Afganistanlı Vezir Mohammad Nourtani ve ailesi, daha iyi bir yaşam şansı bulabileceklerine inanarak Türkiye’ye sığınmışlardı. Topluma dahil olma ve yasal statü kazanma çabalarına rağmen, bürokratik engeller ve yasal kısıtlamalar yaşadıkları zorlukların katlanarak artmasına sebep oldu. Nourtani’nin ailesi uygun ikamet izinlerini almakta, temel hizmetlere ve istihdam fırsatlarına erişimde güçlüklerle karşılaştı. Bu süreçler onları toplumun dışına itti. Birçok göçmen gibi Nourtani de tehlikeli ve sömürücü iş ortamlarına sürüklendi.[1] Nourtani, 9-10 Kasım 2023 tarihinde Zonguldak’taki kaçak maden ocağında çalışırken hastalandı. Tıbbi tedavi görmek yerine dövüldü, raporlara göre bir böbreği alındı ve cesedi yakılarak bir ormana götürüldü.[2] Maden sahipleri, madenin kapatılmasını önlemek için cesedini yakarak iş cinayetini örtbas etmeye çalıştı.
Nourtani geride bir eş ve üç çocuk bıraktı. Nourtani’nin ölümü, onun gibi göçmen işçilerin sadece acımasız bir sömürüyle değil, aynı zamanda ırkçı şiddetle de karşı karşıya kaldıklarının çarpıcı bir örneği olarak karşımızda duruyor. Irkçı şiddet sosyoekonomik koşulların kötüleşmesiyle giderek daha fazla su yüzüne çıkıyor. 2 Temmuz’da, Sivas katliamından tam 21 yıl sonra Kayseri’de ırkçı şiddet farklı şekiller alarak Suriyelileri, dükkanlarını ve eşyalarını hedef aldı.[3] Takip eden günlerde şiddet Türkiye’nin farklı illerine yayıldı.[4]
Nourtani’nin hikayesi ve Kayseri’deki Suriyeli karşıtı pogromlar, Türkiye’de yaşayan göçmenlerin karşılaştığı daha geniş kapsamlı sistematik zorlukları gün yüzüne çıkarıyor. Bu örnekler, ağır ve acı sömürü gerçeklerini, ekonomik çaresizlik, kayıtdışı tehlikeli işler ve ırkçı şiddet arasındaki iç içe geçmişliği ortaya koymaktadır. Göçmenler sıklıkla insan dışı muameleye ve güvencesiz çalışma koşullarına maruz kalmaktadır. Kapitalist toplumlarda göçmen emeği genellikle amansız bir kâr arayışının tek kullanımlık kaynağı olarak görülür. Bu sistem içinde, hareketliliğin düzenlenmesi -sınırlar arasında veya ülkeler içinde hareketin kontrol edilmesi ve yönetilmesi- değer sömürüsünü sürdürmenin bir aracı haline gelmiştir. Bu sömürü yalnızca göçmenlerin yaşamlarının tek kullanımlık emeğe dönüştürülmesiyle değil, aynı zamanda duvarlar ve insansız hava araçları gibi sınır altyapılarının geliştirilmesi, inşası ve insani yardım sektörü aracılığıyla da sürdürülmektedir.[5]
Bu durum, yalnızca insan hayatını kolaylıkla harcanabilir hale getirmekle kalmayıp aynı zamanda çevresel yıkımı da şiddetlendiren sömürücü uygulamalara yol açmaktadır. Emek hareketliliğin metalaştırılması, ekosistemlerin madenle talan edildiği süreçlerle doğanın metalaştırılmasına yansıtmaktadır. Bu nedenle, kaynakların çıkarılması, göçmen işçilerin sömürülmesi ve öldürülmesi ile Türkiye’deki son Suriyeli karşıtı pogromlar birbirinden ayrılamaz. Bu makalede, emek hareketliliği ve göç etme hakkı perspektifinden, sömürü ve ekolojik yıkımı sürdüren yapılara karşı mücadeleye duyulan acil ihtiyaç üzerine bir tartışma açma niyetindeyiz.
