Charlotte Rose, Elia El Khazen | 29 Kasım 2024
Kaynak: TNI | Çeviri: Bircan Tamer, Son Okuma: Cemre Nayir
İsrail’e ait bir gaz platformuna füze saldırısı ve Hizbullah’ın drone saldırısı, İsrail’in askeri genişlemesi enerji altyapısının artan kırılganlığını gözler önüne seriyor. Gaz tedariki İsrail ve müttefikleri için hayati önem taşırken, artan gerilimler daha geniş jeopolitik risklere işaret ediyor. Filistinli kampanyacılar bu bağımlılığa meydan okumak üzere küresel bir enerji ambargosu için bastırıyor.
İran’ın balistik füze saldırısı ve İsrail’in Lübnan’a yönelik başarısız kara harekâtı, “İran füzelerinin Aşkelon açıklarında bir İsrail gaz platformunu imha ettiği” yönündeki doğrulanmamış haberleri gölgede bıraktı. Bu fosil gaz platformunun tam olarak hangi platform olduğu bilinmemekle birlikte, İsrail’in başlıca gaz tedarikçisi olduğu belirtilmektedir. Bu durum, soykırım kampanyasını Filistin sınırlarının ötesine genişleten İsrail’in gelecekteki enerji güvenliğinin sorgulanmasına yol açmıştır. Platform operatörü olan Chevron, üretimin ertesi gün ‘yeniden başladığını’ duyurmuş olsa da, petrol fiyatlarındaki sıçrama ve bölgeden petrol ve gaz tedariğine ilişkin daha geniş çaplı endişeleri görmezden gelmek zordur. Aslında bu, İsrail gaz altyapısının askeri hedef haline geldiği ilk olay değil. Temmuz 2024’te Hizbullah, Yunan şirketi Energean’a ait Karish gaz üretim platformunu hedef alan bir İHA (insansız hava aracı veya drone) fırlattı. Bu platform İsrail’in iç enerji tüketiminin %34’ünü karşılamakta olup, İsrail’in Haziran 2022’de Avrupa Birliği ve Mısır ile yaptığı ihracat anlaşmasını sürdürmesini sağlayan “stratejik bir ekonomik varlık” olarak kabul edilmektedir (eski Enerji Bakanı Karin Elharrar). Genel olarak bu örüntü, enerji altyapısının İsrail’in askeri harekâtının, enerji güvenliğinin ve fosil gaz müşterilerinin genişlemesinde kritik bir savaş alanı haline nasıl geldiğini ortaya koyuyor: Mısır, Ürdün ve son olarak Avrupa. Bu bağlantılar, “Global Energy Embargo for Palestine”’ın Filistinli kampanyacıları ve organizatörleri, “İsrail fosil gazı ithalatını durdur!” talebiyle bir eylem çağrısı yayınlamaya itti. Bu makale, bu talebe ve İsrail gazının akışının yanı sıra bunun altında yatan tarih ve politika hakkında bilgi üretimi çağrısına bir yanıt niteliğindedir.
İsrail enerji sektörü, ulusal güvenlik ve yayılmacı gündem arasındaki bu bağlantı, ABD’li ve Avrupalı diplomatlar tarafından İsrail’in bölgedeki ekonomik entegrasyonunu hızlandırmak amacıyla yapılan çok sayıda anlaşmanın sonucudur. Bu anlaşmalar, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin İsrail’in varlığı ve enerji altyapısının korunmasına daha fazla muhtaç hale gelmeleri ve buna daha fazla bel bağlamaları yönünde bir bağımlılık yaratmaktadır. Bu bağımlılık, İsrail ve Arap devletleri arasındaki çeşitli ‘barış’ anlaşmalarında şekillenen siyasi ve ekonomik bir normalleştirme süreciyle kurumsallaşmıştır. Bu kurumsallaşma Oslo Anlaşmaları kapsamında Filistinlilerle başladı ancak o zamandan beri Fas, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Sudan ve başka yerlere de yayıldı. Peki normalleştirme nedir ve neden önemlidir?
Filistin BDS (Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar) Kampanyası Ulusal Komitesi (BNC) normalleştirmeyi ‘Filistinli (ve/veya Arap) ve İsraillileri (bireyler veya kurumlar) bir araya getiren yerel veya uluslararası herhangi bir proje, girişim veya faaliyete katılım’ olarak tanımlamaktadır. Daha önce Friends of the Earth Middle East olan Ecopeace Middle East kuruluşu bunun açık bir örneğidir. Bu örnekte Filistinliler, İsrailliler ve Ürdünlüler barışın inşası ve su kıtlığı yaşanan bir bölgede ortak su çözümlerinin oluşturulması için bir araya getirilmektedir. Böyle bir ‘bir araya gelme’, İsrail’in yerleşimci sömürgeci projesini ve bölgedeki su kıtlığındaki rolünü görmezden geldiği ve sağlamlaştırdığı için normalleştirmeyi temsil etmektedir. Ancak normalleştirmenin bireyler ve kurumların ötesinde nasıl işlediğini ve Ürdün ile İsrail arasındaki enerji karşılığı su anlaşması gibi İsrail pazarını bölgeye ekonomik olarak entegre eden ulusötesi mega projeler aracılığıyla nasıl hayata geçirildiğini düşünmek de önemlidir: Mavi-Yeşil Refah (Shqair 2023). Bu küresel ölçekte normalleştirme, (yerleşimci) sömürgeci yapıların varlığını sürdüren ve onları diğer siyasi ekonomilere entegre eden bir asimilasyon mekanizmasıdır (Dunlap 2017). Öyle ki, İsrail ve müttefikleri normalleştirme anlaşmalarını, tarihi Filistin topraklarındaki yerleşimci işgalini ve 76 yıldır Filistinlilere uygulanan yavaş soykırımı doğallaştırmak için kullanmaktadır (Shqair 2023). Dahası, İsrail ile ekonomik ve siyasi işbirliğini normal, meşru ve hatta bir barış eylemi olarak sunarak İsrail’in jeopolitik imajını vahşi bir işgalciden stratejik bir ortağa dönüştürmektedir. Enerji anlaşmaları ve iklim politikası bu süreçte çok önemli araçlar olmuştur. İster Filistinli araştırmacı ve aktivist Manal Shqair (2023) tarafından eko-normalleştirme (Türkçe olarak Polen Ekoloji tarafından yayımlandı – ç.n.) olarak adlandırılan yenilenebilir enerjiler, ister ‘fosil gaz diplomasisi’ yoluyla olsun, mantık aynıdır: İsrail’i bölgesel ve küresel enerji piyasalarına dahil ederek yeni ekonomik bağımlılıklar yaratmak, böylece yerleşimci sömürgeci kontrol aygıtını emperyalizm tarafından çekilen ilk sınırların ötesine genişletmek.
