Yazar: Onur Yılmaz

Türkiye’nin gündem yoğunluğu arasında (6 Şubat depremlerinin birinci yıl anmaları, İliç’te yaşanan felaket, yerel seçimler, vb.) sosyalizm ve ekososyalizm tartışmasına dair bazı çalışmalar yayınlandı. ‘80’lerin sonundan bu yana dünyada dolgun bir literatüre dönüşen ekososyalizm üzerine çalışmalara coğrafyamızdan katkılar henüz buna denk düşen bir hacimde olmasa da her geçen yıl artıyor. Hakan Yurdanur’un derlediği “Sosyo Ekolojik Bir Toplum İçin Ne Yapmalı” (İmge Kitapevi, 22.01.2024) adlı kitapta Sibel Özbudun ve Temel Demirer’in “Doğa, Marksist Ekoloji ve Sosyalizm” yazısında sosyalizme “eko” ön eki getirilmesi ile sosyalizmin ya da Marksizmin ekolojik olmadığının imlendiği gerekçesiyle ekososyalizm kullanımı eleştirildi. Ardından ekososyalizm kavramını kullananlardan biri olarak Aykut…

Devamını Oku

Sürdürülebilirlik ekoloji hareketi için tehlikeli bir kelime olarak mimlenmiştir. Neoliberalizmin tüm dünyada tarihin sonunu ilan edip azgınca saldırıya geçtiği dönemin bu öne çıkan kavramı ekolojik çöküşün o günkü endişe verici gelecek havadisleri karşısında işçi sınıfına “dünyayı kurtarmak” için sermaye düzeninin “sürdürülebilirliği”nde uzlaşmayı salık veriyordu esasen. Liberal yeşil akımlar sermayenin gezegen için bu “ilerici” adımını büyük oranda destekledi ve bu destek aradan geçen onlarca yılın ekolojik çöküşü getirdiği yere rağmen yeni beklentilerle sürüyor. İşte son dönemlerde buna benzer, kendi eski ama paketi yenilenmiş bir kavram sermayenin yeşillenme çabalarında ekoloji hareketinin kimi kesimlerini sermayeye yedeklemek için çokça karşımıza çıkıyor: Adil dönüşüm ya…

Devamını Oku

Küresel iklim krizi tartışmalarında ve birkaç yıldır kitlesel olarak gelişen “iklim grevi” eylemlerinin hemen hepsinde “iklim adaleti” sloganı öne çıkıyor. Düne kadar Afrika’nın ve Amerika’nın yerli halklarının, emperyalist ülkelerdeki ekoloji ve iklim hareketlerinin, ekososyalistlerin bir sloganı iken, şimdi sadece Greta Thunberg ve diğer gençlerin değil, birçok ulusal ve uluslararası şirket bağlantılı STK’nin, tabandan örgütlenen farklı toplumsal hareketlerin, sendikaların, kısaca herkesin çağrısı artık “iklim adaleti” sloganını içeriyor. Elbette bu herkes G-20 devletlerini ve şirketleri içermiyor ama örneğin BM Genel Sekreteri Guterres de bunun çağrısını yapıyor. Peki iklim adaleti nedir? Eylemlerde “iklimi değil sistemi değiştir” deniliyor. Peki bu “sistem” nedir, nasıl işliyor…

Devamını Oku

2021 yılının son ayları Türkiye’de, ekonomide çeşitli manevralarla ertelenen sorunlar, iktidarın doğrudan temsilcisi olduğu sermaye grubu ve toplumsal tabanın çıkarları doğrultusunda faiz indirimleri gibi çubuğu enflasyonun yükseleceği tarafa büken hamleleriyle artık daha fazla ertelenemez hale geldi. Döviz kurlarının yükselişi Türkiye gibi üretimi önemli oranda ithal girdiye bağlı olan ülkelerde doğrudan enflasyon demek. Ama bunun ötesinde kamu-özel işbirliği projeleri denilen doğrudan sermaye sınıfına servet aktarım mekanizmalarında da garanti ödemeler ve dövizle ihalerlerle dövizin belirleyici olması, şirketlerin kârdan zararlarının kamu bankaları aracılığıyla toplumsallaştırılması ve şimdi de bir avuç döviz zengininin faiz gelirinin hazine garantisiyle yine toplumsal borç haline getirilmesiyle durum daha açıktan…

Devamını Oku

Enerji konusu ekolojistlerin gündemine yalnızca iklim krizi nedeniyle sera gazı emisyonlarını azaltma telaşı üzerinden girmiş değil. Bir bütün olarak toplumsal üretimin ve yeniden üretimin nasıl planlanacağının belirlenmesi açısından da enerji sistemleri derinlemesine ele alınmayı hak ediyor. Mevcut ana akım iklim hareketinde birkaç hat belirgin şekilde öne çıkıyor: Birisi, iklim krizindeki geri dönülmez eşiklere yakınlık dolayısıyla enerji sistemlerini hızla karbonsuzlaştırmak için yenilenebilir enerjinin enerji üretimindeki payını hızla – mümkünse % 100’e – artırmak. Diğeri, bu enerji geçişinin her hâlükârda iklim krizi açısından gecikeceğini iddia ederek temel hedef % 100 yenilenebilire ulaşmak olmamakla birlikte bu geçişe paralel olarak enerji kullanım miktarının sınırlanması,…

