Kaynak: TribuneMag – 10 Ocak 2025
Çeviri: Nazlıcan Demir | Son Okuma: Gözde Mavili
Asbeste maruz kalmak, günümüzde Britanya’da iş cinayetlerinin başlıca nedeni olmaya devam ediyor. Peki, ardı ardına gelen neoliberal hükümetler bu sorunu neden çözemediler ve onların bıraktığı bu zehirli mirasa nasıl meydan okuyabiliriz?
Geçtiğimiz yıl 1 Temmuz’da, 1893’te Londra’da kurulan Cape Asbestos şirketinin yarattığı olumsuz mirasıyla ilgili rapor, İş Sağlığı ve Güvenliği Üzerine Parlemento Üstü Tüm Partiler Parlamento Grubu tarafından yayımlandı. Şirket, Afrika’daki asbest madenlerine ve Britanya genelindeki fabrikalara sahipti. Madencilik maliyetlerini düşük, kârlarını ise yüksek tutmak amacıyla hem imparatorluk hâkimiyetine hem de daha sonra Güney Afrika’daki apartheid rejimine sırtını yaslıyordu.
Asbest endüstrisi, yirminci yüzyılın ilk yarısında istikrarlı fakat göze çarpmayan bir büyüme gösterdi. Bu madde, tekstil ürünleriyle birleştirilerek makineler ve kazanlar için ısıya dayanıklı kaplamalar üretmekte kullanıldı, ayrıca oluklu çatı panelleri, yağmur olukları ve su boruları yapmak için çimentoya eklendi. Ancak Cape ve diğer şirketler, asıl büyük kazancı 1945’ten sonra, savaş sonrası yeniden yapılanma döneminde, elde etmeye başladılar. Bu dönemde şirketler, ‘sihirli mineral’ olarak tanıttıkları asbesti güvenlik ve modernlikle ilişkilendirerek giderek artan sayıda endüstriyel ve tüketim ürününü pazarlamayı başardılar. Okullar, hastaneler, konutlar ve sayısız başka bina; boru yalıtımı, duvar ve tavan panelleri, yer karoları, pencere çerçeveleri ve dış cephe kaplamaları gibi asbest içeren malzemelerle inşa edildi.
Aynı dönemde, bu maddenin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin boyutu da tüm açıklığıyla görülmeye başladı. 1900’lerin başlarından beri, asbest tozuna maruz kalmanın akciğerlerde tedavi edilemeyen bir fibrozis olan asbestozise yol açtığı biliniyordu. Ancak savaş sonrası dönemde, çok düşük seviyedeki maruziyetlerin bile akciğer kanseri ve mezotelyomaya neden olabildiği anlaşıldı. 1960’ların başlarına gelindiğinde, asbestle doğrudan çalışmayan ama düzenli olarak asbest içeren malzemelerle temas eden ya da bu ortamlarda çalışan kişilerde -yalıtım işçileri, marangozlar, inşaatçılar, tesisatçılar, elektrikçiler ve sıvacılar arasında- asbest kaynaklı kanserler hızla yayılmaktaydı. Bunun sonuçları açıktı: bir iş sağlığı felaketi, çevresel ve altyapısal bir felaket haline gelmişti. Cape, bu ölümcül kanserojen maddenin gerçek niteliğini onlarca yıl boyunca gizlemeye yönelik çabada kilit bir rol oynadı.
Asbest, hâlâ Birleşik Krallık’taki iş cinayetlerinin başlıca nedenidir. İş Sağlığı ve Güvenliği Kurumu (HSE), her yıl yaklaşık 5.000 kişinin asbeste bağlı hastalıklardan öldüğünü tahmin ediyor. Ancak asbest karşıtı aktivistler, bu rakamın ciddi şekilde düşük gösterildiğine ve gerçek sayının 20.000’e kadar çıkabileceğini savunuyor.
