Geçtiğimiz ay Bosna Hersek’in Breza kentinde Zbor adıyla bilinen halk meclisi toplantısı gerçekleştirildi. Meclis bölgedeki kömür madenine dair halkın kendi karar alma mekanizmasını oluşturma çabası ve güncel “adil dönüşüm/geçiş” tartışmaları açısından demokratik bir örnek yaratmayı hedefliyor. Zbor aynı zamanda Polen Ekoloji Kolektifi olarak kullandığımız emekoloji kavramının, yani işçi sınıfının çevresiyle ilişkisine dair, üretim süreçlerinin doğaya etkisine dair bir sınıf bilinci geliştirmesi ve sınıf mücadelesinin parçası haline getirmesinin, tarihsel izleklerinden birini de gösteriyor. Türkiye’de Kemerköy-Yeniköy termik santrali işçileri ve Akbelen direnişi, Afşin-Elbistan termik santrali etrafındaki sağlık sorunları benzer bir halk seferberliğini gündeme getirse de işçi ve çevre örgütlerinin böyle bir yan yana gelişi mümkün olmadı.
Yazarın Yugoslavya tarihini ele alışı elbette öznel bir değerlendirmedir ve o tarihsel dönemin bütününü yansıtmamaktadır. Yazıyı Zbor’a dair bir gözlem olarak okumak, özellikle katılımcıların tek tek aktarımlarını duymak mücadelemize sonuç çıkarmak için yararlı olacaktır.
25 Eylül 2025 | Kaynak: People&Nature | Çeviri: Onur Yılmaz
12-14 Eylül tarihlerinde, eskiden Yugoslavya olan toprakların dört bir yanından gelen maden işçileri ve çevreciler, küçük maden kasabası Breza’da muhteşem bir toplantı gerçekleştirdi.
Yerel madenciler tarafından inşa edilen, terk edilmiş olimpik boyutlarda bir açık hava yüzme havuzunun yanındaki oyun alanında bir araya geldik.

Breza, Bosna’nın başkenti Saraybosna’dan arabayla yaklaşık yarım saat uzaklıkta. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra inşa edilen ve şu anda harap durumda olan yüzme havuzu, toplantımızı arka planını oluşturan canlı bir sembol.
Gençler tarafından önceki gece boyanmış, herkesi “Madenciler, toprak ve su için Zbor”a davet eden büyük bir pankart havuzun korkuluklarına asılmıştı. Bir Zbor buluşması, kökenini çok eski zamanlarda köylerde yapılan açık hava toplu toplantılarından almaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bu tür toplantılar Yugoslavya’nın yeni toplumunun bir parçası haline geldi.
Bu Zbor’da yaklaşık 80 kişi vardı: Bosna’dan (Sırp milliyetçilerinin kontrolündeki bölge dahil), Sırbistan’dan, Karadağ’dan ve Slovenya’dan maden işçileri sendikası temsilcileri, mağaza işçileri sendikasından bir kadın aktivist ve Hırvatistan’daki bağımsız bir sendikanın başkanı katılımcılar arasındaydı.
Ayrıca, eski Yugoslavya’nın çeşitli bölgelerinden, bir şekilde madencilik endüstrilerinin yol açtığı çevre tahribatına karşı çevrelerini korumaya çalışan insanlar da vardı. Bunlar arasında, Çin tarafından yeni inşa edilen bir tren istasyonunun çökmesi sonucu birçok insanın hayatını kaybetmesinin ardından, neredeyse bir yıldır aralıksız olarak sokaklarda protesto gösterileri düzenleyen ve bu felaketi göz ardı eden yozlaşmış politikacıları görevden almak için mücadele eden Sırp gençler de vardı.
Almanya, Belçika ve Danimarka’dan, çoğunlukla çevre kampanyalarında yer alan insanlar vardı. İngiltere’den ise, Bosna’daki madencilerle uzun süredir dayanışma içinde olan Durham Maden İşçileri Derneği tarafından gönderilen iki eski madenci vardı. Ve ben, 1992-95 savaşı sırasında İngiltere’den Bosna’daki madencilikle uğraşan topluluklara gıda dayanışması konvoylarını organize edenlerden biriyim.
Erkek ve kadınların oranı yaklaşık olarak yarı yarıya idi. Yaşları genç öğrencilerden emeklilere kadar değişiyordu.
