Aşağıdaki yazı, Polen Ekoloji Enstitüsü’nde gerçekleştirilen Kapibara Buluşmaları etkinlikleri çerçevesinde 25 Aralık 2024’te Kolektif üyemiz Levent Büyükbozkırlı’nın Eduardo Gudynas’ın kitabına dayanarak yaptığı sunumun metinleştirilmiş halidir.
Ekstraksiyon Ve Ekstraktivizm: Kavramlar Ve Tanımlar
Günümüzde ekstraktivizm, sadece projeler toplamından oluşmuyor: Maddi gelişme ve ekonomik değer kavramına bağlı bir kalkınma vizyonuna sahip. Ekstraktivizm, üretim tarzı (production mode) olarak görülmemeli! El koyma/gasp etme tarzı (appropriation mode) olarak görülmeli.
El koyma tarzları ile üretim tarzları birbirinden yalıtılmış değildir: Hammadde, enerji ve sermaye akışı ile üst üste binerler, birbirini tamamlayan bir ilişki ağı söz konusu. Üretim tarzları, ekstraktivizm tarzlarını hangi minerale ihtiyaç duyulduğu, bunun fiyatının ne kadar olacağı konularını da belirler.
Çok sayıda farklı ekstraktif faaliyetler var.
- Doğrudan ekstraktivizm: mega-madencilik ve endüstriyel balıkçılıkta olduğu gibi doğal varlıkların doğrudan sahiplenilmesi – el konulması (appropriation).
- Dolaylı ekstraktivizm: önce doğal varlıkların yok edilmesi, sonra doğaya el konulması. Örneğin tarım için önce ormanın yok edilmesi, ardından toprağın ekilmesi.
- Mega-madencilik tanımı: Yıllık 1 milyon tonun üzerinde toprağın kazılması ve 1000 hektarın üzerinde alanı etkilemesi.
Madenin çıkarılması sırasında oluşan eko-toksiklik bir çevreyi zehirleme göstergesidir: Bakır için eko-toksiklik, demir için olanın 2 katı, altın için ise bakırın 10 bin katıdır! (UNEP2010)
Mega-madencilik, ekolojik sakatlanma boyutu vurgulanarak sorunsallaştırılmalıdır. Madencilik onu gerekli kılan üretim tarzları ve enerji ihtiyacı ile birlikte sorunsallaştırılmalıdır.
Ekstraktivizm; yüksek hacimli/yoğunluklu kazı işlemi, kazı sonrası minerallerin hiçbir işleme tabi tutulmaması veya çok az işlenmesi, en az yüzde 50’sinin ihraç edilmesi. Ekstraktivizmin hacim, çevresel yoğunluk ve varış yeri gibi inceleme kriterleri vardır.
Tarih boyunca farklı nesillerde ekstraktivizm:
- 1. nesil: İnsan ve hayvan gücüyle çıkarım, çok sınırlı teknoloji, enerji ve su kullanımı düşük. Kolonyalizm döneminde şeker kamışı tarlaları, İspanyolların ve Portekizlilerin Latin Amerika’daki madencilikleri
- 2. nesil: Teknoloji kullanımı (buhar gücü, içten yanmalı motor, patlayıcılar, kimyasallar…) El koyma oranı daha yüksek. 19. yy’ın ortalarında petrol çıkarma ve 20.yy’a kadar uzayan madencilik faaliyetleri, madeni zenginleştirmede de yeni kimyasal uygulamaları.
- 3. nesil: Gelişmiş teknoloji kullanımı (büyük boy ekskavatörler, kamyonlar, biçerdöverler, çok sayıda sondaj yapılan petrol platformları…). El koymada hacimsel ve yoğunluk olarak artış. Mega madencilik, monokültürle soya üretimi… 20.yy sonu ve 21.yy’da yaygınlaştı. Yeni tür kimyasallar, patlayıcılar ve sonuç olarak yoğun çevre kirliliği, her bir ton ürün başına daha fazla enerji ve su kullanımı.
- 4.nesil: Çok yaygın ve yoğun ekstraktivizm işlemleri, çok derine inen ve geniş alanlara yayılan kazılar, çok fazla su ve enerji tüketimi. Hidrolik çatlatma ile petrol, doğal gaz çıkarma, derin deniz madenciliği. Devasa çevre tahribatı. Enerji sarfiyatı çok yüksek: genellikle ½ civarında. Hem enerjik hem de ekonomik yönden çok pahalı, sürdürülebilir değil. Tüm masraflar dikkate alınınca, EROI’nin makul limitinin 1/3 olması gerektiği hesaplanmış.
EROI (Energy Return On energy Invested – Harcanan enerjiye karşılık elde edilen enerji): 4. jenerasyon madencilikte, özellikle de hidrokarbürlerde, teknolojinin ilerlemesine karşın EROI’de belirgin düşüş var. Yani 1 varil petrol çıkarmak için harcanan enerji gitgide artıyor ve çevresel etkiler, su varlıkları tüketimi, vb. de artıyor. Teknolojideki ilerlemenin vurgulanması, aslında düşen verimleri, doğal varlıkların tükenmekte olduğunu ve çevresel devasa yıkımları saklamaya hizmet ediyor.
Dünya Bankası (DB), ekstraktivist fikirleri meşrulaştırmada öncü rol oynuyor: petrol, gaz ve minerallere dayalı bir ’ekstraktif endüstriler’ çalışma alanı var ve fakirliği aşmak, istihdam yaratmak, vergi girdilerini artırmak ve sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek söylemlerine dayanıyor. DB, hükümetler, şirketler, ekstraktivizmi bir endüstri olarak niteliyorlar. Bu, kamu nezdinde meşruiyet kazanmak için uygulanan bir taktik: İş imkânı sağlayan, kalıcı olan fabrikaları çağrıştırıyor.
Tarih Boyunca Eğilimler, Etkiler
Ekstraktivizm, ekonomik etkilerine ek olarak bir ülkede derinleştikçe politik hayatı ve devletin yapısını, fonksiyonlarını da şartlandırmaya başlıyor, bunları kendi çıkarlarına uygun şekilde yönlendiriyor. Bolivya’da kalay madenciliği buna iyi bir örnektir.
Büyük madencilik projeleri, ülke içinde kurulan ilişkiler ve ülke ekonomisinin endüstrileri ile olan bağları yönüyle bir adaya benzetilebilir: Girdiler ve teknolojilerin önemli bir kısmı ithal edilir; aynı şekilde madende çalışan teknik elemanlar da dışarıdan gelir, bu nedenle ulusal endüstrileri beslemezler ve el konulan doğal varlıkların da önemli bir kısmı ihraç edilir. Sonuç olarak; yerel ve ulusal ekonomiye katkıları yok denecek kadar azdır, oluşan mali sermaye ülke dışına aktarılır.
Türkiye’de madenciliğin GSYİH’daki payı %1 civarında. 12. Kalkınma Planı’nda %2’ye çıkarma hedefi bulunuyor. Aralık başında Milli Madencilik Kongresi’nde Enerji Bakanı ise %5’lik bir hedeften söz etti.
Ekstraktivizm faaliyetlerinde doğaya verilen ağır yıkımlara yönelik çevresel yaklaşımda tartışmalar bu çevresel etkilerin nasıl yönetileceği, nasıl kaçınılacağı ve rehabilite edileceği yöne kanalize ediliyor. Yani, ikincil etkiler üzerinde duruluyor. Oysa esas mesele, muazzam miktarda doğal varlığın kazılarak yok edilmesi. Burada 2 önemli hatalı yorumlamaya değinmek gerekir:
- Çoğu durumda zararlı etkilerin kazalar sonucu oluştuğu dile getirilir: Zehirli akışkanların çevreye yayılması, zararlı kimyasalların yeraltı sularına karışması… Mevcut teknolojilerin zararları önlemede yeterli olduğu vurgulanır.
- Ekstraktivizm faaliyetlerinde çevresel etkilerin büyük oranda önlenebileceği bir yönetim şeklinin mümkün olduğu iddiası: Bu iddia bazı 2. jenerasyon madencilik için geçerli olabilir. Ancak günümüzde kullanılan 3. ve 4. jenerasyon madencilikte hem faaliyetin yoğunluğu hem de kazılan toprak miktarı olarak çevresel etkiler, kazanılacak paranın yanında tamamen geri planda kalır.
