Bu yazı 2 Temmuz 2024 tarihinde https://adelphi.de/en/opinion/from-heatwaves-to-labour-disputes adresinden alınarak çevrilmiştir.
Çeviri: Elis Patulanti
Editör Notu: Avrupa’da faaliyet gösteren düzeniçi bir “düşünce kuruluşu” olan “adelphi”de çıkan bu yazıda iklim krizi karşısında bürokratik sendikal yaklaşımların ve taleplerin nasıl yetersiz kaldığıyla ilgili kimi örnekler bulunmaktadır. Elbette yazının “yeşil” görüş açısı bu yetersizliği fiili meşru mücadele hattına bağlamadan yine hukuki mücadeleye ve sendikal sınırlara havale ederek meselenin yapısal, sistemsel boyutunu ıskalamaktadır. Ancak iklim krizinin emek eksenli bir siyasi mücadeleye evrilmesi açısından kimi ipuçları vermektedir.
İklim Krizinde İşyeri Güvenliği için Sendikal Bir İttifaka Neden İhtiyaç Var?
Kayıtlara geçen en sıcak yazlardan birini geride bırakıyoruz. Göze çarpan; sadece küresel düzeyde aşırı hava olaylarındaki artış değil, Güney Avrupa turizmi için ciddi sonuçlarıyla birlikte aynı zamanda “yanı başımızdaki” tatil yerlerinde alevlerden kaçan turistlerin görüntüleri. Tatilciler tahliye edilebilir ya da alternatif seyahat noktaları seçebilirken, yerel halk sıcakla yaşamak ve günlük hayatları içerisinde bununla baş etmeye devam etmek zorunda – ve 40 derece civarındaki sıcaklıklarda, bu durum hayati tehlike yaratabilir.
İşyerinde Sıcaktan Ölümler: İtalya ve Yunanistan’daki sendikalardan eylem çağrısı
Akdeniz bölgesinde sıcakta çalışmak nadiren bir ölüm kalım meselesidir. Ancak bu yaz, çok sayıda işçi yüksek sıcaklıklar sebebiyle hayatını kaybetti; bunların arasında 60’lı yaşlarında kuzey İtalya’dan bir fırıncı, Milano’da 44 yaşında bir yol işçisi ve Yunanistan’da iki gönüllü de vardı. Son sıcaklık rekorlarının kurbanları, İtalyan ve Yunan sendikaların dikkatini çekti. Bu sendikalar; işverenleri, savunmasız sektörlerdeki işçileri korumak için derhal harekete geçmeye çağırdı. Bu sektörler arasında sadece turizm ve inşaat değil; ormancılık, tarım, bakım işleri, sağlık ve eğitim gibi sektörler de yer alıyor. Şimdi sendikalar grev ve iş durdurma tehdidinde bulunuyor ve bazı sınırlı başarılar elde ettiler – özellikle sıcak havalarda bazı kültür kurumları kapatıldı ve tarım sektöründe çalışma saatleri yeniden düzenlendi.
“Sıcak Siestası” Almanya’da Sorumluluk Açığını Ortaya Çıkarıyor
Güney Avrupa’daki koşullar, Almanya’daki çalışma hayatının geleceği için gerçekçi bir senaryo çiziyor zira 2050 yılına kadar Almanya’nın büyük bölümünün Akdeniz iklimine sahip olacağı tahmin ediliyor. Birçok meslek grubu aşırı sıcakların yaşandığı dönemlerde zaten büyük bir baskı altında. Hafif kıyafetler giyilmesi ve gölgede kalınması yönündeki tavsiyeler; çatı ustaları, ayakta tedavi hizmetleri veya kamu hizmetleri ile toplumsal-ekolojik dönüşümde gerekli olan diğer meslek grupları için pek işe yaramıyor. Bu tavsiye kulağa mantıklı gibi gelse de bazı sektörler için biraz alaycı kalabilir. İhtiyaç duyulan şey; dönüştürücü iklim uyumu için iddialı, cesur fikirler: Sadece bireysel değil, yapısal ve sistemsel değişiklikleri tetikleyen ve iklim krizinin etkilerine karşı toplumsal direnci artıran önlemler.
Bu yaz, Federal Toplum Sağlığı Hizmeti Doktorları Birliği (BVÖGD) ilginç bir girişim başlattı. Fikir şuydu: Güney ülkelerinin izinden giderek çalışma saatlerini artan sıcaklıklara göre uyarlamak, yani erken çalışmak ve öğlen dinlenmek. Bunun üzerine, bu tür bir “sıcak siestasının” uygulanabilirliği ve yararlılığı hakkında bir kamuoyu tartışması başladı. Aile İşletmeleri Birliği gibi işveren temsilcileri mevcut iş yeri güvenliği düzenlemelerine işaret ederek bu tür önerilere gerek görmezken, Alman Sendikalar Konfederasyonu (DGB) bu öneriyi olumlu karşıladı. Federal Sağlık Bakanı Lauterbach da sıcak siestasını “kesinlikle kötü bir öneri değil” olarak nitelendirdi. Meselenin özü şu: Patronlar ve işçiler birbirleriyle müzakere etmeli. Lauterbach’a göre burada siyasetin hiçbir sorumluluğu yok. Sıcak siestası tartışması, neredeyse hiç kimsenin bunun uygunluğundan şüphe duymamasına rağmen, hiç kimsenin uygun önlemlerin hayata geçirilmesi konusunda sorumluluk hissetmediğini gösterdi.
