Birleşmiş Milletler bünyesindeki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanan 6. Değerlendirme Raporu’nun dört bölümünden “İklim Değişikliği 2021: Fiziksel Bilim Temeli” başlıklı ilki Ağustos ayında yayımlandığında BM Genel Sekreteri’nin konuşmasına atıfla pek çok mecrada “kırmızı alarm” olarak ele alındı. 195 hükümet tarafından onaylanan çalışma, IPCC tarafından 2014’te yayınlanan 5. Değerlendirme Raporu (AR5) ve iklim hareketi açısından önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilen 2018’deki 1,5 °C Özel Raporu’ndan (SR1.5) bu yana en önemli güncelleme oldu. İklim bilimindeki en güncel veri ve analizleri bir araya getiren raporda 14 bini aşkın bilimsel makaleye atıfta bulunuluyor.
IPCC, 1988’de hükümetlerin temsilcilerinin ve iklim değişikliği üzerine çalışan bilim insanlarının Birleşmiş Milletler çatısı altında bir araya gelerek kurdukları bağımsız (!) bir kuruluş. Bu uluslararası kuruluş iklim değişikliğinin yansımalarını belirli konular özelinde politika yapıcıları yönlendirecek şekilde bilgiler derliyor ve raporlar üretiyor. İklim krizinin gidişatını bilimsel açıdan ortaya koysa da kurumun her açıklaması gelecekle ilgili kehanetlerde bulunan bir felaket tellalı etkisi yapıyor. IPCC’nin ilk raporu 1990’da, ikincisi 1995’te, üçüncüsü 2001’de, dördüncüsü 2007’de çıktı. Ve her bir rapor bir öncekinin bulguları üzerine inşa edilen yeni verileri içerirken politik yetersizliklerin, iklim suçu teşkil eden politik tercihlerin de bir anlamda teşhirini sunuyor. IPCC ara raporlar da yayınlıyor. 2018’deki 1,5 Derece Özel Raporu’nun yanı sıra son birkaç yılda okyanuslarla, çölleşmeyle, toprak kullanımıyla ilgili ara raporlar da yayınladı.
Gelecek yıl tamamı yayımlanacak 6. Raporun ilk bölümü 4 bin sayfadan oluşuyor. Bununla beraber IPCC, tüzüğünde yazdığı üzere raporlarında politika önermiyor, raporlarını politika yapıcılar için uygun bir sadeliğe getirerek onlara ne yapılırsa ne olacağının iklim bilimi açısından sonuçlarını gösteriyor. Raporun bu kadar detaylı olmasından dolayı, politikacılar ve diğer ilgililer için Politika Yapıcılar İçin Özet başlığıyla 40 sayfadan oluşan bütün bilimsel verilerin anlaşılır bir şekilde derlendiği bir özet sunuluyor. Birçok basın kuruluşunda okuduğumuz haber metinleri, bilim insanlarının iklim krizine dair son verileri yorumlamaları bu bölüme dayanıyor.
Raporda İklimin Mevcut Durumu başlıklı birinci bölüm, “Atmosfer, okyanus ve karalar üzerindeki insan etkisiyle olan ısınma kesindir” cümlesiyle başlıyor. Rapor, küresel yıllık ortalama yüzey sıcaklığı sanayi devrimi öncesine göre 1,26 derece arttığını belirtiyor. Küresel iklim değişikliğinin nedeni olan atmosferdeki sera gazlarının oranları 2019 verilerine göre karbondioksitte 410, metanda 1866, nitröz oksitte 302 ppm’e [milyonda parçacık sayısı] ulaşmış durumda. Atmosferdeki sera gazları doğrudan ilişkili olan sıcaklık ortalamalarına bakıldığında bugünkü sıcaklığın, son 100 bin yıl içerisindeki en sıcak dönem olan 6.500 yıl önceki (yani M.Ö 4500 – 5000 civarındaki) ısınma dönemini fazlasıyla aştığı ve bu kadar sıcak bir dönemin en son 125 bin yıl önce (yani son buzul çağından önceki sıcak dönemde) görüldüğü ifade ediliyor. 2019’da atmosferdeki CO2 konsantrasyonu, 2 milyon yıl içinde herhangi bir zamandan daha yüksek şekilde gerçekleşti. Önemli sera gazları olan metan ve azot oksit gazlarının konsantrasyonları da yine 800 bin yıllık zaman dilimindeki herhangi bir zamanından daha yüksek şekilde gerçekleşti.