Devamını Oku

Bu yazı, 26-27 Haziran 2021 tarihlerinde çevrimiçi olarak düzenlenen Madenciliğin Politik Ekolojisi Sempozyumu’nun Madenciliğin Politik Ekonomisi başlıklı 1. oturumunda yapılan sunumun gözden geçirilmiş halidir. Madenciliğin Politik Ekolojisi Sempozyumu’ndaki oturumların tamamını izlemek için youtube’daki oynatma listesine ulaşabilirsiniz. Diğer pek çok boyutuyla ele alınması gereken madenciliğin iklim krizi ile ilişkisi onun sistemin bütünü içindeki yerini anlamada çok önemli bir gösterge. Zira bugün iklim krizine değinmeden tasavvur edilemeyecek bir geleceği düşünürken diğer tüm başlıkların onunla ilişkisi kapitalizm açısından da belirleyici. İklim krizinin güncel görünümlerine dair sayısız veri ve iklim felaketi sıralanabilir. En basitinden 1850-1900 yılları arasındaki küresel yıllık sıcaklık ortalaması olan 13,8…

Devamını Oku

Çiftçilerin ekonomik sorunları, emekçi köylülüğün tasfiyesi, tarım işçilerinin ağır sömürüsü ile birleşen iklim krizinin giderek şiddetlenen etkileri yüksek gıda enflasyonu, kuraklık ve kimi bölgelerde gıda güvensizliği diye ifade edilen gıdanın yetersiz kalması, kıtlık sonuçlarını doğuruyor. Güncel gıda krizi ile ilgili Mezopotamya Ajansı’nın sorularını Polen Ekoloji Kolektifi’nden Onur Yılmaz yanıtladı. 4 Ekim 2021 Şu anda ciddi bir iklim krizi ile karşı karşıyayız. Kriz, yangınlar ve sel felaketleri başta olmak üzere bizi birçok felaketle de karşı karşıya getiriyor. Fakat maalesef krizin tek sonucu bunlar değil. Biz öncelikle iklim değişikliğinin tarımsal üretimi ve gıda güvenliğini ne yönde etkilediğini sormak isteriz size. Öncelikle belki…

Devamını Oku

Bugünlerde meclis alt komisyonlarında ardı ardına “torba yasa” saldırıları yaşanıyor. Önce 5 Ekim’de komisyona getirilen ve tutanaklarda geçen adıyla “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, 7 kanunda ve toplam 46 maddede değişiklik öngören bir torba yasaydı. Bu teklif, 13 Ekim ve 20-21 Ekim tarihlerinde Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarında görüşüldü ve kamuoyu gündeminde çok sınırlı bir yer tutarak komisyonlara geldiği hızla geçti ve 21 Ekim’de üst komisyon görüşmesi ile tamamlandı. Komisyon görüşmelerine ekoloji hareketinin hiçbir bileşeni kabul edilmezken enerji piyasasında yer alan her bir sermayedar grubu kendi örgütleriyle oturumlarda yer aldı.1…

Devamını Oku

Daha önce birkaç defa şahsının “çevrecinin daniskası” olduğunu iddia eden Erdoğan, 5 Temmuz günü 439 MW gücündeki 52 HES’in toplu açılış töreninde (ki toplu HES açılışı kabul edelim ki kendine seçtiği bu ünvana uygun bir tarz) başka bir dizi açılışla alakasız konunun yanında şunları söylüyordu: “Türkiye’nin ilk yerli entegre güneş paneli fabrikasının açılışını Ağustos’ta gerçekleştireceğiz.(…) Çevrecilik ve benzeri kisveler altında koparılan yaygaraların amacı, bu yatırımları sekteye uğratarak Türkiye’yi enerjide dışa bağımlılığa mahkum etmektir. 2020 yılının ilk 5 ayında yerli ve yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimimizi yüzde 66’ya yükselttik. Geçtiğimiz yıl yenilenebilir kaynaklara dayalı elektrik enerjisi üretiminde Avrupa’da ikinci sırada yer aldık.”…

Devamını Oku

Tarihi günlerden geçiyoruz her anlamda. Koronavirüsü ile başlayan küresel olağanüstü durum esasında, uzun süredir çok farklı görünümleriyle kendini hissettiren kapitalizmin, kapitalist toplumun sürdürülemezliğinin krizinin, “değişim çanları”nın sesini yükselten güncel bir safhası. Bu kaosun içinde geleceğe giden yol arayışı herkesin ana gündemi olsa da yeninin henüz doğamadığı koşullarda çekilen sancı, bu hegemonya krizi, düzenin devamı için insanlığı savaşlarla katliamlara uğratmanın yanı sıra gezegendeki canlı yaşamını büyük bir yok oluşa sürüklemekten geri durmayan kapitalist egemen sınıflar kadar, bu düzene alternatif arayışında olanlar için de bir güç biriktirme, krizden daha güçlü çıkma süreci anlamına geliyor aynı zamanda. Farklı cephelerde saflar sıklaşıyor. Bu arayışlardan…

Devamını Oku