Çeviri: Müge Ertürk
Kayıp iklim mektubunun akıbetini KİMSE BİLMİYOR. Bilinen tek şey Mısır’ın tartışmasız en yüksek profilli siyasi mahkumu olan Alaa Abd El Fattah’ın, geçen ay Kahire’deki hapishane hücresinde açlık grevi yaparken bir mektup yazdığı. Sonrasında açıkladığına göre bu mektup “Pakistan’dan gelen haberlerin ardından yazılmış küresel ısınma konulu bir mektuptu”. En şiddetli gününde 33 milyon insanı yerinden eden korkunç sel felaketinin gelecek süreç için barındırdığı potansiyel iklim sıkıntılarının ve devlet müdahalesinin bu konuda nasıl yetersiz kaldığının görülmesi onu oldukça endişelendirmişti.
Vizyoner bir teknoloji uzmanı ve araştırmacı bir entelektüel olan Abd El Fattah’ın ilk adı – #FreeAlaa etiketiyle birlikte – Kahire’nin Tahrir Meydanı’nı gittikçe büyüyen genç insanlar denizine dönüştürerek Mısır’ın diktatörü Hüsnü Mübarek’in otuz yıllık iktidarını sona erdiren 2011 demokrasi yanlısı devrimle özdeşleşmiş durumda. Son on yıldır neredeyse aralıksız olarak parmaklıklar ardında tutulan Alaa, haftada bir mektup gönderip alabiliyor. Bu yılın başlarında, hapishane yazılarından oluşan şiirsel ve kehanet gibi bir derleme, “Henüz Yenilmediniz” adıyla geniş yankı uyandırarak yayımlandı.
Alaa’nın ailesi ve arkadaşları bu haftalık mektuplar için yaşıyor. Özellikle, önce sadece su ve tuz, sonrasında da günde sadece 100 kalori (vücudun 2.000’e yakın kaloriye ihtiyacı var) alarak sürdürdüğü açlık grevinin başlangıç tarihi olan 2 Nisan’dan beri. Alaa başka bir mahkuma yapılan işkenceyle ilgili bir Facebook gönderisi paylaştığı için güya “yalan haber yaymak” suçundan çirkin bir şekilde hapsedilmesine karşı bir protesto eylemi olarak açlık grevine başladı. Ancak herkes onun, kafasında demokratik hayaller kuran geleceğin genç devrimcilerine bir mesaj vermek için hapsedildiğini biliyor. Alaa greviyle, İngiliz konsolosluğuna erişim de dahil olmak üzere önemli tavizler vermeleri için hapishane yöneticilerine baskı yapmaya çalışıyor. Alaa’nın annesi İngiltere doğumlu olduğu için geçen yılın sonunda İngiliz vatandaşlığı alabilmişti. Hapishanedekiler şimdiye kadar bunu reddettiler ve bu yüzden Alaa tükenmeye devam ediyor. Kız kardeşi Mona Seif geçtiğimiz günlerde Alaa için “Aklı başında bir iskelete dönüştü” yorumunu yaptı.
Açlık grevi uzadıkça, bu haftalık mektuplar daha da değerli hale geliyor. Ailesi için onlar Alaa’nın hayatta olduğunun kanıtından başka bir şey değil. Fakat iklim krizi hakkında yazdığı hafta, mektup, bir insan hakları savunucusu ve bir entelektüel olan Alaa’nın annesi Laila Soueif’e ulaşmadı. Alaa daha sonra annesine yazdığı bir mektupta, gardiyanının belki de yanlışlıkla “kahvesini mektubun üzerine dökmüş olabileceğini” söyledi. Daha büyük olasılıkla, her ne kadar Alaa Mısır hükümetinden ve hatta “yaklaşan konferanstan” bahsetmemeye dikkat ettiğini söylese de mektubun yasaklanmış “yüksek siyasete” dokunduğu düşünüldü.
Bu son kısım önemli. Bu, Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinin 6 Kasım’dan itibaren bir aydan kısa bir süre içinde, geçmişte Glasgow, Paris ve Durban gibi diğer kentlerin yaptığı gibi, COP27 olarak bilinen bu yılki Birleşmiş Milletler iklim zirvesine ev sahipliği yapacağı gerçeğine bir gönderme. On binlerce delege- dünya liderleri, bakanlar, elçiler, atanmış bürokratların yanı sıra iklim aktivistleri, STK gözlemcileri ve gazeteciler- göğüslerinde kordonları ve renk kodlu rozetleriyle bu sahil kentine akın edecek.
İşte bu yüzden kayıp mektup önemlidir. Alaa’nın -kendisinin ve ailesinin maruz kaldığı onca hakarete rağmen- hücresinde oturup ısınan dünyamızı düşünmesi dayanılmaz derecede dokunaklı bir şey. İşte orada, yavaş yavaş açlıktan ölüyor ama yine de Pakistan’daki seller, Hindistan’daki aşırıcılık, İngiltere’deki para biriminin çöküşü ve Brezilya’da Lula’nın başkanlık adaylığı gibi konular üzerine kafa yormaya devam ediyor; bunların hepsi ailesi tarafından benimle paylaşılan son mektuplarında yer alıyor.
Ayrıca, açık olmak gerekirse, utanç verici bir konu daha var, Şarm el-Şeyh’e giden herkesi duraklatabilecek bir konu. Çünkü Alaa dünyayı düşünürken, iklim zirvesi için Mısır’a gelmek üzere olan dünyanın Alaa’yı pek düşündüğü söylenemez. Mısır’da seri üretim halinde sürekli ve vahşi işkencelere maruz kalan, parmaklıklar ardındaki yaklaşık 60.000 diğer siyasi mahkumu da düşünmüyorlar. Ya da İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Mısır’daki “genel korku atmosferi” ve “sivil topluma yönelik amansız baskılar” olarak adlandırdığı durumun bir parçası olarak taciz edilen, gözetlenen ve seyahatleri engellenen Mısırlı insan hakları ve çevre aktivistlerinin yanı sıra eleştirel gazeteciler ve akademisyenleri de pek umursadıkları yok.
Mısır rejimi resmi iklim “gençlik liderlerini” kutlamaya hevesli, onları ısınmaya karşı savaşta umudun sembolleri olarak gösteriyor (birçok ikiyüzlü hükümet, gençleri iklim destekçisi olarak kullanmayı sever). Ancak Arap Baharı’nın cesur gençlik liderlerini düşünmemek elde değil; birçoğu on yılı aşkın bir süredir devam eden devlet şiddeti ve tacizi, başta ABD olmak üzere Batılı güçlerin askeri yardımlarıyla cömertçe finanse edilen sistemler nedeniyle erken yaşlanmış durumda.
