Close Menu
polenekoloji.org
  • BİZ KİMİZ
    • Manifesto (Türkçe)
    • Manifesto (Kurdî)
    • Manifesto (English)
    • Manifesto (Español)
    • Amaç ve İşleyiş
    • Faaliyet Raporları
  • NE YAPABİLİRİM
  • ENSTİTÜ
  • POLEN BÜLTEN
  • POLEN DERGİ
  • GÜNDEM
  • TEORİ
    • Emekoloji
    • Gıda Egemenliği
    • Hayvan Özgürlüğü
    • İklim
    • Kent Ekolojisi
    • Mücadele ve Örgütlenme
    • Marksist Ekoloji
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi
Sitede Gezinin
  • ADALET MÜCADELELERİ (30)
  • EKOLOJİ/İKLİM HAREKETLERİ (71)
  • GÜNDEM (299)
    • ETKİNLİKLER (10)
  • MEDYA (13)
    • PODCAST (6)
    • VIDEO (7)
  • SÖYLEŞİ (44)
  • TEORİ (261)
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım (26)
    • Emekoloji (20)
    • Genel (1)
    • Gıda Egemenliği (20)
    • Hayvan Özgürlüğü (7)
    • İklim (25)
    • Kent Ekolojisi (26)
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi (27)
    • Marksist Ekoloji (17)
    • Mücadele ve Örgütlenme (26)
  • YAYINLAR (58)
    • Faaliyet Raporları (2)
    • Polen Bülten (24)
    • Polen Dergi Yazıları (7)
    • Polen Ekoloji Kitaplığı (9)
Facebook X (Twitter) Instagram
polenekoloji.org
  • BİZ KİMİZ
    • Manifesto (Türkçe)
    • Manifesto (Kurdî)
    • Manifesto (English)
    • Manifesto (Español)
    • Amaç ve İşleyiş
    • Faaliyet Raporları
  • NE YAPABİLİRİM
  • ENSTİTÜ
  • POLEN BÜLTEN
  • POLEN DERGİ
  • GÜNDEM
  • TEORİ
    • Emekoloji
    • Gıda Egemenliği
    • Hayvan Özgürlüğü
    • İklim
    • Kent Ekolojisi
    • Mücadele ve Örgütlenme
    • Marksist Ekoloji
    • Dosya: Kapitalizm ve Ekolojik Yıkım
    • Madenciliğin Politik Ekolojisi
Facebook X (Twitter) Instagram
polenekoloji.org
Home » Kapitalist/Emperyalist Madencilik Yağmasına Karşı Mücadele

Kapitalist/Emperyalist Madencilik Yağmasına Karşı Mücadele

By Polen Ekoloji16 Ağustos 2025Updated:23 Kasım 202511 Mins Read
Share
Twitter Email Telegram Facebook WhatsApp

Ütopya ufukta.

Ben iki adım yürüyorum, o iki adım uzaklaşıyor

ve bu arada ufuk koşarak on adım ilerliyor.

Öyleyse ne işe yarıyor ütopya?

İşte buna, yürümeye yarıyor.

EDUARDO GALEANO

Son dönemde çevre mücadelesinin gündeminde 2 önemli yasa var; Birisi özünde karbon ticaretini öngören, kirletme hakkını meşrulaştırmaya ve bunun üzerinden şirketlere para kazandırmaya yarayacak olan ‘’İklim Yasası’’. Diğeri zeytinliklerin kıyımının çok ötesinde kapitalist madenciliğin Türkiye’de sert şekilde yükselişini hedefleyen, devlet kurumlarını madenci şirketlerin bürokratik işlemlerini hızlandırmakla görevlendiren ‘’süper izin yasası’’. Ülkenin dört bir yanından çevre örgütleri bir araya gelerek yasanın tehlikelerine, doğada açacağı tedavisi imkânsız yaralara dikkat çekmek ve engellemek için ‘’Toprağımızı vermiyoruz’’ kampanyasını başlattılar. Ancak biraz geçmişe bakarsak; ‘’İklim Yasası’’ taslağı, TBMM’de kabul edilene kadar yaklaşık 2 sene bekletildi. “Süper izin yasası” da detayları verilmemekle birlikte 12. Kalkınma Planında ana hatlarıyla açıkça belirtiliyordu. Buradan hareketle öncelikle şöyle bir öz eleştiri ile başlamalıyız: bunca zamanımız varken toplulukları örgütlenmek için neden bir şey yap(a)madık? Neden ancak yasa meclise geldiğinde harekete geçildi? Üstelik tepkiler neden çevre hareketiyle sınırlı kaldı? Çevre hareketi dışında başta sol-sosyalist partiler olmak üzere, sendikalar, meslek örgütleri, kadın örgütleri yaygınlaşan sosyo-çevresel yıkımlara karşı neden bir örgütlenme çabasına girmediler?