Zbor üç gün sürdü ve aşağıda önemli noktalardan bir seçkiyi ele aldım. Biz yabancılar tercümana bağlı dinleyebildik, bu yüzden bazı şeyleri kaçırmışımdır. Ama önce, bu bölgeyi tanımayanlar için bölgenin genel bir resmini çizmek istiyorum. Aksi takdirde Zbor’un önemi anlaşılmayacaktır.
Arka plan
İkinci Dünya Savaşı sırasında, bu bölgenin tamamı, yerel burjuvaziden işbirlikçilerle birlikte hüküm süren Naziler tarafından işgal edildi. Farklı gruplar direniş gösterdi, ancak işgalcilere en ağır kayıp verdirenler partizanlar, işçi sınıfı ve köylü savaşçılar oldu. Bosna’nın kuzeyindeki maden kasabası Tuzla ve çevresi, 1943’te kurtarıldı ve Avrupa’da Nazi işgalinden kurtulan ilk bölge oldu.
Partizanlar, Komünist Parti’nin güçlü etkisi altında ve liderliğindeydi ve bu antifaşist halk güçleri, savaş sonrası Yugoslavya’nın karakterini belirledi. Bu toplum, Doğu Avrupa’nın geri kalanından çok farklıydı. Buradaki sosyalizm, Polonya veya Macaristan’da olduğu gibi Kızıl Ordu’nun süngüleri üzerinden değil, bu kurtuluş hareketi sayesinde ortaya çıktı.
Yugoslavya’nın savaş sonrası tarihi, kısmen iki çelişkili eğilimin bir ürünüydü. Bir yandan, yarattıkları topluma damgasını vurmaya çalışan işçilerin etkisi, diğer yandan ise Stalinist Sovyetler Birliği’nden ağır bir şekilde etkilenen ve “sosyalizm”i yukarıdan aşağıya bir fikir olarak gören siyasi elit.
Sanayi, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi devlet mülkiyeti değil, o fabrikalarda çalışanların mülkiyetindeydi. Yani teoride işçi kontrolü vardı. Ancak pratikte Komünist Parti’nin yukarıdan aşağıya politikası bu kontrolü anlamsız hale getirdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra, partizan lider Josip Broz Tito’nun hükümeti Yugoslavya’nın tek partili bir devlet olduğunu ilan etti ve birçok militan sosyalist işçi buna karşı çıktı. Bu kişilerden yüzlercesi, işçi demokrasisi talep ettikleri için hapse atıldı.
Partizanlar tarafından kurulan Yugoslavya, Sırbistan, Slovenya, Hırvatistan, Karadağ, Bosna Hersek ve Makedonya’dan oluşan ve her biri kendi parlamentosuna sahip bir cumhuriyetler federasyonuydu. Daha sonra, cumhuriyetlerle benzer statüye sahip iki özerk bölge oluşturuldu. İşçilerin yaratmaya çalıştıkları toplum ile tepeden inme politikacıların yönettiği toplum arasındaki gerilim, milliyet, etnik köken ve din konularında kendini gösterdi. Birçok kentsel alanda, insanlar yeni endüstrilerde iş aramak için farklı cumhuriyetlere taşınarak birlikte çalışmaya ve evlenmeye başladıkça, nüfus etnik açıdan giderek daha karışık hale geldi. Çok sayıda insan kendilerini Sırp veya Hırvat olarak değil, sadece Yugoslav olarak görmeye başladı ve dinin önemi azaldı.
Ancak siyasi elitler düzeyinde milliyetçi eğilimler hiçbir zaman ortadan kalkmadı. 1985’te Tito’nun ölümünün ardından, Sovyet blokunun tamamında yaşanan ekonomik sıkıntıları yansıtan ciddi bir durgunluk yaşandı. Yugoslavya’da işçilerin koşulları kötüleştikçe, siyasi elitler kendilerine yöneltilen eleştirileri saptırmak için milliyetçi kartları oynamaya başladı. Ülke krizle sarsıldı: ödenmemiş ücretler, iflas eden endüstriler, kitlesel işçi protestoları.
Bu durumun ortasında, Yugoslav ordusunun üst komutanlığının büyük bir bölümünü oluşturan Sırp elitler, Yugoslavya Federasyonu’nu Büyük Sırbistan’a dönüştürmeye çalışmaya girişti. Diğer cumhuriyetlerin siyasi elitleri, kendi milliyetçi bayraklarını dalgalandırarak buna karşı çıktılar. Ekonomik sorunları çözmek için fabrikalarda işçi kontrolünü canlandırmaya çalışan işçiler, savaşla susturuldu.