Daha önceleri normalleştirme çoğunlukla Arap ülkeleri ile ilişkili olarak tartışılagelmiştir. Ancak enerji merkezli normalleştirme Arap bölgesiyle sınırlı değildir. Bunu bu şekilde değerlendirmek etkiyi hafifletir ve Batı karakolunun uzun vadeli yayılmacı gündemini hafife alır. Örneğin Haziran 2022’de Avrupa Birliği, Mısırlı ve İsrailli yetkililerle, Mısır’ın sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) terminalleri aracılığıyla ihraç edilen İsrail gazının ‘önemli miktarda’ ithalatını satın almayı vaat eden bir anlaşma imzaladı. O zamandan bu yana Avrupa, düzensiz aralıklarla Akdeniz boyunca LNG tankerleriyle taşınan, çeşitli Avrupa limanlarına yanaşan ve boşaltılan İsrail gazı tedarik etti.
Avrupa’nın İsrail gazını ithal etmesini, Mısır ve Ürdün ile başlayan daha geniş bir enerji merkezli normalleştirme tarihi içinde bir bağlama oturtmadan anlamanın mümkün olmadığını savunuyoruz. Bu nedenle, İsrail ve Avrupa enerji piyasası arasında artan sinerjiyi, normalleştirme gündeminin bir uzantısı ve Filistin’in yerleşimci işgalini sürdüren emperyal bir araç olarak kavramsallaştırmanın kritik olduğunu öne sürüyoruz. Makalemiz, enerji odaklı normalleştirme sürecindeki üç önemli aşamayı haritalandırıp analiz ederken, bunun yerel halklar için sahada nasıl göründüğünü de ortaya koymaktadır. İlk olarak Mısır’ın İsrail gazını sıvılaştırmada oynadığı rolü inceleyecek, ardından İsrail gazının ticarileştirilmesinde kolaylaştırıcı rol oynayan Ürdün’e değinecek ve son olarak da ekonomik normalleşmenin Kıbrıs ve Avrupa Birliği’ne doğru genişlemesini ele alacağız. Çalışmamızı, Avrupa limanlarındaki Filistin dayanışma örgütlerinin yerel toplulukları ve liman çalışanlarını İsrail gazının ithalatı konusunda eğitmeleri ve Filistin için küresel bir enerji ambargosunu desteklemek üzerine gaz ticaretine taktiksel müdahale için kolektif bir strateji geliştirmeleri kapsamında bir eylem çağrısı ile sonlandırıyoruz.
Mısır: İhracat için ‘İsrail’ gazını sıvılaştırırken, ülke içinde elektrik kesintileri uyguluyor
Mısır İsrail gazının Avrupa’ya ihracatı için kritik bir bağlantı noktası ve normalleştirme süreci açısından kilit öneme sahip. İsrail’in tek ihracat rotası, Filistin kıyılarından geçen ve Aşkelon’dan Sina Yarımadası’ndaki Ariş’e uzanan bir deniz altı boru hattı. Bu boru hattı başlangıçta Mısır gazını İsrail’e göndermek için inşa edilmişti ancak 2019’dan bu yana Mısır’ın talebini İsrail gaz ithalatıyla desteklemek için akışı tersine çevirdi. Bu gazın bir kısmı Arap Gaz Boru Hattı üzerinden Mısır’ın İdku ve Damietta adlı iki LNG terminaline gidiyor ve burada İsrail gazı sıvılaştırıldıktan sonra dökme yük gemileriyle Avrupa’ya gönderiliyor. İsrail’in kendi ihracat altyapısının bulunmaması, Mısır üzerinden geçen bu rotayı fazla gaz üretimini Avrupa pazarına ihraç etmenin tek uygun yolu haline getiriyor. Ancak azalan gaz rezervleri nedeniyle bu ihracat, enerji merkezli normalleştirme anlaşmalarının bir sonucu olarak İsrail’in başlıca gaz müşterisi olan Mısır halkına önemli bir maliyet getiriyor.
Mısır’ın bağımlılığı Ekim 2023’te İsrail’in Tamar gaz üretim platformunun güvenlik endişeleri nedeniyle kapatılmasıyla daha da belirginleşti. Bu da normalde ihracat için kullanılan Leviathan gaz rezervinin iç kullanım amacıyla yeniden yönlendirilmesi anlamına geliyordu ki bu da Mısır’a gaz ihracatını önemli ölçüde azaltıyordu. Bu durum, kendi gaz rezervleri (Zohr) 2017’den bu yana sürekli azalan Mısır için yıkıcı etkiler yaratarak, Mısır’ı ülke çapında geniş çaplı sanayi kapanmalarına ve elektrik kesintilerine sürükledi. Tüm bunlar 2024 yazında daha da kötüleşti zira artan elektrik tüketimi yakıcı sıcaklıklarla mücadele için elzemdi. Yaz mevsiminin sıcak hava dalgaları boyunca sıcaklıklar gündüz gölgede 49,6 santigrat dereceye ulaşırken, halk sürekli olarak gaz kıtlığı kaynaklı elektrik kesintilerine maruz kaldı. Mısır rejiminin gerçekleştirdiği örgütlü ihmallerle birleşen bu durum, işçi sınıfı için ölümcül olmuş ve 9 Haziran 2024 tarihinde Mısır’ın Asvan vilayetinde 40 kişinin hayatına mal olmuştur. Bu durum, gaz kaynaklarını kapatma ve Mısır halkı arasında yaygın bir muhalefeti tetikleme gücünü elinde tutması bakımından İsrail’e Mısır yönetici sınıfı üzerinde önemli ölçüde güç kazandırmıştır. Peki, bu noktaya nasıl gelindi? Mısır’ı İsrail gazına ve onun Avrupa’ya giden altyapı kanalına bu kadar bağımlı hale getiren süreç nedir?