Küresel Emek İşbölümü
Küresel kapitalizmin gelişimi kârları maksimize edecek ucuz ve esnek işgücüne dayanır. Emeğin sınırlar ötesine göçünün kontrolü bu süreçte çok önemli bir unsur olmuştur. Afrikalı kölelerin zorla çalıştırılmasından Asyalı işçilerin sözleşmeli köleliğine ve köylülerin yerlerinden edilmesine kadar, göçmen emeğinin sömürüsü kapitalist genişlemenin mihenk taşlarından biri olmuştur. Devlet, insanların dolaşımını düzenleyerek/sınırlayarak sınırlar arasındaki işgücü akışını kontrol ederken farklı haklara ve koruma düzeylerine sahip farklı işçi grupları yaratabilir. AB vatandaşları herhangi bir AB ülkesinde çalışabilir; Türkiye’den beyaz yakalı bir işçi çalışmak için Almanya’ya seyahat edebilirken, Nourtani gibi Afgan göçmenler güvencesiz ve tehlikeli çalışma koşulları altında kayıt dışı emek sektöründe çalışmak zorundadırlar. Nourtani gibi göçmen işçiler, genellikle kapitalist sömürü ve savaşların neden olduğu ekonomik marjinalleşme ve ekolojik yıkımdan kaçarken taşındıkları yerlerde de güvencesiz, yasal ve sosyal statüleri olmadan sömürü ve istismara karşı daha savunmasız halde yaşamaktadır.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün resmi verilerine göre Türkiye’de ikamet iznine sahip 1.107.532 göçmen bulunmaktadır. 3.113.478 Suriyeli ise geçici koruma altındadır. Resmi olmayan rakamlara göre, Türkiye’de dört milyonu Suriyeli olmak üzere altı milyondan fazla göçmen bulunmaktadır. Mülteciler Türkiye nüfusunun yaklaşık %7’sini oluşturmaktadır. Birçok göçmen işçi için kayıt yaptırmak, ikamet veya geçici koruma statüsü almak zordur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na göre, Türkiye’de çalışma iznine sahip mültecilerin toplam sayısı 168.103 olup, bunların 91.500’ü Suriyelidir. Milyonlarca mültecinin kayıt dışı çalıştığı tahmin etmek zor değildir.
Bu ayrımcı bürokratik prosedürler nedeniyle, Nourtani’de gördüğümüz gibi, kayıtdışı çalışma herhangi bir sosyal güvenceden, düzenlenmiş çalışma saatlerinden ve düzenli ödemelerden yoksun olmak anlamına geliyor. Türkiye’de her yıl ortalama 83 göçmen işçi iş başında hayatını kaybetmekte olup, bu rakam işle bağlantılı toplam ölümlerin %4,41’ini oluşturmaktadır ve iş kaynaklı olan her yirmi ölümden biri göçmen ya da mültecidir.[6] Bu ölümlerin çoğunluğu, birçoğu kendilerini güvencesiz çalışma koşullarına zorlayan savaşlardan kaçan Suriyeliler (%51) ve Afganlardır (%18). Göçmen ve mültecilerin işle bağlantılı ölümleri en çok, uzun saatler, düşük ücretler ve güvensiz koşullara maruz kaldıkları tarım (%29) ve inşaat (%25) sektörlerinde görülmektedir.
Devlet sınırları, küresel ölçekte işçi sınıflarını ayırmanın temel bir aracıdır. Son yıllarda devletlerin insanların ve dolayısıyla küresel işçi sınıfının hareketini kontrol etmek için nasıl fiziksel bariyerler inşa ettiğini görüyoruz. Ulusal toprakların bu şekilde askerileştirilmesi ve güvenlikleştirilmesi, göçmenler ve vatandaşlar arasında süper-sömürülebilir bir işgücü üreten ve yeniden üreten bir bölünmeyi zorunlu kılmaktadır.
Bunun ekoloji üzerinde de bir etkisi vardır, zira her büyük inşaat projesi gibi yollar, ışıklar, duvarlar ve bariyerler gibi sınır altyapılarının geliştirilmesi de ormansızlaşma ve hayvanların doğrudan ya da habitat kaybı yoluyla öldürülmesiyle el ele gitmektedir (Peters vd. 2018).[7]
Dolayısıyla sınırların sıkılaştırılması, küresel kapitalizm ve ekolojik yıkımla derinden iç içe geçmiş durumda. İşin özünde, hem insanların, diğer canlıların hem de bir bütün olarak tüm varlıkların ekonomik varlıklara indirgendiği bir metalaştırma yatmaktadır. Göçmen işçilere, yalnızca kâr potansiyelleri nedeniyle değer verilen ve sömürüye yol açan tek kullanımlık metalar olarak muamele edilmektedir. Benzer şekilde, doğal varlıklar da kaynak olarak yağmalanmakta ve Polen Dergi’nin bu sayısında ayrıntılı olarak ele alındığı üzere ekolojik yıkımla sonuçlanmaktadır.