Genel olarak sadece etnik şiddet çılgınlığı olarak sunulan, Yugoslavya’nın 1990’ların başında dağılmasının merkezinde mülkiyet, fabrikalar, toprak ve kaynakları kimin kontrol edeceği sorusu vardı.
Ve bu, Zbor’umuzdaki ana soruydu.
ABD ve AB’nin gözetiminde imzalanan 1995 Dayton Anlaşması, Bosna’daki çatışmaları sona erdirdi, ancak milliyetçilere ve etnik temizlik yapanlara kontrolü veren bir hükümet biçimi kurdu. Ülke şu anda dünyanın en yozlaşmış ülkeleri arasında gösteriliyor. Yerel politikacılar ellerinden gelen her şekilde kendilerini zenginleştirirken, Bosna’nın kaynaklarının uluslararası çapta yağmalanması AB gözetiminde sürüyor.
Breza Zbor’undan aktarımlar
Toplantılar çoğunlukla genç kadınlar tarafından yönetildi – biri bir yerel madencinin kızı, diğeri yakındaki bir kasabadan bir çelik işçisinin kızı, bir diğeri ise Sırbistan’dan bir öğrenciydi. Toplantıyı o kadar ustaca yönettiler ki, herkes özgürce konuşup soru sorabildi – çok demokratik bir süreçti.
Breza belediyesi başkanı hepimizi karşıladı ve sözde “yeşil geçiş”in Bosna’daki herkesi etkilediğini açıkladı. Breza madeninin kapatılma tehlikesi vardı, ancak işçilerle hiçbir istişare yapılmadı ve mali konular tamamen gizli tutuldu.
İngiltere’den gelen iki eski madenci deneyimlerini anlattı. İçlerinden biri, Birleşik Krallık madencileri ile Thatcher hükümeti arasındaki mücadelenin, 1984-85 yıllarında bir yıl süren grevle sonuçlanan yenilgiye nasıl yol açtığını anlattı. Diğeri ise bu yenilginin sonuçlarından, madencilik topluluklarına verilen zarardan ve bunun yıllar boyunca sendika hareketinin geri kalanına ve topluma olan etkisinden bahsetti.
Zbor’un organizatörlerinden biri, ana hedefini şöyle özetledi: Her türlü adaletsiz dönüşüme karşı çıkmak. Savaş sırasında hükümet, tüm sanayiyi özelleştirmek için ulusallaştırmıştı. Böylece işçiler kendi mülklerinden mahrum bırakılmıştı. Sanayinin yeni sahipleri, değerli her şeyi yağmalamış ve savaşın henüz yok etmediği her şeyi neredeyse tamamen tahrip etmişti. Şimdi ise “yeşil geçiş” kisvesi altında yeni bir sömürgeci yağma yaşanıyor. Bu yeni hırsızlık dalgasının bazı aktörleri, Gazze’deki Filistin topraklarını çalmak isteyenlerle aynı kişiler.
Zenica madenciler sendikası başkanı, devletin sahip olduğu tüm madenlerin kapatılmasının planlandığını söyledi. Ancak bu karar, madenciler veya halk tarafından değil, iktidarda olanlar tarafından alındı. Madenler halka ucuz elektrik sağlıyor. Bir geçiş olacaksa, bu madencilerin ve halkın ihtiyaçlarına uygun şekilde olmalı.
Başka bir madenci şöyle dedi: Biz fakir bir ülkeyiz. İşçilerin yeniden eğitilip yeniden istihdam edileceği bir geçişi finanse edecek para yok. Daha az kirletici enerji kaynaklarına ihtiyacımız var, ancak 250 yıllık kömür rezervimiz var. Yeşil bir geçiş mümkün, ancak AB ve politikacılarımızın dayatmaya çalıştığı şekilde değil.
Sırp milliyetçilerinin kontrolündeki Bosna’nın bir parçası olan Sırp Cumhuriyeti’nin Ozren Dağı’ndan bir adam, dağdaki topluluğun arazilerinin yabancı madenciler tarafından araştırıldığını, yolların yapımına başlandığını ve sondaj ekipmanlarının getirildiğini fark ettiklerini anlattı. Ne yaptıklarını sorduklarında, saçma sapan cevaplar verdiler. Daha sonra yerlilere, tarım amaçlı kullandıkları topraklarını satmak isteyip istemedikleri soruldu. Kobalt ve nikel madeni kurma planı olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine oranın yerlileri bir Zbor düzenledi. Dört yıl boyunca Avustralyalı madencilik şirketiyle mücadele ettiler ve topluluğun birliği sayesinde madenin kurulmasını engellediler.