Raporda dikkat çeken diğer bir nokta ise küresel ısınmanın kuzey kutup bölgesindeki deniz buzulu başta olmak üzere dünyadaki kalıcı buzulların erimesi üzerindeki etkisine dair. Kuzey kutbu için erime 1979’dakine oranla 2019’da % 40 artmış durumda. Aynı şekilde Grönland’daki erimenin özellikle son 20 yılda belirgin hale geldiği belirtilmiş. Okyanusların üst kısmı, yani ilk 700 metrelik kısmı da, 1970’ten bu yana önemli ölçüde ısınmış durumda. Grönland’daki buzulların erimesi ve okyanus ısınması, dünya iklim sistemi için belirleyici nitelikteki okyanus akıntısı Atlantik Meridyonel Devrilme Dolaşımı’nın (AMOC) kesintiye uğramasına neden olabilecek bir taşma noktasına doğru ilerliyor. Kuzey yarım kürede kuzeye doğru küresel atmosfer-okyanus ısı taşınmasının % 25’ini gerçekleştiren AMOC’un zayıflaması deniz seviyelerine yükselme ve sıcaklık dalgaları gibi sonuçlara şimdiden yol açmaya başladı.
Ayrıca Rapor’da “küresel deniz seviyelerinin 1901-2018 arasında ortalama 20 cm” yükseldiği tespit ediliyor ve son 50 yılda yükselme hızının arttığına vurgu yapılıyor. Seviye artış hızı 1971’e kadar yılda 1,3 mm iken 1971-2006 arasında 1,9 mm’ye çıkıyor. 2006’dan itibaren ise sıçrama yaparak yılda 3,7 mm’ye çıkıyor. Küresel ısıtmanın bu yüzyıl içinde belirli sıcaklık eşiklerini aşacağının kesinleşmesiyle birlikte okyanusların yükselmesinin geri dönüşsüz olduğu açıkça belirtiliyor. Bu durum düşük rakımlı bölgelerde daha sık ve ağır kıyı selleri ve kıyı erozyonunun yaşanacağının habercisi. Daha önce 100 yılda bir gerçekleşen ekstrem deniz seviyesi olayları bu yüzyılın sonuna doğru her yıl gerçekleşebilir. Okyanuslarda ısınmayla birlikte daha sık deniz kaynaklı sıcak dalgalarının gözlenirken aşırı karbon yükü ile asitlenme sonucu okyanusların karbon yutağı olma özelliği azalıyor. Dahası azalan oksijen seviyeleri nedeniyle doğrudan okyanus ekosistemleri ve geçimleri bunlara bağlı olan insanlar etkileniyor. Bu, okyanus ve nehir deltalarında yaşayan yaklaşık 1 milyar insanın yakın gelecekte geçimlerinden ve yurtlarından olacağı anlamına geliyor.
Akdeniz’ie kıyısı olan bölgeler için hidrolik, tarımsal ve ekolojik kuraklığın artabileceğini belirten rapor, küresel ısıtmada 2 °C ve üzerindeki yükselişin toprakların çoraklaşmasını ve yangına neden olacak hava koşullarını getireceğini belirtiyor. Yine böyle bir durumda, deniz suyunda ısınma, ekstrem sıcaklıklar, kuraklıklarda artış ve çoraklık, nemlilik artışı, yangın havalarının artması, ekstrem deniz seviyeleri, kar örtüsünde azalış ve rüzgâr hızında azalma olarak sıralanan iklimdeki sürükleyici değişikliklerinin yüzyıl ortasında farklı kombinasyonlarla gözleneceği tahmin ediliyor.
Bilim insanları, yakın vadede CO2 dışındaki sera gazlarıyla da mücadele edilmesi gerekliliğini net şekilde ortaya koyuyor. Sera gazı etkisi yüksek olan metan gazının emisyonları, bu kapsamda özellikle endişe veriyor. Sibirya’daki donmuş toprakların çözülmesiyle açığa çıkan metan henüz net bir şekilde ölçülemiyor. Yine bir fosil yakıt olmasına rağmen kömür ve petrolden yenilenebilir kaynaklara geçerken bir geçiş yakıtı olduğu safsatası ortaya atılan fosil gazının çıkarılması, boru hatlarında taşınması ve kullanımı sırasındaki kaçakların daha önce hesaplanandan çok daha yüksek olduğu başka çalışmalarda ifade ediliyor.
Raporda, iklim değişikliğinin Kuzey Amerika, Avrupa, Avustralya, Latin Amerika‘nın büyük bölümü, Afrika kıtasının güneyinin batı ve doğu kıyıları, Sibirya ve Asya‘nın tamamında sıcak hava dalgalarını içeren aşırı sıcakların yaşanmasına neden olduğu gösteriliyor. Bu bölgelerde yağıştaki sıklaşmanın yanı sıra yağış miktarında da önemli artışlar olacağı tahmin ediliyor.