Bize göre yapılması gereken küresel iş bölümünün gereği olarak belirlenen 12. Kalkınma Planı doğrultusunda ayyuka çıkan kapitalist madenciliğe karşı yerel ve uluslararası ölçekte, kırsal ve kentsel mekanlarda örgütlenme çalışmaları:

Kırsalda; mega madencilik projeleriyle sosyal ve çevresel tahribatı gitgide genişleyen ‘’kazıp çıkarma, zehirli atık biriktirme’’ alanlarına olabildiğince ulaşmak ve direnen topluluklarla birlikte çözüm yolları, stratejiler üretmek,

Kentlerde; mega altyapı projeleriyle, sayıları katlanarak artan lüks konutlar ve AVM’lerle, rezerv alan anlatısıyla el konulup mutenalaştırılan bölgelerle kırsalın tahribatında büyük sorumluluğu olan ‘’kentin metalaştırılması”na karşı kentin gerçek sahibi olan emekçilerin ‘’devrimci bir kentsel ekoloji mücadelesi”ni oluşturmak.

Ancak mücadele için gerekenleri tartışmadan önce kapitalist madenciliğin yeni karakteri ve yöntemleri üzerine bazı yorumları paylaşmak gerektiğine inanıyoruz.

KAPİTALİST/EMPERYALİST MADENCİLİĞİN DOĞASI VE İŞLEYİŞİ

Günümüzde toplumlara zorla dayatılan kapitalizmin neoliberal biçiminde; sürekli kendisini genişletme güdüsüyle hareket eden sermaye sadece insanları ve doğayı değil, kurumları da kişisellikten arındırılmış egemenlik biçimlerine tabi kılıyor. Kapitalist madenciliğin işleyişinde bunu çok net görebiliriz: Bir kısmı maden şirketlerinin patronları olan milletvekillerinin meclise getirdikleri süper izin yasasına karşı bu vekillerin vicdanlarına seslenmek, ÇED sürecinde sözde halkın görüşlerinin dikkate alındığı Halk Katılım Toplantısı ve İnceleme Denetleme Komisyonunda madenlerin sosyo-çevresel zararlarını dile getirmek, açılan davalarda kamu yararına sonuç ummak, anayasasızlığın başat hale geldiği bugünkü OHAL rejiminde, artık anlamını tamamen yitirmiş bulunuyor.

Kapitalist madenciliğin metalaştırma döngüleri nedeniyle kırsalın sadece morfolojik değil, kültürel ve sosyolojik yapısı da değiştiriliyor. Doğal alanları gasp eden sermaye, köylülüğün tasfiyesini de dev adımlarla gerçekleştiriyor. Meclise gelen süper izin yasasında ve ÇED süreçlerinde karar vericiler Kapitalist madenciliğin yıkımlarının çok iyi farkındalar, ancak sermayenin güdümünde olmaları onları sürece karşı sağır, sonuçlara karşı duyarsız yapıyor.

Bu koşullarda yapmamız gereken; bizlere belli coğrafyada, sınırlı bir alanda yapılan madencilik projesi olarak gösterilen kapitalist madenciliğin sınır aşan boyutlarını sürekli görünür kılmak; nasıl ki Güney Amerika’da yerli halkların yaşam alanlarına el konulması ve sayıları hızla artan maden sahalarının açılması ile dünyanın fabrikası olan Çin’de köylülerin proleterleştirilerek devasa fabrikalarda kölelik koşullarında çalışmaları birbiriyle bağlantılı ise Türkiye’de de aynı şekilde kırsaldaki mülksüzleştirmeler, müştereklere el koymalarla kentte katlanarak artan ucuz iş gücü arasındaki ilişkileri kurmalıyız.