Sırp Cumhuriyeti metal madencileri sendikası başkanı, çalıştığı şirketin savaş öncesinde 5500 işçi istihdam ettiğini söyledi. Şimdi ise sadece 500 işçi var. Özelleştirildiklerinde, yeni sahibi şirketi yağmalayıp ortadan kayboldu. Yeni bir yatırımcı geldi ve daha iyi koşullar vaat etti – hepsi palavra. Hükümet, yağmalanan mallardan pay aldığı için her şeye göz yumdu. Ekolojik eylemlere saygı duyduğunu, ancak madenlerin kapatılmasının insanların iş bulmasını engellediğini söyledi. Bu yüzden bu konuyu tartışmamız gerekiyor.
Karadağlı bir madenci: Kapatılmamız planlanıyor, ancak bu ekonomik krize yol açacak. Nüfus, İtalya’dan gelen elektrik için daha yüksek elektrik faturaları ödemek zorunda kalacak. Özelleştirme, fabrikaların toplu olarak kapatılmasına yol açtı ve şimdi de madenimizin kapatılması gerektiğini söylüyorlar. Tazminat vaat ediyorlar, ancak elimizde hiçbir şey kalmayacağını biliyoruz.
Sırp madenciler sendikası başkanı, Çinli şirketlerin Sırbistan’da metal madenciliğini genişlettiğini belirtti. İşçi haklarına saygı göstermiyorlar ve çevreyi tahrip ediyorlar. Yugoslavya’nın her yerinde durum aynı. Geleceğimiz ve çevre için endişeleniyoruz. Kolektif mülkiyet yok edildi. İş kaybı nedeniyle göç artıyor. Hükümettekiler dolandırıcılar. Madencilerin hiçbir fikrini almadan “yeşil geçiş” öneriyorlar. Özel finansman, özellikle lityum için yeni açık ocak madenleri açıyor, ancak halkın bu konuda hiçbir söz hakkı yok. Çalışma koşulları artık berbat.
Slovenya madenciler sendikası başkanı: Madenciler planların geliştirilmesine dahil edilmedikçe çevreye verilen zararı azaltamayız. AB, 2043 yılına kadar tüm madenlerimizi kapatmamızı istiyor. Muhasebe firması Deloitte, hükümetimiz tarafından bir plan hazırlaması için görevlendirildi ve 2038 yılına kadar her şeyi kapatmamızı söyledi. Hükümetimiz ise 2033 yılına kadar her şeyi kapatmamızı söyledi. Madencilerin işlerini ve gururlarını ellerinden alırsanız, “adil” bir geçiş olamaz. Çevrecilerle bu konuyu tartışmaktan memnuniyet duyuyorum.
Kreka madenciler sendikası başkanı (Tuzla’da kalan en büyük maden): Madenlerimiz 1880’de açıldı ve amaçları herkes için açıktı. Şimdi kimse neden kapatıldıklarını bilmiyor. Savaştan önce Bosna’da 100 bin madenci vardı; şimdi sadece 5 bin var. Burada duyduğumuz deneyimlerden yola çıkarak ne yapacağımızı belirlemeliyiz. Madencilere mali destek sağlanmayacak. Hükümet, halkı sattığını biliyor. Enerji bağımsızlığı olmadan mahvoluruz. […] Kirlilik yaratmadan çıkarılabilecek büyük kömür rezervleri var, ancak akademisyenlerimiz sessiz kalıyor ve hükümetin söylediklerine katılıyor. Hükümet yeni bir planı olduğunu söylüyor, ancak ben en büyük madendeki madenciler sendikasının başkanıyım ve bu plan hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
Tarımla uğraşan bir topluluktan bir kadın: Geçim kaynağım yabancı bir madencilik şirketi tarafından elimden alındı. Madencileri ve işleri için verdikleri mücadeleyi destekliyorum. “Yeşil dönüşüm” sadece yabancı yatırımcıların ve yozlaşmış hükümetin kullandığı bir terimdir. Hükümet, yabancı sermayenin kaynaklarımızı daha kolay sömürmesini sağlamak için madencilik yasalarını üç kez değiştirdi. Yerel toplulukların söz hakkı yok ve topraklarının kaybını ve çevrenin tahribatını izliyorlar. Kendi kaynaklarımızı kontrol altına almak için mücadele etmeliyiz. Onlar sadece kâr elde etmekle ilgileniyorlar.
