç. Kökenleri kapitalizmin doğuşuna, 500 yıl önceye kadar gidiyor. Tarihsel sorumluluklar bu nedenle sömürgecilik ve sonra Sanayi Devrimi dönemindeki faaliyetleriyle esasen bugün Batı emperyalizmini oluşturan ülkelerin üstünde. Ancak 1980’lerle başlayan küreselleşme ile ağır sanayi üretiminin kaydırıldığı Çin, Hindistan gibi ülkeler, Arap monarşileri ve Rusya gibi fosil yakıt ülkeleri de son 50 yılda yine ciddi tarihsel emisyon paylarına sahip. Çin artık tarihsel olarak AB kadar emisyon salmış durumda, özellikle son 20 yıldaki hızlanan üretimiyle. Ama burada artık meseleye ülke ülke bakmanın ötesine geçmek gerekiyor. Zira artık hiçbir meta tek bir ülkede üretilmiyor, meta zincirleri emperyalist hiyerarşiye göre kurulmuş durumda ve her ülke rolünü oynuyor. Baş emperyalist ABD gibi ülkeler ise yüksek tüketimiyle alıcı konumunu ve askeri gücüyle de pazarlarını koruduğu için bunun zoraki bir rol olduğunu tabi belirtmek gerekir. Bu hiyerarşide kendi kapitalist sınıfına daha fazla pazar ve birikim arayan devletler kimi zaman bu “iklim adaleti”nden bahsederek tarihsel sorumluluklara atıf yaparlar, ancak güncel işleyişte tüm devletler bu sürecin parçasıdır. O nedenle, “en çok etkilenenler” her ülkenin işçi sınıf, ezilenleri, kadınları, yaşlıları, gençleri, eizlen uluslarıdır. Bir iklim adaletinden bahsedilecekse onların iklim değişikliği karşısında yaşamlarını sürdürebilmeleri için uyum politikalarının eşikler geçilmeden uygulanmasıyla olacaktır. Bu eşikler aşıldığında ise zaten ezilenlerin dayanışması ve devrimci atılımıyla yeni bir toplumsal düzenin inşası ancak geç kalmış bir adaleti sağlayabilir.

7) İklim adaleti kavramı sizce bu tartışmaların neresinde durmalı? Yani iklim krizi karşısında sorumluluğun adil paylaşımı neden bu kadar önemli?

İklim adaleti son yılların popüler kavramlarından oldu. Ancak anlamı, içeriği doğru ifade edilmediğinde ezilenler açısından yanlış politik sonuçlara götürebiliyor. Kısaca şunu söylemek lazım: Bu düzende adaletin kırıntısını sağlayacak bir alan kalmadı; o ancak demokratik ve sosyalist devrimci dönüşümlerle sağlanabilecek bir toplumsal inşa meselesidir. ABD, AB bloku, Çin, Rusya, Japonya emperyalist ülkelerinde yaşayan işçi sınıfları, elbette tarihsel olarak bu emperyalist yağmadan dolaylı olarak yararlandılar, pay aldılar; ancak bu ülkelerdeki sömürü, doğa tahribatı da kesintisiz sürdü. Bugün Trump üretimi yeniden ABD’ye taşıma baskısı yaparken şirketlere kârından vazgeçmeyi dayatmıyor, ABD işçi sınıfını Bangladeş işçi sınıfı kadar sömürecek koşulları yaratmayı vadediyor. “İstihdam” sihirli sözü ve yeniden orta sınıflaşma beklentisi ABD işçi sınıfının bir kısmını Trump’ın peşine takabiliyor. Trump, iklim değişikliğini görmezden gelerek daha fazla fosil yakıtlara ve askerileşmeye yöneliyor. Savaş hazırlıklarının hızlandığı bu ortamda “sorumluluğun adil paylaşımı” söz konusu olamaz, ihtiyacımız işçi sınıfı ve ezilenlerin enternasyonal dayanışma ve birliğini sağlayacak pratiklerin güçlenmesi. Sorumluluklar meselesiyle kendi devletine yedeklenmekten kurtulamayan işçi sınıfları adalete erişemeyecektir.

