Zwischen friedlicher Sabotage und Kollaps (Barışçıl Sabotaj ve Çöküş Arasında) kitabı 2024 yılında Almanya’da yayımlandı.
Avrupa’da 1970’lerdeki çevre protestolarıyla başlayan ve son dönemde yazarın da içinde bulunduğu Letzte Generation (Son Nesil) – Şubat 2025’ten itibaren “Neue Generation” (Yeni Nesil) – ya da maden şirketlerinin tesislerini basan ve 2024 yılından beri devlet tarafından aşırı sol örgüt olduğu iddia edilen Ende Gelände grubunun izlediği yol olan eylemsel iklim aktivizmi, son zamanlarda grubun üyelerinin otoyolları kapatması, ellerini yere yapıştırıp yol keserek uyguladıkları sabotaj eylemleri üzerinden bir fikir ayrılığı noktasına gelindi. Fridays for Future Germany (Gelecek için Cumalar-Almanya) gibi tamamen zararsız eylemler yaparak mı kamuoyu oluşturmalı, yoksa Letzte Generation gibi insanları etkileyecek eylemlerle mi geleceğimizi kurtarmak için toplumu dönüştürüp iklim krizine karşı hep birlikte hareket etmek üzere ihtiyaç duyduğumuz desteği almalıyız? İklim krizi artık gelmekte olan bir sorun değil; içinde yaşadığımız ve etkisini her geçen gün daha fazla hissettiğimiz bir gerçeklik hâline geldi. Her geçen yılın daha sıcak olması, daha az yağış düşmesi gibi sorunlar sadece buzdağının görünen yüzü. Susuzluk artık büyük bir sorun; özellikle İran’da barajların kuruması ve Tahran’ın taşınması ihtimali, yapay zeka teknolojisinin 2027 yılına kadar su tüketimini iki katına çıkaracak olması, öncelikli gündemimiz olmalıdır.
Kitap, 1999’da Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı düzenlenen eylemlerde başladığı aktivizm mücadelesine ve kendi tanımlamasıyla bir sosyalist tarafından kaleme alınmış manifestovari bir politik denemeye dayanıyor. Özellikle Almanya ve Avrupa’daki hareketleri yakın tarihten öznenin gözünden, Tadzio’nun içsel ve kişisel yolculuğuyla birlikte değerlendiriliyor. Tadzio, iklim hareketlerinin bir şemasını çıkararak onları analiz ediyor ve öneriler sunuyor. “Vurdumduymazlık Toplumu” (Verdrängungsgesellschaft), “Anti-Faşist İklim Mücadelesi” (Klimantifa) ve “Götleşen Toplum” (Arschlochgesellschaft) gibi yeni terimler kullanarak bu hareketin nasıl genişletilebileceğini, siyasi ortamı da dahil ederek akıcı bir dille anlatıyor.
Elbette kitabın bir Avrupalı tarafından ele alındığı hemen göze çarpıyor. Kitapta Avrupa dışında iklim kriziyle nasıl mücadele edildiği, toplumların bundan nasıl etkilendiği ve Ukrayna savaşı dışındaki konjonktürel olaylar es geçiliyor. Avrupa, iklim krizinden coğrafi olarak az etkileneceği için ve sömürge devleti olan Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler de Avrupa’daki ülkeleri sömürmeye devam edeceği için gecikmeli etkilenecektir. Bu durum, Avrupa’daki iklim krizi farkındalığı olan ilerici denebilecek bir kesim insanların önlemlerin aciliyetine dair farkındalıklarını azaltmakta ve bireysel hayatlarındaki değişimleri ve aldıkları önlemleri önemsememelerine neden olmaktadır. Örgütlenmek ve dayanışma yerine, birinin toplumu kurtaracağı hissine tutunarak apolitikleşip olayları görmezden gelerek bireyselliğe daha fazla batıyorlar. İşte bu duruma, Tadzio’nun da kullandığı gibi “Vurdumduymazlık Toplumu” deniyor. Veya hükümetin her şey kötüleşmeden durumu değiştireceğini ya da değiştirmek istediğini düşündüğümüz için, hükümetlerin halkların düşmanı olduğu gerçeğini göz ardı ediyoruz. Özellikle Alman Yeşiller Partisi’nin (Bündnis 90/Die Grünen) insanlara iklim krizine karşı savaşları ve silahlanmayı durdurma vaadiyle iktidar ortağı olup, ardından Ukrayna savaşını ve Gazze soykırımını destekleyerek NATO içindeki silah harcamalarının GSYH’nin %5’ine çıkarılması gerektiğini savunması bize gösteriyor ki Yeşiller artık halklar için değil, burjuva ve savaş destekçisi bir grup liberalden oluşuyor. Ama yine de bu durum hareketi sterilize etme açısından önemlidir; çünkü öyle ya da böyle Yeşiller, Almanya’daki en büyük iklim kriziyle ilişkilendirilmiş gruptur. Tadzio, özellikle zenginlere ve onların iklim krizine nasıl önayak olduklarına dair, Alman zenginlerinin açık açık “Fakirler bizim yerimize CO₂ tasarrufu yapıyor” demelerine rağmen buradaki sınıf savaşını göremiyor ve bu konuya pek eleştiri getiremiyor. Ayrıca Almanya’nın Filistin’deki soykırıma olan dahline ekolojik yıkım perspektifinden bile olsa hiç değinilmiyor.