Alaa 2019’da kendisi hakkında “Ben geçmiş baharın hayaletiyim” diye yazmıştı.
Bu hayalet yaklaşan zirveye musallat olacak ve her yüksek fikirli kelimeye bir ürperti gönderecek. Ortaya attığı sessiz soru ise çok keskin: Eğer uluslararası dayanışma, bir neslin özgürlükçü hayallerinin ikonik sembolü olan Alaa’yı kurtaramayacak kadar zayıfsa, evimizi yaşanabilir kılabilmek ve bunu koruyabilmek için ne kadar umudumuz var?
Hangi Noktada “Yeter” Diyeceğiz?
Mısır’da British Columbia Üniversitesi’nde coğrafya profesörü olan ve kentsel çevre politikalarını araştıran Mohammed Rafi Arefin, “her Birleşmiş Milletler iklim zirvesinin karmaşık bir maliyet ve fayda hesabı sunduğuna” dikkat çekiyor. Olumsuz tarafta, delegeler oraya seyahat ederken atmosfere yayılan karbon; iki haftalık otellerin fiyatı (taban örgütleri için yüksek); ve aksi yöndeki kanıtlara aldırmaksızın kendisini mutlak bir çevre şampiyonu olarak konumlandıran ev sahibi hükümetin keyif aldığı halkla ilişkiler şenliği var. Bunu 2018’de kömürle boğuşan Polonya ev sahipliği yaptığında ve 2015’te TotalEnergies’in dünyanın dört bir yanındaki petrol kulelerine rağmen Fransa aynı şeyi yaptığında gördük.
Bunlar yıllık iklim zirvesi geleneğinin olumsuz yanları. Defterin olumlu tarafında ise her yıl Kasım ayında iki hafta boyunca iklim krizinin küresel haberlere konu olması ve Brezilya Amazonlarından Tuvalu’ya kadar iklim bozulmasının ön saflarında yer alan güçlü seslere medya platformları sağlaması yer alıyor. Bir başka artı da, ev sahibi ülkedeki yerel organizatörlerin, hükümetlerinin yeşil duruşunun ardındaki gerçekliği ortaya çıkarmak için karşı zirveler ve “zehirli turlar” düzenlediğinde gerçekleşen uluslararası ağ oluşturma ve dayanışmadır. Ve tabii ki müzakere edilen anlaşmalar ve en yoksul ve en kötü etkilenenlere taahhüt edilen fonlar da var. Ancak bunların bağlayıcılığı yoktur ve Greta Thunberg’in de çok iyi ifade ettiği gibi, taahhüt edilen ve açıklananların çoğu “falan, filan, filan “dan öteye gitmemiştir.
Mısır’da yapılacak iklim zirvesi ile ilgili Arefin bana şöyle diyor: “Her zamanki hesap değişti. Dengeler değişti.” Her zamanki olumsuzluklar (karbon, maliyet) hala mevcut. Ancak buna ek olarak, tüm dünyaya yeşil caka satma şansını yakalayacak olan ev sahibi hükümet, standart iki yüzlü bir liberal demokrasi değil. “Bu hükümet modern Mısır devleti tarihindeki en baskıcı rejim.” 2013’te askeri bir darbeyle iktidarı ele geçiren (ve o zamandan beri sahte seçimlerle iktidarı elinde tutan) General Abdülfettah el Sisi liderliğindeki rejim, insan hakları örgütlerine göre dünyanın en acımasız ve baskıcı rejimlerinden biri.
Elbette Mısır’ın zirve öncesinde kendini pazarlama biçiminden bunu asla anlayamazsınız. COP27’nin resmi web sitesinde yer alan bir tanıtım videosu delegeleri “yeşil şehir” Şarm el-Şeyh’e davet ediyor ve aralarında çevre aktivisti gibi göstermeye çalıştığı kirli sakallı ve kolyeli erkeklerin de bulunduğu genç aktörleri plastik olmayan pipetler ve biyolojik olarak parçalanabilen paket servis kaplarıyla sahilde selfie çekerken, açık hava duşlarının keyfini çıkarırken, tüplü dalış yapmayı öğrenirken ve develere binmek için elektrikli araçlarla çöle giderken gösteriyor.
Videoyu izlerken Sisi’nin zirveyi, hızla genişleyen hapishane takımadalarında işkence altında acı çeken gerçek aktivistlere oldukça benzeyen aktörlerin aktivistleri “oynadığı” yeni bir tür reality şov sahnelemek için kullanmaya karar verdiğini fark ettim. Bunu da defterin olumsuz tarafına ekleyin: Bu zirve, çevreyi kirleten bir devleti yeşillendirmenin çok ötesine geçiyor; bir polis devletini yeşillendiriyor. İtalya’dan Brezilya’ya kadar faşizmin kol gezdiği bir ortamda bu hiç de küçük bir mesele değil.
Defterin olumsuz tarafında yer alan bir başka faktör de şu ki Güney Afrika, İskoçya, Danimarka ya da Japonya’da düzenlenen önceki iklim zirvelerinin aksine, çevre kirliliği ve artan sıcaklıklardan en çok etkilenen Mısırlı topluluklar ve kuruluşlar Şarm El-Şeyh’te hiçbir yerde bulunamayacak. Yerel halkın, hükümetlerinin halkla ilişkiler cephesinin ardındaki gerçekler hakkında uluslararası delegelere eğitim verdiği zehirli turlar ya da canlı karşı zirveler olmayacak. Çünkü bu tür etkinlikler düzenlemek Mısırlıları “yalan haber” yaymaktan ya da protesto yasağını ihlal etmekten hapse attırabilir- tabii eğer zaten orada değillerse.
Uluslararası delegeler, araştırmacıların “siyasi” olarak değerlendirilen bilgileri yayınlamadan önce hükümetten izin almalarını gerektiren acımasız 2019 yasası nedeniyle, zirve öncesinde Mısır’daki mevcut kirlilik ve çevre katliamı hakkında akademik veya STK raporlarında fazla bir şey okuyamıyorlar. (Yasaklananlar sadece mahkumlar değil: Tüm ülke yasaklı ve aralarında vazgeçilmez ve sürekli taciz edilen Mada Masr’ın da bulunduğu yüzlerce web sitesi engellenmiş durumda). İnsan Hakları İzleme Örgütü, grupların bu yeni kısıtlamalar altında araştırmalarını dizginlemek ve küçültmek zorunda kaldıklarını ve “önde gelen bir Mısırlı çevre grubunun, sahada çalışmak imkansız hale geldiği için araştırma birimini dağıttığını” bildirdi. Sansür ve baskılar hakkında İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne konuşan çevrecilerin hiçbiri gerçek isimlerini kullanmak istemedi çünkü yaptırımlar çok ağırdı.