Ancak emekçilerin uğradıkları kayıplar madalyonun bir yüzü. Kapitalist madenciliğin tamamen sınıfsal bir saldırı olduğunu açığa çıkarmak için madalyonun diğer yüzüne bakmalıyız. Bunun için de çıkarılan minerallerin nerelerde kullanıldığını ve arka plandaki işleyişi incelemeliyiz: enerji, finans, gayrimenkul, lojistik, silah sanayii, lüks tüketim ürünleri gibi çok çeşitli sektörler üzerinden sorgulamalıyız bize kamu yararı diye sunulan maden projelerini; mega kentlerin kurulması, kentleri betona boğan çoğu yatırım amaçlı lüks konutların yapımında kullanılan çimento ve metallerin hammaddelerinin temini ve mega kentlerde tüketimin sürekliliğinin sağlanması, kırsalda minerallerin toprağın bağrından koparıldığı mega madenler sayesinde mümkün oluyor. Bu şekilde kapitalist madenciliğe bütüncül bir bakış, meselenin tamamen bir sınıf mücadelesi olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor: kırsalda mineraller çıkarılırken toprakla bağı koparılan köylülerle, kentlerdeki fabrikalarda mineraller işlenirken ve işlenen mineraller envai çeşit tüketim tarzının nesnesine dönüştürülürken sömürülen, git gide kentin varoşlarına sürüklenip tüketimden pay alamayan işçiler. İşte bu bağlamda, sınıf ilişkileri içinde değerlendirilmesi gereken kapitalist madenciliği sınıf dışı biçimlere büründürmek için toplumsal ilişkileri ‘’kamu yararı’’, ‘’kalkınma’’ gibi ulusal çıkarlara ve ulusal ekonominin işleyişine indirgeyerek tüm ülke için genelleştirmek, hükümetler ve şirketler tarafından sürekli kullanılan yöntemlerdir.

Kapitalist madenciliğin günümüzde ulaştığı yıkıcı boyutları anlayabilmek için teknolojik gelişmelerin sonuçlarını gözden kaçırmayalım: içinde bulunduğumuz dördüncü makina çağı robotik, biyoteknoloji, yapay zekâ, coğrafi bilgi sistemleri gibi teknolojileri birbiriyle ilişki içinde kullanarak geçen yüzyıllara oranla ‘’daha çok yok ederek, daha çok kazanma’’ üzerine kurulu. Geldiğimiz aşama; eski teknolojilerle yapılandan kat be kat fazla toprağın kazıldığı, binlerce hektarlık alanda ekolojik sakatlanmaya yol açan, milyonlarca ton toprağı zehirli atıklara çeviren mega madenler! Kullanılan son nesil teknolojiler şirketlerin maliyetlerini azaltıyor ve eskiden ekonomik olmadıkları için çıkarılmayan mineral yatakları artık kazançlı oldukları için kazılmaya başlanıyor. Tüm gezegeni maden sahasına çevirecek bir gidişat söz konusu! Hatta bu yüzden başka gezegen ve yıldızlara daha genişlemeyi planlıyor sermaye – Elon Musk’ın sıklıkla ifade ettiği tam olarak bu.

Teknolojik gelişmeler madenciliği geliştirirken madencilikle elde edilen mineraller ve nadir toprak elementleri de yeni teknolojilerin kapitalist üretimde yaygınlaştırılmasına olanak sağlar. Bu sayede “yeşil ve dijital dönüşüm” programlarıyla sermayenin emek sömürüsünü ve dolayısıyla kârlarını artırması için yapısal dönüşümün önü açılır. Yeşil dönüşüm için madenciliğe gerekçe yaratılır ve o madencilik ve yeşil dönüşüm iklim krizini şiddetlendirirken aynı yeşil dönüşüm iklim krizinin çaresi olarak sunularak halk aldatılır.