Cape, 1980’lerde birçok asbest madeni ve fabrikasını sattı ve elde ettiği kârı diğer faaliyet alanlarına yeniden yatırdı. 2017 yılında şirket, inşaat devi Altrad tarafından satın alındı. Tüm Partiler Parlamento Grubu, hükümete Asbest Mağdurları Destek Grubu Forumu’nun “Cape Ödemek Zorunda” kampanyasını destekleme çağrısında bulundu. Bu kampanya, Altrad’ın kanser araştırmalarına 10 milyon sterlin bağışta bulunmasını ve şirket ödeme yapana kadar kendisine yeni kamu ihalesi verilmemesini talep etmekteydi. Grubun başkanı, İşçi Partisi milletvekili Ian Lavery: “Cape’in ölümcül mirası binlerce hayatı yok etti ve şirket hâlâ gerçek bir sorumluluk göstermedi. Ana şirket olarak, bu sorumluluğu artık Altrad taşımaktadır,” şeklinde ifade etmiştir. Grup ayrıca üçüncü bir öneride daha bulunmuştu ve hükümet, aşamalı bir asbest temizleme planı başlatmalıydı. Asbest, Birleşik Krallık’ta nihayet 1999 yılında yasaklandı. Bu yasak, aktivistler ve sendikacılar için önemli ve zorlu bir kazanımdı. Ancak Yeni İşçi Partisi hükümeti, bu malzemenin koordineli biçimde ortadan kaldırılmasına yönelik bir program başlatmak için herhangi bir girişimde bulunmadı. Bunun yerine, ardışık hükümetler “yerinde yönetim” politikasına güvendi. Bu yaklaşım, asbestin düzenli olarak kontrol edilip yerinde bırakıldığı sürece düşük risk taşıdığı varsayımına dayanmaktadır. Oysa gerçekte biliyoruz ki, mevcut izleme süreçleri ciddi biçimde yetersiz (var oldukları yerde bile), hatta asbest içeren tüm ürünler artık tasarlandıkları ömrü fazlasıyla doldurmuş durumda ve büyük bölümü bozulmuş ya da hasar görmüştür. Aktivist Charles Pickles kısa süre önce “Asbest rahatsız edilmezse güvenlidir” şeklindeki o eski sözün hiçbir zaman doğru olmadığını, bu Britanya kamuoyundaki en büyük yalandır,” şeklinde bir yazısında ifade etmiştir.
Geniş ölçekli bir temizleme programı başlatmak için en uygun başlama noktası aslında oldukça açık: Okullar. Eğitim Bakanlığı’nın 2019 tarihli bir araştırması, okulların yüzde 81’inde hâlâ asbest bulunduğunu ortaya koydu. Asbest içeren malzemeler, çocukların meraklı, yaramaz ya da sıkılmış elleri ve ayakları tarafından sık sık yerinden oynatılmakta, gözle görülmeyen liflerin havaya karışmasına neden olmaktadır. Sonuçlar ciddi bir felaket doğurabilir: araştırmalar, beş yaşında ilk kez asbeste maruz kalan bir kişinin, otuz yaşında maruz kalan birine kıyasla mezotelyoma geliştirme olasılığının yaklaşık beş kat daha fazla olduğunu göstermektedir.
Ulusal Eğitim Sendikası (NEU), uzun süredir okullarda daha iyi hava izleme sistemleri kurulmasını ve asbestin ortadan kaldırılmasına yönelik anlamlı bir program başlatılmasını talep etmektedir. Araştırmacı ve eski öğretmen Gill Reed’in 2024 tarihli Okullarda Asbestin Gerçek Riski Nedir? başlıklı raporuna göre, 1980 ile 2021 yılları arasında en az 1.400 okul çalışanının ve 12.600 eski öğrencinin mezotelyoma nedeniyle hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Reed, bu rakamlardan yola çıkarak özellikle kemer sıkma politikaları yüzünden harap olmuş okul binalarının daha da çürümeye bırakılması halinde, gelecekteki ölümlerin yüz binleri bulabileceği uyarısında bulunmuş ve bu “artan mezotelyoma ölüm oranının bir kaza olmadığını” vurgulamıştır. Aksine, Reed bu durumu “ardışık Birleşik Krallık hükümetlerinin maliyeti kısmayı, asbest düzenlemeleri geliştirmeye tercih etmesinin” bir sonucu olduğu ve dolayısıyla “okul binalarında çalışanlar ve öğrenciler için mezotelyoma geliştirme riskini” artırdığını öne sürmektedir.