Bu son sansür yasalarından önce Mısır şehirlerindeki atık ve sel baskınları üzerine kapsamlı araştırmalar yapan Arefin bana kendisinin ve diğer eleştirel akademisyen ve gazetecilerin “artık bu işi yapamadıklarını” söyledi. Temel eleştirel bilgi üretiminde bir tıkanıklık var. Mısır’ın çevresel zararları artık karanlıkta gerçekleşiyor.” Kuralları çiğneyip ışıkları yakmaya çalışanların sonu da ya karanlık hücreler oluyor ya da daha kötüsü.
Kardeşinin ve diğer siyasi tutukluların serbest bırakılması için yıllarca lobi faaliyeti yürüten Alaa’nın kız kardeşi Mona Seif, geçtiğimiz günlerde Twitter’da şunları yazdı: “#Cop27’ye katılanların çoğunun görmezden gelmeyi tercih ettiği gerçek şu ki… #Mısır gibi ülkelerde gerçek müttefikleriniz, gezegenin geleceğini gerçekten umursayanlar hapishanelerde çürüyenlerdir.”
Dolayısıyla bunu da olumsuz tarafa ekleyin: Yakın geçmişteki diğer tüm iklim zirvelerinin aksine, bu zirvenin gerçek bir yerel ortağı olmayacak. Zirvede “sivil toplumu” temsil ettiklerini iddia eden bazı Mısırlılar olacak. Bazıları gerçekten öyle. Sorun şu ki, ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, onlar da Sisi’nin sahil kenarındaki yeşil reality şovunun küçük oyuncuları; alışılagelmiş BM kurallarından farklı olarak, neredeyse hepsi hükümet tarafından incelenmiş ve onaylanmış durumda. Geçen ay yayınlanan aynı İnsan Hakları İzleme Örgütü raporu, bu grupların sadece “hoş karşılanan” konularda konuşmak üzere davet edildiğini açıklıyor.
Rejim neleri hoş karşılar? “Çöp toplama, geri dönüşüm, yenilenebilir enerji, gıda güvenliği ve iklim finansmanı”, özellikle de bu iklim finansmanı Sisi rejiminin ceplerini dolduracaksa ve belki de iktidarı ele geçirdiğinden beri inşa ettiği 27 yeni hapishaneye güneş panelleri koymasına izin verecekse.
Hangi konular hoş karşılanmıyor? İnsan Hakları İzleme Örgütü raporuna göre, “En hassas çevre konuları, su güvenliği, endüstriyel kirlilik ve emlak, turizm gelişimi ve tarımsal ticaretten kaynaklanan çevresel zararlarla ilgili konular da dahil olmak üzere, hükümetin kurumsal çıkarların neden olduğu zararlara karşı insanların haklarını korumadaki başarısızlığına işaret eden konulardır.” İşte bu konular hoş karşılanmıyorlar. Ayrıca, “Mısır’ın yıkıcı taş ocakçılığı faaliyetleri, su şişeleme tesisleri ve bazı çimento fabrikaları gibi geniş ve şeffaf olmayan askeri ticari faaliyetlerinin çevresel etkileri üzerine konuşmak ve aynı şekilde çoğu cumhurbaşkanlığı ofisi veya orduyla ilişkili olan yeni bir idari başkent gibi ‘ulusal’ altyapı projeleri benzeri hassas konularda” yorum yapmak da hoş karşılanmayan konular arasında. Ve kesinlikle Coca-Cola’nın plastik kirliliği ve aşırı su kullanımı hakkında konuşamazsınız, çünkü Cola zirvenin resmi sponsorlarından biri olarak adeta bir gurur kaynağı.
Sonuç olarak? Eğer çöp toplamak, eski kola şişelerini geri dönüştürmek ya da “yeşil hidrojeni” tanıtmak istiyorsanız, muhtemelen “sivil toplumun” en sivil biçimini temsil eden Şarm El-Şeyh’e gelmeye hak kazanabilirsiniz. Ancak Mısır’ın kömürle çalışan çimento fabrikalarının sağlık ve iklim üzerindeki etkileri ya da Kahire’deki son yeşil alanlardan bazılarının asfaltlanması hakkında konuşmak isterseniz, gizli polis ya da distopik Sosyal Dayanışma Bakanlığı tarafından ziyaret edilme olasılığınız oldukça yüksektir. Dahası, bir Mısırlı olarak COP27’nin kendisi hakkında sert bir şeyler söylerseniz ya da Sisi’nin, onca Kuzey Amerika ve Avrupa yardımına rağmen, kendi halkının giderek derinleşen açlığı ve çaresizliği göz önüne alındığında, Afrika’nın yoksul ve iklime karşı savunmasız halkları adına konuşma konusundaki güvenilirliğini sorgularsanız, ülkeden çoktan çıkmış olsanız iyi edersiniz.
Şu ana kadar zirveye ev sahipliği yapmak, Donald Trump’ın “en sevdiğim diktatör” dediği Sisi için büyük bir kazançtan başka bir şey ifade etmedi. Son yıllarda çöküşe geçen kıyı turizmi için bir nimet söz konusu ve rejimin açık hava duşları ve deve gezintileri videolarının buna daha da ilham kaynağı olacağını umduğu açık. Ancak bu, yeşil altına hücumun sadece başlangıcı. Geçen ayın sonlarında, İngiltere hükümeti tarafından desteklenen Britanya Uluslararası Yatırım, Mısır’da “yerel girişimleri desteklemek için 100 milyon dolar yatırım yaptığını” sevinçle duyurdu. Globeleq’in de çoğunluk hissesine sahip olan şirket, COP27 öncesinde Mısır’da yeşil hidrojen üretimi için 11 milyar dolarlık dev bir anlaşma yaptığını duyurdu. Aynı zamanda Birleşik Krallık Kalkınma Finansmanı Kurumu da “Mısır’la ortaklığını güçlendirme ve ülkenin yeşil büyümesini desteklemek için iklim finansmanını arttırma taahhüdünü” vurguladı.