Ahamd Al Sayed, Mısır’ın İsrail ile gaz normalleştirmesi anlaşmaları üzerine hazırladığı üç bölümlük raporunda bu anlatıyı detaylandırarak Mısır halkına çok büyük kayıplar getirdiğini vurguluyor. Yazar, Mısır’ın İsrail’e 15 yıl boyunca 3 milyar dolar karşılığında 7 milyar metreküp gaz satışını taahhüt altına alan 2001 tarihli ilk anlaşmanın bu gazı nasıl uluslararası fiyatların ve üretim maliyetinin altında sattığını; üretim maliyetinin 2,65 dolar olmasına rağmen bir milyon İngiliz Isı Birimi başına 1,5 ila 1,7 dolardan satın alındığını gösteriyor. Dolayısıyla, bu normalleştirme anlaşması Mısır devleti için eşi benzeri görülmemiş bir mali kayba yol açmış ve sonuçta Mısır halkı bunun yükünü çekmiştir. Bu durum 2005 yılında İsrail’e 20 yıl boyunca 107 milyar metreküp daha gaz sağlayacak yeni bir anlaşma imzalandığında da devam etti. Bu son anlaşma İsrail’in gaz ihtiyacının %40’ını karşılarken, daha uzun bir süre için daha büyük miktarlarda Mısır gazını düşük fiyatla satmaya devam etti. Bu da anlaşmanın mali yükünü ve uzun vadeli ekonomik etkisini derinleştirdi.
Kronik kötü yönetim ve enerji sektörüne yapılan yatırımların zayıflığı bağlamında Mısır, Mübarek rejimi altında kendi iç gaz talebini karşılayamaz hale gelerek sık sık elektrik kesintileri ve kararmalar yaşadı. Bu normalleştirme anlaşmaları, mali kaybın ötesinde, Mısır halkına ve Filistin direnişiyle dayanışmaya yönelik büyük bir siyasi ihanetti; zira devlet artık doğrudan yerleşimci kolonisini işgalinin devamı için gereken kaynaklarla besliyordu. Dolayısıyla, bu normalleştirme anlaşmaları Mısır’ı mali ve siyasi olarak İsrail’le, Mısır işçi sınıfı ve onların Filistin’le ortak mücadelesi pahasına, öncelikle Siyonist gündeme hizmet edecek şekilde birbirine bağladı.
Ancak normalleşen bu ilişkiler 2019’da Mısır’ın gaz ithalatçısı, İsrail’in ise gaz ihracatçısı konumuna gelmesiyle şekil değiştirdi. Bunun devletlerarası güç dinamikleri üzerinde büyük etkileri oldu ve nihayetinde mali açıdan zayıflamış bir Mısır’ı enerji güvenliği için İsrail’e bağımlı hale getirdi. Değişim, 2005’teki gaz anlaşmasına yönelik yaygın halk muhalefetiyle başladı. 2008’de İsrail’e gaz ihracatını durdurma amaçlı bir kampanya başlatıldı ve Mısır kaynaklarının İsrail’e düşük fiyatla satılmasına karşı çıkılarak ‘Gaz Gerilemesine Hayır (No to the Gas Setback)’ sloganı yükseltildi. Bu muhalefet Mübarek tarafından hızla ve şiddetle bastırıldı, ancak direniş yine de devam etti. Aşkelon-Ariş boru hattı, Sina’daki Bedevi aktivistlerin saldırılarına maruz kalmış, Sina ötesi gaz boru hattını ateşe vermiş, Mısır güvenlik güçlerinin hattı yeniden açmasını engellemek için barikatlar kurmuş ve 45 gün boyunca tedariki kesmiştir (El-Khazen ve Rose 2024). Benzer eylemler Mısır Doğal Gaz Şirketi’nin (GASCO) Kuzey Sina’dan Ürdün ve İsrail’e uzanan boru hattını da dört yıl boyunca sekteye uğrattı. Bu nedenle Nisan 2012’de EGAS, İsrail’e gaz ihracatı anlaşmasının iptal edildiğini duyurdu; bu süreç uluslararası bir tahkim komitesini gerekli kıldı ve Mısır ulusal gaz şirketinin İsrail Elektrik Şirketi’ne 1.76 milyar dolardan fazla tazminat ödemesine karar verdi. Azalan gaz rezervleriyle birlikte Mısır halkı daha fazla mali kayba uğradı. Bununla eş zamanlı olarak İsrail, Filistin sularında ve Lübnan sınırı boyunca büyük gaz rezervleri keşfetti ve Siyonist devleti çalıntı rezervler yoluyla gaz piyasasında uluslararası bir oyuncuya dönüştürdü. ABD’li ve Avrupalı diplomatlar bu fırsatı ‘daha büyük bölgesel ekonomik işbirliğini geliştirmek’ için değerlendirerek İsrail ve komşu ülkeler arasında gaz ticareti anlaşmalarına öncülük ettiler. Bu nedenle, 2019’da Arish-Ashkelon boru hattından geçen gaz akışını tersine çeviren ve artık İsrail’den Mısır’a giden 15 milyar dolarlık yeni bir anlaşma yapıldı. O dönemde yeni keşifler Mısır’ın iç gaz talebini karşılıyordu, yani ithal edilen İsrail gazı ağırlıklı olarak dış pazarlara ihracat için ayrılmıştı. Bu durum bölgesel güç dinamiklerini tamamen yeniden yönlendirdi zira İsrail artık Mısır’a giden gazı kesme gücüne sahipken, Mısır da İsrail için gazı paraya çevirecek altyapı kapasitesine sahipti. Nitekim iki rejim arasında, gaz vasıtasıyla, hem birbirlerinin enerji taleplerini ve/veya hırslarını destekleyen hem de bölgesel gaz merkezi olmak üzere rekabet eden bir gizli güç mücadelesi yaşanmaktadır. Pete Moore’un (2005) Ürdün ve Mısır’da Nitelikli Sanayi Bölgeleri’nin (QIZ) kurulması örneğinde gösterdiği gibi, normalleştirme aynı anda bölge ekonomilerini İsrail ve ABD pazarlarıyla bütünleştirip sağlamlaştırırken, kapitalist fırsatçılığı ve bölgedeki artık rakip olan fakat birbirini tamamlayan kapitalistler arasındaki rekabeti yoğunlaştırmaktadır. Bu dinamik, enerji merkezli normalleştirmenin sadece İsrail-Mısır sermayesini nasıl iç içe geçirdiğini değil, aynı zamanda egemen sınıflar arasında her birinin diğerine bağımlı olduğu ortak kurucu bir ilişki ürettiğini gösterdiğinden çelişkili etkiler yaratmaktadır.