Alman Sendikalar İklim Uyumu Konusunda İddiasız
Politikacılar ve patronlar adil çalışma koşullarını temin etmediğinde işçi haklarını savunan örgütlere, yani IGMetall, Marburger Bund veya ver.di gibi sendikalara yönelmek akla yatkındır. Ancak bu örgütler, iklim uyumu söz konusu olduğunda şüphe uyandıran bir sessizlik içindeler. Sendikalar, işçilere sıcakla nasıl başa çıkacaklarına dair birkaç tavsiyede bulunsa da işçilerin kendilerini korumaya yönelik bireysel sorumluluklarına (yani serin kalmaya dikkat etmelerine) odaklanıyorlar. Bu tür her duruma önerilen tek tip çözümler, etkilenen sektörlerin çeşitliliğine ve iklim değişikliğinin zorluklarına uygun değil. Başka bir deyişle, değişen iklimin emek üzerinde yarattığı baskılar göz önünde bulundurulduğunda, bu çözümler bu baskıyı karşılayacak düzeyde bir iddia da içermiyor. Net (politik) duruş, geniş bilgilendirme kampanyaları veya sektöre özel yayınlar bir yana, iklim kriziyle somut bir bağlantıları olduğuna dair çok az kanıt var. Sendikaların artan emek krizi karşısında neden bu kadar tereddütlü olduklarını anlamak zor. Münferit aşırı olaylara tepki vermek yerine, iklim uyumu konusunu kalıcı ve disiplinler arası bir temele oturtarak gündeme getirmenin zamanı çoktan geldi ve hatta geçti.
İklim Krizi Çalışma Dünyası ve Yaşam için Bir Risk
Güçlü bir ajanda oluşturmak için sadece sıcaklığı değil, iklim değişikliğinin ilgili tüm etkilerini dikkate almalıyız. Federal İş Güvenliği ve Sağlığı Enstitüsü (BAuA) çalışan insanlar için beş temel risk faktörü tanımlamaktadır: sıcaklık, güneşin UV radyasyonu, bulaşıcı hastalıklar, bitki ve hayvan alerjenleri ile toksinler ve aşırı hava olayları. Özellikle uzun süreli sıcak maruziyetinin sağlık üzerindeki etkileri bilimsel olarak detaylı bir şekilde kanıtlandı. Sıcak, organlarda ciddi hasara yol açarak kronik hastalıklara ve en kötü senaryoda, ölümle sonuçlanabilecek akut sıcak çarpmasına neden olabilir. Aşırı hava (olayları) ve sıcağın işçilerin ruh sağlığı üzerindeki etkileri de emek ile ilgilidir – bunlar arasında işe devamsızlığın artması, odaklanma güçlüğü ve kaza riski yer almaktadır.
İşçilerin toplumsal çevresine daha geniş bir açıdan bakacak olursak, “uyum sağlamamış” bir çalışma dünyasının genel toplumsal boyutu ortaya çıkmaktadır. Aşırı sıcağa maruz kalmak genel performansı, çalışma kabiliyetini ve hareketliliği azaltıyorsa bu durum dolaylı olarak ücretli iş yapmayan veya yapamayan kişileri de etkiler; örneğin hastalar, emekliler, çocuklar, engelliler, sığınmacılar veya evsizler. İş yerinde daha uzun süre kalan ve aynı zamanda aşırı iş yükü altında olan herkes, ister hemşirelik veya sosyal hizmet gibi mesleki bir bağlamda isterse ev içi bakım işlerinde olsun, bu gruplara bakma ve dolayısıyla destek olma konusunda daha az kapasiteye sahip.
Toplum genelindeki bağlantıların tanınmaması ve adlandırılmaması; kırılganlaştırılmış nüfus gruplarının, iklim krizinin sonuçlarından en çok zararı görme eğilimini potansiyel olarak pekiştirmektedir. Bu bağlamda, işçileri iklim değişikliğinin sonuçlarından korumak bir toplumsal adalet meselesidir.
Grev mi Ter Dökmek mi?