Açık ocak mega-madenciliğinde olduğu gibi ekosistemin fiziksel yapısının bozulması, üzerinde yaşayan canlı türlerinin kalıcı olarak yok edilmesi, malzeme yapısının bozulması ‘ekolojik sakatlanma’ olarak adlandırılır.
Gerçekte ise ekstraktivizm faaliyetlerinin yoğunluk, karmaşıklık ve kapsadığı coğrafyaya bakıldığında bu tür kazaların olması kaçınılmazdır. Daha derine kazma yapıldıkça, daha çok kimyasal kullanıldıkça, ruhsat alanları kapasite artırımlarıyla gitgide genişletildikçe kaza riski de artacaktır.
Klasik madenciliğe oranla çok daha yüksek miktarda kayalar parçalanarak atık haline getiriliyor. Bu durumda madenler kapandıktan sonra doğanın kendini onarması ve şirketlerin rehabilitasyonu mümkün olamıyor. Birincil çevresel etki, kazılan ve yok edilen devasa kaya-topraktır. Ancak çoğu zaman suyun kirlenmesi, zehirli gazlar gibi ikincil etkiler üzerinde duruluyor.
Teknolojik gelişmedeki sapkınlığı vurgulamak gerek: Geliştirilen teknoloji kapitalizmin teknolojisi (daha derine sondaj, daha etkili kazılar, verimliliği artan zenginleştirme, vb.). Teknoloji ekolojinin, doğanın, sosyal yaşamın korunması için geliştirilmiyor.
Bugünün 3. ve 4. nesil madenciliğinde çıkarılan cevher gitgide artan oranda yan ürün (by-product) oluyor. Yani madenciliğin ana faaliyeti çok yüksek miktarda kazı yapılması, devasa zehirli atıkların üretilmesi (EROI’deki düşüş de bunu zorunlu hale getiriyor).
Kalkınmayı tanımlama şekli: Madenciliğin fakirliği ortadan kaldırdığı ve yaşam kalitesini arttırdığı söylemleri yaygındır. Oysa dünyanın her yerinde maden faaliyetleri olan bölgelerde yerel halk daha da fakirleşmiştir. Ekstraktivizme en çok bağımlı ülkeler insani kalkınma endeksi ve ekonomik fakirlik yönleriyle en geride ülkelerdir. (Bolivya’dan bir örnek: Ülkedeki madenlerin en yaygın olduğu Potosi, %80 ile Bolivya’nın en fakir bölgesi)
Gittiği her yerde tarım ve hayvancılığı yok eden, halkın geçim ekonomisini sakatlayan madencilik, ekonomik olanakları oldukça sınırlı olan yerel halkın yeterince beslenme olanaklarını da ellerinden almaktadır.
Cinsiyet ayrımcılığı: Olumsuz yaşam koşulları özellikle kadınları etkilemektedir: kadınlar bir yandan ev işlerini ve ailenin ikamesini üstlenirken, madenin köye gelmesi sonrası madende çalışmaya giden erkeklerin görevlerini de almak zorunda kalırlar. Toprağın, suyun kirlenmesi gibi çevresel zararlardan da en çok kadınlar etkilenir.
Maden şirketlerinin belli bir politik görüşü empoze etmeleri: Tüm tartışmalarda, pratiklerinde, politikalarında çıkarılacak madenlere ve kazanılacak paraya odaklanmaları, sosyal-çevresel tahribatı tamamen göz ardı etmeleri ve alternatif bakış açılarını engellemeye çalışmaları.
Ekonomik büyüme: Ekstraktivizme bağlı büyüme, ülke ekonomisini kırılgan ve minerallere bağımlı hale getirir ve ‘Hollanda hastalığı’ diye nitelenen olguya açık hale getirir. Ayrıca uluslararası piyasaların iniş çıkışlarına da bağımlı kılar.
Demokratik politikaları çarpıtmaları ve kendi çıkarlarına uygun şekilde yeniden tanımlamaları: Ekstraktivizmin kontrolü altına giren ülkelerde, bu faaliyetlere yönelik çatışmalar, insan haklarına bakışı, temsiliyet rolünü, ülkede demokrasinin inşa edilme şeklini, vb. erozyona uğratır.
Sonuç olarak aslında ekstraktivizm dendiğinde ‘yağmalama/talan madenciliğinden’ söz etmek gerekir:
- hem yoğunluk hem coğrafi etki yönüyle sosyal ve çevresel etkileri muazzamdır;
- buna karşılık ekonomik katkıları tamamen şişirilmektedir ve gerçek katkısı oldukça şüphelidir;
- çoğu durumda demokrasiyle çelişki/çatışma içindedir, çünkü projeler halka tepeden inme dayatılmaktadır, halkın meşru protestoları zor kullanarak bastırılmaktadır;
- insan haklarına ve doğanın haklarına tecavüz edilmektedir.
Ekstraktivizm, ülkeyi emperyalist küreselleşmeye bağımlı hale getirir, ülke ekonomisi dışarıdan yönetilmeye başlar.
Ekstraktivizmlerin Fikirleri, Hayalleri ve Söylemleri
- Ekstraktivizm, ancak doğanın kullanılacak ve ticarileştirilecek kaynaklar için bölünüp parçalandığı bir şekilde yeniden tanımlanması mümkündür.
- Ekstraktivizm, ekonomiyi, politikayı ve kültürü yönlendirme ve koşullandırmada etkilidir. Bu nedenle ekstraktivizm karşıtı mücadele yerelde kaldığı sürece bazı zaferler kazansa da saplantılı yönünü değiştirmeyi başaramıyor.
- Meşrulaştırma: Ekstraktivizmi meşrulaştırmaya yarayan gerekçelerden birisi bilimsel-teknik yönetim üzerine kuruludur. “Ekstraktivizm çözümü olmayan sorunlar getirmez, her şey bilim ve teknolojinin iyi uygulanmasına bağlıdır.” Bilimsel bilgilerden yararlanıldığı için olası zararlı etkiler öngörülebilir ve bunları önlemek, etkilerini azaltmak, hatta tamir etmek için yeterli donanımın olduğu iddia ediliyor.
- Rasyonelleştirme: Kesin bilgiler üzerinde ısrar edilmesi ÇED süreçlerinin ana unsurlarından biridir. Bu sürecin rasyonelliği, sebep olunması beklenen etkilerin belirlenmesi, çözüm yollarının önerilmesi, zararlı etkilerden bu şekilde kaçınılması ve zararların tamir edilmesi üzerine kuruludur. Olumsuz sonuçlar bir kere oluştuğunda bunlar kaza olarak nitelenir, yani bunların doğal varlıklara el konması sürecinin yapısal bir parçası olmadığı iddia edilir. Başka deyişle olumsuz etkileri kontrol altına almak için teknolojilerin uygulanması konusunda büyük bir iyimserlik empoze edilir. ÇED süreçlerinde ekolojik sakatlanmaya yer verilse, bunun önlenemez ve tamir edilemez olduğu olgusuyla yüzleşmek gerekecek ve layığıyla yapılan ÇED değerlendirmelerinden olumlu sonuç almak mümkün olmayacaktır.
Diğer taraftan ekosistemlerin yapısı ve karmaşıklığı üzerine bilgiler oldukça eksik kalmaktadır. Bu nedenle bilimin tüm etkileri öngörebildiği iddiası asılsızdır. Bir bölgenin flora ve faunasına, hidrolojik yapısına yönelik önemli bilgi eksikleri vardır. Bu ekosistemlerin ekstraktivizmin yıkımlarına nasıl karşılık verecekleri, ne tür kırılganlıkları olduğu, yıkımlara karşı dayanıklılık kapasiteleri hakkında daha da az bilgiye sahibiz.

Ekstraktivizmi destekleyen hükümetlerin çevreye yönelik başlıca politikaları esnekleştirme (standartların düşürülmesi, kontrollerin azaltılması, istisnai durumlara izin verilmesi…) üzerine kurulu. Bunun en belirgin göstergesi, kalitesi önemli oranda düşen ÇED değerlendirmeleri.