Zonguldak Madenleri
Nourtani, Zonguldak’ta yer alan birçok yasadışı madenden birinde çalıştı. Son 10 yılda göçük, metan gazı zehirlenmesi, kömür tozu parlaması veya sıkışması nedeniyle en az 44 işçi ölmüştür.[8] Zonguldak 1840’lardan bu yana kömür madenciliğinin merkezi ve bir zamanlar Türkiye’nin en büyük kömür madenciliği bölgesiydi. Bölge, Osmanlı donanmasına, ulaşımına, hükümet tesislerine ve kamu hizmetlerine güç sağlayan taş kömürünün tek tedarikçisi haline gelmiş ve bu da Zonguldak’ı Türkiye’nin sanayileşmesi için çok önemli kılmıştı.[9] 1880’lerde madenlere önemli sermaye yatırımları yapıldı, bu da üretimin artmasına ve ocak mülkiyetinin birleşmesine neden oldu. Küçük ölçekli işletmeciler hızla tasfiye oldu ve 1893 yılına gelindiğinde dört büyük şirket toplam üretimin dörtte üçünden sorumluydu. 1896 yılında Fransız Société d’Heraclée’ye (Ereğli Şirket-i Osmaniyesi) kömür madenlerinin işletilmesi için verilen imtiyaz, sadece bölgeyi değil Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerini de etkileyen önemli bir gelişmeye işaret ediyordu. Madenler daha sonra hızla, Hırvatistan, Karadağ, İngiltere ve Fransa’dan sözleşmeli şirketler tarafından getirilen göçmen işçilere bağımlı hale geldi. 1930’lara gelindiğinde, kömür üretiminin yaklaşık üçte ikisi yabancı sermayenin kontrolü altındaki ocaklardan gelirken, bireysel olarak sahip olunan madenler toplam satışların yalnızca %10’una katkıda bulunuyordu (Çıladır, 1977, s. 160-1). Millileştirme çabaları 1936’da başlamış, 1940’ta yabancı ve Türk şirketlerin yanı sıra bireysel mülkiyetteki madenlerin de tamamen devralınmasıyla sonuçlanmıştır (Şengül ve Aytekin, 2012). 1960’lardan itibaren işçiler Karadeniz’in kuzeyinden (Laz) ve doğudan göç etmiştir. Madencilik sektörü 1970’lerin sonlarından itibaren düşüşe geçmiş, 1980’deki IMF kaynaklı yapısal uyum programının ağır etkisi ve ardından gelen askeri darbe sektöre ve bölge ekonomisine yıkıcı bir darbe vurmuştur.
Devletin düzenlediği bu madenlerin yanı sıra, Nourtani gibi göçmen işçilerin geçimlerini sağlamaya çalıştığı yüzlerce kaçak maden var. Gazeteci Mustafa Özdemir bir röportajında, Kasım 2023’te yaklaşık 300-500 kaçak maden ocağı olduğunu söylüyor.[10] Bazı uzmanlar Zonguldak’ta kaçak madencilik sektöründe çalışan yaklaşık 4000 kişi olduğunu söylüyor.[11] Bunun yanı sıra özel maden şirketlerinde çalışıp geçinemeyen işçilerin de ek iş olarak kaçak madenlerde aralıklarla çalıştığı belirtiliyor.[12] Özdemir, kömür miktarının yüksek olması nedeniyle, insanların her yerde basit, derme çatma madenler kazmasının kolay olduğunu belirtiyor. Özdemir’e göre bu madenler, bir plana dayandırılmadan açıldıklarından köstebek yuvalarını andırıyorlar ve gerçek madenler gibi değiller. Bu madenler genelde kömüre ulaşmak için 10 ila 30 metre kazılmış olan ve 3-5 kişinin çalıştırıldığı yerler oluyor. Daha zengin kömür yataklarının bulunduğu bölgelerde de vardiyalar halinde 5-6 işçi çalışabiliyor. Lisanslı özel şirketler bu küçük ölçekli madenlerden düşük fiyatlarla kömür satın alıyor, kendi üretimleri gibi gösterip aracılara ya da yerel termik santrallere pazar sıkıntısı çekmeden satıyorlar. Özdemir’e göre, kaçak madenler ruhsatlı madenlerden daha az ücret ödedikleri için Türk işçi bulmakta zorlanıyorlar. Bu boşluk Afganlar tarafından dolduruluyor. Yereldeki bazı söylemlere göre ise kimi kaçak madenlerde aksine daha fazla ücret imkanı oluyor ve bu durumda bu işleri öncelikle Türk işçiler dolduruyor.