Neden İklim Hareketi Politik ve Eylemsel Olarak Başarısız Oldu?
İklim krizine sebep olanların ve siyasi iktidarın kapitalizmde el ele yürümesi sebebiyle devlet tarafından önlem alınması, hem lobi faaliyetleri hem de uluslararası şirketlerin yöneticilerinin devletlerin başına geçmesiyle başarısız olmuştur. Çünkü şirketler, iklim krizinin sonuçlarından bile pahalı enerji karşısında devlet sübvansiyonları ve işten çıkarmalar gibi araçlarla kârdan zarar etmeden çıkabilmektedir. Almanya’da Volkswagen, BASF, Thyssenkrupp gibi şirketler Ukrayna–Rusya Savaşı sebebiyle devletten milyonlarca euro destek almalarına rağmen birçok sektörde önümüzdeki yıl 150 bin kişi işten çıkarılacak ve bu halklara yoksulluk, şirketlere ise kâr olarak geri dönecek.
Bu ortamda, 2019’da Greta Thunberg’in “I WANT YOU TO PANIC” konuşmasıyla başlattığı kavga – Tadzio bunu bir milat olarak görüyor ve 1992 yılını “Greta’dan önce (GÖ) 27” şeklinde tarihlendiriyor – bu konuşmadan sonra ortaya çıkan iklim krizi temelli hareketlerin Almanya gibi ülkelerde zamanla tamamen hakim ideolojiye entegre olmasıyla sönümlenmiş görünüyor. Tadzio, burada “Vurdumduymazlık Toplumu”na geçişimizi açık bir şekilde anlatıyor: İklim krizi ne kadar kötüleşirse o kadar fazla umursamazlık ortaya çıkıyor. 2021’de iklim krizini çözmek üzere seçilen ancak iktidara gelince savaş çığırtkanlığı yapan Yeşiller’in bugün bakıldığında asıl sorun olmasına rağmen o dönem yüksek oy alması, aslında toplumun umursamazlaşmasıyla ilgilidir. Hatta Fridays for Future Almanya’nın tamamen bu partiye eklemlenmesine ve bir “zombi harekete” dönüşmesi de bununla ilişkilidir. Çünkü vurdumduymazlık, örgütlenme yerine kahramancılığı tetikler.
Götleşme Çağı (Assholocene) ve Yeni Faşizm
“Assholocene” kavramı ilk olarak 2023 yılında Kyle Chayka tarafından kaotik dönemi anlatmak adına kullanıldı ve Tadzio’nun da aşırı sağın yükselişi, Nazizmin merkez ideoloji hâline gelmesi ve sağcıların her ortama girerek kültürel yapıyı değiştirmeye çalışması ekseninde kullandığı bir terim. Geçenlerde Trump’ın Mamdani’ye sorulan bir soruya istinaden “Bana faşist diyebilirsin, alınmam.” veya seçim öncesinde “New York’ta gündüz vakti herkesin gözü önünde birini öldürebilirim, insanlar yine de beni seçerdi.” demesi de gösteriyor ki, artık kendilerini dışlanmış olarak değil, toplumun merkezi olarak ve çok güçlü görüyorlar. Buradan güç alarak istedikleri herkese ve her şeye saldırmaktan geri durmuyorlar. Assholocene’de sağcılar insanları öldürüyor ya da ölen, acı çeken insanlara gülüyorlar. Her tartışmanın içine dahil olup tartışmayı bağlamından koparmak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Ekolojik yıkımı, denizlerde boğulan veya göç yollarında ölen mültecileri ve ırkçı saldırıları sorunsuz kabul edip desteklemekten geri durmuyorlar; dahası bunu artık saklamıyor ve “götleşiyorlar.” Diğer taraftaki iklim krizine ve faşizme karşı savaşanlar ise güçlerini yitirdiklerini ve değişimin imkânsız olduğunu düşünerek kapitalizmin rüyası olan bireyselleşme hastalığına tutuluyor ve “vurdumduymazlık ceketi”ni üzerlerine geçiriyorlar.
Yeni faşizm artık Elon Musk, Mark Zuckerberg gibi sosyal medya patronlarının da destekleriyle sansürlenemez ve reklamı yapılan bir ideoloji haline getirilmeye çalışılıyor. İşte bu yüzden “götleşme” ve “vurdumduymazlık” farklı gruplar arasında birbirinin karşıtı şekilde ilerliyor.