Dolayısıyla, enerji merkezli normalleştirmenin tarihi Filistin sınırlarının ötesine geçerek Mısır’da enerjinin ekonomi politiğini temelden yeniden yapılandırdığına tanık oluyoruz. Mısır rejimi, Ekim 2024’ten itibaren gaz ithalatını yüzde 20 oranında arttırmak için İsrail’le bir anlaşma daha yaparken, bu enerji anlaşmaları silsilesi Mısır gazını ve/veya altyapısını Siyonist yayılmacı projenin sürdürülmesine hizmet edecek şekilde konumlandırdı. Mısır’dan İsrail’e akan düşük fiyatlı gaz, Mısır işçi sınıfına kolayca yüklenen eşi benzeri görülmemiş ekonomik kayıplara neden oldu. Anlaşmayı durdurmayı amaçlayan kamuoyu baskısı ve aksatma eylemleri de bastırıldı ve Mısır’ın milyarlarca dolar tazminat ödemesine, kendi enerji sektörünün zararına gaz ihracatçısı konumundan, başta Avrupa’ya olmak üzere ihraç amaçlı gaz sıvılaştırıcısı olarak yeniden yapılandırılmasına neden oldu.
Ürdün: Ticaret Kolaylaştırıcısı
Mısır, İsrail gazının Avrupa’ya ihracatı için gerekli altyapıyı sağlarken, Ürdün de çalınan Filistin gazının ilk ‘ticarileştiricisi’ konumunda. Bu temel bileşen olmadan Mısır’a ihracat ve ardından Avrupa’ya yeniden ihracat mümkün olmazdı. İsrail tarafından işletilen gaz sahalarının, ihracatı kolaylaştırmak üzere gerekli olan uluslararası şirketler tarafından ‘ticari açıdan cazip’ olarak görülmesi için bir ilk ihracat anlaşmasına ihtiyaç duyuyordu. Gerçekten de, gaz keşiflerinin ilk aşamalarında İsrail, MEB’ine (Münhasır Ekonomik Bölge) yatırım yapma konusundaki isteksizlikten dolayı ‘hayal kırıklığına uğradı’ ve eksikliğini hissettiği uluslararası yatırımı çekmeye çalışmak için gaz arama tekliflerini genişletti. Büyük petrol ve gaz şirketleri, İsrail ile kurulacak bir ekonomik ortaklığın; dünyanın en büyük gaz rezervlerine sahip olan İran ve diğer Arap ülkeleri ile olan işlerini riske atacağından korkuyordu. Bu durum, birkaç yıl boyunca sadece, yasadışı yerleşimlere elektrik sağladığı bilinen Teksas merkezli bir şirket olan Noble Energy ve İsrailli Delek Group’un gaz sahalarını işlettiği anlamına geliyordu. Ürdün ile yapılan gaz anlaşması bu dinamikleri temelden değiştirdi, peki ya nasıl değiştirdi ve bu durum Ürdün’de yaşayan Ürdünlü ve Filistinli nüfusu nasıl etkiledi?
İsrail’in Gazze’de Filistinlilere yaptığı saldırıdan sadece beş gün sonra, Eylül 2014’te, devletin işlettiği ve vergi mükelleflerinin finanse ettiği Ürdün Ulusal Elektrik Enerjisi Şirketi, İsrail’den büyük miktarlarda doğal gaz ithal etmek üzere bir Mutabakat Anlaşması imzaladı. Anlaşma o dönemde gizliydi ve şartları Ürdün kamuoyundan saklanmıştı (Bustani 2019). Anlaşmanın imzalanmasından iki yıl sonra Ürdün hükümeti, Noble Energy ve Delek Group’un 15 yıllık bir süre boyunca Ürdün’e 1,6 trilyon fit küp gaz tedarik edeceğini bildiren normalleşme anlaşmasını resmen imzaladı (Bustani 2019). Anlaşma Ürdün ekonomisine 10 milyar dolara mal oldu ve Ürdün’ün gaz ihtiyacının %40’ını karşıladı. Eylül 2016’da gizli anlaşma medyaya sızdırılmış, bu sayede tam metin ilk kez Ürdün halkına açıklanmıştır. Hükümetin anlaşmanın hassas bilgilerini kamuoyuna açıklamayı reddetmesi, İsrail ile ekonomik normalleştirmeye karşı muhalefeti bastırma ve gaz anlaşmasını fark edilmeden geçirme niyetini göstermektedir (Bustani 2019). Bu şekilde Ürdün hükümeti, İsrail’in Tamar sahasından Filistin sınırları boyunca akan gazın ‘sessiz ilerleyişi’ için bir şablon oluşturmaktadır. Ürdün ve İsrail arasındaki gaz anlaşması, enerji merkezli normalleştirmeyi başlatarak Mısır ve İsrail arasında 2019’daki dengi için önemli bir basamak oluşturdu.