Hangi devirde, hangi coğrafyada olursa olsun kapitalist madencilik her zaman için bir tür ‘’müştereklere el koyma’’ ve ‘’mülksüzleştirme yoluyla birikim’’ şeklidir. Fakat sermayenin doğaya el koyabilmesi, ancak devlet doğal varlıkları, toprakları politik bir unsura dönüştürürse mümkündür. Yani devlet yasa koyucu şiddetiyle halkın yaşam alanlarını ve müşterekleri ölçülen, sınırları belirlenen, ÇED dosyalarından aşina olduğumuz ruhsat ve proje alanlarına bölerek soyut, mekânsal bir kategoriye dönüştürürse şirketler buraları gasp edebilir. Bu şekilde örneğin falanca köyün hayvanlarını otlattıkları meralar artık filan numaralı maden projesinin ruhsat alanına dönüşüvermiştir. Bundan sonra sermayenin metalaştırma süreci tam gaz işleyebilir.

Kapitalist madenciliğin girdiği her yerde baskı, şiddet ve çevresel tahribat bir arada ilerler: dünya pazarları küresel ölçekte genişledikçe liberal devletler gitgide daha militarist, müdahaleci oluyorlar. Küresel pazarların üretim-tüketim döngüleri için hammadde ihtiyacına, Türkiye gibi demokratik toplumsal yapıyı kuramayan ve mali sömürge konumunda küresel iş bölümüne entegre olmuş ülkeler daha agresif şekilde yem olarak ‘madenci ülkeye’ dönüşüyorlar. Bu bağlamda açığa çıkarmamız ve vurgulamamız gereken; demokratik toplumsal yapının kapitalist madencilikle nasıl aşındırıldığı, temel insan haklarının nasıl ayaklar altına alındığı, şirketlerin gitgide devletin görevlerini nasıl üstlendikleri, kurumsal yapının nasıl erozyona uğradığı, kurumların toplumsal faydaya yönelik görevlerini bir kenara bırakıp şirketlerin taşeronu gibi onların önündeki engelleri nasıl kaldırmaya yöneldikleridir.

Kapitalist madenciliği yalnızca ulus devletin diğer uluslarla politik ve ticari ilişkileri kapsamında anlamaya çalışmak da karşı karşıya olduğumuz tehlikenin boyutlarını kavramada yetersiz kalacaktır. İşin özü, kapitalizm ve onun vazgeçilmez bir unsuru olan emperyalist madencilik bağlamında devlet, “serbest piyasa” olarak cilalanan şeyi tarihsel olarak zor yoluyla yaratan, yine zor yoluyla koruyan ve genişleten öznenin ta kendisidir

EMEKOLOJİK MÜCADELENİN OLANAKLARI ÜZERİNE

Kapitalist madenciliğe karşı, Bergamalıların ve Artvinlilerin siyanürlü altın madenciliğine karşı başlatılan mücadele, öznesi emekçi köylülük ve kentlerdeki ilerici, demokrat, sol-sosyalist kurumlar ve kişilerin olduğu bir “çevre mücadelesi” olarak devam etmektedir. Bu mücadele, “etkinlik kaynaklı” (termik santral, çimento fabrikası, taş ocağı), “tahribata bağlı” (orman, kıyı, mera tahribi), “kirliliğe dayalı” (hava, su, toprak kirliliği), “risk tanımlı” (nükleer, GDO) olarak “tekil sorun odaklı” ve “yerel çevre mücadeleleri” olarak var olageldi. Sorunun emek boyutu, tarımla uğraşan ve emekçi köylülüğün mülksüzleştirilmesi ya da işçileştirilmesi boyutları yeterli düzeyde politikleştirilemedi. Mücadelenin ulusal ve uluslararası ölçekte sürdürülmesi için yapılan girişimler yetersiz kaldı.

12. Kalkınma Planı doğrultusunda çıkarılan “süper izin yasası” ile madencilik yağmasının çok daha yaygın ve şiddetli olarak gerçekleştirileceği bir evreye girmiş olduk. “Siyanürlü Ölümün Ekolojisi” raporumuzda bu yeni evreyi, halihazırda 22 olan altın madenciliği işletmelerinin 135’e çıkarılmak istenmesi özelinde ele aldık ve buna karşı, dünden bugüne siyanürlü altın madenciliğine karşı mücadele eden yerel çevre platformlarını ve yeni projelerin olduğu illerdeki kişi ve kurumları bir araya getirerek “Yaşam Altından Değerlidir” kampanyasını başlattık. Bu kapsamda paneller, çalıştaylar, Karadeniz bölge gezisi yaptık. Yüzde 93’ü maden sahası ilan edilen ve 25 adet altın madeni projesi olan Gümüşhane’de bir çevre platformu kurulması için çalışma başlattık. “ÇED gerekli değildir” kararı verilen projeler için iptal davası açtık, mahkemenin bilirkişi incelemesine katılarak itirazlarımızı köylülerle birlikte dile getirdik.