- Brezilya’da Lula hükümeti, ÇED’lerin geniş kapsamlı olmasından, ihlal uygulamalarına getirilen mali yaptırımların faaliyetlere engel olmasından, sivil toplumun yargıya başvurmasından çok rahatsız oluyordu. Şiddetli ekstraktivist baskı altında Lula ve D.Rousseff hükümetleri ÇED sürecini kısaltmanın, koruma mekanizmalarını zayıflatmanın, lisansları federalden yerele aktarmanın yollarını aradılar. Ancak sivil toplumun karşı çıkması bu çabaları engelledi.
- Peru’da, halkın ÇED değerlendirmelerine yönelik artan tepkileri karşısından BM’den bir ajans bağımsız inceleme başlatmıştı. Madencilik faaliyetine yönelik ilk analiz, 138 gözleme yol açtı. Ancak hükümetin tepkisi sert oldu ve tüm program iptal edildi.
Çevreye verilen zararlar konusunda ‘kirleten öder’ prensibi uygulanıyor. Üstelik cezalandırmalar ve yaptırımlar çok yetersiz. Bazı hükümetler de çevre kanunlarını esnetmeseler de çevre ajanslarını finansman ve personel yönüyle zayıflatıyorlar, teknik kadrolarını sınırlıyorlar veya politik olarak onları izole ederek etkisizleştirmeye çalışıyorlar.
Ekonomik indirgemeci/faydacı yaklaşım: ‘’Ekstraktivizm ekonomik kalkınma için gereklidir, ancak bu şekilde kalkınma sağlanır. Şirketler, ülke, yerel topluluklar yani herkes için madencilik projeleri kazançlıdır’’ söylemi. Bunu meşrulaştırmak için de sadece çıkarılan nihai madenin miktarı ve parasal değeri üzerinden değerlendirmeler yapılıyor. Ancak atık olarak bırakılan milyonlarca ton toprağın sosyal ve çevresel etkileri göz ardı ediliyor. Negatif dışsallıkların ekonomik-sosyal analizi yapılmıyor. Muhasebe hesaplarına sağlık kayıpları, kirlenen hava ve toprak, kaybolup giden ekosistem dahil edilse bu işletmelerin hiçbirisi ekonomik yönden kazançlı çıkmayacak. Diğer değişle tamamen faydacı (utilitarist) bir yaklaşım sergileniyor. Böyle bir değerlendirmede ekoloji, estetik, kültürel yönler yok sayılıyor.
Parasallaştırılamayan değerlendirmelere ihtiyacımız var (Ekvador Anayasasında olduğu gibi). Sonuç olarak bu metalaştırıcı bakış açısında tüm sosyal ve çevresel kayıplar para ödenerek telafi edilebilir.
Ekstraktivizmin Çeşitlilikleri
- Ekstraktivizmin söylemi büyük kentlere dönük: Siyasiler, basın organları ve şirketler ülkenin farklı köşelerinde yaşanan yıkımları gözden uzak tutarak, konuları büyük kentlerde merkezileştiriyorlar. Kırsalda ve küçük illerde yaşayan halkın gördüğü yıkımlar, büyük kentlerde yaşayanların gözünden kaçıyor. Ülkenin uzak bir köşesinde yaşanan doğal-sosyal yıkımlar, kentlerde yaşayan geniş kesimler tarafından tehdit olarak algılanmıyor.
Gündemi kentle sınırlı tutuyorlar. Sonuç olarak kentlerde yaşayan geniş kesimler, madenciliğin ülkenin geleceği ve esenliği için gerekli, faydalı olduğuna içtenlikle inanıyorlar, çünkü hem yıkıcı etkilerini yaşamıyorlar hem de madenciliğe yönelik aldıkları mesajlar büyük oranda olumlu içerikte.
- Ekstraktivizmi savunanlar, onu teknolojiyle yakından ilişkilendirmeye özen gösteriyorlar: ‘’mega-madenciliği eleştirenler, metal olmayan bir gelecek arzuluyorlar, petrol kirliliğini istemeyenler otomobil kullanmasın’’ gibi indirgemeci söylemler.
Bu söylemlerde hem ekstraktivizmin devasa yıkımları göz ardı ediliyor hem de minerallerin bir gün tükenecekleri gerçeğinin üstü örtülüyor. Buna karşın minerallerin en hızlı şekilde topraktan çıkarılması gayreti var. Üstelik maden rezervlerini genişletme çabası, yeni teknolojilerle daha fazlasına ulaşma umudu var.
Ekstraktivizmin indirgemeci söylemlerine karşı madenciliğe yönelik tutumda netlik önemli. Ekolojik toplumda nasıl bir madencilik?
Ekstraktivizm tarzları tarım pratiklerini de Güney Amerika’da dönüşüme uğrattı: Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay’da bu, ihracata dayalı monokültür üretimi şeklinde kendini gösteriyor. Soya üretimi ile dönüşüm başladı.
Transjenik türlere dayalı soya üretimi, yüksek oranda makine ve kimyasal herbisit kullanımı, hemen hemen hiç işlemden geçirmeden doğrudan ihracata yönelik üretim. Tarımdaki bu dönüşüm kalkınmacı ve yeni sol iktidarlar tarafından desteklendi. Arjantin örneği ile Türkiye’deki madencilik arasındaki benzerlik!
Kalkınmacı yönetimler, doğal varlıkların devletleştirilmesine önem veriyorlar. Özellikle hidrokarbürler üzerinde yeniden kontrol sahibi olunması ile Bolivya, Ekvador ve Venezuela farklı bir ekstraktivizm algısı (neo-ekstraktivizm) ile dikkat çekiyor.
Bolivya, Ekvador ve Venezuala’da neo-ekstraktivizm hidrokarbürler üzerindeki vergileri artırıyor. Ancak mineraller için bu durum geçerli değil.
Eskiden kaynakların ulusallaştırılması veya üretimin devlet tarafından yapılmasının ekonomik ilişkilerde kaliteyi artıracağına, adil bölüşümü sağlayacağına inanılıyordu. Ancak yeni ekstraktivizm ile bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Bu nedenle, doğal kaynaklara sahip olmanın ve üretim gereçlerine sahip olmanın çok ötesinde üretim süreçlerinin yapısı ve dinamiği üzerine tartışma gerekli.
Üretim süreçlerinin organizasyonu ve ortaya konuş şekilleri, sosyal ve çevresel etkiler, ticari ve ekonomik ilişkiler yönüyle belirleyicidir.
- Arjantin’de N.Kirchner döneminde 2003-2006 arasında madencilik projeleri 800% arttı, toplam yatırımlar da 490% arttı. Geçmiş yıllardan gelen sermaye için en uygun normlar muhafaza edildi, örneğin devlet hakkı (royalty) ancak 3%’e ulaşabiliyor, 30 yıl boyunca vergi sabitliği garanti edildi, cömert indirimler sunuldu(alt yapı yatırımlarından ticarileştirme harcamalarına kadar yatırımlarda 100%’e varan geri ödemeler), gümrük vergilerinden muaf tutmalar, kazançlarını serbestçe transfer etme hakkı. Bunlar yetmezmiş gibi, çıkarılan mineralin değerinin belirlenmesini bizzat firma kendisi yapıyor ve devlet yeterince vergilendirme yapmıyor. Sonuç olarak şirketler gönüllü ödeme yapıyorlar.
Şiddet ve Haklar: Ekstraheksiyon
Hak ihlalleri:
- İlegalidad (yasadışılık): haber/bilgi verme katılım hakkının ihlali, güvenlik ihlali, sağlığını-hayatını tehlikeye atacak uygulamalar….