Bu hükümet, İngiliz vatandaşı olmasına ve açlık grevi yapmasına rağmen Alaa’nın serbest bırakılması için kılını bile kıpırdatmamış gibi görünen aynı hükümettir. Ne yazık ki Alaa’nın kaderi aylarca, İngiltere’nin olağanüstü duygusuz ve beceriksiz başbakanı olmadan önce olağanüstü duygusuz ve beceriksiz dışişleri bakanı olan Liz Truss’un elindeydi. Milyarlarca yatırım ve kalkınma yardımının bir kısmını vatandaşının serbest bırakılması için kullanabilirdi ama belli ki başka kaygıları vardı.
Almanya’nın ahlaki başarısızlıkları da aynı derecede iç karartıcı. Yeşiller Partisi eş lideri Annalena Baerbock geçtiğimiz Aralık ayında ülkenin ilk kadın dışişleri bakanı olduğunda, insan hakları ve iklim kaygılarına öncelik verecek yeni bir “değerlere dayalı dış politika” ilan etti. Almanya Mısır’ın en büyük bağışçılarından ve ticaret ortaklarından biri, dolayısıyla İngiltere gibi onun da oynayacağı bir kart var. Ancak Baerbock, insan hakları konusunda baskı yapmak yerine, Sisi’ye paha biçilmez propaganda fırsatları sağladı; buna acımasız diktatörün kendisini yeşil bir lider olarak yeniden markalaştırabildiği “Petersberg İklim Diyaloğu’na” birlikte ev sahipliği yapmak da dahil.
Almanya’nın Rus gazına olan bağımlılığının hem çöküşe uğradığı hem de patlatıldığı şu günlerde Mısır, yedek gaz ve hidrojen sağlamak için kendisini hevesle konumlandırıyor. Bu arada Alman devi Siemens Mobility, Mısır genelinde elektrikli yüksek hızlı trenler inşa etmek üzere milyarlarca dolarlık “tarihi” bir sözleşme imzaladığını duyurdu.
Uluslararası yeşil para enjeksiyonları Sisi’nin sorunlu rejimi için tam zamanında akıyor. Küresel kriz tsunamisi (enflasyon, pandemi, gıda kıtlığı, artan akaryakıt fiyatları, kuraklık, borç) ve sistemik kötü yönetim ve yolsuzluk sebebiyle Mısır dış borcunu ödeyememe tehlikesiyle karşı karşıya – bu durum, tıpkı son mali krizin Mübarek’i deviren koşulları yaratması gibi, Sisi’nin demirden yönetimini istikrarsızlaştırabilir. Bu bağlamda, iklim zirvesi sadece bir PR fırsatı değil; aynı zamanda yeşil bir can simidi.
Süreçten vazgeçme konusunda isteksiz olsalar da, çoğu ciddi iklim aktivisti bu zirvelerin bilime dayalı iklim eylemi açısından çok az şey ürettiğini kabul ediyor. Başladıkları günden bu yana her yıl emisyonlar artmaya devam ediyor. O halde, bu yılki zirveyi desteklemenin amacı nedir, zirvenin kesinlikle başaracağı tek şey, herhangi bir etik standarda göre parya statüsünü hak eden bir rejimin daha da sağlamlaştırılması ve zenginleştirilmesi olabilir mi?
Arefin’in sorduğu gibi, “Hangi noktada ‘yeter’ diyeceğiz?”,
Mısırlılar İklim “İlerlemesi” için Kurban Bölgesi mi oldu?
Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde sürgünde yaşayan Mısırlılar aylardır büyük yeşil STK’lara ülkelerinin hapishanelerindeki katliamın zirve öncesi müzakerelerin gündemine alınması için yalvarıyorlardı. Ancak bu konuya hiçbir zaman öncelik verilmedi.
Onlara bunun “Afrika’nın COP’u” olduğu söylendi (COP, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin “Taraflar Konferansı” için kullanılan BM kısaltmasıdır). Daha önceki tüm başarısızlıklara rağmen, şimdiye kadar 27’ncisi düzenlenen bu COP’un nihayet “uygulama” ve “kayıp ve zarar” konularını gündemine alacağı söyleniyordu. Daha çok BM dilinde, zengin ve çevreyi çok kirleten ülkelerin, Pakistan gibi karbon salınımına neredeyse hiç katkıda bulunmayan ancak artan çevresel maliyetlerin büyük kısmını üstlenen yoksul ülkelere olan borçlarını nihayet ödeyeceklerine dair umut ifade ediliyordu.
Zirvenin, ev sahibi ülkenin şok edici insan hakları sicili gibi sözde küçük bir meseleyle geçiştirilemeyecek kadar ciddi ve önemli olduğu açıkça ima edildi. Terörize edilen hayatlar, acımasızca öldürülen bedenler ve susturulan hakikatler, çoğunlukla, iklim konusunda ilerleme kaydedilmesi için ödenmesi gereken talihsiz bir bedel olan utanç verici ikincil zararlar olarak ele alındı.
Zirvenin, ev sahibi ülkenin şok edici insan hakları sicili gibi sözde küçük bir meseleyle geçiştirilemeyecek kadar ciddi ve önemli olduğu açıkça ima edildi.
Peki COP27 gerçekten iklim adaletini savunacak mı? Yoksullara yeşil enerji, temiz ulaşım ve gıda egemenliği getirecek mi? Zirve, birçoklarının iddia ettiği gibi iklim borcu ve tazminatlarla gerçekten yüzleşecek mi? Keşke öyle olsaydı. Mısır halkı, Afrika’nın dört bir yanındaki insanlar gibi, tarihsel olarak düşük emisyona sahip ancak yine de ısınmadan ciddi şekilde etkilenen bir halk. Bu nedenle adalet, daha zengin yüksek salınımcılardan iklim tazminatı almalarını gerektiriyor. Sorun şu ki, eğer bu iklim borçları Sisi gibi zalim yöneticileri destekleyen uluslararası finans ve askeri ağlarla yüzleşilmeden ödenirse, para asla halka ulaşmayacaktır. Bunun yerine daha fazla silah temin etmeye, daha fazla hapishane inşa etmeye ve en çok ihtiyacı olan Mısırlıları yerinden eden ve daha da yoksullaştıran gereksiz endüstriyel harcamaları finanse etmeye gidecektir.