“Süper izin yasası”nın TBMM’de ilgili komisyona, sonra da genel kurula getirilmesi sürecinde ise yine birçok yerel çevre platformu, derneği ve kişiler bir araya gelerek “Toprağımızı Vermiyoruz” kampanyasını başlattı. Kampanya kapsamında TBMM önünde eylemler gerçekleştirildi, duyarlı milletvekilleri aracılığıyla yasaya karşı Meclis çatısı altında mücadele verilmeye çalışıldı. Yasanın Meclis’te kabul edilerek yürürlüğe girmesinden sonra da kampanya sürdürülmeye çalışılmaktadır.

Kapitalist madenciliğin geldiği yeni evre bakımından hem sorunun kapsamı hem de şiddeti göz önünde bulundurularak, sorunun hala “çevre sorunu” olarak ele alınamayacağının ve mücadelenin sadece yerel çevre platformlarının ve çevrecilerin sırtına yüklenemeyeceğinin altını çizmek istiyoruz. Kapitalist madenciliğin yeni evresine karşı topyekûn, ulusal ve küresel bir sosyo-çevresel mücadele örülmesi hayati önemdedir. Bu görevin başarılması içinse sol, sosyalist parti ve örgütlerin, sendikaların süreçte oynayabilecekleri rolü vurgulamak istiyoruz.

Kadim yaşam alanları masa başında alınan bir kararla maden proje alanına dönüştürülen, proleterleştirilen, borç batağına sürüklenen köylüler, kolluk kuvvetlerinin uyguladığı baskılar, yitirilen kültürel yaşam bilgisi, yok edilerek hafızalardan silinen mekanlar, sermayeye peşkeş çekilen müşterekler, madenci köyüne dönüşen yerlerde patlayan kanser vakaları, yaygınlaşan iş güvencesizliği… Kısacası sermayenin madencilikle doğal varlıklara, belli coğrafyalarda yüzyıllardır yaşaya gelen insan topluluklarına, kurumsal yapıya zorla dayattığı yabancılaşmayı analiz etmek ve sosyo-çevresel yıkımlarını ifşa etmek, yapılacak işlerin başında gelmektedir.

Sol-sosyalist örgütler ve sendikalar, kapitalist madenciliğin saldırısı altındaki halklarla iletişime geçerek ulusal ve uluslararası düzeylerde ‘’yeni direniş ağları’’ oluşturmak; bu ağlar sayesinde madencilikle ezilen köylü ile tüketime gömülen ve madencilikten menfaat sağlayan (aslında sağladığını zanneden) kentli arasındaki karşıtlığı gidermek; kentlileri yaşamın temel kaynaklarına, doğal varlıklara, diğer canlı türlerinin yaşam haklarına, gıda egemenliğine, su hakkına duyarlılaştırmak; yerli-milli kisvesi altında at koşturan uluslararası maden şirketleri ve bunların finansörlerini belirleyip ifşa ederek, kapitalist madenciliğin emperyalist/sömürgeci boyutunu açığa çıkarmak; maden sahalarında madencilikten zarar gören halklara destek için dernekler/platformlar kurulmasına öncülük etmek, bu şekilde maden projelerine karşı mücadele verenlere sahada destek vermenin yanında siyasi dayanışmanın da örgütlenmesini sağlamak gibi konularda belirleyici rol üstlenebilirler, üstlenmelidirler de.