- Alegalidad (yasa harici uygunsuzluk): Kanunlarda açıkça yasaklanmayan ancak negatif etkiler oluşturan uygulamalar. Bunlar şekilsel olarak yasalara uygun gözükseler de yarattıkları sonuçlar bakımından yasadışıdırlar. Yani yasal boşluklardan yararlanırlar: madenci şirketlerin zehirli kimyasallar kullanmaları, havayı, suyu zehirlemeleri…

*guano: beyaz altın,
*petrol: siyah altın,
*soya: yeşil altın …
Yasadılışıklar ve yasa harici uygunsuzluklar olmasa ekstraktivizmin var olması, yayılması mümkün değil: nerede ekstraktivizm varsa orada ekokırımlar ve hak ihlalleri var. Ekstraheksiyon örneğinde olduğu gibi karşı hegemonya için yeni terimler-kavramlar üretilmesi etkili olacaktır.
- Karşı koymaya karşı şiddet uygulanması da ekstraktivizmin yapısal bir parçası. Ekstraktivizm yayıldıkça, insan hakları algısının git gide zayıfladığını, hükümetlerin çözüm üretmede yetersiz kaldıklarını, bunların zararlarına daha çok göz yumduklarını, şirketlerin baskılarını artırdıklarını gözlüyoruz.
- Şu olguyu devamlı akılda tutmak gerekir ki insanların yerlerinden zorla edilmelerinin, insan hakları ihlallerine ve doğanın haklarının gasp edilmesine engel olunması durumunda pek çok ekstraktivizm işletmesi terkedilmek zorunda kalacaktır.
- Ekstraheksiyon örneğinde olduğu gibi karşı hegemonya için yeni terimler-kavramlar üretilmesi etkili olacaktır.
- Doğal varlıklar, paraya indirgenen kaynaklar olarak görülür ve sanki sonsuzmuşlar gibi çıkarılıp kullanılmaları, zenginliklerinden yararlanılması empoze edilir. Dolayısıyla sorun, kaynakların az veya tükenecek olmaları değildir. Esas sorun, onlardan yararlanmak için karşılaşılan engellerdir.

Doğa bir bütün olarak canlı olarak görülseydi veya bizler kendimizi doğanın bir parçası olarak algılasaydık, doğayla güçlü bağlarımız olsaydı, ekstraktivizm oluşamazdı. Çünkü doğal varlıklara el konulmasına izin vermezdik, bunu kendi vücudumuza vurulan bir darbe olarak görürdük.
And Dağlarındaki geleneksel madencilikte, madenciler doğayı Pachamama diye adlandırıyorlar ve minerallerin sağlayıcısı olarak görüyorlar. Madenlerin doğanın bağrında doğup öldüklerine inanıyorlar. Çıkarılan mineraller Pachamama’nın meyveleri olarak algılanıyor, madenlerle bir karşılıklılık ilişkisi kurulmaya çalışılıyor.
Kalkınma kavramı ile bölünmüş-parçalanmış-metalaştırılmış doğa kavramı el ele ilerler. Bugün geldiğimiz noktada en iyimser şekilde doğa kavramının yerini ekosistem, biyoçeşitlilik, hizmetler-servisler, biyokapital kavramları almıştır. Doğa bir kere organik bütünlüğünden soyutlandığı zaman parçalara ayrılması (zihinsel ve fiziksel olarak) mümkün hale gelir. Bu nedenle ekstraktivizmin karşısındaki dirençler büyük oranda doğayı yaşayan bir canlı olarak gören, kendilerinin onun bir parçası olarak algılayan topluluklardan gelir.

Türkiye’de çevre mücadelesi bunu bir özeleştiri olarak alabilir: ÇED dosyalarında ruhsat alanları-doğanın parsellenmesi… Bunlar hep metalaştırılan doğaya faydacı (utilitarist) yaklaşımlardır. Doğayı sermaye olarak görmek, doğal sermayenin yerine suni, parasal karşılığı olan sermayenin konulabileceği anlayışına götürür. Sonuç olarak para, doğaya verilen zararların telafisinde kullanılabilir hale gelir. Doğayı sermaye olarak gören ve metaya indirgeyip, parasal değere çeviren anlayışı kırmak için metalaştırmaya yer vermeyen anlayışları benimsemek gerekir: Doğal miras olarak görmek veya özne olarak görmek ve bu şekilde ona haklar atamak. Bu bağlamda yerli toplulukların Pachamama anlayışından öğrenilebilir.
Alanlar ve Bölgeler
Ekstraktivizm, kapsamlı bölgesel değişimlere yol açar, coğrafyayı yeniden şekillendirir, kurumsal dönüşümlere ve toplumsal parçalanmalara neden olur. Sonuç olarak yerel mekanlarla ulusal, uluslararası mekanlar arasında başka türde ilişkiler oluşturur.



Ekstraktivizmde Ekonomi ve Değerler
Hollanda hastalığı : 1970’lerde Hollanda’da petrol kaynakları bulunmasıyla birlikte petrol gelirleri hızla arttı. Tek bir doğal varlığa bağlı ihracat gelirleri ile ülkeye yüksek miktarda sermaye girişi, ulusal paranın hızla değer kazanması, ihracatta rekabetçiliğin yitirilmesine ve çeşitli sektörlerde depresyona yol açtı. Bu örnekteki gibi, sınırlı sayıda doğal varlığın ihracatına dayalı bir ekonomi çoğu zaman çok kırılgandır, ‘bolluk laneti’ adı verilen olguya yol açar.
Stephen Bunker’ın erken dönem ekstraktivist ekonomiler üzerine analizi: Hammadde ihraç eden ülkeler, endüstrileşmiş ülkelere göre pek çok yönden farklıdırlar: ekonomik hesaplamalarda yer altı varlıklarına el konmasının dikkate alınmaması, malzeme ve enerjinin değerlerinin iş ve sermaye yönünden hesaplanmaması gibi gerekçelerle ekstraktivizme bağlı ekonomilerin iç dinamiklerinin tam olarak anlaşılamadığı eleştirisinde bulunur. Çevreye zararlı etkiler, insan topluluklarına etkiler, altyapının genişlemesi ve sonraki kalkınmaya etkileri yönüyle.
‘Ekstraksiyon (el koyma) tarzı’ ve ‘üretim tarzı’ olarak 2 farklı kavram önerir. Bu 2 tarz arasındaki önemli bir fark:
- Üretim tarzları esas olarak insanlar arasında olup biten süreçlerle ilgilenir, mücadele toplumsal alandadır.
- El koyma tarzlarında müdahale edilen doğadır ve doğaya yapılan müdahalede sosyal bir regülasyon söz konusu değildir. El koyma (appropriation) tarzlarında yerel toplulukların toprağı işlemelerinden endüstriyel tarıma kadar farklı el koyma tarzları tanımlanabilir.
Doğaya el koymada sosyal regülasyon yapılamaz: örneğin kolektif bir kararla bitkilerin fotosentez oranları değiştirilemez veya politik bir konsensus ile tüketilen doğal varlıklar yerine konulamaz.
Bolivya’da Madencilik Kooperatifleri
Düşük teknolojiyle ve aracılara ihtiyaç duyulan, ortakların doğrudan kendilerinin çalıştıkları küçük kooperatifler var. Orta ölçekte olan diğer kooperatifler, sermayeye ve teknolojiye daha kolay ulaşıyor, belli sayıda maaşlı personel istihdam ediyorlar. Son olarak büyük ölçekli kooperatifler var: teknoloji, makine kullanım seviyeleri yüksek, sermayeleri fazla, kendi içlerinde iş bölümünü asimetrik ve hiyerarşik şekilde yapıyorlar.
Madencilik Kooperatifleri Ulusal Federasyonu(FENCOMIN) altında örgütlüler ve 2006’da 911 adetten 2013’te 1630’a çıktı sayıları. 2005’te yaklaşık 50.000 olan kooperatiflerdeki madenci sayısı 2013’te 120.000’e çıktı. 2008’de madenciliğe ayrılan alanların 2,8%’ine sahipken 2013’te 16,1%’ine ulaştı.
Kooperatifçi ekstraktivizm de hak ihlallerine yol açıyor, kaynaklara ulaşmak için yoğun rekabete giriyor, sağlık ve çevresel etkiler 2.plana atılarak ekonomik kazancın maksimizasyonu hedefleniyor. Çok sayıda kooperatifin çevresel izinlerinin olmadığı gözleniyor: pek çok bölgede halktan şikayetler geliyor ve toprağın, suyun kirlenmesi üzerine yerel halkla çatışmalar gözleniyor.