Portekizli bir çevre aktivisti, sürdürülebilir tarım ekonomisini yok etme tehdidi oluşturan bir lityum madenine karşı kırsal bir topluluğun mücadelesinden bahsetti.[1] Yani, lityuma ihtiyaç olduğunu söyleyen “yeşil dönüşüm” adına, yerel yaşam yok edilecek. Siyasi liderler bizi bölüyor ve biz bu yıkımda sadece seyirciyiz. Yolsuzluk onların en büyük varlığı. Kendimizi örgütlemeliyiz. Ancak dört yıldır yerel topluluk madencilik şirketine karşı başarılı bir mücadele veriyor.
Bosnalı bir işçi: Savaş çok sayıda mülteci yarattı ve şimdi, yabancıların kârı uğruna yeni bir mülteci dalgası var. Hepimizi ortak sorunlar birleştiriyor ve bu sorunlara neden olan da aynı şirketler.
Breza maden işçileri sendikası başkanı: Madeni düzgün bir şekilde işletmek için yeterli sayıda işçi çalıştırmıyoruz. Ekipmanlarımız eski. Elektrik üreticilerinden kömürümüz için düşük bir fiyat alıyoruz. Onlar, yani hükümet, madeni mahvetti. Dört yıldır madeni kapatmak zorunda olduklarını söylüyorlar. 1290 madenci sayımız 700’e düştü. 2014’ten beri yeni ekipman almadık. Çalışanlarımızın çoğu yaşlı ve yeniden eğitilemezler. Ancak biz en organize sendikayız ve mücadeleye devam edeceğiz.
Sırp bir konuşmacı, büyük çevresel zarara neden olan Rio Tinto Zinc lityum madenini anlattı. Lityumun başlıca kullanım alanlarından biri askeri amaçlardır, bu yüzden “yeşil dönüşüm” adı altında, daha fazla yıkım için silah üretmek amacıyla çevre tahrip ediliyor. Lityumun hayati önemde olduğunu söylüyorlar: öyle değil. Hava ve su hayati önemdedir ve bu megalomanyak projeler ikisini de tahrip ediyor.
Bosnalı mağaza çalışanları sendikasından bir kadın: Bu “yeşil dönüşüm” hepimizi etkiliyor ve madenciler sendikasıyla birlikte çalışacağız. “Yeşil dönüşüm” adı altında, self-servis kasalar yüzünden işlerimizi kaybediyoruz. Bu “dönüşüm” sadece yeni bir özelleştirme biçimidir, sahip olduğumuz her şeyi değersizleştirip işçi haklarını yok ediyorlar. Bu yüzden buradayım. Tek başımıza mücadele edersek, kaybedilmiş bir davamız olur.
Bir kadın, köyünün yakınında yapılması planlanan bir hidroelektrik santralinin nasıl “yeşil enerji” olarak sunulduğunu anlattı. Ancak insanlar önceki deneyimlerinden, bunun topluma sadece zarar getireceğini biliyorlardı. Bu nedenle yereldeki kadınlar, oraya erişim için gerekli olan bir köprüyü kapattılar. Özel polis güçleri tarafından saldırıya uğradılar. Birçok kadın hapis cezasına çarptırıldı. Tek yaptığımız içme suyu kaynağımızı korumaktı. Polis saldırısı emrini kim verdi? Saldırılara rağmen kadınlar köprüyü 500 gün boyunca kapattılar ve sonunda proje iptal edildi. Onların planlarını durdurabiliriz.
Bir adam, bir yıl önce köyünde 19 kişinin öldürüldüğünü anlattı. Şiddetli sel vardı, ancak ölümlerin nedeni köyün yukarısındaki yasadışı bir kaya kırma tesisinden gelen çığdı. İnsanlar tesise karşı protesto etmişlerdi, ancak her düzeydeki hükümet görevlileri görmezden gelmişti. Bu bir hükümet suçu idi.
Sırp bir konuşmacı, İsrail’e satılan mermiler üreten Sloboda (Özgürlük) fabrikasından bahsetti.[2] Çok uluslu bir sömürgecilik var ve hükümet bunu destekliyor. Hükümete yakın kişiler “yeşil geçiş” için lisans alıyor. Çin giderek daha fazla kaynak çıkarıyor ve yerel yönetimler bunu kolaylaştırmak için rüşvet alıyor.