Mısırlı gazeteci, film yapımcısı ve romancı Omar Robert Hamilton, iklim tazminatı konusunun çok açık olduğunu belirtiyor. “Daha zor olan soru, otoriter devlet güçlerini sağlamlaştırmayan bir tazminat sisteminin nasıl tasarlanacağıdır? Bu, Güney ve Kuzey ülkeleri arasındaki COP müzakerelerinin merkezinde yer almalıdır- sadece Güney adına müzakere yapanlar, kısa vadeli çıkarları petrol yöneticilerininkinden bile daha kırılgan olan otoriter devlet güçleri olma eğilimindedir.”
Kısacası, iklim çevrelerinde bunun #Adilveİddialı politikalara odaklanan bir “uygulama” COP’u olduğu konuşulsa da, Mısır’daki zirve muhtemelen daha öncekiler gibi gerçek iklim eylemi açısından çok az şey başaracak. Ancak bu hiçbir şey başaramayacağı anlamına gelmiyor. Çünkü gerçek bir işkence rejimini desteklemek, ona para yağdırmak ve imaj temizleyici fotoğraf çekimleri söz konusu olduğunda, COP27 zaten Mısır polis devletine cömert bir hediye olmuş durumda.
Alaa Abd El Fattah uzun zamandır Mısır’ın şiddetle söndürülen devriminin bir sembolü. Ancak zirve yaklaştıkça, başka bir şeyin de sembolü haline geliyor: iklim krizinin kalbindeki feda bölgesi zihniyeti (the sacrifice zone mentality at the heart of the climate crisis). Bu, sözde daha önemli hedefler için “ilerleme” adına bazı yerlerin ve bazı insanların görmezden gelinebileceği, göz ardı edilebileceği ve yok sayılabileceği fikridir. Bu zihniyetin, fosil yakıtların çıkarılması ve rafine edilmesi için ön saflarda yer alan topluluklar zehirlendiğinde iş başında olduğunu gördük. Aynı toplulukların, onları korumayan bir iklim tasarısının kabul edilmesi adına tekrar feda edildiğini de gördük. Ve şimdi de bunu, müzakerelerde “gerçek ilerleme” serabı adına ev sahibi ülkede yaşayan insanların haklarının feda edildiği ve görülmediği uluslararası bir iklim zirvesi bağlamında görüyoruz.
Glasgow’da geçen yıl düzenlenen zirve “falan filan falan” ile ilgiliyse, bu yılki zirvenin anlamı, daha başlamadan önce bile, belirgin bir şekilde daha kaygı vericidir. Bu zirve kan, kan ve kan hakkında. Mısır güçleri tarafından mevcut yöneticiye iktidar sağlamak için katledilen yaklaşık 1,000 protestocunun kanı. Suikasta kurban gitmeye devam edenlerin kanı. Sokaklarda dövülenlerin, hapishanelerde işkence görenlerin, çoğu zaman da öldürülenlerin kanı. Alaa gibi insanların kanı.
Bu uğursuz senaryoyu değiştirmek için, zirvenin dünya çapında yükselen otoriterlik ve iklim kaosu arasındaki birçok bağlantıyı aydınlatan bir projektör olması için hala zaman olabilir. İtalya’nın Giorgia Meloni’si gibi faşist liderlerin yükselişlerini körüklemek için iklim krizinden kaçanlar da dahil olmak üzere mülteci korkusunu nasıl körükledikleri ve Avrupa Birliği’nin Afrikalıların kıyılarına ulaşmasını engellemeye devam etmesi için Sisi gibi acımasız liderleri nasıl paraya boğduğu gibi. Zirvenin gerçekleşeceği olağanüstü koşulları kullanarak iklim adaletinin, ister ülkeler içinde ister ülkeler arasında olsun, siyasi özgürlükler olmadan mümkün olamayacağını anlatmak için hala zaman var. Hala örgütlenecek ve kullanılacak güç ve kaldıraç var.
“Benim aksime, sen henüz yenilmedin.” Alaa bu sözleri 2017 yılında yazdı. Tüm büyük teknoloji şirketlerinin sponsorluğunda her yıl düzenlenen dijital çağda insan hakları konferansı RightsCon’a bir konuşma yapmak üzere davet edilmişti. Konferans Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılıyordu ama Alaa kötü şöhretli Tora Cezaevi’nde parmaklıklar ardında olduğu için (o sırada dört yıl olmuştu) onun yerine bir mektup gönderdi. İnternetin bir yaratıcılık, deneysellik ve özgürlük alanı olarak korunması zorunluluğuna ilişkin parlak bir metin yazmıştı. Aynı zamanda bu mektup (henüz) parmaklıklar ardında olmayan, günlük kalori alımından çok daha fazlasını kontrol edebilen ve adalet, demokrasi ve insan hakları hakkında konuşmak için konferanslara seyahat etmek gibi şeyleri yapma özgürlüğüne sahip olanlara da bir meydan okuma özelliğini taşıyordu. Bu özgürlük ile Alaa’nın tutsaklığı arasındaki uçurumda sorumluluk yatıyor. Bu, sadece özgür olmak değil, aynı zamanda özgür davranmak, özgürlüğü tüm dönüştürücü potansiyeliyle kullanmak sorumluluğudur. Çok geç olmadan.
Nispeten özgür on binlerce COP27 delegesi Şarm el-Şeyh’e uçmaya hazırlanırken, Kasım ayı ortalama sıcaklıklarını (en yüksek 28 derece, 82 Fahrenheit) kontrol edip, uygun bir şekilde (hafif gömlekler, sandaletler, mayo, çünkü asla bilemezsiniz) bavullarını hazırlarken, Alaa’nın yenilmez olmanın getirdiği sorumluluklara ilişkin sözleri yeni bir aciliyet kazanıyor. Zirveye katılan Mısırlıların herhangi bir özgürlükle hareket edemeyecekleri garanti edildiğine göre, katılmakta özgür olan yabancılar özgürlüklerini nasıl kullanacaklar? Henüz yenilmemiş olma hallerini?
Mısır, kendileri gibi insanların aynı özgürlükler için ve gezegensel ve siyasi iklimimizi istikrarsızlaştıran aynı ekonomik çıkarlara karşı savaştığı ve öldüğü gerçek bir ülke değil de sadece bir sahneymiş gibi mi davranacaklar? Yoksa Mısır hapishanelerinin korkunç gerçeklerinden bazılarını konferans merkezinin yeşil ışıltısına taşımanın yollarını mı bulacaklar? Mısır güvenlik güçlerinin, her zamanki gibi acımasızlıklarının reality şovu lekelemesini istemeyerek onlara nazik davranacağını bilerek tutuklanma riskini göze alacaklar mı? Kahire’de kalan az sayıdaki sivil toplum örgütünü- copcivicspace.net altında bir araya gelenler gibi- araştırıp nasıl yardımcı olabileceklerinin yollarını arayacaklar mı?