Kooperatifler, köylüleri madenciye dönüştürebilmek ve madenciliği kabul ettirebilmek için kendi meşruiyetlerini oluşturmaya çalışıyorlar: kendilerini uluslararası madencilikten farklı, halka yakın, neoliberalizmin uzağında olarak sunuyorlar.
Sonuç olarak, kooperatifçiliğin değerlerinin ekonomik kazanç değerleri tarafından ele geçirildiği bir kooperatifçi madencilik işletmesi gözleniyor. Oysa Bolivya Anayasası’nda kooperatifçiliğin temel değerleri: dayanışma, eşitlik, karşılıklılık, sosyal amaçlar ve katılımcıların lüks yaşamdan uzak durmaları yer alıyor.
Artı Değerin Politik Ekonomisi
Metalaştırılarak bölünüp parçalanan, belli bölgelere ayrılan doğa, doğal kaynaklar, hammadde, ticari mallar, mineraller… olarak adlandırılıyor. İnsanın doğaya kendi çıkarlarına, ihtiyaçlarına göre değer atfettiği antroposentrik bir anlayış söz konusu. Yani doğal varlıkların kullanımından, tüketiminden beklenen faydaya yönelik bir değer anlayışı.
Öte yandan, Marksist doğaya bakışta her ne kadar değişim değeri yerine kullanım değeri öncelik alsa ve bu bir ilerleme olarak görülebilse de, insana yönelik tanımlanan kullanım değeri yine de antroposentrik bir yaklaşım! Çünkü çevre üzerinde kontrolü ve manipülasyonu öngörür, değeri sadece insanlar arasında tanımlar, doğanın içkin değerinden bahsetmez, gelişmeye şaşmaz bir inancı vardır.
Ekstraktivizme yönelik ekonomik artı değer 3 ayrı bölümden oluşur;
- Masraftan kısarak kazançlar: işçi ücretlerinin düşük tutulması, sendikal-sosyal hakların verilmemesi…
- Yenilenebilir varlıklara el konulması ve bunlara verilen zararların karşılanmaması: kesilen ormanlar, kirletilen, harcanan su varlıkları, kirletilen veya tüketilen toprak verimi…
- Yenilenemez doğal varlıklara el konması: mineraller, hidrokarbürler…
Telafi eden devlet tanımı, günümüzün küreselleşmesinin ihtiyaçlarına mükemmel cevap veriyor: neoliberal reformlara uygun olarak çok sayıda ticari anlaşma yapılıyor ve devlet küresel piyasalara hammadde sağlayıcı görevini üstleniyor.
Bu şekilde, sosyal adalet gitgide sınırlı oranda uygulanır ve çevresel adalet hemen hemen hiç dikkate alınmaz. Devlet ekonomik yardımcılığa doğru kaymaktadır.
Böyle bir devlet, değerlerin metalaştırılmasına katkıda bulunur ve yavaş yavaş kendi meşruiyetinin zeminin ortadan kaldırır. Telafi edici devlet sonuç olarak kapitalist modernizmin bir ürünü ve bu nedenle kapitalist olmayan sosyal ve ekonomik alanları anlamayı başaramaz.
1980’li ve 90’lı yıllarda neoliberal reformların yoğun olarak yapılmasıyla birlikte ekstraktivizme oldukça uygun bir atmosfer oluştu: devlet kurumlarının özelleştirilmesi, ticaretin serbestleştirilmesi, tüketim toplumu değerlerinin yaygınlaşmasıyla dayanışmanın yerini tüketimciliğin verdiği hazzın alması, kuvvetli bir faydacılık bakış açısının hakim olması, değerin ölçütü olarak ekonomik bakış açısı…
Bu ortamda ekstraktivizm için hem normatif ve kurumsal reformalar yönüyle hem de doğaya yoğun şekilde el konmasına uygun kültürel dönüşümlerle uygun bir ortam oluştu. Tüketim böyle anlayışa giden yolda önemli yer tutuyor: geniş kesimlerin tüketim yapabilmesi esenlik göstergesi olarak sunuluyor, hayat kalitesinin satın alınabileceği fikri yaygınlaştırılıyor. AVM’ler çağındayız, hedonist tüketimin.
Demokrasinin tanımı da ekstraktivizmin ilerlemesiyle birlikte dönüşüme uğruyor, onun ilerlemesi için fonksiyonel hale geliyor: zorla el koymalar, yaşam alanlarını yok etmeler… kaçınılmaz olarak demokrasinin altını oyan olgular.
Yeni demokrasi tipi tasarlanıyor: kısaltılmış, sınırlandırılmış, seçime dayalı ama daha az toleranslı. Bu özellikler ekstraktivizmin işine yarıyor, ekstraktivizm de bu koşulları besliyor. Sonuç olarak ekstraktivizmin faaliyetleri hak ihlalleri adaletsizlik ve anti-demokratik eylemler olsa da resmi olarak demokratik görünüm kazanarak meşrulaştırılıyor.
- İhtiyacı olan doğal varlıklara rahatça ulaşabilmek, yatırımları için devlet güvencesi ve uygulamalarına paralel politika yapılması,
- Bu bağlamda delegatif demokrasi olması, başta karizmatik, yardımsever lider olup, fakirlere yardım görüntüsü çizmesi işine geliyor,
- Ekstraktivizm, teknokratik yönetimde de ısrarcı. Böylece politik bir alan rahatça depolitize edilebiliyor, çoğulcu ve açık tartışmalar engelleniyor, belirli bir devlet kurumsallaşması dayatılıyor.
Ekstraktivizm her zaman gizliliği sever ve şeffaflıktan kaçınır. Ticari sır söylemi arkasına saklanır ve işletme faaliyetlerinin detay bilgilerini yayınlamaktan kaçınır.
Doğrudan başkanın desteğini almaya çalışır ve bu şekilde diğer kurumlar, parlamento, yargı organları, yerel topluluklarla muhatap olmaktan kurtulmaya çalışır.
Bolivya’da yeni anayasa, ekstraktivizm faaliyetlerine başlamadan önce yerel halka danışma zorunluluğu getirdi. Ancak Evo Morales yeni bir maden kanunu getirdi. Burada maden aramalar için yerel halka danışma zorunluluğu kaldırıldı. Sadece sondaj sonrası maden çıkarma kararı alınırsa yerel halka danışılıyor.
Vatandaşlık kavramının oluşumu da bölgesel ve çevresel boyutlar içeriyor: insanlar kendilerini belli coğrafik alanlarda ve çevresel faktörler altında (iklim, yaşam alanı dediğimiz çevre…) gerçekleştiriyorlar. Bu durumda doğa tahribatı sadece ekolojik zararlar vermiyor aynı zamanda vatandaşlık tanımını da aşındırıyor.
Günümüz toplumsal yaşantısında ekstraktivizmin yıkımlarına genel olarak bakınca, herhangi bir toplumsal reformun, yeniden yapılanmanın, demokratik yapılanmanın mutlaka ekolojik bir boyutu da içermesi gerektiği açığa çıkıyor.
Toplumun dışında bir doğa, doğanın bitmek tükenmek bilmeyen kaynaklara sahip olduğu düşüncesi, ekonomik büyümeyle beslenen malzemeye el koyarak sonsuz gelişmeye olan inanç, batı bilimine ve teknolojisine kör bir inanç.
Devlet Hakkı (Royalty)
Devlet hakkı, tarihsel olarak ‘royalty’ kavramından geliyor: kolonyalizm zamanında tüm topraklar ve kaynaklar krala ait ve kral, belli oranda ürünün kendisine verilmesi şartıyla toprakların kullanım hakkını devrediyor. Devlet günümüzde topraklara ve kaynaklara sahip olduğu için kontrolü de elinde bulunduruyor ve bunlar üzerinden royalty alıyor, Ricardo’nun tanımlamasıyla toprağın kira geliri (kiraya el konması).