Ürdün’ün gaz anlaşması, İsrail’in komşu ülkelerle ilişkilerini normalleştirmek için gazı kullanmasına yönelik siyasi imkânı arttırmakla kalmadı, aynı zamanda istenen uluslararası yatırımı çekerek Tamar ve Leviathan sahalarının ticari uygulanabilirliğini de değiştirdi. İlk gaz denemesi 2020 yılında Arap Gaz Boru Hattı aracılığıyla Ürdün’e aktarıldı, aynı yıl ABD’li petrol ve gaz devi Chevron, Noble Energy’yi satın almak üzere bir anlaşma yaptığını duyurdu ve bu anlaşma ile Arish-Ashkelon ihracat boru hattının yanı sıra en büyük iki rezervin çoğunluk sahibi ve işletmecisi haline geldi. İzleyen yıllarda bunun zincirleme bir etki yarattığını gördük. Ekim 2023’te Eni, Azerbaycan’a ait BP. SOCAR ve Koreli Dana Petroleum, İsrail’in işgal altındaki Filistin deniz sularındaki Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde (MEB) lisans satın aldı. Bu durum, Ürdün gaz anlaşmasının İsrail’i riskli bir ticari yatırımdan küresel enerji piyasası için stratejik ve ticari açıdan ilgi çekici bir potansiyele dönüştüren etken olduğunu göstermektedir. İç talep tek başına Leviathan’ı uygulanabilir bir yatırım haline getirmedi ve bu da anlaşmayı İsrail’in Doğu Akdeniz bölgesi içi ve ötesine gaz ihraç potansiyeli için bir ‘can simidi’ haline getirdi. Ürdün Enerji Bakanı’nın “Ürdün… İsrail’e kendi gazını ticarileştirme imkânı verdi” sözleri de bunu doğruluyor. Dolayısıyla Ürdün’ün uyguladığı ekonomik normalleştirmeyi, Mısır’la enerji merkezli diğer normalleştirme anlaşmalarının ve nihai olarak Avrupa Birliği’ne ihracata kapıları açmanın temeli olarak görmek gerekir.
Sonuç olarak, bu anlaşmanın bedelini ödeyen Ürdün halkı ve Filistinliler olmuştur. Ürdün’ün kendi enerji güvenliği ve bağımsızlığı gözden çıkarılmıştır, zira anlaşma şartlarında (paragraf 7.9) Ürdün’ün kendi gaz rezervlerini keşfetmesi halinde, sözleşme kapsamındaki toplam miktarın %50’sini satın alana kadar İsrail gazının ithalatını azaltamayacağı hükmü yer almaktadır. Bunun önemli sonuçları vardır. Artık Ürdün’ün 2031 yılına kadar (Hammouri 2020) yerel gazı kullanma kapasitesi sınırlı olmakla kalmıyor, aynı zamanda istikrar için özellikle İsrail’den (Shqair 2023) pahalı ithalata rehin kalıyor. Madde ayrıca ülkedeki petrol ve gaz yatırımlarını da tamamen caydırıcı nitelikte. İsrail’den ithal edilmesi gereken gaz miktarına baştan kota koyarak, yerel gaz üretimi neredeyse yok denecek kadar az olup, enerji devleri için hiç de cazip olmayan bir yatırım olmaya devam ediyor. Ürdün’ün İsrail ile Mutabakat Anlaşmasını imzaladığı yıl BP’nin Ürdün Risha Gaz projesinden aniden çekilmesi bu durumu açıkça ortaya koymakta. Özetle bu anlaşma, Ürdün’ü İsrail fosil yakıtlarına bağımlı hale getirirken İsrail enerji sektörünü ve ekonomisini güçlendirmek üzere tasarlanmıştır. Üstelik anlaşma, Ürdünlü şirketler yerine Amerikan-İsrail şirketlerini kayıran dengesiz fesih koşulları öngörüyor. Ürdün Enerji Bakanı Hala Zawati’nin Ürdün TV’de belirttiği gibi, anlaşmanın iptali Ürdün halkının sırtına çok büyük bir maliyet yükleyecektir. Bu durum İsrail-Ürdün enerji sektörleri arasındaki bağı daha da belirginleştiriyor ve Ürdünlülerin koparmayı göze alamayacağı bir bağımlılık yaratıyor. Mısır’daki enerji merkezli normalleşme anlaşması gibi, bu anlaşma da Ürdün’ün enerji manzarasını tamamen yeniden yapılandırıyor ve İsrail’in Ürdün’ün enerji güvenliği üzerindeki kontrolünü genişletiyor. Bu durum, ‘Siyonist Gaz Anlaşmasına Son’ talebiyle devrimci bir kampanya başlatan Ürdün işçi sınıfının güçlü muhalefetine yol açmış, anlaşmanın şartları ve normalleştirici doğası hakkında sürekli muhalefet ve öfke dile getirilmiştir. Protestocular bunu, İsrail’i güvence altına almak ve Ürdün’ün kendi kaynakları ve enerji kullanımı üzerindeki özerkliğini ve kendi kaderini tayin hakkını feda etmek için ABD tarafından yoğun bir şekilde düzenlenen bir ‘yerleşimci sömürgecilik’ eylemi olarak değerlendirmiştir.