Yunanistan, İtalya ya da Fransa’da olduğu gibi politik motivasyonlu emek çatışmasına Almanya’da izin verilmeyecektir. Bununla birlikte, sendikaların harekete geçmek için birçok fırsatı var. İş Güvenliği ve Sağlığı Yasası (ArbSchG), İş yeri Yönetmeliği (ArbStättV) ve çeşitli teknik ve iş sağlığı standartlarında mevcut kuralların değiştirilmesine yönelik politik talepler, bariz olanı. Aynı zamanda, zaten belirli sıcaklık seviyelerinde koruyucu önlemler almakla yükümlü olan patronlar üzerindeki baskının da artması gerekecektir. Bilgi ve devlet denetlemelerinin eksikliğine ek olarak, işçiler genellikle haklarının farkında değiller ve sonuç olarak bunları talep edemiyorlar. Bu noktada sendikalar işyeri konseylerini destekleyebilir ve iklimle ilgili hedefe yönelik eğitim çalışmaları yürütebilir.
Güven İyidir, Haklar Daha İyidir.
Bu aynı zamanda Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’nun (ETUC) sendikalar için hazırladığı “İklim Değişikliğine Uyum ve Çalışma Dünyası“ başlıklı rehberinde de tavsiye ettiği şey. Rehber, ulusal ve yerel düzeydeki sendikalar için somut tavsiyeler içeriyor. ETUC’a göre, patronlar; iklim değişikliğinin bölgesel ekonomik çevre ve işçiler üzerindeki olumsuz etkilerine karşı koruma sağlamak zorunda olmalıdır. Sendikalarla birlikte uyum stratejileri geliştirmek etkili bir araç olabilir. Buna ek olarak, uzun vadeli ekonomik çeşitlendirme stratejileri ile uygun toplumsal ve iş güvenliği önlemleri ısrarla istenmelidir. Sendikalar, uyum stratejilerinin geliştirilmesine katılmalı ve işçilerin risklerinin azaltılması için mevcut yasa ve düzenlemelerde değişiklik yapılmasını talep etmelidir. Ayrıca, uyum tedbirlerine yönelik güvenli kamu finansmanı ve sosyal güvenlik sistemlerinin güçlendirilmesi için kampanya yürütmelidirler.
İşçisiz İklim Uyumu Yasası
Politik gündem, hala “emek ve iklim değişikliği” konusunu ihmal ediyor. Temmuz ayında federal hükümet tarafından kabul edilen ilk Alman iklim uyum yasası bunu yapmak için bir fırsattı. Yasa, “gerekli tüm eylem alanlarında önleyici bir iklim uyum stratejisi (…) için bağlayıcı bir çerçeve” oluşturmayı amaçlıyor. Ancak çalışma hayatı bağımsız bir eylem alanı olarak görünmüyor ve sadece dolaylı olarak “ekonomi” altında değerlendiriliyor. Alman Sendikalar Federasyonu (DGB), uyum yasası tasarısına ilişkin yaptığı açıklamada “çalışma hayatı ve kamu hizmetlerinin” ihmal edilmesini eleştirdi. Bu şikayet daha önce de dile getirilebilirdi – eylem alanları Almanya’nın 2008’deki ilk uyum stratejisinde zaten tanımlanmıştı ve bu strateji, iklim uyum politikası için temel oluşturmaya devam ediyor.
Buna ek olarak, yeni iklim uyum yasası işçilerin korunmasını dikkate almıyor. Yasanın uygulanması, değişen iklimden yoğun bir şekilde etkilenen faaliyet alanlarından temelleniyor: Ağaçlar dikilmeli ve yetiştirilmeli, çatılar ve cepheler yeşillendirilmeli, kırılganlaştırılmış gruplar korunmalı ve gözetilmelidir.
Etkili iklim uyumunun temeli; güvenli ve sağlıklı bir çalışma ortamıdır. BVÖGD gibi kamu hizmeti sektöründen gelen hamle, tüm sektörlerde yenilikçi ve yaratıcı fikirler hakkında bir tartışmaya kapı aralayabilir. Yukarıda belirtilen ETUC tavsiyelerine ek olarak, sendikalar geleceğe dönük, toplumsal açıdan adil çalışma koşullarını sağlamak için aşağıdaki ilk adımları atmalıdır:
- Tabanı dikkate alın: İklim değişikliği dostu çalışma koşullarına ilişkin farkındalığı artırın ve bu bağlamda işyeri konseylerini destekleyin.
- Çalışma ve yaşamı birlikte düşünün: Esnek zamanlı çalışma düzenlemeleri talep edin. Örneğin; sıcak dönemlerde yaşlılara veya çocuklara bakmak için bakım çalışma saatleri.
- Bağlayıcı taahhütleri hedefleyin: Mevcut yasal düzendeki boşlukları tespit edin, alternatifler geliştirin ve istikrarlı yasal koruma talep edin.
- Spesifik olun: Sektöre özgü iklim uyum stratejilerinin geliştirilmesine katılın.
- Dürüstçe iletişim kurun: İklim değişikliği, çalışma koşulları ve haklar arasındaki bağlantıları belirleyin.
Alman Uyum Stratejisi önümüzdeki yıl güncellenecek. Bu zamanlama sendikaların ve birliklerin, çalışma hayatının dönüştürücü biçimde uyarlanması amacıyla kendilerini konumlandırmaları için mükemmel olacaktır.