Latin Amerika ülkelerinde madencilik için devlet hakkı 3% ile 5% arasında değişiyor. Devlet hakkı oranlarının bu kadar düşük olması, 1980’li yıllardan kalma bir durum: düşük fiyatlar, piyasa reformları ve DB, İMF gibi kurumların baskıları, yeni projeleri alabilmek için hükümetleri devlet hakkını düşük tutmaya itti. Ayrıca hükümetler madenciliğe çok sayıda muafiyetler, indirimler… getiriyorlar: Arama masraflarının geri ödenmesi, makine-teçhizat ithalatı için ödeme yapma…
Küreselleşme ve onun ülkelere dayattığı olgular olmadan ekstraktivizmin var olması mümkün değil: nihai amacı ihracattır ve minerallerin uluslararası piyasalardaki fiyatlarıyla, çok uluslu firmaların oynadıkları rolle koşullandırılır. Ekstraktivizm mekânsal olarak yerel bir olgu olsa da uluslararası dinamiklerin analiziyle anlaşılabilir.
Güncel royalty’de 3 türlü kazık atıyor madenci şirketler:
- Yenilenebilir kaynakları yok etme,
- Yenilenemez kaynakları yok etme,
- Dışsallaştırılan maliyetleri halkın üzerine yıkma.
Küreselleşmede Ekstraktivizmler
Ekstraktivizm, önceden mevcut olan üretime ve ticarete dönük ağları kırıyor (tarım ve hayvancılık kayıpları). Ürettiği istihdam ise kaybettirdiği işlerin yerini tutmuyor. Madenler, sosyal ve çevresel yaşantıda zorla dayattıkları dönüşümlerle fakirliği üretiyor. Sosyal ve çevresel sebeplerden kayıplara yol açıyor: Hastalık nedeniyle çalışma kayıpları, içme suyu elde etmede zorluk… Maden işletmesi, madencilik bölgesine yatırım yapmadığı ve kazandığı parayı dışarı aktardığı için ikincil ekonomik katkısı da yok.
Ekstraktivizmin ele geçirme yollarının git gide karmaşıklaşmasıyla birlikte üzerinde çalıştıkları çevre gittikçe basit olarak algılanır. El konulan doğal varlıkları ve ülke içinde kullanımı, ihracatı takip etmek için fiziksel göstergeler kullanmak daha faydalıdır. Dolar olarak değer, doğaya verilen tahribatın derinliği, boyutları hakkında hiçbir fikir vermez. Tanımlarda birim olarak ton kullanılır. Ayrıca bu göstergelere ek olarak kazılıp da pasa olarak kenara yığılan milyonlarca ton toprağı da hesaba katmak gerekir.
Malzeme akışını tanımlayan MFA (material flow analysis); Başlıca göstergeleri:
- DE (domestic extraction): ülke içinde yapılan kazı miktarı,
- DME (domestic material consumption): ülke içi madde tüketimi,
- DMI (direct material input): doğrudan madde girdisi,
- PTB (physical trade balance) : fiziksel ticaret dengesi
Neo-klasik ekonomide üretim ve ticarileştirme ağları tanımlanırken ilişkiler alıcılarla satıcılar arasında yasal yönetmeliklere, rekabete, verimlilik esaslarına bağlı olarak tanımlanır. Ancak güç ilişkileri, şirketler arasındaki asimetri, hükümetlerin taraf tutucu politikaları, bazı eklemlenmeleri teşvik eden bazılarına direnen sosyal ilişkiler, ekolojik kapsam, uluslararası yönetim… bunlardan bahsedilmez. Bunlar çoğu zaman şeffaf olmayan, kayırmacı, yolsuzluğa varan tutumlar içerir. Tamamı demokratik sürecin altını oyar ve devletle anti-demokratik ilişkiler kurar.
Malzeme akışını tanımlayan MFA (material flow analysis) 2 yönden faydalı: Madenciliğin ana faaliyetinin milyonlarca ton atık üretmek olduğunu vurgulamak. Milyonlarca ton tehlikeli atığa dikkat çekip, nasıl bertaraf edildiklerini, nasıl denetlendiklerini sorgulamak.
Güney Amerika’da ekstraktivizme bakışta kendini solda veya ilerlemeci tanımlayan hükümetler, ekstraktivizme yol verirken fakirlikle mücadeleyi ön plana çıkarıyorlar ve şirketlerin kazancının yerini devletin alacağı öngörüsüyle pembe bir tablo çiziyorlar.
Paragöz şirketlerin yerini iyiliksever devletin alması… Bu bakış açısının doğrudan sonucu, fakirlik ve adalet kavramlarına ekonomik yönden odaklanılması: insanlar aylık belli bir ödemeyle fakirlikten kurtulabilir söylemi
Bu tamamen parasal bir bakış açısı. Oysa ki fakirlik sadece parasal bir olgu olmaktan çok daha karmaşık toplumsal bir olgu.
Sonuç olarak madencilik bölgelerinde sosyal adalet yönüyle paradoksal durumlar ortaya çıkıyor: insanlar madenin kirliliği nedeniyle gerekli hijyen koşullarından mahrum bırakılıyorlar, içme suyuna erişemiyorlar, eğitim ve konut kaliteleri, sağlıklarını koruyabilecekleri yaşam koşulları yönüyle çok düşük kalıyor. Ancak tüketim yönüyle her türlü ticari mal önlerinde. Yardım parası da alırlarsa bu malları tüketebilirler.
Ekonomik tazminatlarda ısrar edilmesiyle birlikte sosyal ilişkilerin metalaştırılması derinleşiyor: sağlık kayıpları, doğal yaşam alanlarının tahribatı, diğer canı türlerinin yok edilmesi hep parasal ödemeler karşılığında çözülecek sorunlara indirgeniyor.
Doğal varlıklara yönelik parasal politikalar, devleti yönetici (manager) konumuna zorluyor: yönetim (management) tarifi altında uzmanlık alanlarına yönlendiriliyor ve kurumlardaki uzmanlık vasıflarına sahip kişilerin konusu haline indirgeniyor. Aynı zamanda tamir etmeye yönelik politikalar ön plana çıkarılıyor: haklar ve vatandaşlık kavramlarının yerini fakirlik ve fakirlere yardım alıyor.
Yoksullar birer kurban olarak algılanıp, yardım talebinde bulunan kişilere indirgeniyor. Bu da doğal olarak metalaştırıcı reformların sonucu oluşuyor: toplum bireyselleştiriliyor ve fakirlik kişilere özgü algılanıyor.

İlk 10 şirket ve sonrasında ilk 25 arasında ekstraktivizmle ilgili olanlar
Finansal ağların önemi: bunlar yatırım fonlarını ve çeşitli kalkınma bankalarını etkiliyorlar. Washington’da olduğu gibi bu uluslararası finans kuruluşları genellikle belli merkezlere yerleşiyorlar. Duyumlarına göre belli minerallere talep artacaksa, fonlarını bunlara yatırıyorlar. Bunlar yatırım fonlarını belli proje alanlarına yerleştiriyorlar ve piyasalara yönelik bilgi sağlayıcıları olarak ekonomik dinamiklerle oynuyorlar. Ülke ekonomilerini ekonomik yönden iyi durumda veya riskli olarak tanımlıyorlar.
IMF, DB gibi uluslararası finans kuruluşları, belli borçlar veya borçlara garantör olarak ekstraktivizm projelerini de destekliyorlar. Bu sektörde ayrıca belli ticari ürünlerde uzmanlaşmış büyük yatırım fonları ve özel bankalar da yer alıyor.
Mücadeleler ve Çatışmalar
Latin Amerika ülkelerinde ekstraktivizme karşı mücadele veren bazı örgütler:
Ekvador: CONAIE (Confederación nacional)
Bolivya: CIDOB (Confederación de Pueblos Indígenas de Bolivia), CONAMPROMA (Coordinadora Nacional de Comunidades Afectadas por la Minería y Protección al Medio Ambiente)
Peru: CONACAMI (Confederación Nacional de Comunidades del Perú Afectadas por la Mineria )
Kolombiya: RECLAME (la Red Colombiana Frente a la Gran Minería Transnacional)
Uruguay : MOVUS (Movimiento por un Uruguay Sustentable)
Meksika: REMA (la Red Mexicana de Afectados por la Minería).