Alaa, ihtiyaç duyulan şeyin ne merhamet ne de sadaka olduğunu söyleyen ilk kişidir. Aksine Alaa, Chiapas’tan Filistin’e kadar pek çok mücadeleyle dayanışma içinde olan kararlı bir enternasyonalist olarak, her ulusta cepheleri olan bir savaşta yoldaşlar aradı. “Hapishaneden yazdığı RightsCon mektubunda “Size güçlü müttefikler aramak için değil, aynı küresel sorunlarla yüzleştiğimiz, evrensel değerleri paylaştığımız için ve dayanışmanın gücüne olan inancımızla ulaşıyoruz” diyordu.
Anti-demokratik ve faşizan güçler dünyanın dört bir yanında yükseliyor. Ülkeden ülkeye özgürlükler aniden daha da güvencesiz bir hal aldı ya da halkın elleri arasından kayıp gidiyor. Ve tüm bunlar birbiriyle bağlantılı. Siyasi gelgitler, iyi ya da kötü, sınırların ötesinde dalgalar halinde hareket ediyor – işte tam da bu nedenle uluslararası dayanışma, daha büyük bir “ilerleme” hedefi uğruna asla feda edilemez. Mısır’daki devrim Tunus’takinden ilham aldı ve “Tahrir ruhu” tüm dünyaya yayıldı. Wall Street’i İşgal Et de dahil olmak üzere Avrupa ve Kuzey Amerika’daki diğer gençlik hareketlerine ilham verdi ve bu da yeni anti-kapitalist ve eko-sosyalist politikaların doğmasına yardımcı oldu. Aslında Tahrir’den Occupy’a, Bernie Sanders’ın 2016 kampanyasına, Alexandria Ocasio-Cortez’in Kongre’ye seçilmesine ve Yeşil Yeni Anlaşma’yı savunmasına kadar oldukça düz bir çizgi çizebilirsiniz.
Ancak diğer taraf da müttefiklerine ilham veriyor. Alaa’nın Donald Trump seçildikten sonra RightsCon’a söylediği gibi, ABD’deki insanların “kendi demokrasilerini düzeltmeleri” gerekiyor çünkü “demokrasinin derin köklere sahip olduğu bir yerde insan haklarının gerilemesi, hakların daha kırılgan olduğu toplumlarda daha da kötü ihlallerin bahanesi olarak kullanılacağı kesindir.”
Bunu Yaptırmak İçin Özgürlük Gerekir
Mısır’da bu bağlantıları güçlendirmeye çalışan grupların sloganı “Açık sivil alan olmadan iklim adaleti olmaz”. Aynı şeyi söylemenin bir başka yolu da şudur: İnsan haklarının saldırı altında olduğu yerlerde doğal dünya da saldırı altındadır. Sonuçta, dünyanın dört bir yanında en ağır devlet baskısı ve şiddetiyle karşı karşıya kalan topluluklar ve örgütler – ister Filipinler’de, ister Kanada’da, ister Brezilya’da ya da Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor olsunlar – ezici bir çoğunlukla topraklarını, çoğu iklim krizine de neden olan kirletici maden çıkarma projelerinden korumaya çalışan Yerli halklardan oluşuyor. Dolayısıyla nerede yaşarsak yaşayalım insan haklarını savunmak, yaşanabilir bir gezegeni savunmaktan ayrılamaz.
Dahası, bazı hükümetlerin nihayet anlamlı iklim yasaları çıkarma derecesi, henüz aşınmamış olan siyasi özgürlüklerle de bağlantılıdır. ABD Senatosu ve Biden yönetimi tekme tokat bir şekilde, her ne kadar kusurlu da olsa, Enflasyon Azaltma Yasasını geçirmek ve Senatör Joe Manchin’in petrol ve gaz izinlerine ilişkin zehirli yan anlaşmasını (en azından şimdilik) iptal etmek zorunda kaldı. Bu, aniden iklim ışığını gördükleri için gerçekleşmedi. Kamuoyu baskısı, araştırmacı gazetecilik, sivil itaatsizlik, yasama ofislerinde oturma eylemleri, davalar ve şiddet içermeyen cephanelikteki diğer tüm araçların doğrudan bir sonucu olarak gerçekleşti. Ve nihayetinde yasa yapıcılar yasayı geçirmek için bir araya geldiler çünkü Kasım ayında seçmenlerin karşısına elleri boş çıktıklarında başlarına geleceklerden korkuyorlardı. Eğer ABD’li politikacılar halktan korkmak zorunda kalmasalardı, çünkü halk onlardan daha fazla korkuyordu, bunların hiçbiri olmazdı.
Kesin olan bir şey var: Gösteri yapma, oturma eylemi yapma, siyasi liderleri utandırma ve kamuoyu önünde gerçekleri söyleme özgürlüğü olmadan iklim krizinin gerektirdiği türden bir değişimi kazanamayız. Eğer Sisi’nin Mısır’ında sistematik olarak olduğu gibi gösteriler yasaklanır ve uygunsuz gerçekler “yalan haber” olarak suç sayılırsa, oyun biter. Tüm bunlar, hangi yaşta olursa olsun ve hareketin hangi bölümüne ait olursa olsun, iklim hareketinin bir parçası olan herkes için açık olmalıdır. Grevler, protestolar, oturma eylemleri ve araştırma çalışmaları olmasaydı, şu anda olduğumuzdan çok daha kötü bir durumda olurduk. Ve bu faaliyetlerden herhangi biri Mısırlı bir aktivisti ya da gazeteciyi Alaa’nınkinin yanında karanlık bir hücreye atmaya yeter.