Bir kadın, toplantıya bilim insanlarının ve akademisyenlerin katılmamasından şikayet etti. (Bu nokta birçok başka konuşmacı tarafından da tekrarlandı.) “Uzmanlar”ın hepsi yağmacılar tarafından satın alınmış. Onlar, sömürgeci yağmalama hakkında konuşmuyorlar; bunun yerine soyguncularla işbirliği yapıyorlar.
Kreka madenciler sendikası başkanı: Bu toplantıdan çok şey öğrendim. Tanrı bizi AB’den korusun. Zengin ülkelerde bile işçilerin kendilerini kötü etkilemeden geçiş için bir yol bulmanın ne kadar zor olduğunu görüyoruz. Batılılarla işbirliği yapmak istiyorum. Bize zarar vermeyen bir geçiş şekline ihtiyacımız var. Artık hiçbirimiz kurumlarımıza güvenemiyoruz.
Slovenya’dan bir kadın, geçişin kaçınılmaz olduğunu söyledi. Madenciler başka işler bulmak zorunda kalacaklar, ancak tüm değişiklikler yabancı yatırımcılar tarafından değil, yerel topluluklar tarafından yapılmalıdır.
Slovenya madenciler sendikası başkanı. Hükümetimiz sendikamızı dağıtmaya çalıştı. Kendi sendikalarını kurdular, ama biz direndik ve madencilerin %80’i hala bizim sendikamızda – ama hükümet bizi dinlemiyor. Madenlerin 2030’a kadar kapatılması gerektiğini söylediler; sonra yasayı değiştirerek madenleri hemen kapatmaya karar verdiler. Bosna’daki yoldaşlarımızla toplantılar yaptık ve çoğu Ljubljana’daki gösterilerimizi desteklemek için geldi. Argümanlarımızı medyaya taşımamız gerekiyor. Yaşlılar hala Youtube’u değil, televizyonu izliyor. Gençleri de kazanmalıyız. Tüm bunlar en çok onları etkileyecek.
Çevresel yıkıma karşı kampanya yürüten yaşlı bir adam, halkın desteğini kazanırsak mücadeleleri kazanabileceğimizi söyledi. Bosna’da daha fazla hidroelektrik baraj inşa etmelerini engelledik.
Hırvatistan’dan bağımsız bir sendika yetkilisi, sendikaların birçok grevi kazanmadaki militanlığından bahsetti. Askeri tank tamir tesisindeki işçiler fabrikayı işgal etti ve tankları savunma bakanlığına sürmekle tehdit etti. Hızlı bir anlaşma sağladılar. Hükümetimiz ve medyamız her zaman her konuda sosyal diyaloga ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Hayır, sosyal bir isyana ihtiyacımız var. Ama uluslararası örgütlere katılmamız gerekiyor. Kaynaklarımız çok az, yardıma ihtiyacımız var. STK’larla çalışabiliriz, onların birçok genç ve eğitimli üyesi var, ama onlar her zaman iktidardaki kişilere maddi olarak bağımlılar ve bu da onların gündemini belirliyor. Yukarıdan aşağıya doğru çalışan örgütler istemiyoruz: kendi gücümüzü kendimiz inşa etmeliyiz. İnsanlar Sosyal Demokratlara güveniyordu, ama onların ofislerinde çalışan üyelerimiz var ve onların da diğer politikacılar gibi aynı saçmalıkları yaptıklarını biliyoruz. Nasıl ve ne zaman mücadele edeceğimizi öğrenmeliyiz. Dokuz vinç operatörünü greve çıkararak bir fabrikayı durdurduk. Onlara stratejik olarak vurmalıyız.
Karadağ madenciler sendikası başkanı. Kendi ülkemizde yeterli gıda ve enerji üretemiyoruz. Köleliğe doğru gidiyoruz. Madenciler çevreyi korumalı: Ekolojik yıkımın yaşandığı bir dönemdeyiz. Madenlerimiz 2041 yılına kadar kapatılacak, ancak sonun daha erken geleceği muhtemel. Bu bir felaket olacak. Bu geçiş için herhangi bir plan yok. Yetki bizde olsaydı, çevreyi temizleyip işçileri yeniden eğitebilirdik.
Bosnalı bir çevre aktivisti, devlete ait kömür madenlerinin tamamının kapatılması kararına rağmen, milli parklar gibi korunan alanlarda yeni özel madenler için ruhsatlar verildiğini anlattı. Bu koruma ortadan kalktı. Tüm şirketlerimiz yabancı yatırımcılara satıldı. Onlar yeraltı kaynaklarımızı yağmalamak için acele ediyorlar. Ancak toplum için yer üstündeki kaynaklar – hava, su, doğa – hem bizim hem de gelecek nesiller için çok daha değerli. Kaynaklarımızı Afrika’dan daha hızlı kaybediyoruz ve dünyanın herhangi bir yerinden daha az tazminat alıyoruz.