Tüm bu sonuçlar ve olası senaryoları ortaya koyan raporun ardından BM genel sekreteri “bu bir kırmızı alarm, artık harekete geçin, uyanın” demişti. Raporun yazarlarından Zeke Hausfather ise “beklediğimiz her gün, her dakika bunu önleme konusundaki şansımızın, kabiliyetimiz azalıyor” diye belirtmişti. İklim bilimindeki onca gelişmeyle sağlanan iklim krizi üzerindeki konsensüse ve 30 yılı aşkın kurumsal iklim müzakerelerine rağmen gelinen nokta çoğunlukla karamsarlık ve aciliyet hisleriyle politik iktidarı elinde bulunduranları ikna etmeye yönelik sıklaşan çağrılar.
Raporun üzerinden fazla bir süre geçmemişken Greenpeace örgütünün basın birimine sızdırılan belgelere göre pek çok devlet yetkilisi, raporun son haline getirilmesi prosedürlerinden olan düzenleme başvurularında bilimsel verilerin yorumlanmasını manipüle etmek için resmi başvurularda bulunmuş. Toplamda 32 binin üzerinde düzenleme başvurusu yapılan rapor için lobi faaliyetine girişen ülkeler arasında, fosil yakıtlardan hızla çıkılması gerektiğinin daha önemsiz gösterilmesini isteyen Suudi Arabistan, Japonya ve Avustralya; “net sıfır” safsatasını meşrulaştıran karbon yakalama ve depolama teknolojilerinin öne çıkarılmasını isteyen Norveç gibi OPEC üyesi ülkeler ve Çin; azaltım için et tüketiminin azaltılmasını salık veren kısımların çıkarılmasını isteyen önemli sığır eti ve hayvan yemi ürünleri üreticisi Brezilya ve Arjantin; zengin ülkelerden sağlanan kaynakla oluşturulması savunulan fonla ilgili kısımlarda değişiklik isteyen İsviçre (2009’da Kopenhag’daki Taraflar Konferansı’nda, gelişmiş ülkelerin 2020’ye kadar gelişmekte olan ülkelere yılda 100 milyar dolar sağlaması konusunda anlaşmaya varıldı ancak bu hedef hiçbir zaman tutturulamadı); nükleer enerjiye önyargılı yaklaşıldığını iddia eden ve bir azaltım teknolojisi olarak görülmesini savunan Hindistan, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya bulunuyor.
Raporun “tarafsızlığı” konusunda şüphe duymadığını belirten derleyicilerden iklim bilimci Profesör Corinne le Quéré ortaya çıkan belgelerle ilgili “tüm yorumların, nereden geldiklerine bakılmaksızın yalnızca bilimsel kanıtlara göre değerlendirildiğini” söylemiş olsa da bundan önceki raporlardaki uyarı tonunun düşük olması benzer müdahalelerin geçmişte etkili olmuş olabileceği şüphesini uyandırıyor.
Covid-19 pandemisi nedeniyle küresel ekonomik faaliyetlerde ve insan hareketliliğindeki kısa süreli yavaşlamadan sonra bütün ülkelerde hemen hemen bütün sektörlerin hızla telafiye yöneldikleri de akılda bulundurulursa bu veriler, IPCC tarafından açıklanan 1,5 derece eşiğinin altında kalınmasının artık mümkün olmadığını, önümüzdeki 20 yılda 1,5 °C’lik ısınma eşiğinin geçileceğini gösteriyor. Hatta fosil yakıt kullanımı ve diğer ekolojik yıkıma neden olan sanayi faaliyetleri daha epey bir süre tam gaz süreceğine göre, 2050’ye kadar ısınmanın 2 derece altında tutulması hedefi de giderek bir hayal olacak gibi görünüyor. 2015’te imzalanıp 2016’da yürürlüğe giren Paris İklim Anlaşması’nın üzerinden 5 yıl geçmişken imzacı devletlerin azaltım taahhütleri dünyayı yüzyılın sonuna kadar 3 derecenin üzerinde bir ısınmaya doğru götürüyor. Taahhütlerin tam anlamıyla yerine gelmediği ya da geciktiği de düşünülürse bu ısınmanın daha da yüksek olması, yani gezegenin çok büyük bir bölümünün insanlar için artık yaşanılmaz hale gelmesi muhtemel. Kırmızı alarm aynı zamanda bu yetersizliğiyle Paris İklim Anlaşması için de çalıyor.