Özet olarak, İsrail’in kendisini bölgeye ve Avrupa’ya bir fosil yakıt devi olarak sunabilmesi için Ürdün’ün ne kadar gerekli olduğu açıktır. Ürdün, İsrail gazı için ticari kolaylaştırıcı olmuş, Ürdün’ün enerji bağımsızlığı ve vatandaşlarının vergileri pahasına İsrail ekonomisini güçlendirmek için gerekli kurumsal yatırım ve sermayeyi ülkeye çekmiştir. Bu anlaşma aynı zamanda Ürdün’de yaşayan 3 milyon Filistinliyi de işgalci gazına mahkum ediyordu ki bu, Gazze’deki Filistinlilere on yıllardır uygulanan, iyi çalışılmış bir yerleşimci sömürge taktiğidir (Salamanca 2011: 22-37). Bu, İsrail’in erişim alanının genişlemesi ve aslen İngiliz emperyalizmi tarafından çizilen sınırların ötesinde yaşayan Filistinlilerin ve Arapların yaşamlarını ve nüfuslarını kontrol altına alma becerisi olarak doruk noktasına ulaşır. Ürdün ve Mısır’la yapılan ve kendi halkları üzerine kolayca yüklenen gaz anlaşmalarının fiyatları da AB-İsrail gaz anlaşması imkanını yaratmıştır. Avrupa Birliği: Yayılan Normalleştirme
Şimdiye kadar gaz merkezli normalleştirmenin Mısır ve Ürdün piyasalarını ve sermayesini İsrail lehine nasıl yeniden şekillendirdiğini ve yıllardır gündemde olan potansiyel bir AB-İsrail gaz anlaşmasını nasıl hızlandırdığını haritalandırdık. Haziran 2022’de bu anlaşma gerçekleşti ve İsrail gazının Avrupa’ya ilk kez ‘önemli ölçüde’ ithal edilmesini sağlayacak üçlü bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından ‘tarihi bir anlaşma’ olarak nitelendirildi. Mutabakat Anlaşması, Ürdün’ün ilk gazını almasından iki yıl, Mısır’ın yeni gaz anlaşmasından üç yıl sonra imzalandı – jeopolitik açıdan kısa bir süre. Ayrıca görüşmeler ve imza töreni, Ocak 2020’de İsrail ve Mısır tarafından ortaklaşa kurulan ve 2021’de Avrupa Birliği’ne ‘Gözlemci Statüsü‘ verilen bir forum olan ‘Doğu Akdeniz Gaz Forumu’ altyapısı içerisinde yer aldı. Bu, Avrupa Birliği’nin enerji merkezli normalleştirmeden anlamlı bir şekilde faydalanabileceği alanlar yaratarak bu anlaşma için zeminin nasıl hazırlandığını gösteriyor. Peki Avrupa neden İsrail gazını ithal ediyor? Ve bunun önemi nedir?
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana, Avrupa ülkeleri küresel ‘gaz için ataklarını’ yeniden alevlendirdi. Bu, Rus gazının Ukrayna ve Türkiye gibi aracılar vasıtasıyla Avrupa’ya hala hızlı bir şekilde aktığı yönünde raporlar olsa da, genel stratejinin Avrupa pazarını Rus gazından ayırmak ve alternatif kaynaklar ve rotalar aramak olduğu anlamına geliyor. Bu strateji, Avrupa enerji güvenliğinin geleceği için ‘Rus ithalatının büyük ölçüde azaltılması’ ve ‘arzın çeşitlendirilmesi(nin)’ temel olduğunu belirten REPower AB mevzuatında açıkça ortaya konmuştur. Örneğin, ABD LNG ithalatı Avrupa’yı 2022 enerji krizinde desteklemek için çok önemliydi – Avrupa’ya yapılan toplam LNG ithalatının %42’sinden fazlasına ulaştı. İsrail de kendisini Rus gazına uygun bir alternatif olarak konumlandırmakta gecikmedi. İsrailliler, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Avusturya ve Macaristan’ın yanı sıra Rusya’dan tedarik kesintilerine karşı en savunmasız Avrupa ülkelerinden biri olan Almanya’ya yaptıkları bir devlet ziyareti sırasında Avrupa’nın Rusya’dan yaptığı ithalatın %10’unu ikame edebileceklerini iddia ettiler. Ancak bu açıklama, özellikle İsrail’in enerji ihracatının küçük hacmi ve altyapısal sınırlamaları göz önüne alındığında, en iyi ihtimalle ‘iddialı’ olarak değerlendirildi. Bu gerçek, AB tarafından 10 yıl önce, İsrail’i Avrupa kıyılarına ulaştırmanın fahiş maliyeti nedeniyle bir gaz alternatifi olarak reddettiğinde kabul edilmişti. EastMed Boru Hattı gibi PCI (Ortak Çıkar Projeleri) Listesinde bir dizi boru hattı ve proje önerilmiş ya da önceliklendirilmiş olsa da hiçbiri hayata geçmedi ya da inşa edilmesi için gerekli ticari desteği görmedi. Nitekim Lydia de Leeuw, ‘Beneath Troubled Waters‘ adlı kitabında, Avrupa Birliği’nin 2014 yılında İsrail’i potansiyel bir enerji tedarikçisi olarak değerlendirdiğinde, ülkelerin ‘gelecekteki ihracat planlarını koordine edemediği’ görüldüğünden, ‘İsrail ile Gazze arasındaki gerginliklerin […] ve deniz sınırı anlaşmazlıklarının fırsata gölge düşürdüğü’ sonucuna varıldığını belirtmektedir. Bu nedenle İsrail erken bir aşamada Avrupa için alternatif bir enerji tedarikçisi olarak uygun görülmemiştir. O halde soru şu: Avrupa neden şimdi ‘önemli miktarda’ İsrail gazı ithal ediyor?