Bir sonraki BM iklim zirvesinin Şarm El-Şeyh’te yapılacağı haberi geldiğinde, Mısırlı aktivistler, ülke içinde ve sürgünde, iklim hareketini boykota çağırabilirlerdi. Çeşitli nedenlerden dolayı bunu yapmamayı seçtiler. Ancak dayanışma talebinde bulundular. Örneğin Kahire İnsan Hakları Çalışmaları Enstitüsü, uluslararası toplumu zirveyi “Mısır’da işlenen suçlara daha fazla ışık tutmak ve Mısırlı yetkilileri rotalarını değiştirmeye teşvik etmek için” kullanmaya çağırdı. Kuzey Amerikalı ve Avrupalı aktivistlerin hükümetlerini, zirveye katılımlarını Mısır’ın temel insan hakları gerekliliklerini yerine getirmesi koşuluna bağlamaları için zorlayacaklarına dair büyük umutlar vardı. Buna en azından, bir gösteri düzenlemek, rejim hakkında kötüleyici bir açıklama yapmak ya da yabancı bir burs almak gibi “suçlar” nedeniyle hapiste bulunan vicdan mahkumları için geniş bir af da dahil.
Bu tür bir dayanışma gerçekleşebilirdi. Bir kısmı hala gerçekleşebilir. Ancak şu ana kadar, zirvenin başlamasına bir aydan az bir süre kala, küresel iklim hareketinin tepkisi sessiz kaldı. Birçok grup imza kampanyalarına isimlerini ekledi; zirve sırasında insan haklarının durumu hakkında birkaç makale yayınlandı (Bill McKibben’ın New Yorker’da Alaa hakkında yazdığı çok güçlü bir makale de dahil); ve Almanya’da çoğu Mısırlı sürgünlerden oluşan iklim aktivistleri “Alaa Özgür Olana Kadar Cop27’ye Hayır” ve “Mısır’ın Hapishanelerini Yeşillendirmeye Hayır” yazılı pankartlarla küçük protestolar düzenlediler. Ancak şu anda Mısır’ı yöneten rejim gibi utanmaz bir rejimi endişelendirecek türden bir uluslararası baskı görmedik.
Sisi’nin küresel iklim zirvesine ev sahipliği yapmasına izin vermenin etik olup olmadığı gündeme geldiğinde, endişeler daha çok uluslararası ziyaretçiler üzerindeki etkisine odaklandı. Mısırlılar gibi muamele görmeden, resmi konferans mekanının dışında işaretler sallamakta ve protestolar düzenlemekte özgür olacaklar mı? LGBTQ+ aktivistleri güvende olacak mı? Bunlar haklı endişeler. Ancak bu biraz da Suudi Arabistan’da uluslararası bir feminist konferans düzenleyip sonra da ziyaretçi kadınların şort giymekte ya da araba kiralamakta özgür olmadıklarından şikayet etmeye benziyor ve bu tartışmalarda yıl boyunca çok daha kötü koşullar altında yaşayan kadınlardan neredeyse hiç bahsedilmiyor. Bu tabii ki derin bir dayanışma eksikliği uyandırıyor. Ancak zirveye katılan pek çok delegenin Şarm El-Şeyh’teki otellerin daha ucuz otel rezervasyonlarını kabul etmeyip keyfi olarak fiyatları yükseltmesine öfkelenmesi de benzer bir dayanışma eksikliğinin devamıdır, hele ki şu ana kadar hapisteki siyasi mahkumlar için aynı öfkeyi dile getirmemişlerken.
Ya da ABD ve Avrupa’nın önde gelen vakıflarının Şarm El-Şeyh’te, fon sağladıkları ve fon sağlamayı düşünebilecekleri gruplarla bir araya geleceklerini düşünün, hem de Mısır’daki çevre katliamı hakkında gerçeği söylemek için fon edinmenin hayatınıza mal olabileceği bir ülkede. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün bildirdiğine göre, “2014 yılında Cumhurbaşkanı el-Sisi bir kararname ile ceza kanununda değişiklik yaparak, ister yabancı kaynaklardan ister yerel kuruluşlardan olsun, ‘ulusal çıkarlara’ veya ülkenin bağımsızlığına zarar veren ya da kamu güvenliğini veya emniyetini sarsan işler yapmak amacıyla fon talep eden, alan veya transfer edilmesine yardımcı olan kişileri ömür boyu hapis veya ölüm cezasıyla cezalandırdı.” Hibe almak ölüm cezası sebebi.
Tüm bunlar biraz kafa karıştırıcı. Rejim sivil toplum kavramına karşı bu kadar bariz bir düşmanlık beslerken neden fon sağlayıcıları ve yeşil grupları Mısır’a davet etsin? Gerçek şu ki, katılacak herkes bundan rahatsızlık duymalıdır, Sisi’ye Şarm el-Şeyh’i, uluslararası iklim aktivistlerinin ve fon sağlayıcılarının iki hafta boyunca kuzey-güney adaletsizliği hakkında bağırarak ve kameralar önünde daireler çizerek yürüyebilecekleri bir tür kar amacı gütmeyen hayvanat bahçesine dönüştürmekten daha çok hizmet edecek bir şey olamaz. Neden mi? Çünkü o zaman Mısır kesinlikle olmadığı bir şey gibi görünecektir: özgür ve demokratik bir toplum. Bir sonraki tatilinizi geçirmek için güzel bir yer. Ya da bazı yabancı yatırımları batırmak için. Doğal gazınız için iyi bir kaynak. Ya da yeni bir Uluslararası Para Fonu kredisi emanet etmek için.
Her şeye rağmen Mısır hükümeti Şarm El-Şeyh’te demokrasiye benzeyen bir şey taklit edebileceği çılgınca bir fanus inşa ediyor. Sivil toplum gruplarının sorması gereken soru şu olmamalı: “Bu fanus içinde güvende olacak mıyız?” Şu olmalı: “Neden en başta bir fanus inşa etmesi gereken bir ülkede zirve düzenleniyor?”
Bir Zamanlar Meydan, Şimdi Çadır
Önümüzdeki ay Coca-Cola sponsorluğunda düzenlenecek iklim zirvesi için yapılan planlar arasında en Orwellvari ayrıntı, kuşkusuz, bu tür bir toplantının ilk kez resmi mekânda bir “Çocuk ve Gençlik Çadırı “na sahip olacağının duyurulmasıdır: 250 metrelik özel bir alan, “dünyanın dört bir yanındaki gençlerin seslerini bir araya getirerek görüşmeler, eğitim, yaratıcılık, politika bilgilendirmeleri, dinlenme ve rahatlama için bir buluşma yeri sağlayacaktır.” Bu, gençlerin “iktidara gerçekleri söylemesine” olanak tanıyacak.