8) Toplumun iklim kriziyle ilgili farkındalığını artırmak için bilim insanlarının nasıl bir rol üstlenmesi gerekiyor? Bilimsel bilgi, siyasi ve toplumsal dönüşüm süreçlerine nasıl entegre olabilir?

Söyleşi boyunca verdiğim bilgiler iklim bilimcilerin yoğun çalışmaları sonucu elde edilen verilere dayanıyor. Bunlar hangi zeminde politika yaptığımızı bize anlatan veriler. Bu verilerin politik mücadeleye yorumlanmasında da bilim insanlarına büyük sorumluluk ve görevler düşüyor. Ancak bilgi de bir meta ve bilgi üretim fabrikaları olarak üniversite, enstitü, araştırma merkezlerinde çalışan bilim emekçileri de sömürü çarkından kaçamıyorlar. Onların alanlarındaki direnişi tam da üretilen bilgilinin halk yararına kullanılmasını sağlamak için yollar bulmak, örgütlenmek ve bilgiyi toplumsallaştırmak. Bilim insanlarının ana akım medyada hakim ideolojiyi sürdürmede ne kadar etkili olduklarını salgın, deprem gibi dönemlerde görüyoruz. Egemen sınıfın saflarında duran, eyleyen bilim insanları elbette en büyük kaynaklara erişiyorlar ve bilime yön verme imkanlarını ellerinde bulunduruyorlar. Yıkım projelerine bilgi üreten, projesini çizen, ÇED’ine olur veren bilim insanları halk düşmanı konumundalar. Bu durumda halk için bilim, yurttaş bilimi gibi yaklaşımların bilimin her alanında gelişmesini sağlayacak öncü bilim insanları kritik. İklim açısından bağlamından kopuk aciliyet vurgusu ile yeşil sermaye programlarını meşrulaştırmak, felaketçi sonuçlara vararak kaderciliğe sürüklemek ideolojik tercihlerdir. Bunun tam tersi toplumsal mücadelelerle iç içe geçmiş, onların ihtiyacı doğrultusunda çalışmalar yapan, halk sağlığı ve iyiliği için bilimi kullanan bilim insanlarının varlığı, ki hiç de az değiller. Onlar yeni bir toplumun inşasında bilimin, bilgi üretiminin halk örgütlülüğünün bir parçası olarak yapıldığı örneklerle bugünden yol gösterici olabilirler.

9) Kapitalizmin çöküş süreci içinde eko-sosyalist süreç nasıl inşa edilebilir?

Kapitalizm çürüyor, ufukta sosyalizmin ışığı beliriyor. Bizlerin görevi bu ışığı her yüreğe taşıyarak onları birer devrimci hücreye dönüştürmektir. Doğayla uyumlu, ekoloji bilimini sahiplenen bir sosyalizmin inşası için insanlığın tarihsel birikimi mevcut ve tarih çeşitli kırılma ve sıçrama anlarıyla yapılıyor. Bu nedenle ekolojik çöküşü de getiren bu çürüyen düzenin iradi bir biçimde, devrimci öznenin örgütlülüğüyle yıkılması ve eş zamanlı olarak yeninin inşasının başlamasını kendi yaşam sürelerimiz içinde görebilmeye kesinlikle emin olmalıyız. Pek çok tartışmada “yarını bugünden kurmak” şeklinde ifade edilen bugünkü komün, komünal yaşam örnekleri bu inşalar için nüveleri oluşturuyor ve çok kıymetliler. Ancak daha zayıf olduğumuz nokta yıkıcı gücümüzün inşası. Karşımızdaki devasa askeri zor aygıtlarını alaşağı etmenin yolu sınıf savaşını bu düzeyde verecek ideolojik sıkılıkta bir örgütün inşasına bağlı. Aklımızı, enerjimizi bu devrimci mücadele örgütlerinin büyümesine, kitleselleşmesine ayırarak ancak sosyalizme inancı büyütebiliriz. Devrimci başarılar, geleceği kazanma duygusunu kitlelere yaydıkça insanlığın nasıl bir kolektif hayal gücüne sahip olduğunun örnekleri de daha fazla ortaya çıkacaktır. Ekososyalist süreci işte bir devrimler çağında yeni iklim sistemine, doğal koşullara uyum süreci olarak düşünebiliriz. Sermaye boyunduruğundan kurtulmuş insan ve canlı refahının sağlandığı, kendini yöneten bir politik toplumun tüm bir ekonomik altyapıyı söküp baştan planladığı bir süreç.