Kayıtdışı bir madende çalışan bir işçi, kendisiyle yapılan görüşmede, madende sigara içildiğini ve insanların alkol ve uyuşturucu kullandığını anlatıyor.[13] Aynı işçi herhangi bir eğitim almadan, koruyucu giysi veya gaz ölçer gibi herhangi bir güvenlik önlemi olmadan madende çalışmaya başladığından bahsediyor. Kayıtdışı madenler herhangi bir çevre ve işçi sağlığı güvenliği olmadan en çaresiz durumda olanı, asgari yaşam koşullarını en kaybetmiş olanı, en toplum dışına itilmiş olanı paryalaştırarak çalıştırırken esasında bir yandan devletin “sorumlu madencilik” kılıfına soktuğu madencilik furyasında tartışmanın ana eksenini de kaydırmış oluyor.
Sonuç
Nourtani ailesi tehdit altında yaşamaya devam ediyor. 25 Haziran 2024 tarihinde, Nourtani’nin eşi ve üç çocuğu tarafından yapılan Uluslararası Koruma Başvurusunun ikinci kez reddedildiği ve Nourtani’nin ailesinin şu sıralar sınır dışı edilme tehdidi altında yaşadığı açıklandı.[14] Sığınma başvurularının reddedilmesi ve sınır dışı edilme tehdidi münferit olaylar değildir; göçmenlerin haklarını kısıtlamaya yönelik daha geniş bir stratejinin parçasıdır ve yabancı düşmanlığının gelişebileceği bir ortamı teşvik etmektedir. Temmuz 2024’teki pogromlar sırasında, aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu 40 mülteci, geçici koruma kimlik kartı olmayanların sınır dışı edilmesi amacıyla, Serik ilçesindeki polis karakoluna getirilmişti.[15] Günah keçisi ilan etmenin siyasi ve toplumsal güçler tarafından güç kazanmak ve dikkatleri sistematik sorunlardan başka yöne çekmek için kullanılmasına benzer şekilde, sınır dışı etme kararları da dikkatleri sistematik sorunlardan başka yöne çekme eğilimindedir. Kapitalist mantık içerisinde, işçi sınıfının yaşamı ve doğadaki yaşam tek kullanımlıktır.
Zonguldak’taki kömür madenlerinin- Karadağ’dan, Hırvatistan’dan, Karadeniz’den ve Türkiye’nin Doğu bölgelerinden Afgan işçilere kadar- göçmen işgücüne dayalı uzun bir geçmişi bulunmaktadır. İnsanların yer değiştirmesinin ekonomik kazanç için kontrol edildiği ve yönetildiği göçün metalaştırma sürecine dahil oluşunun somutlandığı yerlerden biri, doğanın maden yağması için tahribatının parçası olmasındadır. Yaşamın bu şekilde metalaştırılması sermaye sınıfının çıkarına hizmet etmekte, göçmenlerin yaşamlarını kısıtlamakta ve yabancı düşmanlığının gelişebileceği bir ortamı beslemektedir.
Türkiye ekonomisi çöküşün eşiğindeyken göçmenleri günah keçisi ilan etmek kapitalist sistemin ve onun egemenlerinin, odağı, sistematik sorunlardan nasıl uzaklaştırabileceğinin klasik bir örneğidir. Savunmasız insanları hedef alarak, ekonomik eşitsizlik ve adaletsizlikle altta yatan sorunlar gizlenmektedir. Bu dinamik, hem insanların hem de çevrenin sermaye birikimi için nasıl feda edildiğinin altını çizmektedir.