Madenciliğin yıkımlarına karşı emek ve çevre sorununu bir arada ele alan bir mücadele platformun kurulması acil bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Uzmanların, bilim insanlarının halk sağlığı, ekonomi, sosyal araştırmalar, biyoçeşitlilik, uluslararası ilişkiler gibi alanlarda çalışmalar yapmasını; madenciliğin yıkımlarının belli coğrafyalarda analiz edilerek belgelemesini, kamu yararı safsatası ardında yitirilen çoklu değerlerin açığa çıkarılmasını, gözlem ve verilerle üretilen bilgilerin kırsalda yerel halkların, kentlerde emekçilerin örgütlenmesi için kullanılmasını sağlamalıyız. Bilim insanları ve mühendisler, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri halkların yararına kullanmak için kapitalist madencilik alanlarındaki köylülerle ittifak kurarak; hava, su, toprak numuneleri alarak kirlilik ölçümleri yapmalı, kanser ve diğer hastalıkların yaygınlığını, tarım ürünlerine verilen zararları tespit edip, kamuya açıklamalıdırlar. Akademisyenler, bilim insanları, halk merkezci bilimsel araştırma modeliyle bilim ve teknolojiyi tarafsız gösteren bilgi biçimlerini eleştirmeli, kapitalizmin yağma ve mülksüzleştirmeye dayalı politik-ekonomik sisteminin arkasında bu sözde ‘’tarafsız’’ bilim ve teknolojik üretimlerin yattığını ifşa etmelidirler. Madenciliğin yıkımlarına karşı mücadele için kurulacak platform, politik ekonomi alanında da ‘’üstün kamu yararı’’, ‘’ekonomik büyüme’’, ‘’cari açığı kapatmak için sınırlı mineral varlıklarının ihraç edilmesi’’, ‘’kalkınma’’ gibi kavramları kapsamlı bir eleştiriye tabi tutmalı ve bu alanda da politikalar üreterek, kalkınmaya alternatif çözümleri uygulatmak üzere tabandan örgütlenme yoluyla baskı kurmalıdır.

Kapitalist madenciliğe dayalı sermaye birikimi stratejisi çok kapsamlı bir saldırı programıdır: Küçük/emekçi köylülüğün yıkımı, emeğin ucuz işgücü haline getirilmesi, doğanın kuralsızca ve sınırsızca yağmalanması… Emperyalist-kapitalist değer zincirleriyle eklemlenmiş olarak söz konusu madenlere ihtiyaç duyulan tüm sektörlerde emek sömürüsünü sürdürmek ve genişletmek için yeni bir madencilik batağı ülke genelinde yaygınlaştırılır. O madencilik faaliyetleri de köylüleri yerinden eder, emek araçlarından koparır, mülksüzleştirir, sermayenin sömürüsü için işçileştirir. Küçük köylü tarımı ve hayvancılığı, aynı zamanda emek gücünün yeniden üretimi için gerekli besin maddelerini sağlar. Küçük köylülüğün ortadan kalkmasıyla emekçi sınıflar kapitalist-endüstriyel tarım ve hayvancılığın tekelci kârlarına maruz bırakılırlar. Bu nedenlerle, işçi-köylü-ekoloji mücadelelerinin geliştirilmesi ve birlikteliği bakımından, emek sömürüsüne karşı çıkmak ve geriletmek ile doğanın yağmalanmasına karşı çıkmak ve geriletmek aynı sürecin ayrılmaz parçasıdır.

Tablo böyle iken, madencilik furyasına karşı mücadele çevre aktivistlerinin çabası ile sınırlı kalmaktadır. “Süper yasa”ya, 12. Kalkınma planına karşı mücadelenin yerellerdeki bir avuç köylünün sorunu olduğunu, öznenin de onlar olduğunu savunan dar yaklaşımlar da halen devam etmektedir. Ancak yeni Somalar, İliçler olmaması için kapitalist madenciliğe dayalı sermeye birikim rejimine karşı mücadele, başta işçi ve emekçi köylülük olmak üzere bu sınıfların temsilcisi partilerin, sendikaların birincil görevidir. Bu mücadele şimdiye kadar olageldiği gibi, sadece yaşam alanlarının savunulması ve protestoculukla sınırlı bir eylem hattı ile de geliştirilemez. Zira kapitalizm sonrası topluma geçiş yalnızca maden ve enerji projelerine direnmekle sınırlı kalamaz; aynı zamanda alternatif üretim ve yaşam biçimlerini inşa etme görevini de üstlenmek zorundayız. Bu da yeni bir toplum tahayyülünün adımlarını atmakla mümkün olabilir: Doğayla uyumlu, sınıfsal sömürüyü reddeden, toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan ekososyalist bir toplum inşası, sadece mümkün değil; artık bir zorunluluktur.