***
Çeviriden gelen bu alıntılar, iki gün süren uzun tartışmalardan sadece küçük aktarımlar, ama umarım size atmosferi hissettirebilirler. Ayrıca, yerel bir restoran tarafından Zbor’a getirilen harika yemekleri yerken de birçok yararlı birebir tartışma yapıldı. Kreka madencisinden, Yugoslav işçi hareketinin gelişiminde önemli bir dönüm noktası olan 1920 Husina Madenciler İsyanı için bir anma töreni düzenlemeyi düşündüklerini öğrendiğimde çok heyecanlandım – bu konu hakkında 30 yıl önce bir broşür yazmıştım.
İkinci günün oturumu sona erdikten sonra, çok sayıda işçiden sorumlu bir maden vardiyası şefi bizi kasabadan geçerek maden ocağına götürdü ve orada maden ocağı ekipmanlarını inceledik. Ayrıca bir arkeolojik alanı da ziyaret ettik: 10. yüzyıldan kalma bir İlirya bazilikasının kalıntıları. Akşam, çoğunluğu gençlerden oluşan kasaba orkestrasının açık hava konserini dinledik. Orkestra şefi, orkestranın tarihinin madencilerin tarihi ve tüm etnik grupların bir arada yaşama haklarıyla iç içe olduğunu anlattı.
Üçüncü gün, tartışmalar herkesi birleştiren unsurlar ve toplantıdan sonra harekete geçme çağrısı üzerine odaklandı. Kararlar Zbor’un Instagram hesabında yayınlandı ve yazının sonunda görselleri mevcut.
Bazı düşünceler
İki yıl önce, Bosnalı bir kadının, ülkedeki çevre hareketini madencilerin grevini desteklemeye çağıran bir çevrimiçi makalesini okudum. Madenciler son derece kirletici kömür ürettikleri için bu, görünüşte çelişkili bir durumdu.
Onun argümanı basitti: Özelleştirme ve yağma yoluyla endüstrinin kitlesel yıkımının ardından, madenciler ülkede kalan tek örgütlü işgücüydü. Çevre hareketi başarılı olmak istiyorsa, toplumu kendi tarafına çekmek zorundaydı ve madenciler örgütlü işçi sınıfının tek kalıntısıydı. Ona mektup yazdım ve iletişim halinde kaldım.
Bu Zbor, onun bakış açısıyla büyük ölçüde uyumluydu. Ancak Bosna’ya giderken bazı endişelerim vardı. Sendikal ve sosyalist bir geçmişe sahibim, ancak son yıllarda Extinction Rebellion gösterilerine katıldım ve Birleşik Krallık’taki farklı kampanyalardan genç çevre aktivistleriyle konuştum – ve dürüst olmak gerekirse, genellikle farklı diller konuştuğumuzu hissettim. Onların sınıf bilincinden yoksun olduklarını, giderek büyüyen eylemlerinin iktidarları kötü uygulamaları değiştirmeye zorlayabileceğine inandıklarını ve kömür veya petrol gibi sektörlerdeki işçilerin konumunu pek anlamadıklarını hissettim.
Nitekim Breza Zbor’da, Alman bir kadın, kendisi ve arkadaşlarının iki yıl boyunca yeni bir Alman açık ocak madeninin önünde, içerideki işçilerin hiçbir desteği olmadan nasıl protesto ettiklerini anlattı: iki karşıt grup.
Bu yüzden endişeliydim: Zbor nasıl geçecekti? Madenciler ve çevreciler nasıl etkileşime gireceklerdi ve en önemlisi madencilerin sesleri duyulacak mıydı? 2014 yılında Bosna’nın maden kasabası Tuzla’da büyük gösterilerin kasabayı sarstığı dönemdeki olayları hatırlıyordum. Genç meslek sahipleri, göstericilerin kasabanın yönetiminde söz sahibi olabilmeleri için bir genişletilmiş “kurul” oluşturdular. Ancak genel kurul oturumları çoğunlukla yasalar, temsil, kurumlar vb. konular üzerinde yoğunlaştı.
Toplantılardan sonra işçiler, işsizlik ve yoksulluk sorunlarının tartışılmadığını söylüyorlardı. Genel kurullar hiçbir şeyi değiştirmedi. Bu Zbor, işçilerin seslerinin duyulmasını sağlayacak mıydı?