Çöküşteki Umut
Akademide son dönemde yükselen pozitif iklim anlatısı, IPCC Başkanı Jim Skea’nın “Panik yapma, sonuçta iklim krizi yüzünden hepimiz ölecek değiliz.” demesine yol açan korkunç bir zemin oluşturdu. Çünkü çöküş, herkesin ölmesi değil; senin işe arabayla gidememen, hatta bir işinin ve paran olmamasıdır. Bu yüzden iklim krizi kavgasını antifaşizmle birleştirmekten başka çaremiz olmadığı vurgulanıyor. 2019 yılından başlayan güçlü iklim hareketinden 2023 yılındaki RWE’nin kömür çıkarmak için 2006’dan beri sakinlerini devlet eliyle sürdüğü ve halkın topraklarına el koyduğu Lützerath‘taki eylemlere uzanan ve “toplumu dönüştüremeyip kaybettik“ demeye giden süreç içerisinde yazar açısından çıkan temel argüman: “Biz kaybetmedik, toplum kaybetti.”
Yazar için bunun anlamı, sağın yükselişi ve sağcıların saldırganlıklarını özgürce gösterebiliyor olmaları; otoyol bloke eylemlerinde eylemcilere karşı söylenen “Sizden bıktık”, “İklim krizi umurumuzda değil”, “Ya yoldan çekilirsiniz ya da üzerinizden geçeriz” ifadeleriyle anlaşılmıştır. Tadzio 2021 yılında yaptığı bir röportajda “Yeşil militanlara ihtiyacımız var” dedikten sonra içinde bulunduğu Letzte Generation’un isim değiştirmesine giden süreçte bu tür eylemler yüzünden kaybedilmiş olarak algılıyor. Kaybedilmiş olsa bile “Hayır, kaybedilmedi” diyerek avuntu duymak ya da pozitivizm tuzağına düşmek yerine önce neden kaybedildiğini anlamak, korkuyu ve içinde bulunulan gerçekliği kabul etmek gerekir. Bir terapi gibi, iyileşmenin yolu kabullenmeden geçer. Umut, sadece çöküş risklerini kabul ederek ortaya çıkabilir.
Bu aşamadan sonra örgütlenmeyi güçlendirmek ve iki cephede yürütülen mücadeleyi “Klimantifa” olarak tek bir büyük savaşa dönüştürmemiz gerekiyor. Örgütlerin kurulum aşaması için örnek alınabilecek “Preppa Tillsammans” (Birlikte Hazırlanma) adında İsveçli bir grup var. Gelecek hareketinin kurulması gereken yer bu dayanışma yapısıdır; kendini yerelden kuran organizasyonlar gençlere ulaşarak krizlere bireysel değil, birlikte ve açık şekilde hazırlanmalıdır.
“Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!” – Karl Marx
Okurun Notları
Yazar, kitapta kendi ve çevresi kadar olan bir dünya görüşü çerçevesinde yüzeysel bir çözümleme ve öneri getirmeye girişiyor. Direkt aktivist penceresinden politik analizler, açıksözlülük, durumun aciliyeti ve son dönemdeki eylemlerin tekrar hatırlatılıyor oluşu kitabın iyi yaptığı şeyler. Kapitalizmin rolü, göç sorunu, zenginlerin CO₂ tüketimi, teknoloji ve su sorunu, savaşlar ve doğal kaynaklar gibi ciddi konuları önemsizmiş gibi atlıyor. Aktif olarak 25 yılı aşkın süredir iklim hareketinin içinde olmasına ve kendisini bir sosyalist olarak görmesine rağmen Karl Marx’ı kullanışı onun yukarıdaki sözünü kullanmaktan öteye gidemiyor. Klimantifa olarak adlandırdığı çözüm önerisi -iklim krizine karşı antifaşist bir hareketin desteklenmesi- aslında dünya Avrupa merkezci bir zihinden okunmadığı sürece bir arada olması doğal olan düşüncelerin yeni bulunmuş gibi değerlendirilmesi sebebiyle tatmin edici bir öneri gibi gelmiyor. İklim krizinin de asıl müsebbibi, kapitalist güç ilişkilerini ve üretim araçlarını ellerinde bulunduran azınlık sınıfı fazlasıyla gözardı edilmiş.
Gelelim kurulacak örgütün örnek alması gerektiğini söylediği “Preppa Tillsammans” topluluğuna: Buna Türkiye’de “komşuculuk” veya “güncülük” diyebiliriz. Bu örgüt siyasi temeli olmayan ve kendilerine sol demekten imtina eden; Nazilerin, uyuşturucu ticareti temelli çeteleşmesinin ve bu yüzden insanların öldürülmesinin ardından ilk yardım, dayanışma ve felaketlere karşı birlikte hazırlanma mottosuyla Stockholm’de yerel topluluklar hâlinde kurulan pasifist bir oluşum. Burada da bilinmeyeni söylemenin tersine, yazarın dost ilişkisi olduğu bu örgütün bir nevi reklamını yaptığını söylersem abartmış olmam. İklim krizi ve sol literatürde zaten olan ve herkes tarafından bilinen şeylerin, yazarın kendi kişisel yolculuğu ve günlük notlarıyla birleştirilerek, dişe dokunur konuların bir iki kelimeyle ama güzel bir dille anlatıldığı; okuması zevkli olsa da teorik açıdan zayıf bir kitap.