Temmuz 2024’te Kayseri’de başlayan ve sonraki günlerde diğer şehirlere de yayılan Suriyeli karşıtı pogromlar, ekonomik baskıların ve milliyetçi duyguların nasıl birleşerek en savunmasız grupları hedef aldığının ve dikkatleri mücadele konularından uzaklaştırdığının bir göstergesidir. Bu nedenle, kaynakların çıkarılmasını, göçmen işçilerin sömürülmesini ve öldürülmesini ve Türkiye’deki son Suriyeli karşıtı pogromları birbirinden ayıramayacağımızı hatırlamak önemlidir. Bunların hepsi, sistematik ekonomik ve sosyal dışlanmaya dayanan ve bunları sürdüren sermayenin gözü dönmüş kâr arayışıyla bağlantılıdır. Irkçı kapitalist göç rejimleri ile uygulayıcısı devletin sınırlarının ilişkisini ele alarak, bu istismar ve adaletsizlik döngüsünü sürdüren yapılara meydan okumaya başlayabiliriz.
Dipnotlar:
[1] https://www.emep.org/vezir-mohammad-nourtani-cinayeti-ve-sistemin-carklari-cakal-inleri-ve-cinayet-sebekeleri
[2] https://ihd.org.tr/en/ihd-refugee-rights-are-human-rights/
[3] https://www.evrensel.net/daily/522374/the-life-of-immigrants-in-turkey-between-hatred-and-cheap-labour
[4] https://bianet.org/haber/serik-te-suriyeli-multeci-cocuk-isciyi-oldurdukleri-iddiasiyla-uc-cocuk-tutuklandi-297101
[5] Örneğin, Türkiye AB’den askeri araçlar, dürbünler, termal kameralar gibi sınır teknolojileri satın almak ve aynı zamanda gözaltı merkezleri inşa etmek için fon almıştır. AB, Türkiye’ye İltica, Göç ve Entegrasyon Fonu (AMIF), İç Güvenlik Fonu ISF ve Sınır Yönetimi Vize Entegrasyon Fonu 7.37 milyar arasında değişen çeşitli fon programları aracılığıyla finansman sağlamıştır. Andersson, R. (2014). Illegality, Inc.: Clandestine migration and the business of bordering Europe. Univ of California Press.
[6] https://bianet.org/haber/son-on-yilda-en-az-828-gocmen-multeci-isci-hayatini-kaybetti-271611
[7]https://bianet.org/haber/there-are-afghan-workers-beaten-with-a-coal-shovel-and-sent-back-without-being-paid-288062
[8]https://calismaortami.fisek.org.tr/icerik/kacak-maden-ocaginda-calisan-iscilerin-calisma-kosullari-zonguldak-ornegi/
[9]https://medyascope.tv/2023/01/19/a-look-at-zonguldak-mining-industry-reveals-scale-of-illegal-operations-lethal-working-conditions/
[10] a-look-at-zonguldak-mining-industry-reveals-scale-of-illegal-operations-lethal-working-conditions
[11] Araştırmalar, Meksika’yı ABD’den ayıran duvarın çevresel tahribattan sorumlu olduğunu ve hayvanların hareket etmesini engelleyecek şekilde ekolojiye müdahale ederek yaşam alanlarını daralttığını göstermektedir (örneğin, McCallum ve ark. 2014; Ogden 2017; Titley ve ark. 2021). Linnell ve arkadaşları (2016), çit ve sınır duvarlarının yaban hayatı üzerindeki tehdidini ortaya koymaktadır; çünkü bunlar ölümlere neden olmakta, mevsimsel olarak önemli kaynaklara erişimi engellemekte ve kıta Avrupası ve Orta Asya’da etkili nüfus büyüklüğünü azaltmaktadır. Yabancı düşmanlığı eğilimlerinden beslenen Yunan yetkililer, 2020 yılında Meriç Nehri kıyısındaki bölgeleri insansızlaştırmış ve bazı yerlerde insanların geçişini engellemek için çelik bir duvar inşa etmiştir. Türkiye, İran ve Suriye sınırı boyunca beton duvarlar ve hendekler inşa etti. Her iki durumda da, bu tür projelerin ekolojik tahribatı dikkate alınmamıştır.
[12]https://www.ntv.com.tr/turkiye/kacak-maden-ocaklarinda-aci-bilanco-son-10-yilda-44-olum,BVtH7Xh-D0SVc0eqNSa6Cg
[13] https://www.cambridge.org/core/journals/international-review-of-social-history/article/migration-ethnicity-and-divisions-of-labour-in-the-zonguldak-coalfield-turkey/22CD6BE4C44B12C2944786AE839D71F3
[14] https://artigercek.com/guncel/yakilan-afgan-madencinin-ailesinin-uluslararasi-koruma-talebine-ikinci-ret-309033h
[15]https://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/246655