Şili: Observatorio de Conflictos Mineros

Latin Amerika ülkelerinde mücadelelerinde ekstraktivizme de yer veren bazı örgütler:
Peru: RedGE (la red peruana sobre alternativas a la globalización), La Red Muqui, CooperAcción
Bolivya: FOBOMADE (Foro Boliviano sobre Medio Ambiente y Desarrollo), LIDEMA (Liga de Defensa del Medio Ambiente)
Brezilya: la Red Brasilera de Justicia Ambiental, PoEMAS
Arjantin: Colectivo Voces de Alerta
Güney Amerika kıtası çapında faaliyet yürüten organizasyonlar:
- OCMAL (Observatorio de Conflictos Mineros de América Latina) : 30’un üzerinde kurumu kapsıyor.
- la Red Latinoamericana de Mujeres Defensoras de Derechos Sociales y Ambientales : farklı ülkelerden ve çeşitli gruplardan (araştırma merkezleri, kırsal topluluklar…) kadınların katıldığı bir ağ
- M4 (Movimiento Mesoamericano Contra el Modelo Extractivo Minero) : Meksika’nın güneyi ve Orta Amerika’da etkin
Ekstraktivizm ve Kalkınma: Tartışma ve Alternatifler
Ekstraktivizm ve kalkınma üzerine farklı bakış açıları, yaklaşımlar:
1.tip: Belli sorun/proje odaklı: belli coğrafik alandaki projeyle sınırlandırılmış: bir fabrikanın yol açtığı kirliliğin ortadan kaldırılması, madenin yapılmaması veya başka yerde açılması….
2.tip: Kalkınma alternatifleri: çevresel sorunlar kalkınma ile ilişkilendirilir, alternatif kalkınma modelleri önerilir. Madencilikteki kirlenmenin kalkınma ile mutlaka ilişkili olduğu savunulur. Prosesler, yöntemler genelleştirilerek, belli projede sınırlı kalmadan değerlendirilir.
Ülkenin tüm madenlerindeki kirliliğin nasıl giderileceğine, mevzuatın nasıl işlemesi gerektiğine odaklanılır.
3.tip: Kalkınmaya alternatif: bakış açısı radikal olarak değişir ve kalkınma olgusunun kendisine eleştirel bakılır. Bunun bir yolu post-ekstraktivizmdir. Ülkedeki tüm ekstraktivizm faaliyetleri mercek altına alınır ve politik gereçlerin, kurumların, bilimsel-teknik metotların bunların yıkımlarını engellemediği vurgulanır. Bu bağlamda post-ekstraktivist politik yöntemleri geliştirmek önem kazanır.
Alternatif kalkınma fikirleri temelde ekstraktivizmi besliyor. Radikal yaklaşım, kalkınmaya alternatif olacaktır.
Kalkınmaya alternatifler, ekstraktivizme de alternatif olacaktır.

Kalkınmaya alternatifler getirmek söz konusu olduğunda yerel halkların bilgileri, yaşam tarzları ve kalkınma fikrine yaklaşımları ön plana çıkabilir: Vivir bien (iyi yaşam) bunun güzel bir örneği olabilir.
Ekstraktivizm, hiper-başkanlık sistemlerinde beslenip büyüdüğü için post-ekstraktivizm mücadelesi geniş anlamda bir demokrasi talebi içermeli: karar alma süreçlerini demokratikleştirmek, sürece katılımı artırmak, iyi yaşam ve doğanın haklarına vurgu yapmak… Ekstraktivizmden çıkış bir ’geçiş süreci’ olarak kurgulanmalı, sosyal, çevresel, kültürel koşullara göre demokratik olarak hayata geçirilmelidir.
Post-ekstraktivizm, yoksulluğun kökünü kazımak, refah dolu bir yaşamı hayata geçirmek, doğayı korumak için politikalar, stratejiler, eylemler bütünü olmalıdır.

Post-Ekstraktivist Geçişler
Duyarlı ekstraktivizm:
Ekstraktivizmden çıkış kurgulanırken ilk etapta tüm ekstraktivist faaliyetler ortadan kaldırılmaz, ancak uygun kontroller, yönetmelikler devreye alınarak, ülke ekonomisi içindeki yeri azaltılarak el koyma süreci ortadan kaldırılır.
- İş yaşantısına, sağlığa, sosyal yaşama ve çevresel etkenlere yönelik etkin ve ciddi bir denetim devlet tarafından hayata geçirilir.
- Çevresel etki değerlendirmeler ciddi şekilde yapılır ve sosyal-ekolojik yıkımlar getirecek projelere izin verilmez.
- Kirliliği önleyici en iyi teknolojiler kullanılır.
- Emekçiler için iş güvenliği, işçi sağlığının takibi-korunması, yeterli maaş…gibi uygun koşullar garanti edilir.
- Yerel halklarla, onların yaşam kalitelerini etkilemeyecek şekilde en iyi iletişim kurulur. Yerel halkların yaşam alanları korunur.
- Sosyal ve çevresel etkilerin dışsallaştırılması devlet tarafından engellenir. Bu uygulamalar şirketlerin insafına bırakılmaz: devlet kontrolü ve vatandaşların sürece katılımına ve yakın takibine izin verilir.
- Projelerin fayda-zarar hesaplarına sosyal ve çevresel etkiler eklenir. Ayrıca çok kriterli değerlendirmeler uygulamaya geçirilir.
- Vergiler ve devlet hakkı reforma tabi tutulur: yasal boşluklardan doğan şirket avantajları, haksız kazançları engellenir.
Temeldeki olgu, bu değişikliklerin yeşil bir ekstraktivizm oluşturmakla yetinmemeleri, radikal değişimlere götürecek yolu hazırlayan gereçler olmalarıdır.
Bu şekilde ekstraktivizmin ekonomideki yeri gitgide azalır ve başka sektörler onun yerini alır. Bu ekstraktivizmi ortadan kaldıracak devrimci bir uygulama değildir, ancak onu zayıflatır ve geçiş sürecinde ilerlemeyi sağlar. Bu reformla yetinmemek için üretici politikalarda, ticarette, sosyal yaşamda değişimler öngörülmelidir. Yani sadece belli projelere sıkışıp kalınmamalı. Bu koşullar sağlandığında pek çok ekstraktivist işletme kendiliğinden kapanmak zorunda kalacaktır. Pek çoğu da yeniden yapılanmak zorunda kalacaktır.
Geçiş aşamasında post-ekstraktivizm başka türlü bir bölgesel yönetim önermelidir: bir taraftan petrol ve maden sahalarının artışını engellemeli ve bölgesel kontrol kayıplarının önüne geçmeli, diğer taraftan sosyal ve çevresel bölgeleri empoze etmeli. Bu bakış altında ekstraktivizme kapalı alanlar, yani çevresel koruma alanları belirlenebilir.
Toplumsal alanda yerel toplulukların ihtiyaç ve talepleri planlama aşamasında dikkate alınır: yerellerle demokratik ve merkezi olmayan bir iletişim kurulur.
Post-ekstraktivist fikirler, sadece mega madenciliğin yasaklanması gibi talepler içermemeli, bu türden değişimlerin sonuçlarının neler olacağı ve bunlara yönelik uygulama önerilerini, bunların nasıl hayata geçirileceğini içermeli. Ayrıca değerlerin çoğulluğunu korumak, kültürel çeşitliliğe saygı duymak da bu sürecin önemli unsurları.
Geçiş sürecinde bir yandan somut çözümler sunmalı, bir yandan farklı bakış açılarına açık olmalı, katılımcı oluşuma izin vermeli ve geçmişteki deneme-yanılma tecrübelerinden yararlanmalı.
Postekstraktivizme yönelik düşünceler 2 ana konuya dayanır: sıfır yoksulluk, sıfır yok ediş.
- Yoksulluk dendiğinde, bunu azaltacak geleneksel politikalardan bahsedilmiyor, tamamen ortadan kaldıracak bir politika!
- Bu fikirler insanların ve toplulukların yaşam kaliteleri ve geri dönüşü mümkün olmayan çevresel zararların engellenmesi prensiplerine dayanır.