Bu çadırdaki pek çok gencin Glasgow’da ve daha önceki iklim zirvelerinde yaptıkları gibi güçlü konuşmalar yapacağından hiç şüphem yok. Gençler gerçek iklim liderleri haline geldiler ve pek çok resmi iklim alanına ihtiyaç duyulan aciliyeti ve ahlaki netliği enjekte ettiler. Aynı ahlaki netliğe şimdi de ihtiyaç var.
On yıl önce, şimdi COP27’ye giden iklim grevcileri kadar genç ve belki de onlardan daha genç olan Mısırlıların devlet destekli bir çadırı yoktu. Onların bir devrimi vardı. Tahrir Meydanı’na akın eden gençler, korkunun gölgesinin hiç eksik olmadığı, gençlerin polis zindanlarında kaybolmadığı ve yüzleri şişmiş ve kanlar içinde ölü olarak yeniden ortaya çıkmadığı farklı bir ülke talep ediyorlardı. Bu devrim, onlar doğmadan önce ülkeyi yöneten bir diktatörü devirdi. Ama sonra hayalleri siyasi ihanetler ve şiddetle yıkıldı. Alaa son mektuplarından birinde, hücresini çocukken tutuklanan gençlerle paylaşmanın ne kadar acı verici olduğunu yazmış. “Hapse atıldıklarında reşit değillerdi ve yasal yetişkinliğe ulaşmadan çıkmak için mücadele ediyorlar.”
2011’de meydanın ele geçirilmesine yardımcı olan gençlerden biri de Alaa’nın sıra dışı küçük kız kardeşi Sanaa Seif’ti (Alaa’nın Mona ve Sanaa adında iki kız kardeşi var). O sırada henüz 17 yaşında olan Sanaa, on binlerce baskı yapan ve Tahrir’in bir nevi sesi haline gelen devrimci gazete Al Gornal’ın kurucularından biriydi. Ayrıca Oscar adayı 2013 yapımı “The Square” adlı belgesel filmde editörlük ve kameramanlık yaptı. Kendisi de insan hakları ihlallerine karşı çıktığı ve kardeşinin serbest bırakılmasını talep ettiği için birçok kez hapse atıldı. Bir röportajda bana, o çadıra giden genç aktivistlere bir mesajı olduğunu söyledi: “Biz denedik. İktidara karşı gerçeği söyledik.” Şimdi birçoğumuz “yirmili yaşlarımızın çoğunu hapiste geçiriyoruz. Gittiğinizde, diğer gençlerin sesi olabileceğinizi unutmayın… Lütfen bu mirası koruyalım. Lütfen gerçekten doğruyu söyleyin. Bunun bir etkisi olacaktır. Mısırlı piar’ın gözleri üzerinizde.”
Ancak iklim zirvesi yaklaştıkça ve Alaa’nın açlık grevi sürdükçe Sanaa, şimdiye kadar sessiz kalan büyük yeşil gruplara karşı sabrını yitiriyor. Geçen hafta Twitter’da “Dürüst olmak gerekirse iklim hareketinin ikiyüzlülüğünden bıktım” diye yazdı. “Mısır’dan aylardır bu #COP27’nin yeşil göz boyamanın çok ötesine geçeceği ve üzerimizdeki etkilerinin korkunç olacağı konusunda uyarılar yağıyor. Ancak çoğu insan hakları durumunu görmezden gelmeyi tercih ediyor.”
Bu nedenle iklim aktivizminin genellikle elit bir egzersiz olarak görüldüğünü ve aile üyelerini hapisten çıkarmak gibi acil günlük kaygıları olan insanlardan kopuk olduğunu belirtti. “#ClimateAction’ın bugünün ötesini düşünme lüksüne sahip az sayıda kişiye özel yabancı bir kavram olarak kalmasını garanti ediyorsunuz” diye yazdı. Ayrıca, “iklim değişikliğini azaltmak ve insan hakları için mücadele etmek birbiriyle bağlantılı mücadelelerdir, birbirinden ayrılmamalıdır. Özellikle de BP ve Eni gibi şirketler tarafından desteklenen bir rejimle karşı karşıya olduğumuz için. Ve gerçekten, her iki konuyu da gündeme getirmek ne kadar zor? #FreeThemAll #FreeAlaa.”
Zor değil – ama cesaret ister. Dünya genelinde pek çok demokraside ışıklar yanıp sönerken, aktivistlerin ister Mısır’a gitsinler ister uzaktan katılsınlar, iklim zirvesine getirmeleri gereken mesaj basit: Siyasi özgürlükler savunulmadığı sürece, anlamlı bir iklim eylemi gerçekleşmeyecektir. Ne Mısır’da ne de başka bir yerde. Kaderlerimiz gibi bu meseleler de iç içe geçmiş durumda.
Saat geç oldu ama bu işi doğru yapmak için hala yeterli zaman var. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu zirvelerin kurallarını belirleyen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi sekretaryasının “gelecekteki COP’lara ev sahipliği yapacak ülkelerin ev sahipliği anlaşmasının bir parçası olarak yerine getirmeyi taahhüt etmeleri gereken insan hakları kriterleri geliştirmesi” gerektiğini savunuyor. Bu zirve için çok geç, ancak iklim adaleti konusunda endişe duyan herkesin, on yıl önce bir tiranı devirerek dünya çapında milyonlara ilham veren devrimcilerle dayanışma göstermesi için çok geç değil. Hatta Sisi’yi Kızıldeniz kıyısında yeşil renkli bir halkla ilişkiler kabusuyla yeterince korkutmak için zaman bile olabilir, böylece tüm o kameralar gelmeden önce bazı zindanlarının kapılarını açmaya karar verebilir. Çünkü Alaa’nın hücresindeki çaresizlikten bize hatırlattığı gibi, henüz yenilmedik.
6 Ekim’de The Intercept, bu makalede alıntılanan birçok kişinin de aralarında bulunduğu “Mısır’ın Carceral İklim Zirvesi” konulu canlı bir panele ev sahipliği yaptı: Siyasi tutuklu Alaa Abd El Fattah’ın kız kardeşleri Sanaa ve Mona Seif; Mısırlı ünlü yazar, gazeteci ve aktivistler Omar Robert Hamilton ve Sharif Abdel Kouddous; 350.org ve Third Act‘in kurucusu ve yazarı Bill McKibben. Panelin moderatörlüğünü Naomi Klein ve British Columbia Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nde yardımcı doçent olarak görev yapan Mohammed Rafi Arefin üstlendi. Etkinlik UBC’nin İklim Adaleti Merkezi ile ortaklaşa gerçekleştirilmiştir. Buradan izleyebilirsiniz.