Bu, Avrupa’nın İsrail’e olan siyasi bağlılığının bir göstergesidir. Avrupalı yetkililerin ilk baştaki tereddütlerine rağmen, İsrail hükümeti ve yatırım yapan şirketler Avrupa’ya ihracat için baskı yapmaya devam etti. Rusya’dan çeşitlendirme stratejisi bunu uygulamak için mükemmel bir kılıf sağladı. Nitekim 2022’deki üçlü anlaşmadan bu yana Avrupa Birliği LNG gemileriyle İsrail gazı ithal ediyor. Movement Research Unit ve Disrupt Power tarafından yürütülen araştırma, Ekim 2023’ten bu yana en az 9 geminin İsrail gazını Avrupa limanlarına taşıdığını ortaya koydu. Bu gazı taşımak için tekrar tekrar kullanılan iki şirket tespit edildi: MaranGas ve Seapeak LCC ve gemiler birden fazla Avrupa şehrine yanaştı. 2022’den bu yana tekrar tekrar kullanılan limanlar şunlardı: Piombino (Toskana, İtalya), Revanthussa (Yunan Adası), For Sur Mer (Marsilya, Fransa) ve Milford Haven (Güney Galler)- ve bir kez kullanılan diğerleri, Rotterdam Maasvlakte (Hollanda), Zeebrugge (Belçika) ve Sagunto (İspanya). Yine de sevk edilen gaz miktarları asgari düzeyde ve düzensiz olup Avrupa’nın toplam talebini karşılamaya yaklaşmamaktadır. Çünkü İsrail ne Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığını anlamlı bir şekilde değiştirecek ne de Avrupa Birliği’nin erişebildiği gaz miktarını arttıracak üretim kapasitesine ve siyasi istikrara sahiptir. Aksini iddia etmek siyasi amaçların açık bir göstergesidir. Gerçekten de İsrail için siyasi ve mali faydalar büyüktür. Avrupa pazarına erişim, İsrail’in bölgeye entegrasyonunu meşrulaştırması, rezervlerini inşa etmek için büyük yatırımları çekmesi ve gaz ihracatı yoluyla para kazanması için altın bir bilettir. Bu nedenle, İsrail’in gaz piyasasını destekleme çabası, bu faydaları sağlamak ve böylece yerleşimci işgal projesini Avrupa için ciddi yansımalar olmadan sürdürmekle ilgilidir. İsrail gaz altyapısı için Avrupa silahlarının ve askeri yardımının kullanılması da bunun bir örneğidir. Böylece bu gaz tedariki ve beraberindeki siyasi faydalar güvenlik altına alınmaktadır. Örneğin Saar 6 Corvette savaş gemileri ve iki denizaltı ThyssenKrupp Marine Systems tarafından işgal altındaki Filistin sularının ve gaz altyapısının korunması için üretilmiştir. Bu makinelerin kısmen Alman hükümeti tarafından sübvanse edilmesi, Avrupa’nın bu kritik akışları sürdürmek ve ithalatı devam ettirmek için ne kadar ileri gitmeye istekli olduğunu göstermektedir.
Bütün bunlar, diğerleri gibi bu anlaşmanın da, gazı alan taraf için bir anlam ifade etmeyen ancak İsrail’in gelecekteki refahına yönelik siyasi bir taahhüt içeren enerji anlaşmaları yaratan normalleşme ajandasının bir sonraki ayağı olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, Avrupa Birliği ile imzalanan 2022 Mutabakat Anlaşmasını, yerleşimci kolonisini dünya ekonomisine daha fazla entegre ederek normalleşmeyi genişletmek olarak değerlendirmeliyiz. İsrail’i enerji krizinin yaşandığı bir dönemde vazgeçilmez bir enerji ortağı olarak konumlandıran Mısır ve Ürdün bölgesel entegrasyonla ilgiliyken, Avrupa Birliği küresel entegrasyona yönelik daha geniş bir gündemin belirtisidir.
Bir Gözümüz Kıbrıs’ta
AB-İsrail enerji entegrasyonu arttıkça, İsrail’in el koyduğu gazdan faydalanmaya hazır bölgesel bir aktör olan Kıbrıs’a göz kulak olmak önemlidir. Filistin direnişinin bir zamanlar sadık bir destekçisi olan ve 1993 yılına kadar İsrail Büyükelçiliği açmayı reddeden Kıbrıs Cumhuriyeti, İsrail’in Levanten Havzası’nda doğalgaz keşfetmesinin ardından ittifaklarını hızla yeniden yönlendirdi. İki yıl sonra Benjamin Netanyahu Kıbrıs’ı ziyaret eden ilk İsrail başbakanı oldu – şu anda turizm, teknoloji, askeri ve emlak alanlarında İsrail’in en büyük ticaret ortaklarından biri olan bir ülke. Bu hızlı ve kapsamlı işbirliği aynı şekilde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne taşınan çok sayıda İsrailli aile ve işletmeye de yansımaktadır. Bu durum, birçok kişinin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ne derece ‘İkinci İsrail‘ haline geldiği konusunda spekülasyon yapmasına, özellikle de Kuzey Kıbrıs’ın İsrailli yerleşimcilerin akınına uğrayarak ‘sessiz bir işgal‘ altında olduğuna dikkat çekmesine ve potansiyel Siyonist yayılmacılığa ilişkin endişelerin artmasına yol açmıştır. Peki bu artan sinerji enerji alanında nasıl karşılık buluyor?
Kıbrıs Cumhuriyeti özellikle Doğu Akdeniz gazının Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki boru hatları ve sıvılaştırma tesisleri aracılığıyla paraya çevrilmesi ve taşınmasını amaçlayan Cyprus Gateway Initiative ile kendisini sürekli olarak Avrupa’ya açılan bir kapı olarak tanıtmıştır. Kıbrıs, İsrail için de Avrupa’ya açılan tercih edilen bir altyapı kanalıdır. Mısır’a kıyasla daha küçük bir iç pazara sahip olmasıyla iç tüketim için kullanılan gazı en aza indirerek ihracat sermayesi kazançlarını en üst düzeye çıkarırken, İsrail’in Mısır’a olan bağımlılığını azaltmaya yönelik jeopolitik çıkarlarına da hizmet ediyor. Eylül 2023’te Netanyahu Kıbrıs’ı ziyaret ederek Yunanistan Başbakanı ve Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ile görüştüğünde bu niyet teyit edilmiş oldu. Bu görüşmede enerji konusu ön plandaydı. Doğu Akdeniz boru hattı projesi 2022’de durduğunda, tüm gözler ‘İsrail gaz platformlarını’ Kıbrıs’taki bir sıvılaştırma istasyonuna bağlayan 300 kilometrelik (km) bir boru hattına çevrildi. Gaz bu istasyondan Avrupa’ya sevk edilecekti. Her ne kadar görüşmeler o tarihten bu yana duraklamış olsa da bu ziyaret, Kıbrıs’ın Netanyahu’nun tercih ettiği enerji kanalı olduğunun açık bir ifadesiydi. Avrupa ile İsrail arasındaki ekonomik ilişkiler arttıkça ve siyasi ilişkiler derinleştikçe, Kıbrıs’ın rolü İsrail’in enerji vasıtasıyla yayılmacı projesinde ve Avrupa ile ekonomik olarak bütünleşme arzusunda giderek daha merkezi bir rol oynayacaktır.
