Yaz döneminde meclisten şiddet kullanarak geçirilen “İklim” Kanunu ve torba yasa içindeki yeni Maden Kanunu ya da Süper İzin Kanunu üzerine BantMag sitesinde Ekin Sanaç, İlayda Güler’in hazırladığı dosyada Polen Ekoloji Kolektifi’nden Umut Şener yer aldı. Umut’un katkısını sizlerle paylaşıyoruz.
BantMag’dan dosyanın tamamını okuyabilirsiniz.
Stratejik önem taşıyan zeytinliklerin maden sahalarına dönüştürülmesi kırsal kalkınmayı da güçleştiriyor. Pestisit kriziyle çıkmaza giren gıda güvenliğine bir de gıda enflasyonu eklenince tablo epey karamsarlaşıyor. Son iki yılda Türkiye’de gıda fiyatları yüzde 118 artmış. [TBMM’den geçen] Yeni torba yasanın tarım emekçilerinin ve tarım ekonomisinin koşulları üzerindeki etkilerini sizin perspektifinizden dinleyebilir miyiz?
Polen Ekoloji Kolektifi, Gıda Egemenliği Çalışma Grubu’ndan Umut Şener yanıtlıyor:
Sermayeye sağlayacağı kolaylıklar kadar emekçiler ve doğa açısından yaratacağı yıkım boyutuyla da gerçekten “süper” sıfatını hak eden bir yasal saldırı ile karşı karşıyayız. 13 Haziran ve 19 Haziran gibi iki hızlı toplantı ile hazırlanıp TBMM’nin tatile giriş tarihi uzatılarak, teklifin yasalaşması süreci başlatıldı. Sermayenin bir türlü çözemediği krizi ve bunun için işgal ve sömürü alanlarındaki bitmeyen talepleri, istekleri sürecin asıl nedenidir.
Buraya kadar parça parça servis edilen, yasal zeminleri ve istisnaları oluşturulan bu süreci hem saldırının geldiği aşama hem de saldırıya uğrayanların çoğunluğu açısından, iç içe geçen iki yönlü bir süreç olarak değerlendiriyoruz: Topyekün saldırıya karşı topyekün direniş!
Her ne kadar anayasaya aykırı olduğu gibi bir vurgu ile yaşamda ve doğada yaşanacak olası kayıplar, hak gaspları, devlete hatırlatılmaya çalışılsa da bunun önümüzdeki saldırılar açısından çözüme yaklaşmayı bile sağlamayacağı açıktır. Mevcut yasalara ve devletin uymayı taahhüt ettiği, aynı zamanda garantörü olduğu uluslararası sözleşmelere bakarak bu minvalde bir mücadele kanalı örmek; enerjiyi, bilgiyi, deneyimi buraya aktarmak en son yapılması gereken bile değildir.
Hayvan katliamı yasasından barınma hakkı ihlallerine, afetlerden ruhsata tabi her türlü işe kadar hepsinin anayasada bir karşılığı vardı örneğin. Fakat yasalar bu güncel örneklerde nasıl, kimin için, kime karşı kullanıldı? Cevap açıktır; yasalar sermaye, şirketler ve onların temsilcisi iktidarların çıkarı doğrultusunda, mevcut düzenlemelerle ve yetmediği yerde yeni yasa yapılarak ya da doğrudan yasa dışı yollara başvurularak doğaya ve yaşama karşı işletildi. Teklifin yasalaşması durumunda tarım alanlarının toptan talanı söz konusudur. Öncelikli bir tehdit olarak zeytinliklerin gündeme gelmesi şirkete, adrese teslim koordinatlarla öncesinde zaten termik santrallerin kurulduğu Muğla’nın MAPEG’e verilecek yetkiler ve ÇED’lere dair yeni kolaylıkların kapsamına giren en mümkün alan olması ile ilgilidir. Hâlihazırda devam eden İkizdere, Akbelen gibi direnişler bu yanıyla çok daha önem kazanmaktadır.
Tarım alanlarının, tarımsal üretimde hayati öneme sahip mera ve ormanlarla birlikte her türlü tesisleşmeyi içerecek bir genişlikte talana açılması elbette gıdaya erişimde ciddi bir engel yaratacaktır. Fakat bu saldırının karşılığında ortaya çıkacak ve her biri hak gaspı olacak sorunları gıda ile sınırlı düşünmemeliyiz. Bitki besin elementlerinin, vahşi / talancı madencilik sebebiyle ve sonucunda topraktan çekilmesi, verimde ve gıda içeriğinde düşüşe neden olacaktır. Talan edilmiş sahalarda farklı sektörlerde çalıştırılan emekçilerle birlikte sahanın tamamında süreç halk sağlığı sorununa kaçınılmaz olarak dönüşecektir.
Bunun yanında su başta olmak üzere doğal kaynakların da özelleştirileceği gerçeği, halk sağlığı ve güvenceli yaşam hakkı açısından tam bir ihlal sürecine dönüşecektir. Özelleştirme demişken, son dönemde çıkan / çıkarılan orman yangınlarına da değinmeden geçemeyiz. Enerji satan şirketler bu yangınların en baş sorumlularıdır. Şirketlerin talan ettikleri arazilerde hiçbir bakım, onarım, rehabilitasyon yapmayacağını öngörmek, bu koşullarda hiç de zor değildir.
İklim kriziyle tetiklenen kuraklık ve giderek artan çölleşme devam ederken yapılacak talan; suyu, toprağı, havayı aynı anda hem kirletecek hem de yıkacak, yok edecektir. Tüm bunların sonucunda, olmayan toplumsal adalet, bir arada yaşama imkânını ortadan kaldıran yapısal sorunlara ve zorunlu göçlere de gebedir.
Sonuç olarak, üretim deseninden ormana kadar her alanda bir planlama / mühendislik çalışması olan / olması gereken tarım konusunda, tarım emekçilerinin üreticiden daha çok tüketici olmasına yol açacağı kesin olan sosyal ve ekonomik sürecin koşulları, bir yaşam savaşını gerekli kılan sonuçlar olacaktır.
Türkiye’de bu yasaya karşı mücadelenin somut ve meşru koşulları vardır. Doğayı ve yaşamı savunanlar başta olmak üzere, emperyalist işgal ve her türden sömürüye karşı, halkların birlikte direnmesi somut, acil görevdir. Aynı biçimde, aynı sermaye karşıtlığı ile, agroekolojik bir tarım politikası elzemdir.
“Toprağımızı vermeyeceğiz.” kararının “Toprağımızı vermiyoruz.” şiarına dönüşmesinde olduğu gibi, “Toprağımızı vermedik.” diyeceğimiz günlere inanmak, doğayı ve yaşamı topyekün savunmakla mümkün olabilecektir.