Bugün kentte güvencesiz çalışan işçiyle, kırsalda toprağını kaybeden köylü aynı sistem tarafından sömürülüyor. Bu nedenle direnişler yerelden yükselirken, ortak bir mücadele hattı da sınıfsal bir temelde kurulmalıdır. Bu hat, yalnızca projelere karşı değil, topluma dayatılan yaşam biçimine karşı bir duruş olmalıdır. Kendi üretimimizi, kendi enerjimizi, kendi gıdamızı doğayla uyumlu biçimlerde üretmeyi tartışmalıyız. Bu boyutta bir toplumsal dönüşümü başarabilmek için gerçek bir halk örgütlenme seferberliği olmak zorundadır. Bütün mücadele tarihinin gösterdiği gibi örgütlü halk yenilmez.

Polen Ekoloji Kolektifi olarak, Marksist ekolojik bakış açısıyla, kapitalist madencilik yağmasına karşı, deneyimlerden süzülen dersler ışığında yeni bir örgütlenme seferberliği başlatılması ve yerel direnişlerin geliştirilmesi için var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz.

12. Kalkınma Planı Ekstraktivizm Emekoloji İklim Kanunu Madencilik Süper İzin Toprağımızı Vermiyoruz
Bizi takip edin Bizi takip edin Bizi takip edin Bizi takip edin
Share. Twitter Facebook Email Telegram

Öne Çıkan Yazılar

Bosna: Maden İşçileri, Toprak ve Su için Birleşin! Adaletsiz Geçişe Hayır!

Bob Myers

Asbest: Neoliberal Zehir

Tom White

Polen Bülten – Ekim 2025

Polen Ekoloji

Teknolojik İlerlemenin Ve Yeşil Dönüşümün Yeni Boyutu: Nadir Metaller Savaşı

Levent Büyükbozkırlı

Sınıf Bilgisine Sahip İklim Siyaseti

Mariana Rodrigues Sinan Eden

İklim Bilgisine Sahip Sınıf Siyaseti

Mariana Rodrigues Sinan Eden
Son Yazılar

Kitap İncelemesi: Barışçıl Sabotaj ve Çöküş Arasında

24 Kasım 2025

Mexico City’nin UTOPIA’ları: Kentsel Ekososyalizm Modelinin Hayata Geçirilmesi

23 Kasım 2025

COP30’a Karşı Halklar Zirvesi Deklarasyonu

23 Kasım 2025

Bosna: Maden İşçileri, Toprak ve Su için Birleşin! Adaletsiz Geçişe Hayır!

17 Kasım 2025

“İklim İçin Say” Yetmez

15 Kasım 2025
Arşiv
POLEN EKOLOJİ KİTAPLIĞI

Cüret

18 Kasım 2025

Tek İstediğimiz Dünya

4 Ağustos 2025

Kızıl Ekolojik Devrim

13 Mayıs 2025

Çoklu Krizler Çağında İktisadi Kalkınma, Büyüme ve Ekoloji

8 Nisan 2025

Çernobil

10 Şubat 2024
Hakkımızda
Hakkımızda

POLEN Ekoloji olarak, ekolojik mücadelenin kapitalizme karşı toplumsal kurtuluş mücadelesinin bir parçası ve onun tümüne sirayet edecek biçimde, örgütlü olarak sürdürülmesi gerektiğini düşünen, bu doğrultuda yeni bir program ve stratejinin geliştirilmesi ve hayata geçirilmesinde yol arkadaşlığı yapmak isteyen herkesi kolektifimize ortak olmaya çağırıyoruz.
iletişim: bilgi@polenekoloji.org - polenekoloji@gmail.com

X (Twitter) Facebook YouTube Instagram
İçerikler

Kitap İncelemesi: Barışçıl Sabotaj ve Çöküş Arasında

24 Kasım 2025

Mexico City’nin UTOPIA’ları: Kentsel Ekososyalizm Modelinin Hayata Geçirilmesi

23 Kasım 2025

COP30’a Karşı Halklar Zirvesi Deklarasyonu

23 Kasım 2025

Bosna: Maden İşçileri, Toprak ve Su için Birleşin! Adaletsiz Geçişe Hayır!

17 Kasım 2025
1 2 3 … 123 Next
Polen Ekoloji’ye Katıl


Kolektif’e Katıl

Destek Ol

Hızlı Destek

Enstitü Seminerlerine Katıl

Bize yaz

Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.