Sonuç: Harekete Geçme Çağrısı
Bu makale, İsrail gazının Avrupa tarafından satın alınmasına yol açan süreci açığa çıkararak, Mısır ve Ürdün ile başlayan enerji merkezli normalleştirme anlaşmaları tarihi kapsamında yeniden çerçevelendirmiştir. Bu sayede Arap ülkelerini normalleştirmenin münferit katılımcıları olmaktan çıkararak aynı gündemin İsrail ve Avrupa Birliği arasındaki enerji anlaşmalarının temelini nasıl oluşturduğunu göstermiştir. Aynı şekilde, enerji merkezli normalleştirmenin Siyonist yayılmacı projeyi destekleyerek, yeni nüfusların enerji ve doğal kaynaklara erişimini tahakküm altına alma yetisini, işçi sınıfının üzerine yıkılan mali kayıplar yaratacak şekilde şekillendirdiği bir modeli de ortaya koymuştur. Avrupa’nın İsrail gazını satın almasının, Filistin’deki yerleşimci işgalini sürdürmek için silah sağlamak kadar belirleyici bir eylem olduğunu anlamak açısından bu alternatif çerçeveleme çok önemlidir. Gaz tarafsız bir meta değildir; yerleşimci sömürgeciliği ve ona bağlı ticaret ağlarını doğallaştırmak ve meşrulaştırmak için sistematik olarak bir silaha dönüştürülmüştür. Bu da Filistin mücadelesinin neden bir iklim meselesi olarak ele alınması gerektiğinin altını çizmektedir. Bu gibi anlaşmalar fosil yakıt sömürgeciliğine olan bağımlılığımızın artmasına yol açmakta ve hidrokarbon şirketlerinin durmak bilmeyen kârlarını perçinlemektedir. Ürdün, Mısır ve Kıbrıs gibi ülkelerde ekolojik yıkımı hızlandırarak bu ülkeleri yerleşimci sömürgeci yapılara daha sıkı bağlamaktadır. Dolayısıyla fosil gaz, hem Filistin’de hem de ötesinde emperyal gücün yayılması ve pekiştirilmesi için merkezi öneme sahip siyasi bir metadır. Şu gerçekle yüzleşmeliyiz: Filistin özgürleşmeden gerçek iklim adaleti olamaz.
O halde ne yapılabilir? Örgütlenmeliyiz. Ürdün ve Mısır’daki normalleştirme ve fosil gaz karşıtı kampanyaları canlandırmak, devrimci ve anti-emperyalist duyguları Kıbrıs ve Avrupa’ya yaymak kritik önem taşıyor. Normalleştirmenin ikmal zincirlerini yansıtan ve bunlara direniş ve seferberlikle karşı koyan ulusötesi dayanışma ağları yaratmalıyız. Artık kendimizi Avrupa sınırları içerisinde normalleştirme sürecinden ayrı değil, bu sürecin merkezinde görmemiz hayati önem taşımaktadır. Limanlarda örgütlenmeli, liman işçileriyle güçlü ve karşılıklı ilişkiler kurmalı (Ziadah ve Fox-Hodess 2023) ve gaz ve LNG konusunu Filistin tartışmalarıyla bir araya getirmek için liman kentlerinde ve topluluklarında siyasi eğitim programlarını etkinleştirmeliyiz. Hep birlikte, içinde bulunduğumuz enerji merkezli normalleştirmeye karşı direnebiliriz.
Referanslar
Bustani, H. (2019) ‘Exposing Jordan’s Gas Deal with Israel’, Middle East Research and Information Project (MERIP), 291 (Summer), [online] Available at: external link (Erişim: 26 November 2024).
Dunlap, A. (2017) ‘The ‘Solution’ is Now the ‘Problem’: Wind Energy, Colonisation and the ‘Genocide-Ecocide Nexus’ in the Isthmus of Tehuantepec, Oaxaca’, Middle Eastern Studies, 53(5), pp. 550–573. external link.
El-Khazen, E. and Rose, C. (2024) ‘Routes to Disruption—Supply Chain Sabotage and Israel’s War on Gaza’, Middle East Research and Information Project (MERIP), 311 (Summer), [online] Available at: external link (Accessed: 26 November 2024).
Hammouri, S. (2020) ‘Claiming ‘Private’ to Evade Democracy? The Leviathan Gas Deal and the Jordanian Constitutional Court’, Kent Academic Repository, 12 February, [online] Available at: external link (Erişim: 26 November 2024).
Moore, P. (2005) ‘QIZs, FTAs, USAID, and the MEFTA: A Political Economy of Acronyms’, Middle East Research and Information Project (MERIP), 234 (Spring), [online] Available at: external link (Erişim: 26 November 2024).
Salamanca, O. J. (2011) ‘Unplug and Play: Manufacturing Collapse in Gaza’, Human Geography, 4(1), pp. 22–37, [online] Available at: external link (Erişim: 26 November 2024).
Shqair, M. (2023) ‘Arab-Israeli Eco-Normalisation: Greenwashing the Occupation’, Transnational Institute, 29 September, [online] Available at: external link (Erişim: 26 November 2024).
Ziadah, R. and Fox-Hodess, K. (2023) ‘Dockworkers and Labor Activists Can Block the Transport of Arms to Israel: An Interview with Rafeef Ziadah’, Jacobin, [online] Available at: external link (Erişim: 26 November 2024)