[1] https://berkeleyearth.org/march-2025-temperature-update/

[2] https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/00139157.2025.2434494

[3] https://www.iklimhaber.org/iklim-biliminin-son-ciktilari-bize-neler-soyluyor/

[4] https://theweek.com/news/environment/961878/cold-tongue-pacific-ocean-cool-patch-climate-change

[5] https://www.polenekoloji.org/fisleri-cekme-zamani/

Ekososyalizm İklim Adaleti İklim Krizi
Bizi takip edin Bizi takip edin Bizi takip edin Bizi takip edin
Share. Twitter Facebook Email Telegram

Öne Çıkan Yazılar

Kızıl Ekolojik Devrim

Polen Ekoloji

Özgür ve Ekolojik Bir Yaşam için Yaşasın 1 Mayıs Yaşasın Mücadelemiz!

Polen Ekoloji

Mersin Limanı’nda Körüklenen Soykırım Ve Ekokırım Suçu

Cemre Nayir

Söyleşi: Türkiye’de İklim Politikalarını Devlet-Halk Çelişkisi Belirler

Polen Ekoloji

Türkiye Ulusal Ormancılık Planı Üzerine

Yücel Çağlar

Ankara’da Ekotopya’yı İzliyoruz

Polen Ekoloji
Son Yazılar

Vegan Yıkama ve Veganların Bütünlüğü Yalanı

15 Mayıs 2025

Özgür ve Ekolojik Bir Yaşam için Yaşasın 1 Mayıs Yaşasın Mücadelemiz!

30 Nisan 2025

Mersin Limanı’nda Körüklenen Soykırım Ve Ekokırım Suçu

29 Nisan 2025

Söyleşi: Türkiye’de İklim Politikalarını Devlet-Halk Çelişkisi Belirler

29 Nisan 2025

Yıkım ve Yeniden İnşa Arasında Eğitim Sisteminin Mekansallaşma Sorunsalı

27 Nisan 2025
Arşiv
POLEN EKOLOJİ KİTAPLIĞI

Kızıl Ekolojik Devrim

13 Mayıs 2025

Çoklu Krizler Çağında İktisadi Kalkınma, Büyüme ve Ekoloji

8 Nisan 2025

Çernobil

10 Şubat 2024

Marx Ve Yeryüzü

10 Şubat 2024

Herbaryum

10 Şubat 2024
Hakkımızda
Hakkımızda

POLEN Ekoloji olarak, ekolojik mücadelenin kapitalizme karşı toplumsal kurtuluş mücadelesinin bir parçası ve onun tümüne sirayet edecek biçimde, örgütlü olarak sürdürülmesi gerektiğini düşünen, bu doğrultuda yeni bir program ve stratejinin geliştirilmesi ve hayata geçirilmesinde yol arkadaşlığı yapmak isteyen herkesi kolektifimize ortak olmaya çağırıyoruz.
iletişim: bilgi@polenekoloji.org - polenekoloji@gmail.com

X (Twitter) Facebook YouTube Instagram
İçerikler

Vegan Yıkama ve Veganların Bütünlüğü Yalanı

15 Mayıs 2025

Özgür ve Ekolojik Bir Yaşam için Yaşasın 1 Mayıs Yaşasın Mücadelemiz!

30 Nisan 2025

Mersin Limanı’nda Körüklenen Soykırım Ve Ekokırım Suçu

29 Nisan 2025

Söyleşi: Türkiye’de İklim Politikalarını Devlet-Halk Çelişkisi Belirler

29 Nisan 2025
1 2 3 … 114 Next
Polen Ekoloji’ye Katıl


Kolektif’e Katıl

Destek Ol

Hızlı Destek

Enstitü Seminerlerine Katıl

Bize yaz

Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.