Vazgeçilmez Ekstraktivizm:
Bu koşullar altında bir sonraki etap, yaşam için temel olan ekstraksiyonların belirlenmesidir. Ekstraksiyon ortadan kaldırıldıkça, halkın ihtiyaç duyduğu doğal varlıkların kullanımı devam edecektir. Bunlar gerçek ve temel ihtiyaçlara yönelik olmalıdır. Küresel piyasaya sunulmak için çıkarılmamalıdır.
Doğal varlıklar piyasadaki ekonomik değerler üzerinden değil, tasarruf ve yaşam kalitesine yönelik bir tüketim modeline göre çıkarılmalı, ekonomik üretim bu yönde işletilmelidir.
Bu durumda sadece gerçekten ihtiyaç duyulan, çıkarılması sırasında sosyal ve çevresel koşullarla uyum içerisinde olan, yerel ve ulusal üretim zincirleriyle doğrudan bağlantı içinde olan, yaşam kalitesine odaklanan tüketimi beslemek için yapılan ekstraktivizm faaliyetleri kalacaktır.
Kalkınmaya alternatif fikirler arasında Güney Amerika’daki tartışmalar arasında Buen Vivir (İyi Yaşam) öne çıkıyor: And bölgesinden, özellikle Bolivya ve Ekvador’dan gelen bu duruş, yerel halkların bilgelikleri ile batı düşüncesinin eleştirisinin karışımından oluşuyor.
Post-ekstraktivist fikirlerle buen vivir arasında çokça ilişki var. Her ikisi de;
- Çoğulcu fikirlere dayanıyor ve gelişim aşamasında,
- Toplumsal alana önem veriyor,
- Toplumu çevreden ayıran düalizmi reddediyor,
- Doğanın haklarını tanıyor,
- ‘Sıfır yoksulluk, sıfır ekolojik sakatlanma’ idealiyle uyumlular.
Kalkınmaya alternatif post-ekstrakstivist geçişe yönelik eylemler:
- Doğal varlıkların çıkarılması, biyoçeşitliliği koruyabilmek için insan haklarının ve doğanın haklarının tanındığı bir çerçevede düzenlenmeli. Zorla el koymalara izin verilmemeli.
- Minerallerin fiyatları, çıkarılmaları sırasında sebep olunan sosyal ve çevresel etkiler dikkate alınarak düzeltilmeli. Bu durumda mineraller çok daha pahalı olacaktır.
- Toplumsal kararlar alınırken ekonomik değerlendirme indirgemeciliğine son verilmeli. Bu şekilde ekonomik olmayan değerlerin (kültürel, estetik, dini…) tanınması sağlanmalı.
- Bilgiye erişim için ve karar süreçlerinde vatandaşlara danışılmasını sağlamak için, yerellerin talepleriyle bölgesel ve ulusal arasında etkili dengeler kurulması için meşru ve demokratik yollarla etkin mekanizmalar oluşturulmalı.
- Ekstraktivizm projelerine toplumsal zarar getiren sübvansiyonlara son verilmeli: projelerin alt yapı inşaatları için finansman sağlanması, düşük fiyattan enerji verilmesi, vergi muafiyetleri…
- Ekstraktivizmin yerine olumlu çevresel etkileri olan, yüksek istihdam sağlayan ve ekonomik hasılatı fazla olan projelere devlet finansmanı sağlanmalı: doğal tarım, ormanların korunması, küçük balıkçılık faaliyetleri…
- Ekstraktivist şirketlerin(özel, devlet, kamu-özel ortaklığı) aşırı kazançlarına etkin vergilendirme sistemi getirerek bu sektörde spekülasyonla ve finansmanla mücadele etmek.
- Verimliliğini artırarak, harcama alanlarını düzenleyerek, kamusal harcamaları yeniden düzenlemek ve şeffaf hale getirmek. Kamu bütçesi hazırlığına halkın katılımını sağlayarak bu amaçları garantilemek ve yolsuzlukla mücadele etmek.
- Ekstraktivist sektörlerin azalmasını dengelemek için tarıma desteği artırmak: özellikle de en çok kırsal istihdam sağlayan, az enerji harcayan, çevresel etkileri az olan ve bölgesel/ulusal gıda ihtiyacına cevap veren pratiklere ağırlık vermek, bu şekilde yoksulluk kaynaklı dengesiz beslenmeyle mücadele etmek.
- Malzeme, enerji, emisyon tüketimini azaltarak, üretim verimini artırarak, geri dönüşüm ve yeniden kullanım gibi önlemlerle ekonominin maddesel olmaktan çıkarılması.
- Vatandaşlık kavramını, bunun aynı zamanda bölgesel ve korunması gereken çevresel boyutları olduğunu tanıyarak genişletmek.
- Ticaret ve finans alanlarında otonomi sağlayarak, seçici olarak küreselleşme ile bağını koparmak. Bu şekilde başka kalkınma yolları geliştirmek ve kültür, bilim, teknoloji gibi başka alanlarla ilişkilere ağırlık vermek.
- Ekonomik büyüme saplantısını, materyalist indirgemeciliği ve toplumla doğa arasındaki ayrımı sorgulayarak, ilerleme kültürünü yapı-bozuma uğratmak,
CLAES – Latin Amerika Sosyal Ekoloji Merkezi (Centro Latino Americano de Ecología Social):
Güney Amerika kıtasında aktif olarak kalkınmaya alternatifler ve ekstraktivizmden çıkış üzerine çalışıyor. Bu konuda halkın katılımına açık bir platform mevcut: atölye çalışmaları, kurslar yapıyor ve yayınlar çıkarıyor.
RedGE – Eşitlikçi bir küreselleşme için Peru Ağı (Red Peruana por una Globalización con Equidad):
Maden sahalarındaki çatışmaları dikkate alan ve ekstraktivizme alternatifi amaçlayan bir kampanya organize edildi:
- Uzmanlardan oluşan çalışma grubunun post-ekstraktivist arayışlara yönelik analizleri (tarım, madencilik, balıkçılık, politik ekonomiyle ilişkileri, yerel yönetimlerin, bölgelerin rolleri…),
- Üretilen fikirler atölyelerde, kamusal tartışmalarda dile getirildi,
- Kamusal tartışmayı genişleten 20 organizasyondaki yerel ağlardan oluşan kolektif, ekstraktivizme alternatifler öneren etkinlikler başlattılar,
- Vatandaşlardan oluşan organizasyonun seçimler öncesi politikacılara sosyal-ekonomik-ekolojik yıkımlara ilişkin soruları ve eylem talepleri. Bu şekilde sorular sorulması, ekstraktivizme alternatifleri oluşturan bir süreci başlattı,
- Kamuya bir manifesto açıklayarak seçilecek hükümetin ekstraktivizmi nasıl yöneteceği ve post-ekstraktivist geçişe yönelik eylemleri hayata geçirmesi talebinde bulundular.
- Tüm etkinlikler, seminerler, atölyeler, yuvarlak masalar ve basının etkin olarak kullanımıyla gerçekleştirildi. Kamuyla geniş çaplı temas gerçekleştirildi.
Latin Amerika ülkelerinde ekstraktivizme karşı akademik çalışmalar, araştırmalar, takipler yapan örgütler:
Corporación Mujeres y Economía,
Fundación Comunidades Unidas P. Boyacá,
Viva la Ciudadanía,
Grupo de Investigación Política y Derecho Ambiental CAMPO,
Ciase,
Las universidades Minuto de Dios,
Nacional y la Salle,
CENSAT
Abogados ambientalistas (AADI),
CEPPAS,
Jóvenes por la Igualdad,
Voces de Alerta.
http://postextractivismo.blogspot.com/
www. transiciones.org bileşenleri:
DAR (Derecho, Ambiente y Recursos naturales),
Peru: RedGE, CooperAcción, PDTG (Programa de Democracia y Transformación Global)
Bolivya: LIDEMA, CEDIB, Casa y CENDA
Ekvador: CEDA
Arjantin: la Asociación Argentina de Abogados Ambientalistas
Uruguay: CLAES (Centro Latino Americano de Ecología Social )