Bazı ülkeler bu sorunu gündemine almayı tercih etmiştir. 2016’da Güney Kore Eğitim Bakanlığı, 2027 yılına kadar tüm okullardan asbestin tamamen kaldırılması talimatında bulundu. Hükümet, bu program için 2,872 trilyon won (yaklaşık 1,8 milyar sterlin) bütçe ayırdı. Avustralya Asbest Güvenliği ve Ortadan Kaldırma Ajansı ise 2013 yılında kuruldu ve ülkedeki asbest kaynaklı hastalıkları ortadan kaldırmak için çok aşamalı bir Ulusal Stratejik Plan yürütmektedir. Okullar, yalnızca en savunmasız kesimleri korumak amacıyla değil, aynı zamanda farkındalığı artırmanın etkili bir yolu olarak da öncelikli hedeflerden biri haline getirildi. Bu düşünceye göre, ebeveynler çocuklarının okulundan asbestin temizlendiğini duyduklarında, bunun kendi evlerinde ve iş yerlerinde de asbestin kullanılıp kullanılmadığını sorgulama olasılıklarının artacağı düşünülmektedir.
Bad Dust: A History of the Asbestos Disaster (Kötü Toz: Asbest Felaketinin Tarihi) adlı kitabımda da, bu maddenin nasıl hem yapılaşmış çevreye hem de Britanya devletinin işleyişine derinlemesine yerleştiğini incelemekteyim. Ayrıca ardışık neoliberal hükümetlerin, bu tehlikelere uygun bir yanıt verme olasılığını nasıl ortadan kaldırdığını tartışmaktayım. Geleceğe baktığımda, asbestin ortadan kaldırılmasını yalnızca teknik ve lojistik bir sorun olarak düşünemeyeceğimiz görüşündeyim. Bu yavaş ilerleyen felaketin ölçeği göz önüne alındığında, mesele aynı zamanda politik hayal gücüne ve Sol’un etkili ittifaklar kurma kapasitesine yönelik de bir sınavdır.
Örneğin okullardan asbestin kaldırılması, eğitim sistemimizin çok daha geniş çaplı bir yeniden yapılanmasının yalnızca bir unsuru olmalıdır. Bu yeniden yapılanma, diğer unsurların yanı sıra; çok daha fazla kamu finansmanı sağlanmasını, sınıf mevcudunun azaltılmasını ve herkes için ücretsiz okul yemeklerini; gerici “disiplinci pedagoji” uygulamalarının derhal son bulmasını; öğretmenlere ve okullara kapsayıcı, iklim bilincine sahip ve ırkçılık karşıtı müfredatlar geliştirme özerkliğinin tanınmasını; herkes için sanata yeniden erişimin sağlanmasını; akademi ve seçici okul sistemlerinin (grammar schools) yanı sıra özel eğitimin de kaldırılmasını kapsamalıdır. Elbette “Gri İşçi Partisi”nin bu tür olumlu ve kapsamlı bir programa ilgi duyduğuna dair ne yazık ki çok az işaret var. Ancak asbestin yerinde yönetim politikasının giderek daha fazla güvenilirliğini ve savunulabilirliğini yitirmesiyle birlikte, eğitim emekçileri ve müttefikleri için yalnızca asbestin kaldırılmasını değil, aynı zamanda enkazın içinden tamamen yeni bir şey inşa edilmesini talep etme fırsatı doğacaktır.
Yazar Hakkında
Tom White, bir yazar ve yükseköğretim çalışanıdır. Bad Dust: A History of the Asbestos Disaster (Kötü Toz: Asbest Felaketinin Tarihi) adlı kitabın yazarıdır.