Verdiğim alıntılardan, bunun kesinlikle böyle olduğunu anlayabilirsiniz. Madenciler toplantının başından itibaren izlerini bıraktılar ve toplantı boyunca herkesin söylenenleri dinleyip düşündüğünü hissedebiliyordunuz.
Bence bunu mümkün kılan birkaç faktör vardı. Her şeyden önce, ortak düşman çok kolay tanınabilir. Yabancı sermaye, sömürgeci bir soygunu finanse ediyor ve bu, Bosna yönetimini fiilen denetleyen AB ve hükümetin her kademesi tarafından teşvik ediliyor ve kolaylaştırılıyor. Dolayısıyla, arazisi Çinli bir madencilik şirketi tarafından çalınan kırsal işçi ile işsizlikle karşı karşıya olan kömür madencisi, aynı düşmanla, yani sermayeyle karşı karşıya olduklarını biliyorlar.
İkincisi, Yugoslavya genelindeki çevre aktivistleri çoğunlukla yeni projelerden etkilenen yerel topluluklardan gelen insanlar. Madencilerle aynı topluluk bilincine sahipler ve hepsi işçi.
Üçüncüsü, Yugoslavya’yı tanımayanlara açıklaması daha zor olan bir konu, ülkenin sosyal ve siyasi geçmişi yeni bir şekilde kendini dışa vuruyor. Tito’nun Yugoslavya’sının eski siyasi eliti ya öldü ya da yeni gangsterlere dönüştü. Bu da eski sosyal geleneklerin yeni ve sınırsız bir şekilde yeniden ortaya çıkmasına neden oluyor. Partizanların ilerici yönleri ve yeni kurulan “sosyalist” federasyona verdikleri karakter, yeni bir hayat, yeni bir çıkış noktası buluyor.
Kısa bir süre içinde insanlar, hükümetin (kamulaştırma yoluyla) mülklerini çalmasını ve ardından toplumsal servetin (özelleştirme yoluyla) yağmalanmasını gördüler. İnsanlar, daha dün kendilerine ait olan yıkıcı, yabancı bir üretim sistemiyle karşı karşıya. Şimdi işyerleri ve genel olarak hayatları üzerindeki kontrolünü yeniden tesis etmek istiyorlar – ve tüm siyasi partiler ve AB onların önünde engel teşkil ediyor.
Zbor’un sonuçlarını özetlemek zor. Yapay Zeka’nın 10 maddelik özlü bir özet çıkarabileceğinden eminim, ancak Yapay Zeka’nın yapamayacağı şey, çoğu insanın hissettiğini düşündüğüm heyecanı, ahlaki yükselişi yakalamaktır.
Bosna’yı, etnik temizlik ve milliyetçiliğin ezici olduğu korkunç bir savaşın ortasında tanıdım. Ancak burada, ulusal, etnik ve dini ayrımların ötesinde, ortak sorunları tartışmak için bir araya gelen işçiler vardı. Oradaki birçok gençle konuştum ve hepsinin kendilerini Yugoslav olarak tanımladıklarını ve partizan mücadelesinin yarattığı halkın birliğini yeniden kurmak istediklerini düşünüyorum.
Bu küçük bir toplantıydı, ancak önemi çok büyüktü. Savaş sırasında Tuzla madencileri için gıda yardım konvoyları düzenlediğimizde, sadece açlık çeken insanları beslemeye çalışmıyorduk. İşçi dayanışması ve enternasyonalizm fikrini yeniden canlandırmak istiyorduk. O zamanlar, Yugoslavya’nın dağılmasının ve savaşın yorgunluğunun ardından, bu bakış açısını paylaşabilecek durumda olan çok az insan vardı. Ancak Breza Zbor’da herkes bunun hakkında konuşuyordu.
- Zbor’un düzenleyicileriyle iletişime geçmek için:: Instagram zbor_2025 veya zbor@systemli.org
- Ayrıca Breza hakkında: The heritage of darkness by Midhat Poturovic
[1] https://wagingnonviolence.org/2019/12/rising-anti-mining-movement-challenging-portugal-white-gold-rush/
https://www.earth.com/news/portugal-could-be-home-to-europes-largest-lithium-deposit-barroso/
[2] https://balkaninsight.com/2025/01/28/regardless-of-war-crimes-claims-serbias-arms-sales-to-israel-soar/




